• Sonuç bulunamadı

1.KOALİSYONUN İDEOLOJİK BOYUTU: NEOLİBERALİZMİN STRATEJİK ARACI OLARAK MUHAFAZAKÂRLAŞMA

1.1. NEOLİBERALİZM

1.1.3. LİBERALİZMİN NEOLİBERALİZME DÖNÜŞÜMÜ

20. yy’ın başında yaşanan Sovyet Devrimi, Dünya Savaşları ve ekonomik krizler kapitalizmi emek güçleri ile zorunlu bir uzlaşı sürecine sokmuştur. J. Maynard Keynes tarafından ortaya konulan ekonomik modelle emek ve sermaye kesimi arasındaki gerilimin sosyal devlet, planlı ekonomi gibi araçlarla azaltılması hedeflenmiştir. Esasen bu uzlaşı süreci Harvey tarafından özünde liberalizmin dönemsel taktiği olarak görülmüş ve gömülü liberalizm (embedded liberalism) olarak adlandırılmıştır (Harvey, 2015: 19).

Gömülü olan liberalizm uygun koşulları bulduğu neoliberal dönemde uzlaşmacı yüzünü terk ederek yıkıcı biçimde geri dönmüştür.

Bu dönüşümü hazırlayan etkenler iki kutuplu olarak gelişmiştir. Bir yandan planlı ekonomi, sosyal devlet uygulamalarının esin aldığı Sovyet Bloğunun siyasi ve ekonomik nedenlerle zayıflaması ve bunun karşısında emek kesimi ile kısmi uzlaşı sürecini yaşayan kapitalist bloğun kendini özgür dünya olarak kodlaması ilk kutbu oluşturmuştur.

Kapitalist blok liberal felsefenin kökenlerinde olan “özgürlük” idealini kendi imajı haline getirmiş ve Sovyet Bloğunun karşısında başarılı bir siyaset malzemesi olarak kullanmıştır.

İkinci kutubu ise ulaşım ve haberleşme başta olmak üzere yaşanan teknolojik ilerlemeler oluşturmuştur. Ulaşım ve haberleşme alanındaki gelişmelerin kapitalist üretim ve dağıtım sürecinde meydana getirdiği köklü değişiklikler fordizmden post-fordizme geçişe olanak sağlamıştır. Bu yeni üretim tarzında tek bant üretim tarzı ve sınırlı coğrafi bağımlılıktan kurtulan kapitalist ekonomi, üretimini geniş coğrafyaya ve çeşitlenmiş talebe göre yeniden örgütlemiştir.

Bu iki kutuplu dönüşüm kapitalist ekonomik işleyişi kökten değiştirmiş ve Sovyet deneyiminin başarısızlığa uğraması ile birlikte kapitalizm dünya üzerinde hâkim konuma gelmiştir. Kapitalist sınıf, muhalefet bloğunun zayıf düşmesi ile birlikte kendi iktidarını ayağa kaldırma, sağlamlaştırma ve merkezileştirme amaçlı olarak neoliberalizmi

26

uygulamaya koymuştur (Harvey, 2015: 1). Toussaint bu anlamda neoliberalizmi emek kesimi ile kurduğu zorunlu uzlaşı sürecinden kurtulması neticesinde “liberal düşüncenin güçlü bir şekilde geri dönüşü” olarak tanımlamıştır (Toussaint, 1999: 215).

Liberalizmin tarihsel süreçte ortaya koyduğu “özel mülkiyet” ve “piyasa hâkimiyeti” yeni dönemde de üzerine politikaların inşa edildiği temel ilkeler olmuştur.

Tarihi geçmişi olan bu ilkeler uyarınca gerçekleştirilen dönüşümü Tossiant, başlıca üç nedene dayandırmıştır. Tossiant’a (1999: 215) göre 1970’li yıllarda gelişmiş kapitalist ülkelerde yaşanan ekonomik bunalım ve 1980’lerde üçüncü dünyanın borç bunalımına ek olarak 1980’lerin sonunda Doğu Avrupa’nın bürokratik rejimlerinin çökmeye başlaması bu dönüşümünü etkileyen ve birbirlerine eşlik eden üç temel unsur olmuştur.

