• Sonuç bulunamadı

1.KOALİSYONUN İDEOLOJİK BOYUTU: NEOLİBERALİZMİN STRATEJİK ARACI OLARAK MUHAFAZAKÂRLAŞMA

2. KOALİSYONUN MEKÂNSAL BOYUTU: İDEOLOJİK AYGIT OLARAK MEKÂN

2.2. NEOLİBERALİZMİN MEKÂN ALGISI VE KURGUSU

2.2.4. Postmodernizmin Metalaşmış Kenti: İmaj Kent

“Katı” gerçekliğin yerine esnek doğruların çağı olarak post-modern dönemde gerçeklikten öte imaj baskın hale gelmiştir. Çünkü rasyonel evrensel gerçeklik yerine farklı kesimlerce algılanan gerçeklikler ön plana geçmiştir. Gerçeklik göreceli hale gelirken diğer yandan da üretim ilişkilerindeki değişiklik gerçekliği algılayışımızı değiştirmiştir. Harvey tarafından zaman-mekân sıkışması olarak adlandırılan bu kavrayışta üretim hızı ve ilişkilerindeki artış insanoğlunun çevresiyle kurduğu ilişkiyi baştan aşağıya yeniden şekillendirmiştir (Harvey, 2010: 227-342 ). Bu süreç içerisinde hızın artışı mekânı ve nesneleri kişiler için gerçeklikten öte imaj haline dönüştürmüştür.

Esasen imajın gerçeklik karşısında öne çıkışı 1960’lı yılların sonundan itibaren düşünce dünyasında yerini almıştır. 1967 yılında kaleme aldığı Gösteri Toplumu adlı eserinde Guy Debord yeni dönemi gösterinin uçsuz bucaksız birikimi olarak tanımlamıştır. Debord’a göre bu dönemde yaşanmış her şey yerini temsile, imaja (gösteriye) bırakmıştır. Gerçeklik öylesine yok olup gitmiştir ki geriye sadece gösterinin toplumsal hali kalmıştır. Yani oluşan imaj dünyası tüm toplumu gösteri toplumuna çevirirken, bu toplum içerisinde yaşamın birliğini (gerçekliğini) anlamamız imkânsızlaşmıştır. İmaj yeni çağda kendini birleştirme aracı olarak sunsa da gösteri yani imaj esas itibari ile gerçeklikle ve anlamda bir kırılma yaratılması sebebi ile ayrılığın ve parçalanmışlığın dilini oluşturmuştur52 (Debord, 2012).

52 İmajın gerçeklik karşısında öne çıkışına ilişkin olarak kapitalist sistemin eleştirisi esas itibari ile Debord’dan önce Walter Benjamin tarafından yapılmıştır. Benjamin kapitalist üretim tarzının “mülkiyet edinme” arzusunun insanlığın eser veya ürünle ilişkisini kökten bozduğunu iddia etmiştir. Sahip olma arzusu ve Benjamin’in tabiri ile “yakınlaştırma” arzusu her türlü eseri, ürünü basit bir kopyaya dönüştürür.

Çağımız nitelikten öte görüntü ve imajın önemli olduğu ve ona sahip olma arzusunun her şeyi bastırdığı bir çağdır. Artık bu çağda betimleme yoktur. Onun yerine ucuz kopyalar aracılığı ile şuursuz bir yakınlaşma arzusu (mülkiyete geçirme) vardır. Görüntü yani imaj, konunun ve içeriğin önüne geçmiştir. Yeni başlayan dönem gösteri, imaj çağıdır ve bu kavramlar mutlak şekilde gerçekliği bastırır (Benjamin, 2014). Bu anlamda Venedik temalı veya içerisinde dört mevsimin aynı anda yaşanabileceği iddiasındaki konut proje reklamları veya Kanal Ankara Projesi ve dört mevsim kayak yapılabilen aynı zamanda marinanın bulunduğu Ankara konut projeleri bu duruma örnektir. Mevsimlerin insan eliyle düzenlenebileceği iddiasındaki, mekânın gerçeklerinin yok sayıldığı, tasarım fetişizmi neticesinde kentten kopuk, her şeyi kendi içerisinde çözümleyen (hatta mevsimleri ve coğrafyayı bile baştan var eden) mekânsal kurgular artık gerçeklikten öte imaj ve gösterinin hâkim hale geldiğinin en çarpıcı örnekleridir. Tüm bu kurgu mevcut kent dokusunu

127

Bu dönüşüm esas itibari ile tüketimin artırılması ve metalaşma sürecini besleyen bir kurguyu hedeflemektedir. Tüketilen ürünlerin hep bir soyut anlam ve değerler arasında kurulan bağ ile tüketilebilirliğinin artırılması temel güdüdür. Tüketim kültürü denilen olgunun inşası; çeşitli tutku ve özlemlerin, özgürlük, güzellik, doğa, rahatlık, sevgi gibi değerlerin satın alınabilir ürünlere eklemlenmesi yoluyla oluşur. Artık

“tüketilen ürünün kendisi değil, ‘efsanevi’ özelliğidir (Öncü, 2013: 90).

