• Sonuç bulunamadı

Kurumlar ve Süreçler Olarak Sınırlar

1.2. ULUS-DEVLET, ULUSÇULUK, TOPRAK VE SINIRLAR

2.3.6. Kurumlar ve Süreçler Olarak Sınırlar

Sınır çalışmalarının, sınırları toprak üzerindeki işaretler olarak görmekten onları çok boyutlu fenomenler olarak tanımaya geçişleri sınırların kurumsal özelliklerini

gündeme taşıdı. Anderson’a göre devlet sınırları hem kurumlar hem de süreçlerdir (1996:1). Kurum olarak sınırlar, siyasi kararlarla kurulur ve yasal metinlerle düzenlenir. Bu nedenle sınırlar temel politik kurumlardır. Sınırlar olmadan karmaşık toplumlardaki iktisadi, sosyal ve siyasi yaşam düzenlenemez. Ayrıca kurum olarak sınırlar, yasal anlamda mutlak otoriteyi (devleti) ve bireylerin kimliklerini yani ulusal ve vatandaşlık haklarını tanımlar (Anderson, 1996: 1-2). Kapsayan sınırlar eş zamanlı olarak hem kapsanan belirli bir alan için ayrı yasal bir kimlik oluştururlar hem de bu alan içindekileri ona katılmaya zorlamak için güç kullanır (Blandy ve Sibley, 2010: 280).

“Sınırlar iktidar ilişkilerinin ifadeleridir. Kurumlar gibi, onlar da açık ya da gizli kuralları, değerleri, yasaları ve ahlak kodlarını dışa vururlar. Bu nedenle sosyal eylemin kurucusudurlar ve hem engel hem de motivasyon kaynağıdırlar” (Paasi, 1998: 82).

Süreç olarak ise sınırlar, Anderson’a göre dört boyutludur: ilk olarak sınırlar devlet politikalarının araçlarıdır. Zira hükümetler kendi faydaları doğrultusunda onların fonksiyonlarını ve yerlerini değiştirmeye çalışırlar. İkincisi, hükümetlerin devlet sınırlarıyla ilgili uygulama ve politikaları buradaki fiili kontrolün derecesi tarafından zorlanabilir. Zira modern devletin, gücün ve yönetimin yegâne kaynağı olduğu iddiası en çok sınırlarda ihlal edilir. Üçüncü olarak sınırların özellikle yirminci yüzyılda ulusal kimliğin göstergeleri olarak anlaşılmasıdır. Bu bağlamda sınırlar politik inançların ve toplumsal birlik mitinin inşa edilmesinde ve bazen de bir teritoryal ‘doğal’ birlik miti hakkında önemli bir rol üstlenmiştir. Sözkonusu toplumsal birlik mitini Benedict Anderson’un “Hayali Cemaatler” ifadesi çok güzel bir şekilde betimler. Dördüncü olarak sınırlar bir söylemi ifade ederler. Bir yandan sınırlara hem genel hem de özel anlamlar verilirken, diğer yandan da zaman zaman bu anlamlar değişebilir. Sınırlara hukuk, diplomasi ve politikada bağlamına göre değişik anlamlar verilir. Ayrıca bilimsel alanda da konuya yaklaşım biçimine göre – uluslararası ilişkiler, siyasal bilimler, antropoloji, sosyoloji, coğrafya, tarih v.b.- sınıra yine farklı anlamlar yüklenir. Fakat, Anderson’un da (1996: 2) belirttiği gibi ‘sınır’ kavramı, sınırda yaşayan ya da günlük yaşamları doğrudan sınır tarafından

etkilenen insanlar için sınır tarafından empoze edilen kurallar ve engellemlerle ilgilidir.

