• Sonuç bulunamadı

1.KOALİSYONUN İDEOLOJİK BOYUTU: NEOLİBERALİZMİN STRATEJİK ARACI OLARAK MUHAFAZAKÂRLAŞMA

2. KOALİSYONUN MEKÂNSAL BOYUTU: İDEOLOJİK AYGIT OLARAK MEKÂN

2.3. NEOLİBERALİZM-MUHAFAZAKÂRLIK İLİŞKİSİNİN MEKÂNSAL YÜZÜ

Tezin birinci bölümünde neoliberalizmle, muhafazakârlığın ideolojik anlamda

“özel mülkiyet”, “bölünmüşlük-homojenlik” ve “(kısmi) değişim karşıtlığı” gibi değerler üzerinden günümüzde koalisyonlarını kurduklarını, neomuhafazakâr siyaset odaklarınca da bu koalisyona ilişkin politika ve pratiklerin hayata geçirildiği belirtilmiştir.

Lefebvre’in “…hayatı değiştirmek için, mekânı değiştirmek gerekir” (Lefebvre, 2014:

205) önermesi uyarınca neoliberalizm ve muhafazakârlık arasında kurulan koalisyon kendini kalıcı kılmak için mekânı da elbette şekillendirmek arzusunda olmuştur.

Neoliberalizmin de muhafazakârlığın da kilit taşı konumunda olan özel mülkiyet, bu anlamda kentsel alanda bu iki ideolojinin de mekânı şekillendirmek için kullandıkları politika araçlarının en başında olmuştur.

Muhafazakâr ideolojinin iki ana hedefi olan geleneğin üzerine kurulu toplum inşası ve mahremiyetin korunması için özel mülkiyet yegane çözüm olarak görülmüştür.

Hatta günahkar insan figürü ile kişiyi resmeden muhafazakâr ideoloji için “özel mülkiyet”

hem kontrolü sağlayan hem de geleneğin gelecekte inşası ve mahremiyete dayalı (içe kapalı) bir toplum kurgusunun yegane aracı olarak görülmüştür. Bu noktada muhafazakâr düşünce özel mülkiyet ağının mümkün olduğunca kentsel mekânda yayıldığı bir örüntüyü ortaya çıkarmıştır.

Bu anlamda bu bölüm içerisinde sınırlandırılarak ele alınan İslamcı muhafazakârlığın kent kurgusunda (İslam Kenti) açık alanlar kısıtlı kalmış, kişiler kamusal hizmet ihtiyaçlarını büyük oranda “mahremiyet”, “içe kapalılık” ve “özel mülkiyet” ilkelerinin hayat bulduğu kendi konut çevrelerinde çözümlemişlerdir. İslam Kenti içerisinde yukarıda bahsedilen güdülerden dolayı evlerin kapalı iç avluları birer açık alan haline dönüşmüş, buna karşılık kentlerde açık alan neredeyse hiç olmamıştır.

Kamusal bir alan olarak görülen sokak dahi çıkmaz sokak (cul-de-sac) sistemi ile büyük

130

oranda kamusal yüzünden sıyrılarak, çıkmaz sokak yapısına komşu özel mülklerin kontrolüne sokulmuştur. İslam Kentinde kamusal alan hep risk ve kargaşa dolu bir alanı işaret etmiş, bu anlamda hizmetler büyük oranda özel mülk ağı içerisinde sunulurken, kamusal alanlar kısıtlanmış, küçük tutulmuş ya da sıkı kontrol altına alınmıştır. Çıkmaz sokaklarla birlikte açık alan olarak tanımlayabileceğimiz cami avlusu bu anlamda sıkı kontrolün hissedildiği alanlar olmuşlardır.

Neoliberalizm açısından ise tarihsel köklerinde özgürlüğün temeli olarak gördüğü özel mülkiyeti kentsel mekânda hâkim kılmak yüzyıllardır değişmez kadim hedeftir. Bu anlamda neoliberal anlayışla birlikte bir yandan kamusallıkları parçalayacak, diğer yandan da kentlerde metalaşma sürecini artıracak politikalar uygulanmıştır. Neoliberal dönemde mülkiyet ağının yaygınlaştırılması için kentsel mekân tümden değiş tokuş ekonomisi içerisinde kullanım değerinden sıyrılarak, salt değişim değeri içerisinde değerlendirilecek biçimde metalaştırılmıştır. Metalaşma esas itibari ile liberal ekonominin kökeninde var olan ve gerçekleşmesi zorunlu bir aşamadır. Bir başka ifade ile neoliberalizmin de muhafazakârlığın da kilit taşı konumunda bulunan özel mülkiyetin oluşabilmesi için mekânın salt değişim değerine indirgenip, metalaştırılması zorunluluktur.