Her şeyin imaj veya gösteri haline getirilmesi kentsel alanda gerçekliğin görünürlüğünü ve hissedilirliğini ortadan kaldırmıştır. Neoliberalizmin sermaye birikimini çoğaltmak için hızlı tüketim ve hızlı üretim hedefi doğrultusunda içeriğe, anlama, detaya fazlaca yer yoktur. Bütün bunlar esas itibari ile her şeyin kullanım değerinden sıyrılması, salt değişim değerine indirgenmesinin ve bu değer doğrultusunda bir an önce piyasa ekonomisine dahil edilmesini hedefleyen neoliberal politika için uygun yaşam pratiklerini hazırlar. Her şey gibi kentsel mekân, üzerindeki tek tek objeler, yapılar özelinde veya bütün olarak imaj nesneler haline gelir. Bu süreç mekânın metalaştırılmasını ve tüketilmesini hedefleyen sermaye kesimi için önemli bir hareket alanı sağlar. Bu süreç Lefebvre tarafından şu şekilde dile getirilmiştir:

“Sonuç olarak, şehri ve kentsel gerçekliği gösterenler sistemi olarak tasarlayan kimse, her ikisini de bütünüyle tüketilebilir nesneler olarak, saf haldeki mübadele değeri olarak zımnen tüketime teslim eder. Yerleri birer gösterge ve değere dönüştüren, pratik-duyusal olanı biçimsel anlamlandırmalara dönüştüren bu teori, göstergeleri algılayan kişiyi de göstergelerin salt tüketicisine dönüştürür” (Lefebvre, 2016: 81-82).

Yeni dönemde parçalanarak imajlar bütünü haline getirilen kent artık tümden metalaşmış ve biran önce tüketilip yeniden üretilmesi, sonra tekrar tüketilmesi gereken

ve onun coğrafi ve hatta klimatolojik gerçeklerini yok sayarak parçası olduğu kentten kopuk ona yabancı bir mekânsal ve dolayısıyla kültürel bir kurguyla kentsel mekânda bölünmüşlük ve parçalanmışlığı yaratmaktadır. Bu tam da Debord’un ifade ettiği şekilde imajın gerçekliğin yerine geçmesi durumunun yarattığı parçalanmışlık ve bölünmüşlük durumunun kentsel mekândaki yansımasıdır.

128

ve bu döngünün sürdürülebilmesi için imajların hızla yenilenmesi ve parçaların yer değiştirmesi ya da yenilenmesi gereken bir alan haline gelmiştir. Bunun yanında kentte yaşayanlar yeni dönemde kenti bir sanat eseri yapıttan ziyade kullanım değerinden sıyrılmış salt tüketim ürünü olarak görürler. Kent artık yaşam alanı değil, kullanım değeri üzerinden içinde yaşayanların da alıcı olduklarını zannettikleri ancak onlarında bu ürünün parçası olarak pazarlandıkları bir meta haline dönüşmüştür.53

Neoliberal dönemde metalaşan, imaj ve gösterinin gerçekliğin önüne geçtiği kent mekânında ortaya çıkan anlam boşluğu, postmodern paradigmanın, yeni dönem inanç sistemleri de dahil olmak üzere din, gelenek ve yerellik kavramlarına dayalı reçetesiyle doldurulur. Bu dönem içerisinde yükselen dini inanışlar yerellik ve gelenek kavramları ile iç içe geçerken mekânda ve gündelik hayatta bu kavramlar daha çok hissedilir olmuştur. İmajın gerçeklikten öte öne çıktığı bu dönemde dini, yerel ve geleneğe gönderme yapan form ve simgeler mekânda kendini görünür hale getirmiştir.54 Yeni yapılan mekân tasarımları kimi zaman bahsedilen bu göndermelerle ya bir eklektisizm görüntüsüne ya da daha köktenci şekilde eski formların tekrarı biçiminde kendini göstermektedir.

53 Günümüzde ev alırken komşuların statüsü ve meslekleri birer pazarlama unsurudur. İlişkilerin minimum olduğu sitelerde ve apartmanlarda yüzünü bile görmediği insanların “saygın” meslekleri, evi satan kişi tarafından pazarlanan bir imajdır. Bu mekânın homojenleştirilmesinin arzulanan bir istek olduğu ve bu isteğin piyasa ekonomisi içerisinde karşılık bulduğunun göstergesidir. Yüzünü görmesek bile “hâkim” ,

“milletvekili” , “yüksek bürokrat” bir yaşam alanının değerini artıran imajlardır. “Ev alma komşu al” sözü gerçek anlamda günümüzde piyasa ekonomisi içerisinde yepyeni bir anlama bürünmüştür. Çünkü komşuluk ilişkisi sürdürmesek de gayrimenkul olarak evimizin değerini artıran ya da azaltan unsurlardan biri de artık komşularımızdır. Ve biz de komşu olarak diğer kişilerin gayrimenkulleri üzerinde pozitif ya da negatif dışsallık yaratan imajlar haline dönüşmüşüzdür.

54 ABD ve Avrupa’da bu anlamda “dini mekânlar ve semboller yerel kimlik ile ilişkilendirilmiş ve kentlerin kendilerini dünyaya tanıtmalarında kullanılmıştır”(Furseth, 2015: 66). Sonuçta neoliberal dönemde dini mekân ve semboller dahil olmak üzere her şey piyasa mantığı içerisinde imaj haline getirilip piyasaya sunulmaktadır.

129

2.3. NEOLİBERALİZM-MUHAFAZAKÂRLIK İLİŞKİSİNİN MEKÂNSAL