• Sonuç bulunamadı

Yapılı Çevrenin Dönüştürülmesi Eliyle Homojenleştirme ve Ayrıştırma Sermayenin kentsel mekânda yoğunluklu olarak müdahalede bulunduğu üçüncü

1.KOALİSYONUN İDEOLOJİK BOYUTU: NEOLİBERALİZMİN STRATEJİK ARACI OLARAK MUHAFAZAKÂRLAŞMA

2. KOALİSYONUN MEKÂNSAL BOYUTU: İDEOLOJİK AYGIT OLARAK MEKÂN

2.2. NEOLİBERALİZMİN MEKÂN ALGISI VE KURGUSU

2.2.2. Neoliberal İdeolojinin Mekânsal Stratejisi: Bölünmüş Kent

2.2.2.3. Yapılı Çevrenin Dönüştürülmesi Eliyle Homojenleştirme ve Ayrıştırma Sermayenin kentsel mekânda yoğunluklu olarak müdahalede bulunduğu üçüncü

alan ise yapılı çevredir. Ancak yapılı çevre ile banliyöler arasında her koşulda diyalektik bir ilişki mevcuttur ve gelişmeleri birbirini besler. Ekonomik açıdan ele alındığında bu işleyiş esas itibari ile rant kavramına bağlıdır. Sermaye tarafından kentsel alanın kullanılması kentsel alanda büyüyen sermayeye koşut olarak kentsel mekânın yayılması sonucunu yaratmıştır. Banliyöleşen bölgeler yeni yapı stokları ve belediye uygulamaları ile kolayca gelir grubuna göre sınıflandırılabilecek, hizmetler açısından görece gelişmiş izole mekânlar olarak kentlerde ortaya çıkarken, kent merkezleri giderek eskiyen ve yerel idarelerin bütçelerinden giderek azalan oranda aldıkları pay neticesinde fiziki ve sosyal donatılardaki çöküşe bağlı olarak sermaye kesiminin mutenalaştırma için girebilecekleri çöküntü alanlar haline gelirler.

Banliyöleşme her ne kadar yapılı çevreden kopuk bir gelişime işaret etse de etkileri kent bütününün tamamı için geçerlidir. Banliyöler biçiminde görülen bu mekânsal yayılma, banliyö alanları ve yapılı çevre arasında rant farkı oluşturur. Çünkü banliyö bölgelerindeki arsa fiyatlarının yükselmesi, kent içerisindeki arsaların nispi fiyatını

118

düşürür. Kentsel mekân üzerinde banliyö ve yapılı çevre arasında meydana gelen bu rant farkı neoliberal dönemde kentsel gelişmeyi yönlendiren temel unsurdur.

Kent merkezlerinde yani yapılı çevrede çöküntüyü hızlandıran ikinci unsur ise birçok şehirde yaşanan sanayisizleşme sürecidir. Bu süreçle birlikte yapılı çevrede birçok alan ekonomik olarak atıl duruma gelirken kent merkezlerinin yeni ekonomik komposizyonu bu alanlarda çalışan geniş bir kesimi işsiz hale getirmiştir. Kent merkezinde yaşayan kişilerin yaşadıkları bu ekonomik çöküş doğal olarak kent merkezinde fiziki ve sosyal anlamda da çöküş yaratmaktadır. Ancak yine de unutmamak gerekir ki mutenalaştırma sürecinin temel itici gücü yapılı çevre ve banliyöler arasında ortaya çıkan rant farkıdır.49 Bu durum Smith tarafından şu şekilde ifade edilmiştir:

“En temel düzeyde, kent merkezlerinin ve kent içi alanların yeniden yapılandırılması için iktisadi fırsatı yaratan şey, sermayenin yeni banliyö peyzajlarının inşasına aktarılması ve bunun sonucunda rant farkının oluşturulmasıdır. Merkezdeki sermayenin değer kaybı, kentsel mekânın bu “az gelişmiş” kısmının yeniden değerlenmesi için fırsat yaratır” (Smith, 2015:40).

Görüleceği üzere banliyöleşme bir yanıyla kentten kopuk bölünmüş homojen mekânlar yaratırken, diğer yandan da yarattığı eşitsiz gelişmeden dolayı kentin hâlihazırda yapılaşmış diğer kesimlerini de sermaye müdahalesine açık hale getirmektedir. Bütünlüklü olarak ele alındığında yapılı çevre üzerine yürütülen politikaların ve banliyöleşmenin birbirinin alternatifi değil, birbirini besleyen stratejiler olarak çalıştığı görülmektedir.