Kamusallıklar ise neoliberalizmde verimsizlik, özgürlüğü kısıtlayan despotluk gibi kavramlarla özdeşleştirilmiş ve yaşamsal önemde olan, her türlü yüce değerin kaynağı olarak tanımlanan özel mülkiyetin karşısındaki en büyük tehdit olarak görülmüştür. Bu anlamda özel mülkiyetin kurulabilmesi için kamusallıkların ortadan kaldırılması hedefi birinci öncelik olarak neoliberalizmin mekânsal stratejisi içerisinde yer almıştır. Muhafazakârlığın mekânsal anlamda kontrolü ve mahremiyeti sağlamak için kullandığı ve doğal sonuç olarak kamusallıkların ortadan kalkmasıyla sonuçlanan homojenleştirilerek parçalanmış mekân stratejisi; neoliberalizmin özel mülkiyetin hakim kılınması için kamusallıkların ortadan kaldırılmasını birinci öncelik olarak gören

131

mekânsal stratejisi ile örtüşmüştür. Yani neoliberalizmin kökeni liberalizmin “ortak malların trajedisi” olarak ortaya koyduğu kamusallıkların mutlak reddi üzerine inşa edilen kuram, muhafazakârlığın bölünmüş, kontrole dayalı ve özel mülkiyet eliyle ancak mahremiyetin ve muhafazakâr değerlerin korunabileceğini öne süren mekânsal stratejisi ile örtüşmüş, bu şekilde neoliberal dönemde yürütülen mekânsal stratejinin altlığı oluşmuştur.

Kamusallıkların parçalanmasının iki ideoloji için de günümüzde koalisyonu ayakta tutan bambaşka bir anlamı daha vardır. Her iki ideoloji özünde özgürlükçü olmadıkları için muhalif hareketlerin kontrol edilmesi iki ideolojik yapı açısından da önemlidir. Bu anlamda kamusal alanların (sokak, meydan, park vb.) kontrol edilmesi, (kontrole imkân verecek şekilde) parçalanması bu koalisyon için stratejik önemdedir.

Çünkü kamusal alan “…muhalefetlerini dile getirecekleri kurumsal bağlamdan yapısal olarak yoksun olanların toplu halde kendilerini ifade etmelerinin tek alanıdır” (Bayat, 2008: 45). Bu anlamda kamusal mekân, halkla otoritenin çatışma sahasıdır. İktidarı içeren ve iktidarın temsilini barındıran mekânın (Lefebvre, 2014) aktif ve katılımcı şekilde kullanımı ile kamusallığı artar ve çıkarların karşılıklı olarak artması ve çatışması neticesinde kamusal alan en şiddetli mücadelelerin yaşandığı alana dönüşür. Ayrıca kamusal alanları kullanan insanlar arasında aktif kullanımdan öte Bayat tarafından “pasif ağ” olarak nitelenen ve mekânda işleyen ilişki ağı mevcuttur. Kamusal alanda “pasif ağlar -atomize bireyler arasında ortak kimliklerinin sessizce tanınmasıyla ve mekân aracılığıyla kurulan ani iletişim vasıtasıyla yürütülür”55 (Bayat, 2008: 46). Aktif ve pasif iletişim ağlarının üretilmesinde önemli rolü olan ve ev sahipliği yapan kamusal mekânın bu anlamda kontrol edilmesi esasen toplumun kontrol edilmesinin önemli bir aracıdır.

55 Kamusal alanda aktif iletişim olmasa dahi insanların bir arada bulunmalarının belirli semboller, tarzlar (giyiniş, konuşma vb) üzerinden pasif bir iletişim ve yakınlık duymalarını Bayat pasif iletişim olarak tanımlamıştır (Bayat, 2008: 56). Bu anlamda pasif iletişim, aktif iletişimin potansiyel ve gömülü hali olarak da tanımlanabilir.

132

Ortaklıkları aşıp, dayanışmacı kimliklerin oluşumuna olanak sağlayan kamusal alanın parçalanması, muhalif hareketlerin doğmadan öldürülmesi ve neoliberal-muhafazakâr koalisyonun öngördüğü toplum yapısının inşası için önemli bir araçtır.

