• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1. CHP HÜKÜMETLERİNİN DIŞ POLİTİKASI DOĞRULTUSUNDA PROPAGANDA ALGISI VE

1.3 İKTİDAR ARACI OLARAK PROPAGANDA: KAPSAM VE AMAÇ

1.3.3 CHP ve Propaganda Algısı

CHP İktidarının 1945-1950 yılları arasındaki dönemde propagandaya bakışı, Roma Katolik Kilisesinin –katolikliği yaymak üzere- Propaganda Fide’yi kurması

314Komünizm Propagandası II, y.y.y, t.y, y.y.

100 sonrasında, Avrupa’da başlayan iki başlı görüşe uygundur. Roma’nın propaganda faaliyetleri, katolik olan Güney Avrupa ülkelerinde Papalığın etkisiyle nasıl olumlu bir manada telakki edilmiş; Papalığa muhalif Kuzey Avrupa ülkelerinde de nasıl olumsuz bir tekabül görmüşse, CHP Hükümetleri de benzer bir algıya sahip olmuşlardır. Bu manada CHP’nin propaganda algısı ilk olarak kendi fikrine uygun olarak uyguladığı veya uygulamak istediği propaganda kavramında olumlu algılayış olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin maruz kaldığı ve siyasi olarak üzerinde tazyik olarak gördüğü propaganda ise kavramsal olarak olumsuz bir çağrışım yaparak bozguncu olarak nitelendirilmiştir. CHP Genel Sekreter Yardımcısı Cevad Dursunoğlu 9 Ocak 1950’de gerçekleştirdiği bir konuşmada “Bizim propagandamız vatandaşa hakikati olduğu gibi söylemektir”316 demektedir. Propagandanın bir türü

olan ‘tatbiki açısından’ propagandadan bahseden Dursunoğlu’nun sözleri bize, CHP’nin kaynağı ve kimliği açık olan beyaz propagandayı tercih ettiğini göstermektedir. Dursunoğlu’nun görüşü, propagandanın ‘siyah ve gri’ kısmından kaçmaya yöneliktir ve propagandayı kavram olarak CHP’nin reddetmediğini, aksine kabul ettiğini göstermektedir. İsmet İnönü’nün 6 Mayıs 1950’da gerçekleştirdiği bir konuşmada söylediği, “Yabancı propaganda kaynakları zehirli iftiralar saçmaktadırlar, vatandaşlarımın uyanık olmalarından başka teminatımız yoktur”317

sözleri ise propagandanın menfi kabul edildiği bakışı vermektedir. İnönü’nün özellikle dışarıdan gelen yabancı propaganda türüne karşı halkı uyarması, propagandaya bakışın diğer yönünü göstermektedir.

Keza benzer görüşlere sahip olan Peyami Safa, Bakışlar adlı köşesinde, propaganda ile ilgili kaleme aldığı yazısında; propagandanın önemine dikkat çektikten sonra Türkiye’nin ‘sayısız tertiplerle saran bir telkin büyüsü içinde’ olduğunu ifade etmektedir. Türkiye’nin ‘telkin büyüsü’ olan propagandanın ‘yalan kokusuna, milli bir güvensizlik ve tiksinti’ duyduğunu söyleyen Safa, memleketin çıkarlarına aykırı propagandanın Türkiye üzerindeki etkisini menfi bulmakta ve takbih etmektedir. Ona göre bu son derece zararlıdır. Oysa Safa, tenakuza düşecek bir tarzda, yazısını şu şekilde sürdürmektedir; ‘Halis Türk tüccarı reklâmı ve Türk Devleti –İtiraf etsin!- propagandayı sevmez. Yeryüzünde propagandası eşin, dostun lûtfuna ve zahmetine kalmış sayılı milletlerden biri de biziz.’ Safa, Türkiye’nin menfaatlerine hizmet etmesini umduğu propagandanın yoksulluğunun acı getirdiğini

316Ulus, 9 Ocak 1950, s. 1. 317Ulus, 6 Mayıs 1950, s. 1.