Banliyöleşme bu ekonomik ve mekânsal kurgu içerisinde sürekli kendini üreten bir mekânizma olarak çalışır. Banliyöleşme ekonomik olarak ele alındığında temel itkisi

49 Tarihsel olarak incelendiğinde de yapılı çevrelerin mutenalaştırılması ancak Sanayi Devrimi kentlerinin büyük oranda genişlemesine yol açtıktan ve banliyöleşme süreci bu genişlemenin bir parçası olarak coğrafi farklılaşmanın gittikçe şiddetlenmesine sebep olduktan sonra gündeme gelebilmiştir (Williams ve Smith, 2015: 274).

119

yapılaşmış kentsel alanla ortaya çıkan rant farkı olduğu için sermaye bu rant farkını sürekli ve canlı tutmak için kentlerde banliyöleşme sürekli ve daim hale gelir. Yani her banliyöleşme hareketi ile rant farkı ve bu rant farkının yayıldığı coğrafi alan genişler. Her yeni banliyö ise bir önceki banliyönün (bir anlamda yapılı çevrenin) değer yitimini beraberinde getirir. Bu şekilde sermaye kesiminin kar elde etmesine olanak sağlayacak eşitsiz gelişim hâkim kılınır (Smith, 2015: 29-55).

Yapılı çevreyi sermayenin sürekli müdahalesine açık hale getiren bu işleyiş neticesinde yapılı çevre üzerindeki mekânsal kurguyu belirleyen sermayenin taktiği yine değişmez: homojenleştirerek ayrıştırma. Elde edilmesi gereken rantın ekonomik anlamlılığının (kapitalist mantık içerisinde) olabilmesi için yapılı çevre üzerinde kurgulanan yeni mekânsal örüntü çok daha yoğun, değişim değeri üzerinden insanların iştahlarının kabartıldığı, metalaşmış; içinde yaşamaya başlanıldığı andan itibaren de tüketimin körüklendiği ve kentin diğer kesimlerinden kopuk bir mekânsal örüntüdür.

Yapılı çevreyi ele geçiren sermaye sınıfı kendi kodlarına ve gündelik yaşam pratiklerine uygun mekânları bu alanlar üzerinde yaratır. Lefebvre tarafından Müteahhit Şehirciliği olarak tanımlanan bu süreçte “yeni bir yaşam tarzı”, “yeni bir yaşam sanatının”

doğduğu iddia edilir ve “gündelik hayatın büyülü şekilde peri masalına dönüştürüldüğü”

iddiasındaki tasarım ürünü mekân artık pazarlanabilir bir meta haline dönüştürülür (Lefebvre, 2016: 43). Bu mekân temelde kentin geri kalanından farklı olduğu iddiasındadır. Oluşan yeni mekân kenti bilinçaltında yaşanamaz bir alan olarak kodlarken, kendini tasarım eliyle her şeyin yeniden kurgulandığı ve “tasarlanmış”

farklılığı ile her türlü ayrıcalığı içerisinde taşıyan “yaşam alanı” olarak piyasaya sunar.

Ortaya çıkan bu yeni mekânsal örüntüde farklılık temelde tüketimciliğin ve zenginliğin görünür kılınması eliyle elde edilir (Beauregard, 2015: 57). Yapılı çevrelerde mekânsal hâkimiyeti ele geçiren yeni sınıf, zevk anlayışlarını yansıtan ileri teknoloji ürünü, kapalı iç çevrelerinde yaşar. Statü anlayışlarını gösterip güçlendirecek özgür ve daha kaliteli

120

kıyafetlerin ve yiyeceklerin satıldığı özel dükkânlar, moda restoranlar (Beauregard, 2015:

58) mekânda teknoloji ürünü kapalı evlerle birlikte hâkim öğeler olarak öne çıkarlar.

Kentin fiziksel mekânının metalaşması gibi kent kültürü de metalaşmış bir kalıp haline dönüşmüştür (Williams, 1977: 11-20). Artık mutenalaştırılarak ele geçirilen alanda kent tanımının referans verdiği hiçbir ortaklık ve kapsayıcılık yoktur. Yeni ele geçirilen (mutenalaştırılan) alan estetik olarak farklı, sanatsal olarak ayırt edici olmalıdır. Bu yeni üst gelir grubuna ait insanlar ortaya koydukları farklılıklarla ayırt edici statü ile birlikte

“kültürel zenginlik yetkisi”ni elde eder (Diggins, 1978’den akt. Jager, 2015: 116). Tüm bu süreç neticesinde kent hem mekânsal hem de kültürel anlamda parçalanmış bir görünüm elde eder.

2.2.3. Neoliberalizmin Kültürel Üstyapısı Olarak Postmodernizmin Mekâna