Sınırlar bir kez belirlendikten sonra öylece sabit kalan ve değişmeyen fenomenler değildir. Onlar insan yapımı olarak ortaya çıkan, bir süreliğine varlığını devam ettiren ve sonra da ortadan kaybolan tarihsel bir sürece bağlıdırlar. Birçok devlet, sınırlarını anlam ve rollerine bağlı olarak sürekli değiştirebilirler (Newman ve Paasi, 1998: 201). Anderson’un da yukarıda belirttiği gibi devletler kendi çıkarları doğrultusunda onların yerlerini ve fonksiyonlarını değiştirebilirler.

Borneman’ın (1998:189) işaret ettiği gibi sınırlar değişkenliğin ve çok yönlü girdilerin ürünleridir. Sınırlar, onların varoluşlarını eşzamanlı olarak bir yandan destekleyen diğer yandan da baltalayan çelişkili süreçlerden dolayı tesadüfen inşa edilir ve yerlerinden edilirler.

Sınırlar sadece yer üzerindeki çizgiler değil, yeniden hayal etmeye ve yeniden yorumlamaya bağlı olan sosyal süreçlerdir, dolayısıyla her şeyden önce sosyal fenomenlerdir (Van Houtum, 2005b: 39). Bu bakımdan sınırlar sadece belli yerler ya da olaylar olarak değil sosyal süreçler olarak da anlaşılmak zorundadırlar (Zartman, 2010: 2).

Sınırların hem kurum hem de süreç olarak işlemesinin en açık örneği ulusçulukta görülebilir. Zira “ulusçuluk sınırların korunması olduğu kadar sınır oluşturmanın bir süreci de olabilir” (Conversi, 1995: 79). Conversi, özellikle kimliklerin birbirinin içine girdiği durumlarda sınırların yeniden kurulma zorunluluğuyla karşı karşıya olduğunu ifade eder. Bu çaba ilk ya da önceden var olan ulusal sınırları korumanın bir girişimi olarak ulusalcı elitler tarafından sıklıkla gösterilir (Conversi, 1995: 79).

Paasi’nin belirttiği gibi, devlet kimliğinin sınırları dış politikanın ayrılmaz bir parçası olan risk ya da tehlike söylemi aracılığıyla korunur (Paasi, 1998: 85). Aslında bu söylem sadece dış politikayı değil aynı zamanda iç politikayıda manipüle eder. Sibley’in ifadesiyle “kültürel türdeşlik miti bir taraftan ulus-devletin ayakta

kalmasını gerektirirken, diğer taraftan da ulus adına yönetilen iç ve dış politikalara da destek sağlar” (2003: 110).

Prescott ve Triggs’e göre uluslararası sınırların durumundaki değişimler üç temel nedenle meydana gelebilirler. İlki sınırların evrimi boyunca tahsis edilmiş hatlardan sınırlandırılmış hatlara ve işaretlenmiş hatlarla ilgili durumlardaki değişimler. İkinci değişim nedeni ise herhangi bir savaş sonucunda yenilen bir devletin dezavantajlı duruma düşmesinden kaynaklanır. Üçüncü olarak da iki devlet arasında bölgesel bir münakaşanın bir mahkeme kararıyla çözüme kavuşması sonucunda meydana gelen değişim (Prescott ve Triggs, 2008: 71–2).

Sınırların değişmesinin analiz edilmesi Prescott ve Triggs’in belirttikleri gibi birçok açıdan önemlidir. Sınırlardaki devlet politikalarının işleme tarzı özellikle de sınırdaki toplulukların sosyo-ekonomik yaşamını derinden etkileyip yeniden şekillendirebilir. Misak-ı Milli ile Türkiye’nin yeni sınırlarının belirlenmesi bu sınırın her iki tarafındaki toplulukların yaşamını derinden etkilemiştir.

Sınırların değişmesi ya da belirlenmesi sonucunda ortaya çıkan bir başka önemli nokta da sınırın her iki tarafında karşılıklı nüfus mübadelelerinin yapılmasıdır. Bu durumun en iyi örneklerinden biri Cumhuriyet’in ilk yıllarında Yunanistan ile yapılan nüfus mübadelesidir. Bu noktaya ileride değinileceği için şimdilik bu kadarını söylemekle yetinelim.