• Sonuç bulunamadı

Hipotez 3- Sağlık politikalarının odağı ve dolayısıyla sağlık örgütlenmesi,

E. Mülksüzleştirme Yoluyla Birikim: Harvey

82 ve bölgesel kalkınma fonları ve kamu alım politikaları yoluyla yatırım sermayesi sağlanması, sübvansiyonları, işletme parklarını, teknoloji transfer mekanizmalarını ve teknik yardımları ve bilgi üretimine yatırımı kapsamaktadır.174 Son bölümde Türkiye’de TÜSEB örneği üzerinden gösterileceği gibi sağlık alanında devlet, Ar-Ge politikası ile yaratılan yeni teknolojik imkânlardan faydalanmak için kurumsal kapasiteyi geliştirme çabası içindedir.

Özetle Schumpeterci Rekabet Devletinin, sermaye birikimi açısından sınırlar içinde ve ötesinde finansal, endüstriyel ve ticari sermayenin faaliyetlerini destekleyen zamansal ve mekânsal sabitleme mekanizmalarını planlama ve sübvanse etme, aynı zamanda bu sayede sermaye ilişkisine içkin yapısal çelişkileri yönetme işlevi ön plana çıkmaktadır.

83 desteklenmesinde ve dolayısıyla kapitalizmin sürekli olarak yeniden üretilmesinde devletin zorunlu temel işlevleri nasıl yerine getirdiğinin gösterilmesi gerektiğini”175 ileri sürmüştür. Kurumsal biçimleri sürekli olarak değişip dönüşen devletin, temel olarak kapitalist kalan bir toplumda iktidarını nasıl kullandığı sorusu kuramsal yaklaşımının merkezinde yer almaktadır.176 Harvey, 1973’ten beri küresel kapitalizmin kâr elde etmek için yeterli pazar bulamayan sermaye fazlası nedeniyle

“aşırı birikim” krizi içinde olduğunu ileri sürmektedir. Harvey, Marks’ın saptadığı

“kâr oranlarının düşme ve aşırı birikim krizleri yaratma eğilimi”nin “sermaye ile işgücü fazlalarını, yararlı toplumsal amaçlara ulaşmak için kârlı bir biçimde biraraya getirmenin yolu” bulunamadığı için ortaya çıktığını ifade etmektedir. Aşırı birikim krizinin hiçbir zaman ortadan kaldırılamayacağı iddia edilmekle birlikte, kontrol altına alınabilmesi için bazı alternatifler uygulanabilmektedir. Harvey, kapitalistler arasındaki rekabetin neden olduğu aşırı birikim bunalımının sermayenin mekânsal ve zamansal olarak yer değiştirmesi ile aşılmaya çalışıldığını ortaya koymaktadır.177 Bu teorik çerçeveyi açıklamak için kullandığı mülksüzleştirme kavramı ise Harvey’in

“mülksüzleştirme yoluyla birikim” olarak ilkel birikimi yeniden ele aldığı kuramsal çalışması ile akademik ilgi odağı haline gelmiştir.

Harvey kapitalizmin periyodik krizlerini üreten üç zorunlu koşul olarak kapitalizmin büyümeye dönük yüzü, emeğin sömürülmesine dayanan emek ve sermaye arasındaki çelişki ile kâr arayışı içindeki kapitalist sınıfın teknolojik ve örgütsel bakımdan kendini yenileme arzusunu üç temel çelişki olarak betimlemektedir.

175 David Harvey, “The Marxian Theory of the State”, Antipode, Vol.17, No.2-3, (September), 1985, s.176.

176 A.k., s.181.

177 Ayşegül Sabuktay, 2000’lerde Türkiye’de Devlet ve Kamu Yönetimi: Mülksüzleştirmenin Yönetimi, TODAİE Yayın No: 349, Ankara, 2009, s.56-57.

84 Bu çelişkiler aşırı birikim krizine yol açabilir. Aşırı birikim, atıl sermaye ve atıl emeğin birarada var olduğu, ama bu atıl kaynakların toplumsal bakımdan yararlı işler yapma amacıyla hiçbir biçimde biraraya getirilemediği bir durum olarak tanımlanır. Genel olarak aşırı birikim durumunun göstergeleri, atıl üretken kapasite, talep edilmeyen bir meta fazlası ve stoklarda aşırı yığılma, bir para sermaye fazlası ve yüksek işsizliktir178. Bu noktada devlete atfedilen rol, sermaye çevriminin tüm yönlerine düzenleyici bir biçimde müdahalede bulunmaktır.

