• Sonuç bulunamadı

Hipotez 3- Sağlık politikalarının odağı ve dolayısıyla sağlık örgütlenmesi,

C. Sağlık ve Sermayenin Uluslararasılaşması

I. TOPLUMSAL DÜZENİN İNŞASI: HIFZISSIHHA REFORM HAREKETİ (1920-1945)

1. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü

Lozan Antlaşması ile Sağlık Bakanlığına bağlı kurulan ve günümüze kadar devam eden örgütsel yapılardan biri "Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü” (o günkü adıyla Hudut ve Sevahil Sıhhiyesi Müdüriyeti Umumiyesi)’dür. Uluslararası seyahat ve ticaret sebepleriyle yayılan beşeri ve salgın hastalıklara karşı hudut ve sahilleri koruma amacı taşıyan bu teşkilatlanma, esas olarak gemilerle veya kara yolu ile yapılan uluslararası seyahat ve ticaret güvenliğini temel almaktaydı. 19 uncu yüzyılın başından itibaren kolera, veba, sarıhumma gibi salgın hastalıklar ve liman

287 Eroğul, a.g.k., s.292.

143 şehirlerinin dış ticarete açılması sebebiyle karantina işine önem verilmeye başlandı.

Kırk gün anlamına gelen karantina uygulaması ile salgın hastalık görülmeyen bazı yerlerde çoğu kez gemilerin limana yanaştırılması kırk gün geciktirilebiliyor, dolayısıyla bu durum suistimal edilerek ticari rekabetler için bir silah olarak kullanılabiliyordu.

Avrupa kıtasını tehlike altında bırakan veba ve kolera gibi salgınlar çoğunlukla doğudan geldiğinden 1838 yılında Fransız bir doktor olan Antuvan Lago’nun layihası ile İstanbul’da bir karantina örgütü kurulması kararlaştırılmıştır. Ancak Anadolu ve bilhassa Hicaz kıtasında başlayarak bütün memlekete yayılan ve salgın halini almış hastalıklara karşı mücadele edecek yetişmiş Türk tabipleri bulunmadığından, bu konuda deneyimli ülkelerden hekimler davet edilerek 1839 yılında İstanbul’da

“Meclisi Kebiri Umuru Sıhhıye” adlı bir uluslararası idare kurulmuştur. Avrupalıların zoru ile karantina işlerini yürütmekle görevli ve neredeyse tamamını yabancı hekimlerin oluşturduğu bu müessese ile sağlık alanında da yeni bir kapitülasyon ortaya çıkmış oldu.288 Bu idare, Birinci Dünya Savaşında kapitülasyonları ilga eden meşruti hükümet tarafından lağvedilerek Hudut Sıhhiye Müdüriyeti Umumiyesi adını almış fakat mütareke devrinde müttefikler tarafından 1918 yılında eski idare yeniden oluşturulmuştur.

Zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşına müteakip 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması’nın 114’üncü maddesi289 ile beynelmilel karantina idaresi

288 Osman Şevki Uludağ, “Son Kapitülasyonlardan Biri: Karantina”, Belleten, Cilt II, Sayı: 7-8, (Temmuz –I. Teşrin 1938), s.450.

289 Lozan Barış Antlaşmasına göre Türkiye, üç Avrupalı doktorun 5 sene süreyle danışman unvanı ile ve Türk memuru olarak karantina işlemlerinde çalışmasına izin verecektir. Türkiye İdaresi tarafından tahsil edilen rüsumu sıhhiye geliri bağımsız Türkiye’nin Umuru Sıhhiyesi’ne tahsis edilecek ve Sıhhiye Vekâletince bu husus için tanzim edilecek bir katma bütçede yer alacaktır.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü’nün Kuruluşu ve Tarihsel Gelişimi, http://www.hssgm.gov.tr/Tarihce (Erişim Tarihi: 24/12/2014)

144 tarihe karışmış, memurları ve mali işleri tamamen tasfiye edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetince İstanbul’un geri alınmasından sonra yerine “İstanbul Limanı ve Boğazlar Umuru Sıhhıye İdaresi” kurulmuştur. Bu idarenin adı ise 1924 yılında "Hudut ve Sevahil Sıhhiyesi Müdüriyeti Umumiyesi" (bugünkü adıyla Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü) olarak değiştirilmiştir.290 Danışman niteliğinde üç Avrupalı doktorun beş yıl süre ile çalışmasına izin verildiği bu idare ile Türkiye hudut ve sahillerinin sağlık açısından yönetiminden yabancı unsurlar arındırılmıştır.

