• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1. CHP HÜKÜMETLERİNİN DIŞ POLİTİKASI DOĞRULTUSUNDA PROPAGANDA ALGISI VE

1.2 TÜRK DIŞ POLİTİKASI

1.2.4 Türkiye-Batı İlişkileri: 1945-1950

1.2.4.5 Kuzey Atlantik İşbirliği Örgütü ve Türkiye

Truman Doktrini ile başlayıp Marshall Planı ile devam eden Türkiye-Batı ilişkileri neticesinde Türkiye, 1948 yılından itibaren temkinlilik politikasını yavaş yavaş terk etmeye başlamıştır. Batı’nın desteğini sağladığı ana kadar Sovyetlere karşı daha çok sessiz ve refleks odaklı bir politika izleyen Türkiye, 1948’den sonra ABD’nin politikalarını içselleştirerek, Sovyetlere karşı tepki göstermekten çekinmemiştir. 1945-1950 dönemi Türk dış politikasının bu dönemi, her ne kadar kendinden önceki dönemlere göre daha tarafgir ve bağlantılı ise de kendinden sonrakilere nispetle genel çizginin büyük bir oranda bozulmadığı bir geçiş dönemidir. Türkiye’nin yaşadığı geçiş döneminin emareleri, Sovyet zorunluluğun tezahürüydü.

Batı ile ilişkilerde Türkiye’yi en çok zorlayan konu, Kuzey Atlantik İşbirliği Örgütü (NATO)’nün kurulmasından sonra, Türkiye’nin bu pakta dahil olamamasıydı. 4 Nisan 1949 tarihinde ABD öncülüğünde Washington’da bir araya gelen Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İngiltere, İzlanda, İtalya Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz devletlerinin kurdukları NATO, savunma örgütü olması hasebiyle Türkiye’nin arzu ettiği Batı ile ittifakı sağlayacak bir yapıdaydı. Fakat Türkiye’nin NATO’ya dâhil olmaması, bir anlamda Sovyetler karşısında birlikte hareket ettiği Batılı müttefiklerinden ayrılmasına ve onlardan geri kalmasına neden olmuş, bir rahatsızlık meydana getirmişti. Ayrıca Sovyet Rusya Türkiye’nin NATO dışında kalmasını ABD’nin Türkiye ile ilgilenmediğinin bir göstergesi olarak kullanmaya başlamıştı.269 NATO’nun ilan olunacağının belli olmasından sonra, Türkiye’nin bu konuyu tartışmalarına dahil ettiği görülmüştür. TBMM’de konuşan Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak, ittifakın bir Atlantik ittifakı olduğunu, fakat İtalya’nın bazı hususi sebeplerle ittifaka dahil edilebileceğini henüz ittifak kurulmadan kamuoyu ile paylaşmıştır. Sadak’ın ısrarla ittifakın Atlantik’e kıyıdaşı ülkelerden müteşekkil

268 Erhan, “1945-1960: Batı Bloku Ekseninde Türkiye-1 (ABD ve NATO’yla İlişkiler)”, s. 540-542. 269 Koçak, CHP İktidarının Sonu, s. 85 ve 305.

80 olduğunu vurgulaması ve NATO’dan erken bir tarihten bahsetmesi, kamuoyunun endişeye kapılmasının önüne geçmek amaçlıdır. Zira henüz 10 Mart’ta basına verdiği demeçte, Akdeniz Paktı ile ilgili olarak bir soruya cevap veren Necmeddin Sadak, barış ve emniyeti Avrupa’nın bu bölgesinde temin edecek böylesi bir paktın ‘Türkiye’nin de gayesi’ olduğunu söylemiştir.270

16 Mart TBMM’deki konuşmasında Sadak, NATO’nun kuruluşunu ve Türkiye’nin üye olmayacağını şu şekilde izah etmiştir: “Şimal Atlantik Paktı adı verilen ve mahdut bir coğrafya bölgesine inhisar edeceği, kurucuları tarafından bize sarih surette ifade edilmiş olan bu karşılıklı askerî yardım andlaşmasma, Atlantik kıyılarında bulunmıyan Türkiye'nin girmesi bahismevzuu değildir. Bununla beraber, sulha ve emniyete hizmet eden her andlaşmanm gerçekleşmesini Türkiye memnuniyetle karşılar.” Sadak’ın dikkat çektiği gibi ABD’nin ilk kez bağlayıcı bir anlaşma yapması karşısında, Türkiye’nin bu anlaşmaya dahil edilmeyecek olmasının öğrenilmesi, Türkiye’yi alternatif aramaya sevk etmiştir. Yine aynı konuşmanın satır aralarında bir Akdeniz Paktı’ndan bahsedilmesi oldukça manidardır. Henüz Akdeniz’de bir paktın oluşmadığından bahseden Sadak, “Türkiye'nin dâhil bulunduğu bölgede sulh ve emniyetin korunması için ne gibi tedbirler alınabileceği hakkında İngiltere ve Amerika'da sıkı temas ve teşebbüslerimiz devam ediyor” diyerek Batı’yla entegre bir pakt kurulmasına çalışıldığının mesajını vermiştir. Sadak’ın konuşması, açıkça kaygının yatıştırılmasına yöneliktir. Sadak’tan sonra TBMM’de konuşan Yusuf Kemal Tengirşek ise Sadak’ın girişimini devam ettirmek üzere şu sözleri sarfetmiştir; “Şu günlerde biraz endişe edilir gibi oluyor. Bence muhterem Hariciye Vekilinin söylediği gibi hiç endişeye mahal yoktur. Atlantik Paktına girmemişiz. Giremezdik zaten. Fakat demin arzettiğim o iki değer yok mu; stratejik mevkiin ehemmiyeti, üstünde oturan Mehmet'in bahadırlığı ... bu daima vardır. Onun için arkadaşlar Türk Milleti bu kıymetleri biliyor ve bu kıymetleri takdir ediyor ve muhterem Hariciye Vekilinden bunların iyi satılmasını bekliyorum.”271

