• Sonuç bulunamadı

Sınırda Yaşam ve Kültür

5.3.1. Bir Sınır Topluluğu Olarak Gerdi Aşireti

Özgen, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarına dair sayıtlı ve konuşmaların genellikle Türklük meseleleriyle ya da Osmanlı sınırlarıyla ilgili olduğuna dikkat çekerek, söz konusu sınırlardaki yerel topluluklar, köyler, kasabalar ve şehirler için sınırın ne anlama geldiğinin ise çoğunlukla görmezden geldiğini vurgular.

Kamuoyunun gözünde ve hatta siyasetçilerin ve devlet ricalinin nezdinde de, Suriye sınırı sadece Hatay meselesiyle, Irak sınırı Musul ve Kerkük'le eşdeğerdir. Başka şehirler yok mudur? Suriye'yle sınırdaş başka şehirler, Irak'la dipdibe kasabalar, köyler yok mudur? Bu kasabalar, köyler, şehirler kendi sınırlarını ne zamanlarda çizdiler? Suriye Irak ve İran sınırlarının çizilme ve onaylanma süreçlerine kısaca bir göz atmak dahi, bu sürecin sanıldığı kadar durağan ve istikrarlı olmadığını göstermeye yeter” (Özgen, 2004: 37-8).

Özgen’in bu eleştirisine katılmamak mümkün değil. Ayrıca Türkiye’nin sınırlarının, söz konusu olduğu her durumda güvenlik ya da terör meselesine bağlı olarak konuşulması ya da üzerine yazılması da çok alışıldık bir durumdur. Hemen her defasında sınırın ve sınırdaki şehir ve kasabaların jeo-stratejik ve jeopolitik açıdan ne kadar önemli olduklarının altı kalın çizgilerle çizilir. Diğer taraftan bu şehirlerin, kasabaların ve köylerin karşı tarafla olan sosyal, kültürel, ekonomik ve tarihi bağlarına ise hiç değinilmez. Bu nedenle sınır köylerinin, kasabalarının ve topluluklarının söz konusu özelliklerine yönelik bir yaklaşım bir gereklilik olarak karşımızda durmaktadır.

70

Hatta bu farklılıktan dolayı saha araştırmasını yaptığımız sırada bazı soruların cevaplarını teyit etmek için söylenenleri birkaç kere tekrarlatmak durumunda kaldık.

Brunet-Jailly ve Dupeyron’a göre kültür bir sınır bölgesini birbirine bağlıyorsa bir engel olarak işleyen sınıra meydan okur ve onun “sınır etkisi”ni zayıflatır (2007: 6). Bir başka ifadeyle sınırın her iki tarafında da aynı dil, din, etnisite ve sosyo- ekonomik durum sözkonusu ise sınır bir meydan okumayla karşı karşıya demektir (Brunet-Jailly ve Dupeyron, 2007: 6). Türkiye-Irak sınırındaki Hakkâri ili sosyo- kültürel özellikler bakımından bu duruma uymaktadır. Sınırın her iki tarafında da aynı dil, din (hatta mezhep), toplumsal organizasyon (aşiret) v.b. özellikler geçerlidir. Özellikle Şemdinli’nin Derecik bölgesindeki insanlarla sınırın karşı tarafındakiler arasında, farklı devletlerin vatandaşları olmaları dışında, hiçbir farklılık yoktur. Söz konusu farklılığı ortadan kaldıran en önemli faktör ise bu mıntıkadaki insanlarla sınırın karşı tarafındakilerin aynı aşirete (Gerdi) mensup olmalarıdır.

Sınır bölgesindeki toplulukların kültürü sınırı etkiler ve sınırın işlerliği çoğu zaman onların aktivizmine bağlıdır (Brunet-Jailly, 2010: 6). Başka bir deyişle sınır yaşamının özellikleri kültürel peyzajın baskın şekillendiricileri olurlar (Minghi, 2002: 90). Dolayısıyla herhangi bir sınır bölgesinin kültürü, sınırı keskin bir şekilde bölmede ya da birbirine bağlamada önemli bir rol oynar.

Topluluklar, tanınabilen dışsal ipuçları, işaretler, belirtiler, sembolik nitelikler, alametler ve meziyetler aracılığıyla ister istemez fark edilirler (Conversi, 1999: 559). Bu bağlamda bir sınır topluluğu olan Gerdi aşireti hem sınır dolayısıyla hem de sahip olduğu özellikler nedeniyle Hakkâri’de ister istemez dikkat çekmektedir

Donnan ve Wilson’ın da işaret ettiği gibi bazı durumlarda “bir sınırın her iki tarafında kalan topluluklar arasındaki ya da her iki tarafın ulus ve etnik grubu arasındaki hudutları yabancıların ayırt etmesi zordur. Çünkü sınırın iki tarafındaki kültür biçimleri yakınlaşıp tek bir noktada kesişirler” (2002: 134). Sınırın söz konusu bu kültür biçimine Gerdi aşireti mıntıkası çok güzel bir örnek oluşturmaktadır. Zira Gerdi aşiretinin sınırın her iki tarafında ikamet eden üyelerinin yaşam tarzları bütün yönlerden (giyim biçimleri, kullandıkları diyalekt vs.) aynıdır.