Ancak Uludağ’ın da işaret ettiği gibi sıhhat kapitülasyonlarının pürüzlerinin tamamen ortadan kaldırılması Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936) ile mümkün olacaktır.291

Görüldüğü üzere kuruluşunda yabancı memleketlerin etkisi görülen bu teşkilat, yayılmaya başlayan emperyalizmin bir sonucudur. Bulaşıcı ve salgın hastalıkların uluslararası yayılmalarını engelleme isteğine yönelik bu örgütlenme, Avrupalı ülkelerin ekonomik kaygılarını ön planda tutarak yerleşmişse de siyasi ve kültürel egemenlik boyutları da olan bir kontrol aracı işlevi görmüştür. Dolayısıyla gerek Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü kuruluşunda gerekse Sağlık Bakanlığı’nın kuruluşunda sağlık hizmetlerinin uluslararası önem arz eden bir kimliğe bürünmesinin rolü yadsınamaz. Sağlık Bakanlığı’nın geçirdiği evrim bunun en açık kanıtıdır.

Osmanlı’nın son dönemlerinde sağlık işlerini yürüten Sıhhiye Müdüriyeti Umumiyesi önceden Hariciye Nezaretine bağlı olarak çalışmaktayken, daha sonra İçişleri Bakanlığına bağlanmış ve Cumhuriyet dönemi ile birlikte müstakil hale gelmiştir.

290 Genel Müdürlük, 1926 tarihli Paris Beynelmilel Sağlık Sözleşmesi ile 1930 yılında yayımlanacak olan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’na göre faaliyetlerini yürütecektir. Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti, “Vekâletin 10 Yıllık Mesaisi”, Sıhhiye Mecmuası Fevkalade Nüshası, (29 Ekim), 1933, s.9-11; Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, “Bakanlığın 25 Yıllık Çalışmaları”, Sağlık Dergisi Fevkalade Nüsha, Cilt: XXII, Sayı: 10-11, (Ekim-Kasım), 1948, s.98-100.

291 Uludağ, a.g.k., s.465.

145 2. Rockefeller Vakfı’nın Sağlık Örgütlenmesine Etkisi

Sağlık alanında Erken Cumhuriyet döneminin en dikkat çekici ama çok bilinmeyen yönü dünya genelinde birçok ülkede olduğu gibi, Rockefeller Vakfı’nın halk sağlığı alanındaki programı aracılığıyla Türkiye’de çalışmaya başlaması olmuştur. Türkiye’de dönemin Sağlık Bakanı Refik Saydam ile kurdukları yakın ilişki neticesinde (özellikle 1924-1936 yılları arasında) uluslararası düzeyde salgın hastalıkların epidemiyolojisi konusunda elde ettikleri tıbbi bilimsel bilgiyi finansal mekanizmalarla birleştirerek sağlık politikalarında ve sağlık hizmetlerinin örgütlenmesinde etkili olmaya başlamıştır. Bundan dolayı Amerikan etkisi ile Vakfın hayırsever kapitalizminin Türkiye’de sermaye birikimini destekleyici etkide bulunduğu ileri sürülebilir.

Vakfın halk sağlığına devlet merkezli yaklaşımı, Erken Cumhuriyet Döneminde sağlık hizmetlerinin gelişimine derin bir etki yapmıştır. “Hayırsever”

emperyalizm (veya filantrokapitalizm) propagandası kapitalist yayılmacılığın meşruiyeti olarak oldukça eski bir geçmişe sahip olmakla birlikte292 20 nci yüzyılın başlarında sağlık alanında Rockefeller Vakfı, ilk önce ABD eyaletlerinde daha sonra küresel ölçekte geliştirdikleri bilimsel yaklaşımla ön plana çıkan örgüt olmuştur.

Rockefeller Vakfı, tıpkı Türkiye’de kurulan Karantina İdaresi293 gibi en çok doğu memleketlerinden bulaşarak büyük felaketlere sebep olan salgın hastalıkların memleketimiz vasıtasıyla Avrupa ve Amerika’ya yayılmasına mani olmayı amaçladığı

292 Hirsch, a.g.k., 2011, s.177.

293 Daha önce belirtildiği gibi, İstanbul’da ilk teşekkül eden sıhhi idare olan Beynelmilel Sıhhiye Meclisi (Meclisi Kebiri Umumu Sıhhıye)’nin asıl amacı, salgınların Avrupa memleketlerine yayılmalarına mani olmak olduğu için memleket sıhhati ile alakası ve halk sağlığı üzerine etkisi görülmemiştir. Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Teşkilâtı, Türkiye’de Sıhhat ve İçtimai Muavenet Teşkilatının Cumhuriyet Devrindeki İnkişafı, Ankara, 1937, s.2.