Bu gelişmeler neticesinde dünya ölçeğine yayılmış üretim ve dağıtım olanaklarıyla emek kesimi karşısında hâkimiyetini ilan eden kapitalizmin yeni küresel politikasını ifade eden neoliberalizmin Saad-Filho’ya göre üç temeli bulunmaktadır.

Bunlardan ilki piyasalar ve devlet arasındaki keskin ayrımdır. Neoliberalizm, devletin ve piyasanın birbirinden ayrı ve karşılıklı olarak birbirini dışlayan kurumlar olduğunu varsayar. Bu varsayıma göre, birinin alanını genişletmesi ötekisinin daralması anlamına gelir. İkincisi, devletlerin savurgan ve ekonomik açıdan verimsiz, piyasaların ise verimli olduğu varsayımıdır. Üçüncü temel ise devletin sistematik ekonomik sorunlar yarattığı, özellikle de kaynakları yanlış tahsis ettiği ve bunun sonucunda rantiyecilik ve teknolojik gerilik gibi sonuçlara sebep olduğudur (Saad-Filho, 2006: 19).

Keynesyen dönemde refah devleti ve sosyal devlet uygulamalarından kopuşunu bu üç temel üzerinden kuran ve birikim açısından avantajlı bir dönem yakalayan sermaye kesimi için emek kesimi ile uzlaşı noktasında kendini zorlayacak herhangi bir siyasal veya maddi koşul olmadığı için sosyal refah devleti uygulamalarından adım adım vazgeçilmeye başlanmıştır. Bu süreç içerisinde neoliberalizm serbestleştirme,

27

kuralsızlaştırma (deregülasyon) ve esnekleştirme politikaları çerçevesinde dönüşümünü sağlamıştır.

Serbestleştirme kapsamında gelişmiş kapitalist ülkelerin ticaret hacmini artırabilmek amacıyla uluslararası ticaretin artırılmasına yönelik hukuki, ekonomik düzenlemeler ve ticarete koşut olarak finansal serbestliğin küresel ölçekte oluşturulması hedeflenmiştir. Ticari serbestlik ile neoliberal dönemde birikim hızı ve oranları artan gelişmiş kapitalist ülkelerdeki sermayenin karlarını gerçekleştirebilmek için tüm dünya ölçeğinde bir pazar ekonomisine ihtiyaç duyulmuştur. Bu amaçla gelişmiş kapitalist dünyanın dışındaki ülkelerin ithal ikameci politikalar ya da gümrük duvarları ile korudukları ulusal pazarların küresel sermayeye açılması ve bu ülkelerin yüksek borçlanmalarla dahi olsa gelişmiş ülkelerde üretilen mallara alıcı olmaları hedeflenmiştir (Doğan, 2002: 17).

Küresel ölçekte yeniden yapılanan üretim ve ticari ilişkiler, finans sermayesinin de küreselleşmesini ve serbestleştirilmesi sonucunu doğurmuştur. Finansal anlamda gelişen telekomünikasyon ve ulaşım olanakları sayesinde uluslararası eşgüdümün sağlanması amacıyla küresel finans holdingleri ve borsa şirketleri ortaya çıkarken diğer taraftan yepyeni finansal araç ve piyasalar oluşmuştur (Harvey, 2010: 184). Neoliberal dönemde finans piyasası çok hızlı ancak kontrol edilmesi zor bir büyüme sürecine girmiş ve ekonomide diğer sektörler karşısındaki nispi oranı giderek artmıştır. Bu kontrol edilmesi zor sektörün büyümesine ilişkin Harvey’in alıntısı çarpıcıdır: “Herhangi bir ulusal devlet tarafından hiçbir biçimde denetlenmeyen “devletsiz” paradan oluşan bu piyasa, 1973’te 50 milyar dolar boyutlarından 1987’de 2 trilyon dolara ulaşmış[tır]”

(Harvey, 2010: 187). Ancak bu kontrolsüz büyüme sermayenin yeni dönemde yaşayacağı krizlerin temelini oluşturmuştur.

