• Sonuç bulunamadı

Prof. Dr. Ahmet Öztürk

Ne zaman, nerede ve nasıl başladığı tam olarak bilinmemekle birlikte, dünyaya açıklandığı kadarıyla 31 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Hubei eyaletindeki Wuhan kentinin yerel sağlık otoriteleri Dünya Sağlık Örgütü’ne insanlarda görülen bir tür yeni korona virüs hastalığını rapor etti. İlk vakanın 12 Aralık’ta Wuhan’da görüldüğü, daha sonra yirmiden fazla vakanın kentteki bir deniz ürünleri pazarı ile temaslı kişilerde tespit edildiği, hastalığa inatçı bir zatürre evresinin eşlik ettiği de dünya ile paylaşıldı. İnsanlığın bilinen tarihinde etkili olan ve milyonlarca kişiyi etkileyen veya öldüren salgınlar dünya için bilinmedik bir şey değildi. Antik ve Orta Çağ toplumlarının kabusu olan veba salgınları, daha yakın tarihlerde acı hatıralarla kaydedilen 1918 İspanyol gribi, 1957-58 Asya gribi, 1968-70 Hong-Kong gribi dünyanın çok iyi bildiği salgınlardı. İlginç bir şekilde son yirmi yılda peş peşe görülen 2002 Asya SARS virüsü, 2007-2009 arasında birçok ülkede etkili olan kuş gribi, 2009-10 domuz gribi, ardından 2012 Ortadoğu MERS virüsü ve 202009-10’larda Afrika’da etkili olan ebola salgını yüzlerce, hatta binlerce insanın hayatına mal olmuştu.

Bu son salgınlar günümüzün teknolojik gelişmişliği ve etkin iletişim imkanları sayesinde hemen herkesin internet, sosyal medya ve televizyonlar yoluyla detaylı bir bilgi ve fikir sahibi olduğu önemli olaylar olduğu kadar benzerlerinin, daha güçlü, etkili ve daha kötü bir salgının olabileceği düşüncesiyle her zaman ciddi bir kaygının da kaynağıydı. Dahası, daha bir iki yıl önce 6-7 yaşlarında çocukların bile erişebildikleri akıllı telefon, tablet veya bilgisayarlarda küresel pandemi veya salgın oyunları oynamış oldukları bir zamandayız. Bu oyunlarda, çocukların dünyanın herhangi bir noktasından saldıkları tek bir virüsle dakikalar içinde ana kıtalar dahil Antartika’dan Grönland’a, Havai Adaları’ndan Yeni Zelanda’ya, Japonya’ya kadar bütün dünyayı kızıl bir gezegene çevirmenin, bütün yerküre nüfusunun hastalanmasının simülasyonunu yapabildikleri bir zamanda birdenbire çocuklar da dahil bütün dünya gerçek bir salgınla karşı karşıya kaldı. Maalesef, bugün ‘günün

herhangi bir saatinde dünyanın her yanında tüccarlardan, limanlardan, kentlerden, ülkelerden, kıtalardan diğerlerine bütün 19. Yüzyıl’da taşınmış olandan daha fazla insanı, hammaddeyi ve ürünü sevk edebilen’ (B.Clinton, Kasım 2000, Warwick Üniversitesi) insanlık, Wuhan’da ortaya çıkan bulaşıcı bir virüsün, ilk fark edildiğinde 20-30 kadar olan vakadan bütün dünyayı sanki bir oyun simülasyonundaymış gibi sadece birkaç hafta içerisinde teslim almasına engel olamadı. Aksine insanlık, dünyanın gelişmişlik düzeyi, kapitalizmin bütün yer küreyi sarmış üretim, dağıtım ve tüketim ağları, insanlığın kutsanmış bir küreselleşme mabedinin içinde toplanmış hali sayesinde, saldırgan bir virüse bu en güçlü görünen ama aslında en zayıf noktadan teslim oldu. Öyle ki, küresel korona virüs salgınının sadece bir yıl içinde eriştiği vaka ve ölüm sayıları, bu sayıların her geçen gün, hafta veya ay güncellenen yeni zirve seviyesi dünyanın bir salgına karşı önceki büyük salgınlara göre gelişmişlik bakımından daha iyi bir noktada bulunmadığına, ironik bir şekilde küresel ekonomik gelişmişliğin hem nedeni hem de sonucu olan küreselleşme, devletlerin üretim ve tüketim üzerinden birbirine bağımlılığı üzerinden işaret ediyor. Başka bir deyişle, dünya ne kadar gelişirse gelişsin, kısa bir süre içerisinde dünyada neredeyse bütün ülkelere yayılan korona virüs salgını kesinlikle dünyanın böyle bir krize karşı hazırlıklılığına, uluslararası toplumun etkili bir örgütlü yapısına, yeterli bir salgın yönetimini temin edecek bir gelişmişliğe işaret etmiyor.