146 görülmektedir. Ancak asıl hedefinin azgelişmiş ülkeleri modernize etme ve bu ülkelerin ekonomik sistemlerini ABD tarafından yönlendirilen küresel kapitalist ekonomik sistemle bütünleştirme yönelimi olduğunu ileri sürebiliriz. Türkiye ve Ortadoğu gibi gelişmekte olan yeni pazarlara yönelmek isteyen Batı sermayesi ve konumuz özelinde dünyada madencilik ve petrol çıkarma tekelini elinde tutan Rockefeller Grubu ekonomik, siyasi ve kültürel faaliyetlerine sağlık alanını da eklemiştir. Bu doğrultuda Vakıf, Erken Cumhuriyet döneminden itibaren Türkiye’de faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Vakfın halk sağlığı faaliyetleri; emek verimliliğini arttırmanın bir yolu olarak bulaşıcı hastalıkları kontrol altına alma ve sağlık koşullarını iyileştirme amacı taşımaktaydı. Ancak halk sağlığı çalışmaları sonucu ortaya çıkacak daha sağlıklı, daha üretken bir emek gücü, Batılı sermayenin gelişme arayışında olan kârlarını arttırabilirdi. Waitzkin ve Jasso-Aguilar tarafından gözlemlendiği gibi, Rockefeller Vakfı yöneticileri ve Rockefeller yazışmalarından anlaşıldığı üzere bulaşıcı hastalıkların uluslararası yaygınlaşan kapitalist teşebbüsler için birkaç nedenle sıkıntı yarattığı ortaya çıkmıştır:294

İlk olarak, bulaşıcı hastalıklar çalışanların enerjilerini ve bundan dolayı verimliliklerini azaltmaktaydı. Bu görüşten hareketle kancalı kurt hastalığı, “tembel insanların hastalığı” olarak bilinmekteydi.

İkincisi; dünyada madencilik, petrol çıkarma, tarım ve meta satışı için yeni piyasalar arayışında belirlenen alanlarda salgın hastalıkların olması, bu alanları yatırımcılar ve yönetici personel açısından çekici kılmamaktaydı. Üçüncüsü; şirketler çalışanlarının bakım sorumluluklarını üstlendiklerinde, bulaşıcı hastalıklar önlenmediğinde veya kolayca tedavi edilmediğinde maliyetler yükselmekteydi.

Azgelişmiş ülkelerin kaynaklarını kontrol etmenin ve sermaye birikiminin ön koşulu olarak halk sağlığı çalışmalarına yönelen Vakıf temsilcileri tarafından yapılan

294 Howard Waitzkin and Rebeca Jasso-Aguilar, “Imperialism’s Health Component”, Monthly Review, Vol.67, No.3, (July-August), 2015, s. 117.

147 ziyaretler sonucu hazırlanan raporlarla önerilen ve uygulama alanı bulan programlarından en önemlileri şunlar olmuştur:

a. Hıfzıssıhha Enstitüsü

Cumhuriyetin ilk yıllarında, bazı hastalıklara karşı, aşı ve serum üretimi yapan kurumlar dışında Türkiye’de toplum sağlığını bütün yönleriyle kapsayacak bir müessese yoktu. Hâlbuki Batı ülkelerinde, aynı yıllarda bu tür müesseseler “Hijyen Enstitüsü” ismi altında kurulmuştu ya da kurulmakta idi.295 Özellikle o yıllarda Rockefeller Vakfı bütün dünyada hıfzıssıhha okullarının kurulmasını destekliyordu.

Londra'daki School of Hygiene and Tropical Medicine'nin kurulması, Zagrep'te Hijyen Okulu kurulması bütünüyle bu vakıf tarafından sağlanmıştı. Bu gelişmeleri izlemekte olan Dr. Refik Saydam, hem halk sağlığı için gerekli aşı, serum ve hatta bazı ilaçları üretmek, hem hastalıklar için gerekli laboratuvar tetkikleri yapmak, hem de sağlık personelinin eğitim çalışmalarını yapmakla görevli Hijyen Enstitülerinin Türkiye’de de kurulmasının önemli olduğuna inanmaktaydı. Bu amaçla Dr. Refik Saydam, Rockefeller Vakfı‘ndan destek ister ve toplam 280 bin ABD Doları Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu için alınır.296

Cumhuriyet’in ve Dr. Refik Saydam’ın bakanlık döneminden bugüne uzanan en önemli eserlerinden biri olan Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü, 17 Mayıs 1928 tarihinde 1267 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Hakkında

295 Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Dr. Refik Saydam 1881-1942 Ölümünün 40. Yılı Anısına, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yayın No: 495, Ankara, 1982, s. 56.