101 düşünmekte ve Avrupa ile dünyanın diğer kısımlarında Türkiye’nin propaganda yapmıyor oluşunu ise tenkit etmektedir.318

Cumhuriyet Halk Partisi’nde VIII. Büro’nun Şefi, Isparta Milletvekili Kemal Turan’ın propagandaya dair görüşleri de oldukça önemlidir. Zira VIII. Büro, Parti’nin iç ve dış yayınlarını takip etmesi, onların yayınlanmasını sağlaması hasebiyle propaganda ile yakından ilgilenen oldukça ehemmiyetli bir bürodur. Turan’ın Ülkü Dergisi’nde başyazı olarak kaleme aldığı, “Propaganda Bahsi”, CHP Hükümetleri ve onun aracı olan Parti’nin propagandaya nasıl baktığını gösteren bir diğer görüşü bize sunmaktadır. Turan’a göre, demokratik temayüllerin bireyin cemiyet düzenindeki alakasını çekmesinin neticesi olarak; teknik gelişmelerle birlikte ortaya çıkan kitap, gazete, mecmua, fotoğraf, sinema vesaire gibi vasıtalar toplumsal bağlılığı kuvvetlendirmektedir. Bu sayede ise toplumsal meseleler yakından takip edilmektedir. Yayın vasıtalarının çok önemli bir yönüne dikkat çeken Turan, ticari kaygıyla hareket eden yayın vasıtalarının satış kaygısıyla insanlara doğru bilgiyi aktarmayacağını düşünmektedir. Böylelikle CHP’nin yayın vasıtalarında propagandanın oluşması için gereken asgari şartı, yani maksat gütmek fikrini tasvip ettiği ortaya çıkmaktadır. Turan bu konuda şu açıklamayı yapmaktan da geri durmamaktadır: “…özel teşebbüs elindeki yayın vasıtalarının ne kıymetini küçültmek isteriz ne de onları kötülemek yoluna girebiliriz. Ancak gerçekleri sıralamakta ve onlara hacimlerine göre yer ayırmakta satış vesair mülâhazaların tesiri mutlaka vardır. Bu haldir ki bilhassa son elli yıl içinde bazı yayın vasıtalarını kolaylıkla başka maksatların emrine vermiştir. Bununla maksatlı hattâ bazan muzır propagandaları kastediyoruz. Yoksa iyi şeylerin de bütün insanlarca bilinmesinde yine bu yayın vasıtalarının himmetine muhtaç bulunuyoruz ve bu yoldaki faydaları büyüktür.” BuradanTuran’ın ticari basının maksatsız olması dışında dikkat çektiği bir başka konu ise bu özel yayın vasıtalarının ticari amaçlarla, kime hizmet ettiğinin önemli olmadığıdır. Bu durum ise Devlet için güdülen maksada uygun olmadığı gibi korkulan, endişe edilen dâhili veyahut ta harici tehlikelerin gizli emellerine alet olabileceği ihtimalini, gündeme getirmektedir. Savaş zamanında propagandanın milli savunmanın bir organı haline geldiğini düşünen Turan, ülke içerisinde vatandaşlar arasında savuma enerjisini beslemek ve arttırmak, ülek dışarısında ise düşmanın maneviyatını kırmak için ‘propaganda harbi’ni yakın siyasi tarihe mal olmuş bir gerçek olarak kabul etmektedir. Propagandanın işgalci güçlerin bir silahı olduğunu

102 düşünen Turan, Türkiye’nin propaganda algısını tam bunun karşısında konumlandırmaktadır. Karşı propaganda yolu ile idarecilerin “uyanık, tedbirli ve hareketli olarak her çeşit yayın yoliyle yabancı ülkelerden memlekete yöneltilen propagandaları karşılamak zorundadırlar. Halka gelince nasıl bugün bir harp halinde yurt müdafaası topyekûn kadın erkek, genç ihtiyar bütün vatandaşların bir vazifesi ise propaganda konusunda da vatandaşlar hazırlıklı ve mukavemetli olmalıdırlar. Bunun için vatandaşların propaganda bahsinde düşmanların nelere başvurabileceklerini iyice bilmeleri lâzım gelir. Yahut bu kendilerine öğretilmelidir. Şüphesiz bu öğretme bir günlük iş değildir. Sorumlu bir mevkide olsun olmasın, her memleket aydını, fırsat buldukça yurttaşlarını propaganda bahsinde aydınlatmalı ve onları uyanık tutmalıdır.”319 Turan’ın görüşleri işgal ettiği vazife ve milletvekili olması

sebebiyle oldukça mühimdir. Kemal Turan’ın özü itibariyle görüşlerinin Peyami Safa’da da olduğu gibi Cumhuriyet Halk Partisi’nin klasik düalist görüşüne uygun olduğu görülür. Devletin bekasına, çıkarlarına yöneltilen işgalci bir kisveye sahip propaganda menfi algılanırken; Devletin silahsız kuvvetleri olan ve olası bir felaket senaryosu karşısında sığınacağı Milletin topyekûn mücadelesinde propagandanın esaslı bir vazifesinin olduğunu düşünmektedir. Propagandaya dair diğer görüşlerin bir cüzini yazısında yansıtan Kemal Turan, vazifesi itibariyle CHP Hükümetlerinin propagandaya bakışını tamamlamakta ve geniş bir perspektif sunmaktadır.