İki ideolojinin özel mülkiyetin yaygınlaştırılmasından sonra kurdukları koalisyonun mekândaki ikinci yansıması bölünmüş ve homojenleştirilmiş kentsel alandır.

Esasen baskıcı, mutlak iktidar ve kontrole dayalı bu iki ideoloji özünde özgürlükleri kısıtlayıcı ideolojiler oldukları için homojenleştirme ve ayrıştırma iki ideoloji için de stratejik bir araç olmuştur. Muhafazakârlık kent mekânında ayrışmış mahalleler, çıkmaz sokaklar, içe kapalı avlular gibi mimari ve kentsel unsurlar aracılığıyla ürettiği yabancıyı dışlama, görünür kılma ve kendine tabi kılma stratejileri üzerinden homojenleştirme ve ayrıştırma mekanizmalarını işler kılarken; neoliberalizm, kentsel alanda oluşan ranta (mutlak ya da differansiyel rant) el koymak için belirli alanları sermaye sınıfı lehine ele geçirmek için homojenleştirme ve ayrıştırma stratejilerini kullanır. Bununla birlikte neoliberalizmin kentsel alanda rant yaratmak üzerinden yürüttüğü her müdahale de esas itibari ile bölünmüşlük üzerinedir. Kentten kopuk olarak inşa edilen banliyöler ve kent merkezi arasında oluşan veya büyük projeler eliyle oluşturulan ve sermaye kesimi tarafından el konulan rant farkı tamamen parçalanmış kent kurgusunu doğurur. Bunun yanında sermaye kesimi açısından el konulan her alan kendi sınıfına ait zevk ve istekler doğrultusunda homojen ve kentten kopuk birimler haline getirilir. Bu alanlar hem sağladıkları fiziki kısıtlayıcılar (güvenlik, ulaşım kısıtlılığı vb.) hem de kültürel kısıtlayıcılar (sermaye sınıfına ait gündelik yaşam pratikleri, tüketim alışkanlıkları, tarz, giyim, yemek alışkanlıkları vb.) ile homojen ve kopuk birimler haline gelir. Stavrides’in kavramsallaştırmasında yer aldığı üzere modern metropoller artık görünür ya da

133

görünmez duvarlarla birbirinden keskin şekilde ayrılmış adacıklardan oluşan bir mekânsal örüntüdür 56 (Stavrides, 2016: 21, 32).

Bu alanlarda belirli sınıfın temsilcileri dışındaki kişilerin hemen fark edilip dışlanmasını sağlayacak biçimde mekânsal kurgu yaratılmıştır. Bu anlamda neoliberal dönemin güvenlikli siteler, özel proje alanları, tema parklar biçiminde ortaya çıkan bölünmüş ve yabancıyı dışlamak için her türlü kurguyu barındıran mekân örüntüsünün, İslam kentinin içerisinde var olan iç avlulu evler, çıkmaz sokaklar ve birbirinden ayrışmış mahalleler aracılığı ile üretilen güvenlik ve homojen mekânlar yaratmak üzere kurgulanan mekân örüntüsünün çağımıza projeksiyon edilmiş hali olduğu söylenebilir.

Diğer taraftan muhafazakâr kentte etnik ve dini kökene göre oluşmuş parçalı kent görüntüsü, neoliberalizmde ekonomik kaygılar neticesinde banliyöler, özel proje alanları ya da mutenalaştırma hareketleri ile kentsel ranta el koymak güdüsüyle hareket edilen ve mekânda bölünmüşlük yaratan ve değişik gelir gruplarına göre ayrışmış homojen yaşam alanları örüntüsü ile örtüşür. Ortaya çıkan parçalı kent görüntüsünde her parça kendine özgü zevk ve yaşam kalıplarına göre homojenliği katılaşmış alt birimler haline dönüşür.