Neoliberal dönemde uygulanan ikinci politika ise kuralsızlaştırma (deregülasyon) olup bu esas itibari ile sermayenin küreselleşmesi ve serbestleştirilmesinin önünü açacak

28

şekilde devlet mekânizmasının yeniden tasarlanması anlamına gelmektedir. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki zorunlu sınıfsal uzlaşıya bağlı refah devleti uygulamaları sınırlandırılırken, gelişmekte olan ülkelerdeki ithal ikameci politikaların kaldırılması biçiminde formüle edilebilecek bu süreç esas itibari ile sermaye birikimine doğrudan katkı olarak da görebileceğimiz, engelleyici kural ve normların ortadan kaldırılması sürecidir (Şaylan, 2003: 202). Bu kapsamda devletin planlı ekonomi çerçevesinde kullandığı kurumlar, taşınmazlar özelleştirilirken, sosyal devlet uygulamaları kapsamında devam eden kamusal hizmetlerin birçoğu yine özelleştirmeler eliyle sermaye kesimine devredilmiştir. Hukuki anlamda da eski kapitalist modelin coğrafi anlamda vurgu yaptığı ulus devlet ve bu sınırlara hapsolmuş ekonomiye yönelik üretilmiş her türlü hukuki metin her ölçekte değişime uğramış; yeni modele uygun şekilde sermayenin ulus üstü örgütlenmesine olanak verecek yeni hukuksal düzenlemeler ortaya konulmuştur.

Neoliberalizmin politik araçlarından esnekleştirme ise uluslararası yeni işbölümü çerçevesinde üretimin ve bu üretim tarzına bağlı olarak da işgücünün önceki sürece nazaran esnek ve parçalı bir hal almasıdır. Öncesinde fordizm olarak adlandırılan sınırlı coğrafyada (çoğu zaman bu coğrafya tek fabrika ölçeğidir) tek bant ve tek ürüne göre tasarlanmış üretim sistemine bağlı üretim tarzı, yeni dönemde ulaşım, haberleşme ve otomasyon teknolojisindeki gelişmelere bağlı olarak üretimin parçalı halde ülkeler hatta kıtalararası seviyede bölünebilme yeteneği sonucunda talebe göre çeşitlenebilen, anlık taleplere cevap verebilecek şekilde çeşitlenmiş ürün yelpazesine sahip bir konuma evrilmiştir. Üretim sürecinde yaşanan bu köklü dönüşüm fabrikayı şehirlerde temel belirleyici olmaktan çıkarmıştır. Bu dönüşümler neticesinde sanayide çalışan örgütlü işçi sınıfı yerine atölye ölçeğinde her an değişebilen talep koşullarına göre çalışan zaman ve mekân anlamında esnekleşmiş ve güvencesiz çalışan kitleler yer almıştır.

Neoliberalizmin bu üç temel politika doğrultusunda yeniden yapılanma süreçleri birçok alanda kendini hissettirmiştir. En önemli dönüşümler ise kent mekânında olmuştur.

29

Neoliberalimin kent mekânı üzerine etkileri bir sonraki bölümde ele alınacaktır. Ancak bu bölüm içerisinde neoliberalizmin yarattığı etkiler toplu şekilde Tablo 1 içerisinde özetlenmeye çalışılmıştır.

Tablo1: Neoliberalizmin Yeniden Yapılanması

Müdahale Konusu Yapı-Bozum Alanı Yeniden Yapım

İşgücü, Örgütlenme ve Ücretler

Örgütlü emeğe saldırılar, sendikasızlaşmanın teşviki, sosyal güvenlik sistemlerinin zayıflatılması

Esnek ve sosyal güvencesiz çalışma şartları, düşük ücretler

Serbest piyasa Ulusal sanayi ve tarımsal etkinliklerden devlet desteğinin çekilmesi, korumacı politikaların kaldırılması, yabancı yatırımların teşviki

Ticarette liberalizasyon sonucunda çok uluslu şirket ürünlerinin yaygınlaşması

Finansal ve mali düzenleme ilkeleri

Ulus devletlerin kur belirlemedeki kontrol etme güçlerinin erozyonu, yatırımın üretim kaynağından finans ve kredi akışının ayrılması

Ulusal kontrol mekânizmaları dışında devletsiz sıcak paraların piyasaya hâkim olması, küresel düzenleyici yapıların artan rolü, vergi cennetleri ve offshore finans merkezlerinin yaratılması