Neoliberalizm altında sermaye birikiminin azalması sorununun sürekli bir şekilde mülksüzleştirme yoluyla birikimin sağlaması ile aşılmaya çalışıldığını belirten Harvey, bu şekilde bir birikimin dört mekanizma ile sağlandığını ortaya koymaktadır.

Bunlar; özelleştirme, finansallaşma, krizlerin yönetimi ve manipülasyonu ile devletin yeniden dağıtımcı politikalarının temel bir ajanı haline dönüşümü olarak belirtilebilir.

Kısaca özetlemek gerekirse179:

i. Özelleştirme: Bugüne kadar kamuya ait olan malların şirketleştirilmesi, metalaştırılması ve özelleştirilmesi neoliberal projenin belirleyici bir özelliği olmuştur. Bu projenin temel amacı, şimdiye kadar kârlılık hesabı dışında kalan alanların sermaye birikimi için yeni alanlar haline getirilmesidir. Kapitalist dünyada kamu hizmeti kuruluşları (su, ulaşım, telekomünikasyon gibi), sosyal refah hizmetleri (sağlık, eğitim gibi), kamu kurumları (üniversiteler ve araştırma laboratuvarları gibi) nispeten özelleştirilmiştir. DTÖ içinde TRIPS anlaşması olarak bilinen anlaşma ile fikri mülkiyet hakları ile de genetik

178 David Harvey, Postmodernliğin Durumu: Kültürel Değişimin Kökenleri,Çev. Sungur Savran, Metis Yayınları, İkinci Basım, 1999, İstanbul, s.197-206.

179 David Harvey, Spaces of Global Capitalism: Towards a Theory Uneven Geographical Development, Verso, London, 2006, s.41-50.

85 materyaller, dölleme plazmaları ve buna benzer diğer ürünler özel mülkiyet olarak tanımlanmıştır. Hatta biyolojik korsanlık yaygın bir hal almakta ve dünyanın genetik kaynakları birkaç büyük ilaç şirketinin yararına kullanılmaktadır.180 Sermayenin temel çelişkilerinden olan devlet ile özel mülkiyet arasındaki çelişkili birlik, “mülksüzleştirme yoluyla birikimin temel aracı olarak değil, mülksüzleştirmenin gerektirdiği baskı unsurunu sonradan meşrulaştırmanın ve ona kurumsal gerekçe sağlamanın aracı olarak önem kazanmaktadır.”181

ii. Finansallaşma: 1980 sonrası başlayan güçlü finanslaşma dalgası spekülatif ve yağmacı tarzıyla dikkat çekti. Özellikle deregülasyon politikalarının etkisiyle borç ve fon yönetiminde yaşanan spekülatif hareketlerin yaygınlaşması ile küresel düzeyde mülksüzleştirme yoluyla birikimin en ileri aşamasını biçimlendirdiler. Mülksüzleştirme yoluyla birikim ile genişlemiş yeniden üretim arasındaki göbek bağını devlet yetkililerini arkasına alan mali sermaye ve kredi kurumları sağlamaktadır.182

iii. Krizlerin Manipülasyonu ve Yönetimi: Neoliberal finansal manipülasyonun büyük bir kısmını karakterize eden spekülatif ve çoğunlukla sahte köpüğün ötesinde, mülksüzleştirme yoluyla birikimin temel bir aracı olarak borç tuzağı yayılmasını sağlayan daha derin bir süreç bulunmaktadır. Küresel düzeyde krizin oluşturulması, yönetilmesi ve manipülasyonu yoksul ülkelerden zengin ülkelere adeta zenginliğin bilinçli yeniden dağıtımı sanatına evrilmiştir. Latin

180 David Harvey, “Neo-Liberalism As Creative Destruction”, Geografiska Annaler: Series B, Human Geography, Vol.88, No.2, (June), 2006, s.153-154.

181 Harvey, a.g.k., 2015, s.69.

182 David Harvey, Yeni Emperyalizm, Çev. Hür Güldü, Everest Yayınları, İstanbul, 2004, s.126-127.

86 Amerika ardından Asya ülkelerindeki krizlerde görüldüğü üzere devlet müdahaleleri ve uluslararası kuruluşların (IMF, World Bank) önerdiği yapısal uyum programlarının işlevi, genel bir çöküşe veya halk ayaklanmasına meydan vermeden, mülksüzleştirme yoluyla birikime olanak tanıyan yollarla krizi ve devalüasyonları yönetmek olmuştur. Özetle sistemi istikrara kavuşturmak için krizlerin yaratılması, yönetilmesi ve kontrol altına alınması gerektiği durumlar ortaya çıkabilir. İşte tüm bunlar, devletin giriştiği kemer sıkma politikalarının –genelde faiz oranları ve kredi sistemi – özüdür.