296 Nusret H. Fişek, “Sağlık Hizmetlerinde Refik Saydam”, Toplum ve Hekim, Sayı:45, Aralık 1987, s. 4.

148 Kanun”la297, İstanbul ve Sivas‘taki Bakteriyolojihaneler ile Ankara‘daki Kimyahane‘nin birleşmesiyle Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletine bağlı olarak kurulmuştur. Enstitü, “daha sonra kurulacak olan aynı adlı okulla birlikte Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi olarak da anılır.”298 Enstitünün bilimsel inceleme ve araştırma yanında memlekette görülen bulaşıcı ve toplumsal hastalıklar ile Türk halkının biyoloji ve biyometrisine ilişkin araştırmalar yapan teknik bir organ mahiyetine sahip olarak yapılandırılması hedeflenmiştir.299 1935 yılında kabul edilen “Ankara Merkez Hıfzıssıhha Müessesesinde Kullanılacak Yabancı Uzmanlara Ait Kanunun”300 “Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekilliği, Ankara Merkez Hıfzıssıhha Müessesesinin türlü bölümleri için getireceği yabancı uzmanlarla müddeti beş seneyi geçmemek üzere mukavele yapmağa mezundur” hükmü çerçevesinde pek çok yabancı uzman çeşitli pozisyonlarda bu müessesede görev yapmışlardır.

Türkiye’de modern tıp tarihindeki etkin rolü ışığında Rockefeller Vakfı’nın kanımızca en önemli başarısı, Türkiye’de halk sağlığının sistematik korunmasının tamamen bir devlet işlevi olduğu fikrinin yerleştirilmesi olmuştur.

297 1267 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Hakkında Kanun, RG:27/5/1928, Sayı:899. Bu kanun, 3959 sayılı ve 30/12/1940 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanunla (4 Ocak 1941 tarih ve 4703 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan) yürürlükten kaldırılmıştır.

298 Necati Dedeoğlu, “Hıfzıssıhha Okulu: Tarihçesi, Önemi”, Toplum ve Hekim, Cilt 16, Sayı 6, 2001.

s.468. 1928 yılında başlayan müessese binalarının inşaatı 1933 yılında tamamlanmıştır. Kuruluş plan ve proje işlemlerini, Dr. Refik Saydam‘ın Amerika Birleşik Devletleri‘nden bularak getirttiği konunun uzmanı Mimar Robert Orley yapmıştır. 1928 yılı içinde Kimyahane ve Bakteriyolojihane‘nin, 1928 – 1932 yıllarında da Serum Bölümü, Hıfzıssıhha Okulu ve Lojman ünitelerinin inşaatı tamamlanmıştır. Turan Aslan, Hıfzıssıhha Albümü, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Yayını, Ankara, 2004, s.13.

299 Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Hakkında (1/32) Numaralı Kanun Layihası ve Sıhhiye ve Bütçe Encümeni Mazbataları, TBMM Zabıt Ceridesi, 73. Birleşim, (10 Mayıs 1928 Perşembe), Cilt IV, Dönem III, İçtima Senesi I, Sıra Numarası 147, s.31-34.

300 2755 sayılı “Ankara Merkez Hıfzıssıhha Müessesesinde Kullanılacak Yabancı Uzmanlara Ait Kanun”, RG: 08/06/1935, Sayı: 3023.

149 b. Hıfzıssıhha Mektebi

Halk sağlığı programlarının öneminin farkına varılması ve koruyucu hekimlik alanında yeterli derecede eğitimli ve kalifiye personel eksikliği, halk sağlığı okullarının gelişimini teşvik etmiştir. 1267 sayılı kanuna göre Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi bünyesinde bir de Hıfzıssıhha Mektebi kurulması gerekiyordu. Ancak maddi kaynak sıkıntısı başta olmak üzere çeşitli nedenlerle okulun açılması gecikmişti.