Refah devletinin yeniden yapılandırılması

Refah devletinin ulusal ve yerel düzeyde yapılanma araçlarına saldırılması

Sosyal hizmetlere özel sektör yaklaşımı ile topluluk temelli sektörlerin yaygınlaştırılması

Eşitsiz mekânsal gelişimin düzenlenmesi

Köhneleşen bölge ve şehirlerden devlet desteğinin kısmen çekilmesi, Keynesçi bölüşüm mekânizmalarının yıkımı

Merkezi hükümetin belediye faaliyetlerini destekleme sistemlerinin yıkımı

Yeni görevlerin, sınırların ve sorumlulukların devri, yerel girişimciliğin ödüllendirilmesi, yeni teşvik sistemlerinin yaratılması

Yerel yönetimlerin kurumsal altyapısının yeniden düzenlenmesi

Yerel yönetimlerdeki hiyerarşik bürokratik formların kaldırılması

Yerel yönetişimin ağsal biçimlerinin geliştirilmesi, ajanslar gibi yönetişime dayanan kurumsal yapılar kurulması

Emek pazarı düzenlemeleri İşsizler, göçmenler, gençler için geleneksel olarak kamu tarafından finanse edilen beceri kazandırma ve çıraklık programlarının kaldırılması

Geçici eleman ajansları gibi yeni düzenleme birimlerinin oluşumu, düşük gelirli işlerde işe hazırlık programlarının uygulanması, enformel ekonomilerin yaygınlaşması

Kamusal altyapı ve belediye girişimlerinin

özelleştirilmesi

Standart belediye (su, kanalizasyon, ulaşım, v.b.) hizmetlerinin sağlanmasında kamunun tekelinin kaldırılması

Belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi, altyapı hizmetlerinin taşeronlaştırılması ve politikalarının yıkımı, küresel güçler karşısında yerel ve bölgesel ekonomilere karşı artan baskı

Serbest ticaret bölgeleri, girişimci zonları gibi ulusal düzenlemeye karşı bölgelerin oluşumu, Ulusaltı ölçekte yeni gelişme alanları, teknokentler ve diğer yeni sanayi alanlarının oluşturulması, küresele bağlanan yerel ve bölgesel stratejiler

Yapılaşmış çevrenin ve kent biçimlerinin dönüşümü

Yerleşik alanlarda uzun süreli bütüncül planların terk edilmesi, rantı yüksek alanların yenileme adı altında dönüşümü, kamu yararına dayanan planlama etkinliğinin terk edilmesi

Elitler için yeni güvenlikli yerleşim ve tüketim mekânlarının, mega projelerin öne çıkarılması, arazi kullanım kararlarında en yüksek, en güzel, en ilginç ve en pahalı yaklaşımın kabullenilmesi, suça karşı sıfır tolerans politikalarının güç kazanması, sosyal içerme ve sosyal kontrol yöntemlerinin tanıtımı, iş piyasasına sürülen ucuz işgücüne sahip yabancılar için sosyal içerme politikalarının desteklenmesi

Politika transferi Yerel politik kararlar yerine ulusal çözümlerin öne çıkarılması, yönetim ve piyasa başarısızlıklarını çözmek için yerli çözüm kararlarının küçümsenmesi

Bağlamından uzak olsa da “en iyi uygulama”

modellerinin ulusal ve yerel politik çevrelere dayatılması

30

Görüleceği üzere sadece iktisadi açıdan değil, siyasal hedef ve toplumsal örgütlenme tarzı olarak da hâkim mevzileri hızla işgal eden neoliberalizm, sosyal adalet amaçlarıyla iktisadi büyüme hedeflerini birleştiren refah devletinin müdahaleci ve paylaşmacı pratiklerinden radikal bir kopuşun öncülüğünü yapan bir ideoloji olarak günümüz dünyasına damgasını vurmaktadır (İnsel, 2004: 7). Tüm bu değişim ve dönüşüm neticesinde yeni dönemde neoliberalizm salt iktisadi hedefleriyle hâkimiyetini kurarken,7 liberalizmin sosyal ve hukuki açıdan ortaya koyduğu değerlerde hızlı bir aşınma meydana gelmiştir. Artık yeni dönemde evrensel vurgusu olan ortak insanlık değerleri yerine bir tür piyasa fundamentalizmi hâkim konuma yükselmiştir. Artık bu yeni işleyişte “[p]iyasa, ahlaki ve pratik olarak her türden siyasi denetimin üzerinde görülür” (Heywood, 2010:

68) hale gelmiştir. Bu süreçte sermaye birikiminin önünde en büyük engel olarak görülen kamusallıkları parçalamak ise en önemli pratik alan haline dönüşmüştür.