Bölgesel krizler ve yerel devalüasyonlar, kapitalizmin üzerinden besleneceği bir öteki yaratma araçları olarak ortaya çıkmıştır.

iv. Devletin Yeniden Dağıtımcı Politikaları:Devlet bir neoliberal kurumlar setine dönüştürüldükten sonra, refah dönemi boyunca meydana gelen üst sınıflardan alt sınıflara akışı tersine çeviren yeniden dağıtım politikalarının en önemli aktörü haline geldi. Bunu ilk etapta sosyal ücreti destekleyen kamu harcamalarındaki kısıtlamalar ve özelleştirme programlarının uygulanması ile yapmaktadır. Ayrıca neo-liberal devlet, gelirler ve ücretlerden ziyade yatırımlardan getiri sağlamak için vergi kanununda değişiklikler, kamu harcamaları ve ücretsiz erişimlerin kullanıcı ücretlerine (ilaçta katılım payı gibi) dönüştürülmesi ve şirketlere bir dizi vergi muafiyeti ve sübvansiyon sağlanması gibi farklı araçlarla yeniden dağıtımın yollarını aramaktadır.183 Neoliberalizmin yeniden dağıtım politikaları kentsel dönüşüm projelerinde olduğu gibi yaygın, çok yönlü meşruluk zemini yaratılarak birikim süreçlerine etkisi gizlenmektedir.

183 David Harvey, “Neo-Liberalism As Creative Destruction”, a.g.k., s.155-156.

87 Harvey özellikle “yeni emperyalizm” üzerine çalışmaları ile birlikte açık bir şekilde son zamanlarda “mekânsal-zamansal sabitleme” kavramını dile getirmesine rağmen, çok uzun zamandan beri modern kapitalizmin mekân-zaman pratiği, karmaşıklığı ve çeşitliliği, zaman-mekân sıkışmasının ve uzaklaşmasının dinamikleri üzerinde durmaktadır. Mekânsal-zamansal sabitleme (spatio-temporal fixes) kavramı, kapitalist emperyalizmin genel mantığını ve biçimlerini ve aynı zamanda dönemlendirilmesini araştırmak ve incelemek için ileri sürülmüştür. Harvey, yeni emperyalizm yazılarında zamansal-mekansal sabitlemenin, birçok farklı şekilde artık emek ve sermayenin emilimini gerektiren ve coğrafi genişleme ile mekânsal yeniden örgütleme yoluyla kapitalist krizlerin çözümü için kullanılan bir metafor olduğunu öne sürmektedir. Bu noktada “zamansal-mekânsal sabitleme” teriminin kapitalist krizlerin çözümünde sadece ekonomik yeniden yapılanmayı değil toplumsal, siyasal ve kurumsal destek mekanizmalarını da içerisine alan bir metafor olarak kullanıldığı belirtilmelidir.

Coğrafik genişleme ve mekânsal yeniden örgütlenmeye ayrıca, Harvey zamansal ve mekânsal sabitleme olarak adlandırdığı fiziksel ve toplumsal altyapıda uzun-dönem yatırımları açıklayan zamansal yer değiştirme kavramını ilave eder.

Mekânsal yer değiştirme, bir başka yerde yeni toplumsal ve emek olasılıklarını oluşturmakta, yeni piyasaları, yeni üretim kapasiteleri ve yeni kaynaklar açmaktadır.

Peki, mülksüzleştirme yoluyla birikim, aşırı birikim sorununun çözülmesine nasıl katkı sağlamaktadır? Harvey, mekânsal-zamansal sabitleme yoluyla aşırı birikim krizinin çözümünün temel düşüncesinin oldukça basit olduğunu ileri sürmektedir184:

184 David Harvey, “Yeni Emperyalizm: Mülksüzleşme Yoluyla Birikim”, Praksis, Çev. Evren Mehmet Dinçer, Sayı 11, 2004, s.24-25.