Bundan dolayı okul fiilen 2 Kasım 1936 tarihinde açılabilmiştir. “Rockefeller Vakfı Enstitü’ye bilimsel araç-gereç için 80 bin dolar verirken, Enstitünün eğitim ihtiyacını yerine getirmek Mektebin yapımı ve donanımı için 200 bin dolar katkı sağlamıştır.”301 Okul Müdürlüğüne Dr. Refik Saydam‘ın Amerika Birleşik Devletleri gezisinden tanıdığı, konunun uzmanı Dr. Ralph K. Collins getirilir.302 Dolayısıyla Rockefeller Vakfı, Hıfzıssıhha Okulunun çalışmasına yardım etmiş, desteklemiş ve ilk müdürünü de kendi bünyesinden temin etmiştir. Refik Saydam Okulun açılış nutkunda bu konuyu şöyle dile getirmektedir:303

“Türkiye Hıfzıssıhha Okulu açılırken bana düşen bir görev daha vardır. O da yüksek ideali ile bütün dünyada hürmetle anılan

“Rockefeller Vakfı” isminin bu müessesenin vücudu ile yakından ilgili olduğu söylemek ve Vakfın Merkez Hıfzıssıhha Müessesesinin ve Hıfzıssıhha Okulunun inşasına ve tesisine bağışladığı 280 bin dolardan başka, okulun faaliyete girmesi için de hürmetle tanıdığımız sevimli arkadaşımız Dr. Collins’i müdür olarak vermesini şükranla yâd etmek benim için bir borçtur.

Rockefeller Vakfının bize kıymetli yardımları bundan ibaret değildir. Birçok Türk doktorlarının koruyucu tıp ve sosyal hıfzıssıhha branşlarında olgunlaşma kurslarını yıllardan beri üzerine almış ve okulun sıhhi mühendislik şubesine de Mühendis Wright gibi kıymetli bir elemanını vermiştir.

301 Erdem ve Rose, a.g.k., s.137.

302 Bedii N. Şehsuvaroğlu, a.g.k., s.169.

303 Sadık Gören ve Mustafa Görsel, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Hıfzıssıhha Okulu 25 inci Yıldönümü (2 Kasım 1936-2 Kasım 1961) Tarihçe ve Çalışmaları, Ankara Basım ve Ciltevi, Ankara,1961, s.59.

150 Rockefeller Vakfı hakkındaki teşekkürlerimi bitirmeden bize yıllarca büyük dost olarak manevi yardımlarını esirgememiş olan Dr.

Russel, Dr. Gunn, Dr. Sawyer ve Dr. Strode’un isimlerini anmayı bir borç bilirim.”

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzısıhha Müessesesi olarak tek bir kuruluş içinde yapılandırılan okul, 1941 yılında 3959 sayılı kanun304 ile Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzısıhha Mektebi olarak iki ayrı kuruma dönüştürülmüştür. 1950 sonrasında sağlık planları doğrultusunda koruyucu hekimliği geliştirme hedefi ile okulun reorganizasyonuna karar verilmiş ve bu çerçevede Rockefeller Vakfı tarafından 1958 yılında 10 bin dolar bağışta bulunulmuştur. Ancak sonraki süreçte bu Okuldan gerektiği kadar istifade edildiği söylenemez.

Türkiye’de 1920-1930 yılları arasında halk sağlığı alanında yukarıda belirtilen iki kurum dışında özellikle burs (fellowship) programı da Vakfın çalışmalarında ağırlık merkezi olmuştur. Halk sağlığı çalışmalarının yaygınlaştırılabilmesi için iyi eğitimli personel sayısının yetersizliği, tıbbi eğitim sorununun öncelikli bir alan olarak ele alınmasını gerektirmiştir. Vakıf tarafından bu dönemde Türkiye’den fellowship olarak ödüllendirilen 44 kişiden 33’ü halk sağlığı alanında eğitim almıştır. Vakıf sağlık sisteminin önemli bir bileşeni olarak gördüğü hemşirelerin, hemşirelik uygulamalarını ve eğitimlerini geliştirmek üzere ABD’de hemşirelik çalışmaları için fellowship olarak kabul edilmesini sağlamıştır.305 Rockefeller Vakfı’nın bir diğer katkısı danışmanlık ve

304 3959 sayılı ve 30/12/1940 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun, RG:4/1/1941, Sayı:4703.