Neoliberal düşünürlerden olan ve her türlü kamusallığı, merkezi planlamayı köleliğe giden yolda adımlar olarak kavramsallaştıran Hayek, kölelikten kurtulmanın ve özgür insanı yaratmanın yegâne garantisini özel mülkiyet sistemi olarak görmüştür (Hayek, 2014). Aynı şekilde Friedman özel mülkiyetle özgürlük arasındaki ilişkiyi

“insanın kendi özel yolunu bulabilmesi için bilgisini kullanabilmede özgür olabilmesinin tek yolu, mülkünü kontrol edebilmesidir” (Friedman, 2007: 47-48) şeklinde ifade etmiştir. Bu ifadeler liberalizmin tarihsel olarak ortaya koyduğu iki temel ilke olarak

“piyasa hâkimiyetinin” ve “özel mülkiyetin” neoliberal dönemde de güçlü şekilde savunulduğunun net ifadeleridir.

Tüm dünya üzerinde köklü dönüşümlere yol açan ve özel mülkiyetin kutsandığı, piyasa hâkimiyeti ilkesi doğrultusunda kamusallıkların yok edildiği, dolayısıyla sınıflar

7 Neoliberalizmin hâkimiyetini kurduğu yıllar içerisinde ekonomik açıdan zengin kesimin ulusal gelirden aldığı payın hızlı bir artış oranına kavuştuğu, buna karşılık geniş halk kesimlerinin artan enflasyon, işsizlik oranlarıyla ve devletin vergi dahil belli uygulama araçları neticesinde yoksullaşma sürecine girdikleri görülmektedir. Bu konuda sayısal veriler ve grafik çözümlemeler için Bkz. (Harvey, 2015: 22-27, 33, 34).

31

arası gelir dengesizliklerinin derinleştiği, toplumsal uzlaşı araçlarının sermayenin istekleri doğrultusunda parçalandığı neoliberal dönem politikalarının uygulayıcıları tüm dünya çapında büyük oranda muhafazakâr siyaset odakları olmuştur. Siyasal alan içerisinde “yeni sağ” olarak da adlandırılan bu siyasal program, kapitalizmin kurumsallaşma döneminde birbirleriyle güç savaşında olan liberalizm ile muhafazakârlığın (burjuvazi ile aristokrasinin mücadelesi) değerlerini, piyasa (küresel sermaye) ilişkileri doğrultusunda sentezleyerek, siyasal alanda birbirlerini tamamlayan ideolojik unsurlar olarak sunmuştur (Belsey, 1994: 4). Ancak burada şunu hemen ifade etmek gerekir ki şu an dünyayı büyük ölçüde etkisi altına almış kapitalizmin dünya ölçeğindeki bu örgütlü hali doğal bir gelişim sürecinin sonucu olarak görülmemelidir. Arjantin, Şili gibi Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere Türkiye’nin de dâhil olduğu bir takım ülkelerde bu geçiş askeri darbelerle hayata geçirilirken, Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde muhafazakâr ideolojiye sahip belli partiler aracılığıyla olmuştur. Askeri darbeler ile başa gelen hükümetlerin hepsi de muhafazakâr ideolojiye sahip partiler olup bir yandan muhafazakâr değerlerle kültürel anlamda toplumu yeniden biçimlendirmeye çalışırlarken, ekonomik anlamda da neoliberal politikaları hayata geçirmeye çalışmışlardır. Bu anlamda neoliberalizmin uygulamaya koyduğu politikaları hayata geçirirken en önemli ortaklığını muhafazakâr ideoloji ile yaptığı görülmektedir. Bu durum rastlantısal veya dönemsel bir birliktelik olmayıp kurulan koalisyonun tarihsel derinliği ve üzerinde uzlaşılan belirli ilkeler demeti mevcuttur. Dolayısıyla iki ideolojik çerçeve arasındaki ilişkinin başarılı şekilde ortaya konulabilmesi için neoliberal ideolojiye ilişkin olarak yapıldığı gibi muhafazakârlık kavramının da anlamının, tarihsel köklerinin ve ortaya koyduğu değerlerin dikkatli bir analizi gerekmektedir.