Türkiye’nin NATO ile birlikte iki endişesi belirmişti. Bunlardan ilki ittifak garantisi verilmemiş olan Türkiye’nin yeni bir Sovyet tehdidi karşısında, güvenliği nasıl korunacaktı. İkinci endişe ise NATO ittifakı ile Türkiye’nin Truman Doktrini’yle

270Ayın Tarihi, Mart 1949, No: 184, Ankara, s. 7.

81 aldığı maddi yardımın kesintiye uğrayıp uğramaması meselesiydi.272 Aslında her iki sorun birbirinden kaynaklanmaktaydı. Batı’nın özelde ise ABD’nin Türkiye’den vazgeçmesi her iki desteğin de kaybı manasına gelecekti. Türkiye’nin önemini arttırmaya ve NATO’ya bir paktla bağlanmak üzere Akdeniz Paktı’nı sıklıkla işlemeye devam eden Sadak, 21 Mart’ta muhalif gazete Kudret’in sorularını cevaplamıştır. Verdiği demeçte Sadak, Avrupa’nın güvenliğini bir bütün olarak düşündüğünü ve bir Akdeniz Paktı’nın bu amacı gerçekleştirecek bir girişim olacağını söylemiştir. Sadak, Kudret’in dış basında Akdeniz Paktı’nın zayıf ve zamansız bulunduğuna ilişkin değerlendirmesini ise geçiştirerek, Akdeniz Paktı’nı en azından kendi kamuoyu için canlı tutmak istemiştir.273

12 Nisan’da Washington’a giden Sadak’ın buradaki temasları öncesinde, Amerikan kaynaklarına dayanılarak yapılan yorumda, Atlantik Paktına benzer bir Akdeniz Paktı hazırlanmasına, ABD’nin hazır olmadığını söylenmiştir. Buna rağmen yine de Atlantik Paktı’nın genişletilmesi veya bir Akdeniz bir Ortadoğu paktının gerekliliğine ilgi gösterecekleri, Amerikalı yetkililerce beyan edilmiştir. Yetkilerin beyanatına uygun olarak ABD’de gerçekleştirdiği görüşmeler neticesinde, bir Akdeniz Paktı’nı Washington’dan kopartamayan Sadak, bunun yerine NATO’nun ilanın Truman Doktrin’in Türkiye hakkındaki kararlarını hiçbir şekilde ihlal etmeyeceğinin garantisini almıştır.274

Aldığı desteğe rağmen NATO’nun yerini dolduracak bir pakta imza atamayan Türkiye, Sovyetler karşısında, ‘ABD yardım edecek mi?’ sorusunun cevabını almak üzere, 1949 yılı yaz ve sonbahar aylarında güvenlik güvencesi talep etmiştir. 9 Eyül’de Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Feridun Cemal Erkin, Yunan – Türk Yardım Yasalarından biraz daha belirgin biçimde belirtilen bir beyan talep etmiştir.275 Tüm talep ve bildirimlerin resmi bir kaideye oturtulmaması üzerine Türkiye, NATO ile olan bağının resmileştirmek üzere CHP iktidarının son günlerinde -11 Mayıs 1950’de- NATO’ya girmek için başvuruda bulunmaktan da kendisini alıkoyamamıştır.276

NATO, imzalanması sonrasında bir araya gelen İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka, İrlanda, İsveç ve Norveç 5 Mayıs

272 Mehmet Gönlübol, Halûk Ülman, “İkinci Dünya Savaşından Sonra Türk Dış Politikası”, s. 225. 273Ayın Tarihi, Mart 1949 No: 184, Ankara, s. 37.

274Ayın Tarihi, Ankara Mart 1949 No: 184, Ankara, s. 106 ve 108. 275 McGhee, ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu, s. 110-111.

82 1949’da Londra’da imzaladıkları anlaşma ile Avrupa Konseyi’ni kurmuşlardır.277 NATO’dan sonra Avrupa Konseyi’ne de Türkiye’nin alınmamış olması, beraberinde kaygılı seslerin artmasına neden olmuştur. Atlantik’e sınırı olmaması nedeniyle NATO’ya alınmamasını açıklayan hükümetin Avrupa Konseyi’ne dahil olamaması önemli bir iç politik mesele idi. 8 Ağustos 1949’da Strasburg’da toplanan Avrupa Konseyi’nin Türkiye, Yunanistan ve İzlanda’yı üyeliğe davet etmesiyle birlikte, Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerinin tesisine devam edildiği izlenimi, hem siyasi mahfillerde hem de kamuoyunda müspet olarak uyanmıştır. İmzalandığı tarihte sembolik olmaktan fazla bir mana taşımayan Avrupa Konseyi, Türk dış politikasının genel karakterine uygundu. Hatta Avrupa Konseyi’nde yer almakla milli bir hüviyet taşıyan Türk dış politikasının Batılı çizgisi sürdürülmüş olmaktaydı.