Bugün sadece bir yıl öncesinde başlayan ve şimdiye kadar yaşananlara baktığımızda, en gelişmiş ülkelerin bile daha önceki salgın zamanlarına göre çok daha gelişmiş beslenme, barınma, sağlık ve lojistik hizmet ağlarına sahip olmalarına rağmen korona virüs salgınına teslim olduklarını görüyoruz. Bu yargıyı güçlendirmek için bir örnek vermek gerekirse, Amerikan Alerji ve Enfeksiyon Hastalıkları Enstitüsü direktörü Anthony Fauci 29 Mart 2020 tarihinde Covid 19 nedeniyle ABD’de 100 bin ile 200 bin arasında kişinin kaybedilebileceği tahmininde bulundu. Aynı zamanlarda Beyaz Saray yetkilileri de bu sayının 240 bine kadar ulaşabileceğini kötü bir senaryo olarak ifade ettiler (npr.org/29 Mart 2020). Bugün, 2021 Nisan ayının ortasında ABD’de bu sayının sadece bir yıl içinde 32 milyonun üzerinde vaka ve 580 binin üzerinde de ölüm sayısına ulaşmış olması en başta resmi yetkililerin pandeminin başlarında vaka ve insan kaybı sayılarının kısa bir sürede bu seviyelere gelebileceğini görememiş olduklarına işaret etmektedir. Anthony Fauci, 2021 Mayıs ayı başında ise ABD’de covid kaynaklı gerçek ölüm sayısının açıklanan resmi rakamın iki katı olabileceğini de ifade etti. Bu noktada, ülkelerin başlangıçta pandeminin toplumlar ve ekonomiler üzerinde olası etkilerine dair gerçekçi tahminlerde bulunamamış olmalarının da işaret ettiği gibi, daha önce örnekleri defalarca yaşanmış böyle bir salgına karşı küresel ekonomik düzen ile uluslararası toplumun kırılgan, dağınık

ve felaketlere açık yapısının ortaya çıkmış olması, çok daha ciddi bir sorun ve sonuç olarak değerlendirilebilir.

Ortaya çıkan, özelde devletlerin, genel olarak da Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü gibi ilgili uluslararası örgütlerin ve uluslararası toplumun bir pandemiye karşı açık bir başarısızlığıdır.

Ortada sistemsel bir sorunun varlığından bahsedilebilir. Uluslararası toplumun iş birliği ve koordinasyon olanakları, devlet ve sistem ölçeklerinde yönetim yaklaşımları, etkili, yetkili ve verimli kurumlar yoluyla örgütlenmesi konusunda çok açık ve kaygı verici eksikliğinin olduğu bir kez daha son bir yıl içinde ortaya çıkmıştır. Bu varsayımdan hareketle, burada son bir buçuk yılda yaşanan küresel pandemide uluslararası toplumun başarısızlığı ele alınacaktır. Dünyanın, uluslararası toplumun, geçmiş büyük salgın zamanlarına göre daha yaygın olarak örgütlenmiş uluslararası ekonomik ve siyasal sistemin başarısızlığı üç önemli eksen ve süreç üzerinden açıklanabilir.

