• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: RÜŞVET SUÇUNUN ULUSLARARASI BİR MESELE HALİNE GELMESİNİN TARİHİ

2.1. Uluslararası Alanda Rüşvetle Mücadelenin Ahlaki Yönüne İlişkin Tartışmalar

2.1.1. Rüşvet Verenin Eylemini Meşrulaştıran Eleştiriler

Birinci bölümde detaylı olarak ele alındığı üzere, rüşvet almanın ve vermenin ardındaki motivasyon genel anlamda bir menfaat temin etmektir. Rüşvet verenin işlediği suça ilişkin meşrulaştırma söylemlerinin, bir diğer anlamıyla mazaretlerinin, iki temel söylem üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bunlar, rüşvetin belli bir işin yürütümü veya geçerli hukukun optimum düzeyde uygulatılması için verildiğine ilişkin söylemlerdir.293 Bu söylemler çoğunlukla,

OECD üye devletleri için OECD Konvansiyonu’na, Amerika için FCPA’ye kadar şirketlerinin yabancı ülkelerde verdiği rüşvetlere ilişkin meşrulaştırma mekanizması olarak kullanılmış söylemler olarak görünmektedir. Bu yönüyle

292 E. Spahn s.155; Nichols s.649. 293 Nichols s.647.

67

bu söylemlerin her ne kadar günümüzde uluslararası alanda rüşvetle ve yolsuzlukla mücadelede gelinen nokta itibariyle demode kaldığı söylenebilecek olsa da uluslararası kamuoyunun gündemini meşgul eden pek çok yolsuzluk davasında bu söylemler üzerinden kurulan savunmalara başvurulduğunu belirtmek gerekmektedir.294

Uluslararası iş yapmakta olan iş insanları için rüşvet olgusu oldukça ciddi bir zorluk olarak karşımıza çıkmaktadır.295 Özellikle gelişmiş ülke menşeili çok

uluslu birçok şirket, gelişmekte olan ülkelerde iş yapmak istediklerinde, bu işin kurulması ve sürdürülebilir şekilde örgütlenmesi adına rüşvet vermeyi adeta bir yatırım harcaması kalemi olarak dikkate almaktadırlar. Bu sebeple, bir işin yürütümü ile ilgili rüşvet vermek uluslararası kamuoyu tarafından iyi ya da kötü veya haklı ya da haksız bir pratik olması değerlendirilmeksizin, kaçınılabilir olup olmadığına bakılmak suretiyle tartışılmıştır.296 İşin yürütümü için rüşvet

vermenin tartışıldığı tek perspektif bir önceki cümledeki yaklaşımla sınırlı değildir. Bir işin yürütümüyle ilgili rüşvet vermenin kaçınılamaz bir eylem olduğunun iddiası yanında, bir de bu eylemin aslında her zaman ahlaka aykırı olmayabileceğine ilişkin bir iddia da bazı çevrelerce tartışılmıştır.297 Bu görüşe

göre, bir kişi eğer bir iş ilişkisi kurmak ve geliştirmek hakkına sahip ise, bu hakkını kullanmasının önünde engel teşkil eden hususları temizlemek için rüşvet vermesi, mazur görülebilir bir eylem olarak kabul görmelidir.298

Tarihi belgeler incelendiğinde rüşvet çağlar boyu ahlaki açıdan yanlış bulunan bir olgu olarak görülmektedir. Öte yandan rüşvetin suçlaştırılması ardındaki sebeplere bakıldığında, toplumda ahlaki erozyonun önlenmesi, halk ve

294 Financial Times, Berlusconi defends need for bribery, https://www.ft.com/content/be7b2b5c-76bb-11e2-

ac91-00144feabdc0. (Erişim: 12 Şubat 2019).

295 Bkz. Galang. 296 Nichols s.666.

297 Bkz. E. Spahn. “Aslında siyasal ve yönetsel yozlaşma, en başta azgelişmiş ülkelerde olmak üzere, siyasal rejimi ne olursa olsun her ülkede görülen genel bir sorundur. Bugünkü Çin'de, Marksizm'in yıkıldığı Rusya'da5, uzun bir Frankist rejimden sonra siyasal partilerin güçlenemediği İspanya'da, skandal boyutunda değişik rüşvet olaylarına rastlanırken, Japonya gibi bir ülkede, siyasilerin rüşvet alması, kamuoyunda bazen, yasaların ve uygulamanın aksine, olumsuz bir tepki yerine, zenginden aldığını fakirlere dağıtma seklinde algılanarak, ilgi ve sempati uyandıran bir olaya dönüşebilmektedir. Yönetimde veba salgınına dönüşebilen rüşvet olaylarının, toplumlara çok büyük zararlar vermesinin yeni bir olgu olduğunu sanmak ise yanlıştır. Zira Ramsay MacMullen'in ortaya attığı ve bilimsel kaynaklara dayandırdığı bir çalışmaya göre, Roma İmparatorluğunun çöküşü, son dönemde, iktidarın kokuşup, baştan sona rüşvet içinde yüzmesiyle açıklanabilir”. Tezcan, Rüşvetin Cezalandırılması: Cezalar ve Önleyici Tedbirler s.644.