32 1.2. MUHAFAZAKÂRLIK

Latince’de “conservare” ve “conservatismus” kelimelerinden gelen muhafazakârlığın sözlük anlamı “korumak” ya da “olduğu gibi muhafaza etmek”

olmasına rağmen bu kavram modern siyasi düşünce tarihinde bundan oldukça fazlasını ifade eder (Güngörmez, 2004: 12). Çünkü devrimci ve dönüşümü hedefleyen, tarihte bunu pratik uygulamaları ile başarmış birçok ideolojik yapı dahi zaman içerisinde belirli değişikliklere uğrarken, değişim yanlıları ve mevcut yorumun/işleyişin devamını isteyenler arasında tartışmalar süregelmiştir. Bu anlamda 1789 Fransız Devrimi’nden sonra tarih sahnesine çıkan ve birçok farklı yorumu olan muhafazakârlık kavramına ilişkin kafa karışıklığını, en azından bu tezin çalışma çerçevesi ve sorunsalı bağlamında giderebilmek için köktencilik (fundementalizm) ile arasındaki farkı belirtecek şekilde muhafazakârlığa ilişkin temel değerler ortaya konulacaktır.8

Günlük dildeki “muhafazakâr” terimi tanımı zor bir alanı işaret etmektedir. Bu terim mütevazı veya ihtiyatlı davranış, geleneksel hatta uyumcu bir hayat tarzı, değişim korkusu veya değişimin reddi gibi özellikle “muhafaza etmek” fiilinin belirttiği anlamlara gelebilir (Heywood, 2010: 83). Dolayısıyla muhafazakârlığın temel amacı, korumayı üstlendiği “durumu” oluşturan sosyal, ekonomik, yasal, dinsel, siyasal ve kültürel kurumların, geleneklerin çözülmesine yol açacak değiş(tir)melere karşı durmak olup (Ergil, 1986: 113), felsefi bir düşünce ve siyasal bir tavır olarak mevcut siyasal, sosyal ve ekonomik düzenin değerine ve mümkün olduğunca korunması gerektiğine inanır (Güler, 2009: 117). Ancak fundementalizmin tersine muhafazakârlık bir biçimde sınırlı

8 Muhafazakârlığın farklı yorumları ve ülkelerin siyasi tarih ve kültürlerine göre farklı uygulamaları için bkz.

“Heywood (2009), Siyasi İdeolojiler, Liberte Yayınları, Ankara”, “Güler E. Z. (2009) Muhafazakârlık: Kadim Geleneğin Savunusundan Faydacılığa, 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler (Der. H. Birsen Örs)İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul”, “Türköne M. (2010) Muhafazakarlık, Opus Yayınları, İstanbul”.

33

oranda değişim fikrini içerisinde barındırır. Muhafazakârlığın kurucusu sayılan Burke9 bu değişim fikrine ilişkin görüşünü şu şekilde açıklamıştır:

Hepimiz, değişim kanununa boyun eğmek durumundayız. Değişim kanunu, tabiatın en güçlü kanunudur, belki de tabiatın varlığını devam ettirmesinin aracıdır.

Bu yasa içinde bizim yapabileceğimiz, insan aklının yapabileceği tek şey, değişimin hissedilmeyecek şekilde, derece derece gerçekleşmesini sağlamak olabilir. Bu şekilde değişimden beklenen yararlar, dönüşümün sakıncaları yaşanmaksızın elde edilebilir (Burke, 2005: 27, vurgular yazara ait).”