305 Murat Erdem ve Kenneth W. Rose, “American Philanthropy in Republican Turkey: The Rockefeller and Ford Foundations”, The Turkish Yearbook of International Relations, Cilt 31, 2000, s.138. Rose bir başka makalesinde, halk sağlığı alanında çalışan bu kişilerin yabancı dil sorunu olduğundan bahsetmekte ve hatta 21 yıllık bir hemşirenin büyük oranda yabancı dil sorunu yüzünden fellowshipliğinin sona erdiğini dile getirmektedir. Kenneth W. Rose, The Rockefeller Foundation’s Fellowship Program in Turkey 1925-1983, Unpublished paper, Symposium on "The First Turks in America." Yeditepe University, Istanbul, January 4, 2003 (2008) http://www.rockarch.org/publications/resrep/pdf/roseturkey.pdf (Erişim Tarihi: 12/4/2014)

151 personel desteği olmuştur. Dr. Refik Saydam, 1925 yılında İstanbul’da kurulmuş bulunan Hastabakıcı Hemşire Okulunu çağın gereklerine uygun eğitim veren modern bir Hemşirelik Meslek Okuluna çevirmek ve bu okulun eğitim kalitesinin yükseltilmesi için Rockefeller Vakfına başvurmuş ve danışman öğretim elemanları gönderilmesini istemiştir. Yine Vakıf, 1930’lardan itibaren halk sağlığı çalışmalarının pratiğini hayata geçirmek üzere “İstanbul Edirnekapı (1934) ve Ankara Etimesgut’ta (1936) iki sağlık merkezinin faaliyete geçmesi için hibe ve eğitim desteğinde”306 bulunmuştur.

Devletin, çeşitli ideolojik araçlar yardımıyla üretim ilişkilerini yeniden ürettiğini ileri süren Althusser ideolojik aygıtlar arasında okul ve enstitüleri de saymaktaydı.307 Buradan hareketle Rockefeller Vakfı tarafından Hıfzıssıhha Enstitüsü, Hıfzıssıhha Mektebi, Hemşirelik Okulu ve Fellowshiplik tarzında örgütlenmeye verilen destek sağlık alanında yetişecek personelin emek gücünün yeniden üretimine yönelik bilgi ve becerinin kazandırılması işlevi taşıdığı, bir nevi emek gücünün yeterliliğinin arttırılması amaçlı girişimler olduğu görülecektir. Emek gücünün yeniden üretiminin olmazsa olmaz koşulu, yalnızca niteliklerin arttırılmasını değil, aynı zamanda egemen ideolojiye boyun eğmesinin ya da bu ideolojinin pratiğinin yeniden üretimini ortaya çıkarmaktadır.308 Dolayısıyla bu pratiğin altında ideolojik bir meşruluk zemini yattığı düşünülmektedir.

Vakfın Türkiye’deki faaliyetlerinin uluslararası yaygınlık gösterdiği dikkate alındığında, Vakfın çalışmalarının kolonyalizm ile ilişkisi göze çarpmaktadır. Çünkü

306 Rockefeller Foundation, Annual Report-1937, Rockefeller Foundation, New York, 1937.

307 Althusser, a.g.k., s.129.

308 Luis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. Yusuf Alp ve Mahmut Özışık, İletişim Yayınları, 1989, İstanbul, s.23-24.

152 tıp, Batının üçüncü dünya ülkelerini sömürgeleştirmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Kolonyalizm, kendi otoritesini, meşruluğunu ve kontrolünü sağlamak için bedeni bir alan olarak kullanmış veya kullanmaya çalışmıştır. Bu açıdan kolonyal tıp tarihi ile salgın hastalıkların kontrolü iç içe geçmiştir. Hindistan’da İngiliz yönetimi döneminde, beden ile ilgili tıbbi bilginin birikimi siyasal gelişime ve kolonyal sistemin ideolojik eklemlenmesine katkı sağlamıştır. Bundan dolayı, tıp sadece bilimsel alanın bir konusu olarak düşünülemez. Kolonyal düzenin geniş kapsamlı özelliğinden soyutlanamaz. Aksine kolonyalizmin siyasal etkisi, ekonomik amaçları ve kültürel zihniyeti ile bütünleşmiştir.309 Bu minvalde, Rockefeller Vakfı’nın sağlık programları konusunda kapsamlı çalışmaları olan E. Richard Brown, vakfın diğer ülkelerdeki halk sağlığı programlarının bu ülkelerin piyasalarını ve kaynaklarını kontrol etmek ve ABD’nin gelişmesine yardım etmeyi amaçladığını belirtmektedir. Ona göre bu programlar 4 ana sava dayanmaktadır:310

i. Birincisi, özellikle endüstrileşmemiş ülkelerin kaynaklarının ve piyasalarının kontrolü, Birleşik Devletlerin zenginliğinin kaynağı olarak varsayılmıştır. Buna ilave olarak, bu ülkelerin siyasi kontrolü, endüstrileşmiş kapitalist ülkelerden sermaye üretim fazlasının kârlı yatırımlara açılması ve sürdürülmesi için önemli olduğu düşünülmüştür.