68

hükümet arasındaki güven ilişkisinin zedelenmesinin önlenmesi ve toplumdaki bireylerin uğrayacağı bireysel zararların önlenmesi gibi temel sebepler, meselenin sacayakları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlar arasında zarar önleme ve toplumun ahlaki değerlerinin kanunlara yansımasını sağlama gayelerinin bir arada bulunması, özellikle rüşvetin suçlaştırılması üzerine çalışan ceza hukukçuları arasında, hukukun ve ahlakın sınırlarının ne olması gerektiğine ve buna ilaveten bu iki kavramın birbiri ile etkileşimlerinin nasıl olması gerektiğine dair bir tartışma doğurmuştur.

Kanaatimce, bu tartışma, rüşvet suçunun ahlaken kolaylıkla yanlışlanabilir olmasına rağmen bu suçtan dolayı fertlerin ve dolayısıyla toplumun uğradığı doğrudan ve dolaylı zararların kolaylıkla tespit edilemiyor oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu sebepten olsa gerek, yolsuzlukla ve özellikle rüşvetle mücadelede ceza hukuku araçlarının etkin kullanımı ancak 90’lı yıllarda mümkün olabilmiştir.

Uluslararası kamuoyu tarafından ahlaka aykırı olarak kabul edilen rüşvet olgusunun topluma ve fertlere verdiği zararların istitastiksel veriler ortaya konularak açıkça tartışılamamış oluşu, ceza hukuku araçlarının bu fenomenle mücadelede etkin kullanılamamasına neden olmuştur. 90’lı yıllar öncesinde rüşvetin toplumlar nezdinde yaratacağı dengesizlik ve çarpıklıklar, çevre düzenlemeleri, rekabet düzenlemeleri, gıda ve ilaç düzenlemeleri araçlarıyla regüle edilmeye çalışılmış ancak bütün bunlar rüşvetle topyekün bir mücadele ağırlığında olmaktan çok uzakta kalmıştır.299

Nihayetinde, 1996 yılında Dünya Bankası başkanı James Wolfensohn uluslararası alanda rüşvetle mücadelede köklü bir politika değişimini müjdelemiş ve yolsuzluk kanseriyle etkin mücadele edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.300 Wolfensohn, toplumların bu konuda aksiyon alınmasını

arzuladığını çünkü yolsuzluğun fakirden zengine kaynak aktarılmasına ve yürütülen işlerin maliyetlerinde artışa sebep olduğunu, kamu harcamalarını

299 Sood ve Darley s.1317. 300 Wolfensohn s.140.

69

çarpıklaştırdığını ve yabancı yatırımcı nezdinde caydırıcılık teşkil ettiğini belirtmiştir.301

Hiç şüphe yok ki, bürokratik kararların en yüksek fiyatı ödeyenin isteği yönünde alınıyor olması, demokrasi adını verdiğimiz yönetim şekline vurulabilecek en büyük darbedir. Zira böylesi bir durumda, vatandaşlar, kendi hayatları üzerindeki kontrollerini kaybettiklerini hissedecekler ve hukukun üstünlüğü ile demokratik rejime olan inançlarını yitirebileceklerdir.302

Rüşvetin varlığı, vatandaşların haklılık ve haksızlık arasına çektikleri çizginin belirginliği yitirmesine sebep olacak ve toplum haksız olanın bile, bedelini ödemek kaydıyla, istediği sonuca ulaşabileceği kanaatine varacaktır. Bu durum devlet teşkilatının anayasa ve kanunlarda kurgulandığı gibi işlemesinin önünde oldukça büyük bir engel teşkil edecektir.303 Toplumun makro ölçekte

devlet teşkilatının işleyişine dair bakış açısının mikro ölçekte bireyler arasındaki ilişkilere de yansıyacağını öngörmek zor değildir.