İlk olarak, ilk vakaların dünya kamuoyuna Çin yönetimi tarafından bildirilmesinin biraz geç yapıldığı iddia edilse de 2019 yılı Aralık ayında sadece bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar az olan vaka sayısının Çin ve bir iki Asya ülkesi ile sınırlı tutulamaması veya ilk vakalar diğer kıtalar ve ülkelerde fark edildiğinde aynı şekilde virüsün ve hastalığın etkin bir izolasyonunun sağlanamamış olmasıdır. Burada belki son 20 yılda dünyada yaşanan diğer salgın hastalıklardaki gibi bu salgının da kısa süreli ve etkilerinin sınırlı olacağı beklentisi olmuş olabilir. Ancak, daha ilk vakalardan beri, özellikle 2020 yılı Ocak ayı ortalarında bu salgına neden olan korona virüsün bazı değişik ve belirgin özelliklerinin dünya tıp çevreleri ve uluslararası medya kuruluşları tarafından rapor edilip devletlerle, toplumlarla paylaşıldığını hatırlatmak gerekiyor. Bu konuda bazı örneklere aşağıda değinilecektir.

İkinci olarak, vaka sayılarına paralel olarak devletlerin 2020 yılı bahar aylarından itibaren salgını önleme tedbirleri olarak uygulamaya geçtikleri sosyal izolasyon, insanların evlerine kapatılması, işletmelerin kapanması veya normal çalışma düzeni ve saatlerinin kısıtlanması sürecinin hem ülkesel hem de küresel ölçekte koordineli ve etkin olarak yürütülememesi, daha önemlisi, yine bu süreçte kapsamlı, yeterli ve adil sosyal ve ekonomik programlarla dezavantajlı grupların veya salgından en çok etkilenen işletmelerin desteklenememiş olmasıdır. Özellikle bu süreçte mevcut iş ve gelirlerini kaybedenler ile öteden beri düzenli bir işi ve geliri olmayan milyonlarca kişi için salgın nedeniyle ortaya çıkan maske, temizlik ürünleri ve diğer ilave harcamaları da önemli bir sorun olarak not edilmelidir. Genele baktığımızda, temel beslenme, barınma ve salgından korunma olanaklarına erişimde ekonomik nedenlerle zorluk yaşayan nüfus gruplarına pek çok ülkede bazı destek önlemleri veya programları açıklanmış olsa da bu ülkeler dahil dünya genelinde bu sorun büyük ölçüde göz ardı

edilmiş veya etkisiz kalmıştır. Son bir yıllık pandemi süreci içinde alt ve orta sınıf toplum kesimlerinin hem iş ve gelir olanaklarının kısıtlanması tarafından, hem de artan sağlık, beslenme, seyahat ve eğitim gibi temel giderler tarafından içine girdikleri ekonomik zorluklar birçok ülkede gözden kaçırılmış veya bu temel soruna karşı yeterli ve etkili çözümler üretilememiştir. Uluslararası toplumun genelinde, bir yandan en zengin yüzde birlik kesimin pandemi dönemindeki gelirleri artarken, öte yandan yeterli bir gelire sahip olmayan veya yukarıdaki nedenlerle bir şekilde hayatlarını idare ettikleri mevcut gelirlerindeki daralma ve pandemi koşullarının dayattığı barınma, beslenme, eğitim ve sağlık gibi alanlarda yeni ve ilave harcamalar ile özellikle temel ihtiyaçlar kapsamındaki mal ve hizmetlerin fiyatlarında yaşanan astronomik artışlar nedeniyle geçim sıkıntısına düşen toplum kesimlerinin durumu çok belirgin bir şekilde kötüleşmiştir. Bu sorunlar karşısında hem devletler hem de (birkaç çok gelişmiş ülke hariç) uluslararası toplumun geneli yaşanan süreçte zamanında ve yeterli politika araçları geliştirememiştir.