ii. İkincisi, geri kalmış ülkelerin ekonomik olarak büyümesi, kapitalist ülkeler tarafından onların kaynaklarının, piyasalarının ve yatırım fırsatlarının başarılı bir şekilde sömürülmesi için zorunlu olarak görülmüştür.

iii. Üçüncüsü, tropikal hastalıkların, özellikle de parazit, sıtma, sarıhumma gibi hastalıkların, az gelişmiş ülke insanlarının ‘uygarlığın faydalarından’ yararlanmasına ve ülkelerinin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmalarına engel olduğuna inanılmaktaydı.

iv. Ve dördüncüsü, vakfın stratejistleri, biyomedikal bilimlerin ve bu bilimlerin halk sağlığı programları yoluyla uygulanmasının, bu insanların sağlığını ve çalışma kapasitelerini artıracağına; batılı

309 David Arnold, Colonizing The Body: State Medicine and Epimedic Disease in Nineteenth-Century India, University of California Press, Berkeley and Los Angeles, 1993, s.8.

310 Richard E. Brown, “Public Health in Imperialism: Early Rockefeller Programs at Home and Abroad”, American Journal of Public Health, Vol.66, No.9, September, 1976, s. 897.

153 endüstriyel kültürü ve ABD’nin ekonomik ve siyasi egemenliğini kabul etmeleri konusunda onları teşvik edeceğine inanmaktaydılar.

Howard Waitzkin’e göre de sağlık hizmetleri, emperyalizmin çeşitli fazlarında önemli bir rol oynamıştır. Emperyalizmin en temel ayırt edici özelliği Üçüncü Dünya ülkelerinden, ekonomik olarak hâkim ülkelere ham madde ve insan sermayesi akışıdır.

Doğal kaynakların ve insan sermayesinin eksikliğini kaçınılmaz olarak sağlığın yetersiz gelişmişliği izler. Refahın dışa aktarımı, azgelişmiş ülkelerin etkin sağlık sistemleri oluşturma yeteneğini sınırlandırır. Emperyalizm sayesinde, şirketler aynı zamanda ucuz işgücü arayışına girerler. Çalışanların verimliliği, özellikle Latin Amerika ve Asya’da, ABD’nin büyüyen endüstrileri ile sıkı sıkıya bağlı hayırseverler vasıtasıyla yurtdışında desteklenen halk sağlığı programlarının en önemli amacıydı.

Diğer taraftan emperyalizmin bir başka itici gücü, hâkim uluslarda üretilen mallar için yeni pazarlar yaratılması ve Üçüncü Dünyada satılmasıdır. Bu süreç, çok uluslu şirketler tarafından artan sermaye birikimi ile hiçbir yerde ilaç ve tıbbi cihaz endüstrilerinde olduğu kadar belirgin değildir. Bu endüstrilerin tekelci karakteri, ithal edilen teknolojinin yerel araştırma ve geliştirme için ortaya koyduğu etkiyi azaltmasının yanı sıra birçok ülkede ilaç ve cihaz kodekslerinin millileştirilmesinin savunulmasına yol açmıştır.311

Bu dönemde yerli ilaç üretimi için ilk adımlar atılmış ve ayrıca ilaç ithal ve satışında "devlet kontrolü" ilk düzenlemelerle başlatılmıştır. 1926 yılında Türk Kodeksi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir.312 Daha sonra 1928 yılında çıkarılan 1262 sayılı "Tıbbi ve İspençiyari Müstahzarat Kanunu" ile ulusal ilaç sanayiine, ithal

311 Waitzkin, a.g.k., 2000, s.50.

312 767 sayılı Türk Kodeksi Hakkında Kanun, (Kabul Tarihi: 3/3/1926), RG:17/3/1926, Sayı:324.