Görüleceği üzere muhafazakâr düşünce değişime kökten bir karşı koyuş yerine kontrollü bir dönüşümü içerisinde barındırır. Bu anlamda muhafazakâr düşünce sahipleri değişim fikrine bakışın ele alındığı bölümde ayrıca inceleneceği üzere devrim fikrinin zorunlu görüldüğü durumlarda evrim fikrine sıcak bakarlar. Bu esas itibari ile muhafazakârlığın köktencilikten (fundementalizm) ayrıştığı temel noktadır. Çünkü köktencilik tarihin derinliklerinde sabit bir döneme, tarza ve işleyişe referans verip neredeyse donmuş bir zaman anlayışına sahipken;10 muhafazakârlık daha çok kendini tarih sahnesinde ortaya çıkan değişimler üzerinden tanımlar. Bu durum Alman muhafazakârlığının nasyonel sosyalizm gibi uç yorumlar dâhil olmak üzere gelişimini incelediği çalışmasında İnce tarafından şu şekilde belirtilir:

“…muhafazakâr akımlar tarih boyunca oluşan krizler karşısında farklı biçimlerde yeniden örgütlenebilmektedir. Dolayısıyla muhafazakârlık, kriz dönemlerinin bir olgusudur; çünkü sosyal ve ekonomik kriz dönemlerinde, otorite arayışları, güçlü devlet beklentileri ve toplumun devletin bekası için birleşmesi talepleri, muhafazakârlığın Rönesansını teşvik etmektedir” (İnce 2010: 30).

9 Tez kapsamında Burke’nin görüşleri belirli kavramlar çerçevesinde ele alınacak ve incelenecektir. Ancak Burke’nin ortaya koyduğu felsefe ve yöntem üzerine kapsamlı bir araştırma için bkz. “Fatih Duman (2010), Aydınlanma Eleştirisinden Devrim Karşıtlığına Edmund Burke, Liberte Yayınları, Ankara”.

10 Köktenciliği açıklamak açısından çağımızda Taliban hareketi açıklayıcı bir örnektir. “Taliban’ın üyeleri, kendi özgürlük arayışlarında, Hz. Muhammed’in yaşamı sırasında mevcut olan toplum ile günümüz toplumunun harfi harfine uygun olması gerektiğini iddia eder. Bu sebeple kutsal geçmişin fiziksel ve toplumsal yaşamını, fiziksel görünümlerini (sakal, kıyafet, davranış) veya dini pratikleri (oruç, namaz, şeriat kanunları) üzerinden taklit ederek kendilerini modern dünyadan ayırmaya çalışırlar (Massoumi, 2015:

342).

34

Bu çerçevede düşünüldüğünde muhafazakârlığın temel vurgusu “eski” ve “yeni”

kavramları üzerinedir. Eski ve yeni kavramları üzerine diyalektik ilişkinin bir ürünü olan muhafazakârlık bu anlamda tarihteki her kırılma noktasında kendini ortaya çıkarmış bir düşünce sistemi olmuştur. Bir başka ifade ile muhafazakârlık ideolojisi kendi kavramlarını mevcutta eleştirdiği ideolojinin eksiklikleri üzerinden ortaya koyma çabasındadır. Dolayısıyla muhafazakâr dünya görüşünü karşıt görüş olmadan anlamak olanaksızdır. Bu durum kendisi de bir muhafazakâr olan Nispet tarafından şu şekilde ifade edilmiştir: “Muhafazakârların başlıca fikir ve değerlerini Voltaire, Rousseau, Diderot gibi düşünürlerin ve 18. yüzyıl Fransa’sının diğer köktenci düşünürlerinin iddialarına karşı dolaysız tepkiler olmaları dışında anlamak olanaksızdır” (Nispet, 1990: 102, 103).

Muhafazakârlık bu anlamda tarihin en önemli değişimlerinden biri olarak kabul edilen ve günümüzde de hala sosyal, siyasal alanda etkileri görülen Fransız Devrimi döneminde ortaya çıkmış ve kuramsal temelleri Fransız Devrimi’nden sonra oluşmuştur.

Bu anlamda muhafazakârlığı bir düşünce sistemi ve pratik olarak anlayabilmek için öncelikle tarih sahnesine çıkışını ve ilkelerini ortaya koymak gerekmektedir.