Aslında bırakın yabancıları bölgedeki yerlilerin bile sınırı ayırt etmeleri çok zordur. Eğer sınır karakolları ve sınır taşları olmasaydı çok uzaktan değil sadece

Hakkâri merkezden ya da Yüksekova’dan gelen birinin ya da birilerinin bile buradan bir devlet sınırının geçtiğini fark etmeleri mümkün olmayacaktı. Dolayısıyla buradaki sınır kültürü, Donnan ve Wilson’ın (2002: 141) ileri sürdüğü gibi hiç de “melez uzamlar ve mekânlar” özelliğini göstermez.

Sınırlar her zaman engelleyici yönleriyle etkide bulunmazlar, bazen fırsatlar olarak pozitif yönleriyle de etki bulunurlar. Flynn’in (1997: 313) ifadesiyle sınır sakinleri serbestçe diğer tarafa gidip-gelebiliyorlarsa o zaman sınırlar “fırsat koridorları” olabilirler. Bu durum Gerdilerin sınırla etkileşimini çok güzel bir biçimde betimlemektedir. Zira sınırın her iki tarafında ikamet eden Gerdi aşireti mensupları sınırın engelleyici yönünden ziyade onun fırsatlar ve imkânlar sunan yönünü çok etkin bir şekilde kullanmaktadırlar.

Gerdi aşiretini Hakkâri’nin diğer aşiretlerinden ayıran önemli tarafı var. Hakkâri aşiretlerinin neredeyse hepsi Pinyanişi ve Ertuşi konfederasyonlarından birine mensup iken Gerdi değildir. Zira Gerdi (ve Herki) sınırın diğer tarafındaki Barzan aşiret konfederasyonuna bağlıdır. Barzan konfederasyonu Şirvani, Mizuri, Dolemeri, Beroji, Gerdi, Herki, Nizari ve Bıneci aşiretlerinden oluşur. Bunlardan Gerdi ve Herki aşiretlerine mensup köyler sınırın Türkiye tarafında da bulunurlar. 1926’da sınır çizildikten sonra yerlerinde kalmışlardır. Gerdi aşireti -yukarıda da belirtildiği gibi- Şemdinli’nin sınırın sıfır noktasındaki Derecik (Rubarok) mıntıkasında yerleşiktir. Herki aşireti ise bu bölgenin batısı ile Çukurca arasındaki sınır hattında yerleşikti. Bugün bu mıntıkada Herki aşiretine ait sadece birkaç köyde insanlar bulunmaktadır. Bunun dışındakileri ise 1980’lerin sonlarından itibaren OHAL gerekçesiyle devlet tarafından boşaltıldı. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Neden köylerin bir kısmı boşaltıldı da diğerleri değil? Çünkü devlet o zaman OHAL kapsamında olan köylülere iki seçenek sunmuştu: ya korucu olup köylerinde kalmaya devam edeceklerdi ya da köyleri boşaltacaklardı. Nitekim bu dönemde birçok köy boşaltılırken geriye kalanlar da korucu olmayı tercih ettiler. Bunun sonucunda Gerdi aşireti köylerini boşaltmak istemeyince korucu olmayı kabul ettiler.

5.3.1.1. Sınır Bölgesindeki Aktörler ve Sosyo-Politik İlişkiler

Sınır bölgeleri birçok sınır teorisyeninin de ifade ettiği gibi (Donnan ve Wilson, 2002;Wilson ve Donnan, 1998; Paasi, 1997, 1998, 1999, vd; Brunet-Jailly ve Dupeyron, 2007; Baud ve Schendel vs.) çok aktörlü, çok taraflı dolayısıyla çok karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu durum sınır bölgesideki iktidar/güç mücadelesinin çok taraflı olmasına sahne olmaktadır. Bu çalışmanın araştırma alanını oluşturan Türkiye-Irak sınırı bir taraftan çoklu ve karmaşık bir yapı sergilerken diğer taraftan da buradaki aktörlerin birbirleriyle çatışmalarına ve/veya ittifak yapmalarına sahne olabilmektedir.

Molla (Mela) Mustafa Barzani hareketi ilk başladığı yıllardan 1980’lere ve daha sonraki yıllara kadar Hakkârililer tarafından yakından takip edilmiştir. Bugün bile, Irak Devleti’ne karşı Barzanilere doğrudan destek vermek için gidenlerin, orada kalanların, vurulanların hikâyeleri anlatılmaktadır. Özellikle şiddetli çatışmaların yaşandığı 1970’li yıllarda sınırın bu tarafından savaşmak için gidenlerin sayısı az değildi. Üstelik bu destek Irak Kürtleriyle aynı aşiretten olan Gerdi ve Herki aşiretleriyle de sınırlı değildi. Keza Hakkâri’nin her yerinden (Beytüşşebap, Uludere, Şırnak vs. ) gidip doğrudan çatışmalara katılanların olduğu bilinmektedir.