Bu alt birimler salt tüketim üzerine kurgulanmış, kent merkezi ile ve diğer alt bölgelerle iletişimi minimuma indirilmiş alanlardır. Bu alanların her biri içine kapalı sistemler olarak kentsel alanda çalışırlar. Bu kimi zaman güvenlik gerekçeli mimari ya da fiziki

56 Stavrides modern metropollerin hâkim sınıflar tarafından özgürlükleri kısıtlayıcı ve farklılıkların birbirleri ile etkileşimini engelleyecek şekilde aşırı kontrole dayalı kapalı adacıklar biçiminde örgütlenmiş mekânsal yapılar olduğunu ifade eder. Stavrides bu adacıkların ya somut güvenlik elemanları kullanılarak oluşturulmuş görünür duvarlar, ya da hâkim sınıfın estetik ve kültürel kodlarını mekânda baskın kılması suretiyle ördüğü görünmez duvarlar aracılığı ile inşa edildiğini söyler. Stavrides özellikle farklılıkların karşılaşma ve birbirini dönüştürme olanağına kapı aralayan “eşik mekânlar” üzerinde durur. Eşik mekânlar en kestirme ifade ile değişimin ve özgürlüğün mekânları olarak görülür. Bu anlamda kamusal açık alanlardan, evin kapısına kadar değişen ölçekleri olan eşik mekânlar kent yaşamını biçimlendirmek ve kontrol altında tutmak isteyen hâkim ideolojinin ilgi alanındadır. Bu noktada da modern metropollerde eşik mekânlar ya tamamen ortadan kaldırılmış ya da aşırı kontrol altında tutulmuştur. Bu anlamda modern metropol, farklılıkların bir aradalığı ve etkileşimi değil; farklılıkların içe kapanarak muhafazası üzerinden şekillenmiş alt birimlerden (adacıklardan) oluşmuş bir yapıdır (Stavrides, 2016). Aynı şekilde bölünmüşlük üzerine vurgu yapan Goode’de (1978) “Şehrin sosyal mekânı, yaratılmış mekân haline geldiği ölçüde, kısmen sınıfsal ilişkileri birbirinden ayıracak şekilde örgütlenmiştir…varoşlar, gettolar, işlek caddeler hepsi doğrudan karşılaşmaları engellemenin yollarıdır” (Goode’den akt. Harvey, 2016: 251) tespitinde bulunmuştur.

134

unsurlar eliyle, kimi zaman ulaşım sisteminin içerisinde var olan kısıtlılıklarla, kimi zaman da bu alanların içerisinde oluşan kendine özgü (çoğu zaman sınıfsal homojenliği ve kontrolü sağlamaya yönelik) kültürel ve estetik unsurlar eliyle gerçekleştirilir.

Muhafazakâr kent kurgusunda etnik köken ve inanç üzerinden (din, mezhep vb.) kurgulanan bölünmüşlük, neoliberalizmde gelir grupları üzerinden var olmuştur.

Her iki ideoloji içinde kontrolü yüksek, homojen ve bölünmüş mekânlar, mekânsal örüntünün ilk göze çarpan özellikleridir. Bununla birlikte merkezle ve diğer parçalarla iletişimi minimuma indirgenmiş bu mekânsal örüntü kent bütününde

“kapsayıcı ve özgürlükçü” kamusallığın oluşmasını engeller. Bu bir yandan da her iki ideoloji için de mekânın zaptı için gerekli sosyolojik, psikolojik altyapıyı sağlar. Kent mekânının sahipsizliği, insandan arındırılması, gündelik hayatın bütünden öte parçalar üzerinden yürümesi, kent bütününde kamusallığa dayalı ve geniş katılımlı muhalefetin oluşmasını engeller. Bunun ötesinde geniş kesimler için kent ortak yaşam alanı olma özelliğini kaybeder.57 Ortak yaşam ve kamusallıklar üzerine inşa edilen hemşerilik hissi silikleşir. Mekân artık ortak paylaşım alanı değildir. Bu süreçten sonra ister ideolojik ister salt ekonomik amaçlarla olsun kentsel mekânın şekillendirilmesi kolaylaşır. Bu süreç Harvey tarafından şu şekilde ifade etmiştir:

“ Kendimizi giderek bölünmüş, parçalanmış, çatışma temayülü taşıyan şehirler içinde buluyoruz…Servet ve iktidarın dağılımındaki artan kutuplaşmanın sonuçları şehirlerimizin mekânsal formu üzerinde geri dönüşsüz izler bırakmakta, onları giderek etrafı çevrilmiş kent parçaları, güvenlik kontrollü konut alanları ve sürekli olarak gözetim altında tutulan özelleştirilmiş kamusal mekânlardan oluşan kentler haline getirmektedir…Bu koşullar altında, neoliberalizmin salgın bir hastalık gibi yayılan bireyci ahlakı tarafından zaten tehdit altında olan şehir kimliği yurttaşlık/hemşerilik aidiyet ve tutarlı bir kentsel politika gibi idealler konusunda ısrarcı olmak giderek daha güçleşmektedir (Harvey, 2013: 58).