Üçüncü başarısızlık örnekleri ise salgına karşı önleyici tıbbi tedbirler ve sağlık hizmetleri alanında yaşanmaktadır. Bu bağlamda da bazı en gelişmiş ülkelerde yaşananlar da dahil olmak üzere daha çok az gelişmiş ülkelerdeki sağlık ve tedavi hizmetleri alanında görülen kaos ve adaletsiz yapılanma ilk planda dikkat çekmektedir. Bu başlıkta, ilk başlarda kaydedilen sağlık ve tedavi hizmetleri alanındaki eksikliklere ilave olarak küresel ölçekte asıl sorun daha sonra aşılama ve acımasız bir aşı rekabeti olarak ortaya çıkmıştır. Diğer sorun alanlarına kıyasla çok daha acil ve hayati olarak, salgında toplumlarının ve ekonomilerinin daha fazla zarar görmemesi için, hasta sayılarını azaltarak toplumsal ve ekonomik hayatı normale döndürmeyi planlayan, başını gelişmiş ülkelerin çektiği bir grup küresel aşı rekabeti ve aşılama konusunda bencil ve iş birliğine kapalı bir tutum benimsemişlerdir. Salgınla mücadelede aşı geliştirme ve aşılama konusunda, salgının dünya genelinde hızla yayıldığı geçtiğimiz yılın ortalarında önce virüse karşı etkili bir aşının yıllar alabileceği konuşulurken yılın sonuna doğru aşı çalışmalarından peş peşe olumlu sonuçlar alınmıştır.

Önce, Amerikan Pfizer ile Alman BionTech firmalarının geliştirdiği Covid-19 aşısı, çok kısa bir süre sonra Oxford Üniversitesi ile Astra Zeneca firmasının duyurduğu aşı ve Çin aşı firması Sinovac’ın geliştirdiği korona aşısı, onları takip eden başka aşı haberleriyle birlikte dünya aşılama konusunda erken bir iyimserliğe girmiştir. Ancak, ilk aşılardan alınan olumlu sonuçların açıklanmasından çok kısa bir süre sonra başını İsrail, İngiltere, ABD, Kanada ve Avrupa Birliği ülkelerinin çektiği devletler aşı firmaları üzerindeki nüfuzlarını da kullanarak sınırlı kapasite ile üretilecek aşılara yaptıkları ön ve nihai sözleşmelerle neredeyse el koymuşlar, kendi vatandaşlarına uygulamaya başlamışlardır. 2021 yılı Nisan ve Mayıs ayları itibariyle dünyada ülkelerin aşılama sayısı ve oranlarına bakıldığında,

uluslararası toplumun aşı konusunda adil, makul ve ortak bir sorumluluk içinde davranamadığı, ortak bir sorun karşısında iş birliğini değil bencil bir yaklaşımla rekabeti hatta aşı savaşını tercih ettiği ortaya çıkmıştır.

Bu ana başlıklara, bölge, ülke ve sektörler bazında birçok sorun veya başarısızlık alanı daha eklenebilir. Burada, son bir yılda ülke ve toplum bazında birçok başarılı uygulamalar ve örnekler de verilebilir. Ancak, yukarıda sayılan üç genel sorun alanı, korona virüs salgınının ülkesel veya toplumsal ölçekte değil, küresel düzeyde seyrini, ortaya çıkardığı büyük sorunları, salgının geleceğine, yönetilmesi, etki ve sonuçlarıyla tamamen ortadan kaldırılabilmesine ilişkin stratejileri belirleyici olması nedeniyle öncelikli olarak değerlendirilmiş ve seçilmiştir.

‘Başarısız Devlet’ Kavramı Üzerinden Koronavirüs Salgınında