Türkiye-Irak sınır bölgesinde devletlerin ve yerel toplulukların ve onların liderlerinin faaliyetlerini anlamak için biraz gerilere gitmekte fayda var. Zira bu sınır bölgesi sosyo-politik açıdan karmaşık ve çatışmalı bir sürece/süreçlere sahne olmuştur. Irak Kürtleri ile Irak Devleti arasında çatışmaların en yoğun olduğu yıllar 1970’li yıllardı. 1975’te Mustafa Barzani’nin liderliğindeki Kürtler Irak Devleti ile girdiği çatışmadan ağır bir yenilgi alarak İran’a sığındılar. Irak Devleti, Kürtlere bu ağır yenilgiyi verdikten hemen sonrasında da halka karşı sert uygulamalara girişti.71

“Kitlesel göç, halkın kitlesel olarak başka yerlere yerleştirilmesi, dağ köylerinin yakılıp yıkılması, bütün hızıyla devam ediyordu. Bildirildiğine göre,

71 Kürtlerin yaşadığı bu yenilginin Gerdilerin hafızasında hala canlılığını koruduğuna şahit olduk. Bu saldırıda ölen ya da yaralananlar arasında Gerdi aşiretine mensup olanlar da vardı. Gerçi bazı akrabaları sınırın bu tarafına kaçak yollardan geçmişti fakat peşmerge olanların çoğu İran’a kaçmıştı. Sınır köylerindeki halk ise toplu yerleşim kamplarına yerleştirilmişti.

Kürdistan köy ve mezralarının dörtte üçünden fazlası, buralarda yaşayan insanların Süleymaniye ve Erbil gibi büyük merkezlerin dış semtlerine ya da fiilen devletin denetiminde olan “model köyler”e yerleşmelerini sağlamak için tahrip edilmiştir” (McDowall, 1994: 34).

Oluşturulan “model köy” ya da “stratejik köy”lerden biri de Türkiye-Irak sınırının 50–60 km güneyindeki Diyana’dır. Gerdililer şimdi bile binden fazla Gerdi ailesinin burada ikamet ettiğini ifade etmektedirler. Nüfustan arındırılan sınır bölgesindeki köyler, yeniden yerleşimi önlemek amacıyla tahrip edildi ve boşaltılacak sınır bölgesinin genişliği önce 15’e sonra da 30 km’ye çıkarıldı (Bruinessen, 1994: 66–7). Bu tampon bölge doğuda Irak-İran-Türkiye sınırının kavşak noktası olan Şemdinli’den, batıda Irak-Suriye-Türkiye sınırının birleştiği Silopi’ye kadar boydan boya bütün Türkiye-Irak sınırını kapsıyordu. Ancak, “KYB ve KDP’nin üsleri hiç beklenmedik bir biçimde bu mıntıkalarda kuruldu. Bu örgütler 1980’lerde buraları “kurtarılmış bölge” ilan ettiler ve halk, hükümetin denetlediği bölgelerden kaçarak ülkenin en kuzeyindeki bu bölgelerde faaliyet gösteren partilere katıldı” (Bruinessen, 1994: 66).

Diğer taraftan yenilgiden sonra Kürtler arasındaki ideolojik farklılıklar iyice gün yüzüne çıktı ve ayrışmalar yaşandı. Bu döneme kadar Irak’ta faaliyet gösteren ve Kürt siyasetine hakim olan KDP’den kopan gruplar yeni oluşumların içine girdiler. Bunlardan biri de Celal Talabani’nin başını çektiği Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) idi. Münir Morad, aslında bu bölünmenin “Irak Kürt topluluğu içindeki belli başlı iki demografik bloku yansıt”tığına işaret eder: “Kuzey Irak’ın daha aşiretsel ve Kırmançi diliyle konuşulan Bahdinan bölgesi ve kuzey-doğu bölgelerinde yaşayan, Sorani diliyle konuşan daha kentlileşmiş topluluk” (Morad, 1994: 125). Bununla birlikte sözkonusu ayrışma Morad’ın ileri sürdüğü gibi mutlak bir geçerliliğe sahip değildir. Mesela öteden beri Barzanilere bağlı olan Gerdi aşireti bu genellemenin dışındadır. Zira Gerdi aşireti (Irak’ın) “kuzey-doğu bölge”sinde yaşamakla birlikte kentli değil kırsal bir topluluktur ve linguistik olarak da Sorani ve Kurmanci karışımı bir dili konuşurlar.