57 Piyasa hâkimiyetinde oluşan kente ilişkin en çarpıcı benzetme Gündelik Hayatın Eleştirisi adlı eserinde Lefebvre tarafından yapılmıştır. Lefebvre’e göre kapitalizm uç aşaması olarak nasıl ki faşizmi doğuruyorsa, günümüzde salt piyasa hâkimiyetinde oluşan kentler de faşizmin mekânsal görüntüsü olarak toplama kamplarına dönüşme eğilimindedirler (Lefebvre, 2015 a: 248,249).

135

Özel mülkiyetin hâkimiyetinde, kamusallıkların hızla yıpratıldığı neoliberal dönemde salt değişim değerine indirgenmiş ve anlam yitimine uğramış kentte dönemin hâkim ideolojisinin kültürel üstyapısı olarak post-modern paradigmanın getirileri olarak din, inanç ve etnik kimliklere ilişkin temsiller her anlamda daha merkezi ve yoğun şekilde gündelik hayatta ve mekânda yer tutmaya başlamışlardır. Daha öz bir ifade ile kamusallıklarla ve evrensel vurgulara sahip kentli yurttaşın içe kapanması ile birlikte, kentsel mekânda oluşan anlam boşluğu din, etnik köken, tarihi geçmiş ve inanca yönelik temsillerle doldurulmuştur. Yani mekânsal kurgu anlamında bütünlüğün fiziki olarak kaybolduğu kent mekânında kültürel anlamda da bu parçalanmışlığı besleyecek bir görüntü oluşmuştur. Bu kültürel görüntü bir yandan muhafazakâr geçmişe yönelik verdiği referanslarla muhafazakâr ideolojiyi sürekli biçimde beslerken, diğer taraftan da neoliberalizmin kent mekânında yürüttüğü özgürlükçü kamusallığı reddeden ayrıştırıcı ve parçalanmışlığa dayalı mekân stratejisini destekleyici kültürel üstyapıyı oluşturmuştur.

Sonuç itibariyle neoliberalizmin muhafazakârlıkla kurduğu koalisyonun oluşturduğu mekânsal yapıda öne çıkan özel mülkiyetin hâkimiyeti altında oluşmuş homojen alt birimler yaratmaya yönelik bölünmüşlük, parçalanmışlık üzerine dayalı bir mekânsal kurgudur. Bu şekilde neoliberal dönemde kentsel mekân neoliberal-muhafazakâr koalisyonun siyasal temsilcileri açısından yaşamsal seviyede önemli olan özel mülkiyetin hâkimiyetine sokulurken, kamusallıklar parçalanmış ve kent adeta birbirinden bağımsız mekânlardan oluşan kolaj haline getirilmiştir. Bu mekânsal kurgu koalisyonun yaratmaya çalıştığı toplum yapısı olarak sosyal hayatta özgürlükçü ve kamusallıkları önemseyen yurttaş fikrinin yerine dini inanışlara dayalı topluluğun (ümmet) oluşmasını kolaylaştırır. Mekânın parçalanmasına koşut olarak postmodern paradigma içerisinde parçalı hale gelen ve eski evrensel ve uzun erimli amaçlarını yitiren toplum yapısında yükselen değer olarak dinin ve inanışların sembollerinin mekân

136

üzerindeki görünürlükleri ve sosyal hayattaki etkileri artar. Artık kentsel mekân özgürlükçü kamusallığın yaşandığı değil, kısıtlanmış kamusallığın ve muhafazakârlığın mekânsal temsilleriyle baskı altına alındığı mekândır. Kent bir eser ya da yapıt olmayıp, piyasa hâkimiyetinde değişim değerinden başka anlamlarını yitirmiş metalaşmış bir üründür. Yapıttan, ürüne bu acımasız dönüşüm dünyanın birçok alanında olduğu gibi Türkiye’de de kentsel alanda yaşanmaktadır. Tezin sonraki kısmı Türkiye özelinde bu dönüşümün nasıl gerçekleştirildiğinin açıklanması üzerine odaklanmıştır.

137

3. TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIK VE (NEO)LİBERALİZM ARASINDAKİ