88 Belirli bir bölgesel sistem içinde aşırı birikim, artık emek (artan işsizlik) ve artık sermaye (atıl üretim kapasitesi ve/veya üretken ve kârlı yatırım için pazar bulamayan para sermaye fazlası gibi) durumu anlamına gelmektedir. Bu tür artıklar şu şekillerde emilebilir: (a) mevcut aşırı sermayenin dolaşıma daha makul bir gelecekte tekrar girmesi için uzun dönemli sermaye projeleri veya sosyal harcamalara (eğitim ve araştırma gibi) yatırım yapma yoluyla zamansal bir yer değiştirme ile (b) herhangi başka bir yerde yeni pazarlar, yeni üretim kapasiteleri, yeni kaynaklar, toplumsal olanaklar ve emek olanakları açmak yoluyla mekânsal yer değiştirmeler veya (c) a ile b’nin bazı bileşimleri. (a) ile (b)’nin bileşimi, özellikle bina ve yapılara iliştirilmiş bağımsız bir tür sabit sermaye bir araya geldiğinde önemli olmaktadır.

Harvey’in (c) seçeneği ile dikkat çektiği gibi mekânsal ve zamansal yer değiştirme özellikle bina gibi altyapı yatırımları alanında önemli hale gelmektedir.

Konumuzla ilişkilendirdiğimizde sağlık alanında hastaneler, belirli bir zaman ve mekânda gerçekleşecek üretim ve tüketim için gerekli fiziksel yapıların en önemlilerinden biridir. Kriz eğilimlerinin aşılabilmesi için uluslararası düzeyde başta İngiltere, ABD, Kanada, İspanya gibi ülkelerde uygulanan bir finansman modeli olan KÖO modeli ile hastane yapımı, coğrafi genişleme ve yoğunlaşma etkisi yanında zamansal ve mekânsal yer değiştirme ile büyük oranda emek ve sermaye artığını emebilme potansiyeline sahiptir. KÖO modeli, özel sektör için kârlı kamusal mal ve hizmetlerin sunulmasına imkân veren uyulması gereken uzun dönem sözleşmeler (25-30 yıllık) ile zamansal yer değiştirme, hastanelerin yeni coğrafi alanlara taşınması ile mekânsal yer değiştirme için uygun bir politikadır. Özel sektör açısından KÖO ile hastane yatırımı düşük riskli doğası nedeniyle çekici bir yatırım alanı olarak görülmektedir. Bir anlamda sabit müşteri olan hastalar ile nakit akışı adeta garanti altına alınmaktadır. Kamu-özel ortaklığı, yeniden metalaştırma ile sermaye için yeni piyasalar yaratmaktadır. Örneğin, kentsel dönüşüm politikasında olduğu gibi KÖO ile sağlık kampüslerinin şehir merkezi dışında büyük bir alana inşa edilmesi ve genellikle şehir merkezi içinde yer alan ve kampüse taşınacak eski hastanelerin binaları ve

89 arsaları ile yeniden bir mekânsal örgütlenme imkânı oluşturulmaktadır. Böylece sermaye birikimi için yeni alanlar açılmakta ve aşırı birikmiş sermaye değerlenebilmektedir. Krizler, bundan dolayı en azından kısmen mülksüzleştirme yoluyla birikim sayesinde çözülme imkânına kavuşmaktadır.

III. DEVLETİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI VE SAĞLIK HİZMETLERİ Günümüzde makro bağlamda kamu hizmetleri mikro düzeyde ise sağlık hizmetleri alanında rekabet, kârlılık, verimlilik, esneklik gibi piyasa-benzeri reformlarla hizmetin niteliğinde ve örgütlenmesinde köklü değişimler yaşanmaktadır.

Küreselleşme, özelleştirme ve yerelleşme süreçleri ile devletin yeniden yapılanması ekseninde sağlık alanı piyasa dinamikleri çerçevesinde kâr amaçlı yeni bir sermaye birikim alanı olarak dönüşüme uğramaktadır. Üretim ilişkilerindeki dönüşümün zincirleme bir halkası olan bu parça-bütün diyalektiğinin kavranabilmesi için fonksiyonel ilişkiselliğin ortaya çıkarılması gerekmektedir. Bu noktada, sağlık hizmetlerinin kapitalist üretim ilişkileri açısından işlevleri nelerdir? Tarihsel olarak bu işlevler nasıl ve hangi nedenlerle evrim geçirmektedir? Sağlık politikalarında ve sağlık hizmetlerinin örgütlenmesindeki dönüşümün arkasındaki dinamikler nelerdir? gibi soru setleri yanıtlanması gereken sorular olarak karşımıza çıkmaktadır.