154 malı müstahzarlar ile eşit koşullarda rekabet olanağı kısmen sağlanabilmiştir. Mezkûr kanunda 1942'de 4348 sayılı kanun ile yapılan değişiklik, kısmen yararlı olsa da sanayinin gelişmesinde yeterli koşulları sağlayamamıştır. İkinci Dünya Savaşının başlangıcına kadar, ulusal ilaç sanayiinde yeterli gelişimin olamayışı, yasal mevzuat yetersizliklerinden ziyade, dönemin iktisadi ve yönetsel nedenleriyle ilişkilidir. Savaş sırasında (1939-1945), Almanya'dan müstahzar ithalinde yaşanan zorluklar, Türkiye ilaç piyasasını, İngiltere ve ABD kaynaklı ürünlere açmış, böylece bu ülkelerden yapılan hammadde ithalatı ile yerli müstahzar ilaç üretimi sürdürülebilmiştir.313

B. Devletçi Birikim Projeleri ve Üretimin Bir Önkoşulu Olarak Sağlık 1930’lar genellikle Türkiye’de endüstriyel kapitalist gelişmenin temellerinin biçimlendiği ve ilkel sermaye birikiminin başarıldığı dönem olarak kabul edilir. Bu dönemle ilgili politik ekonomi alanyazını 1930’lardaki devletçi politikaların arkasındaki nedenler üzerine bir uzlaşmayı yansıtmaktadır.314 Bu stratejinin oluşmasının arkasındaki ana neden Türk ekonomisini iki alanda zora sokan Büyük Depresyonun etkisidir. Bir yandan, dünya ticaret hacmindeki genel azalış Türkiye’nin geleneksel tarım ihracaat fiyatlarını azalttı. Diğer yandan dış ticaretin azalması ithalat hacminde ani daralmalara neden olmuştur. Bu durum hükümetin bütçe gelirlerinin cari değerinde önemli düşüşe yol açtı. Çünkü depresyondan önce devlet, temel olarak

313 Nurettin Abacıoğlu, Türkiye İlaç Sanayii, İkinci Baskı, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, Yayın No:

2009-41, İstanbul, 2010, s.71-72.

314 Gülalp, a.g.k., s.30; Boratav, a.g.k, 2012, s.67-80; Tezel, a.g.k., 1986, s.197-227; Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye: Bizans’tan 1971’e, Üç Cilt Birarada, Türkçesi Babür Kuzucu, Üçüncü Baskı, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1980, s.686-688; Keyder, a.g.k., s.132-140.

155 ticaretten gelen artığa bel bağlıyordu.315 Dış ticaret açığı ve paradaki değer kaybının yol açtığı etki yeni bir sanayileşme politikası arayışına yol açtı. Bu da devlet kapitalizmine dayanan sanayi programlarının uygulanmasıydı. “Türk ekonomisi için yeni bir birikim mekanizması olan sanayileşme 1930’lu yıllarda yeniden inşa (veya kalkınma) düşüncesinin yeni ve büyük çizgisi olacaktır.”316 Özellikle 1932-1939 arası dönemde yoğunlaşan devletçi iktisat politikası; devlet işletmeciliği ve iktisadi hayatın devlet müdahalesi ile kontrolü olmak üzere iki biçimde yürütülmüştür.317

1930’lar ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında hükümetin sanayileşme politikasının ana özelliği, devletin sermaye birikiminde birincil amaç olarak kullanılmasıydı. Bu noktada Boratav devletçiliğin Cumhuriyet Türkiye’sinde kapitalist sermaye birikiminin özel bir yolu olarak tezahür ettiğini ve bu özel yolun 1920’lerin “liberal” yöntemlerine bir tepki olarak doğduğunu ifade etmektedir.318 Tezel ise devletçi politikaların 1920’lerde benimsenmiş olan kapitalist gelişme stratejisi içinden türetilmiş bir politika olduğunu, hatta devletçiliğin Türkiye’de kapitalist gelişme dinamiğinin ayrılmaz bütünleyici bir parçası olduğunu ileri sürmektedir.319 Kanaatimizce yerli sermayenin yetersizliği, yabancı sermayenin girişimciliği erteleyici tavrı yönetici kadroları böyle bir politikaya zorladığı, ancak buradaki temel eğilimin özel birikimin yerini almak üzere değil, özel birikimi

315 Halil Toros, The Political Economy of the State and Development Strategies: A Case Study of Turkey, 1930-1980, Faculty of the Graduate School University of Southern California, Doctor of Philosophy, Los Angeles, California, (May), 1992, s.116-117.

316 Kuruç, a.g.k., s.38.

317 Boratav, a.g.k., 1974, s.135.

318 A.k, s.11.

319 Tezel, a.g.k., 1986, s.211.