• Sonuç bulunamadı

Neoliberalizmin Kültürel Üstyapısı Olarak Postmodernizmin Mekâna Yansıması: Dinin ve Seçili Tarihin Hâkimiyeti

1.KOALİSYONUN İDEOLOJİK BOYUTU: NEOLİBERALİZMİN STRATEJİK ARACI OLARAK MUHAFAZAKÂRLAŞMA

2. KOALİSYONUN MEKÂNSAL BOYUTU: İDEOLOJİK AYGIT OLARAK MEKÂN

2.2. NEOLİBERALİZMİN MEKÂN ALGISI VE KURGUSU

2.2.3. Neoliberalizmin Kültürel Üstyapısı Olarak Postmodernizmin Mekâna Yansıması: Dinin ve Seçili Tarihin Hâkimiyeti

Neoliberal dönemin ideolojik kurgusuna uygun şekilde postmodern paradigma birçok alanda gündelik hayatta ve entelektüel tartışmalarda kullanılmıştır.

Postmodernizm Lyotard tarafından Postmodern Durum adlı eserinde modernizmin mirası olarak görülmüştür. Lyotard modernizmin mirasından çıkan bu yeni durumda bütüncül şekilde tarihi ve toplumsal işleyişi açıklama iddiası taşıyan meta anlatıların çağının kapandığını, bunun yerine küçük ölçekli ve sınırlı anlatı iddialarının geçerli olabileceği yeni bir dönem olarak postmodern çağın başladığını öne sürmüştür (Lyotard, 1997).

Jameson ise postmodernizmi Marksist açıdan ele almış ve kapitalizmin gelişmesinde belirli bir aşama olarak kültürel, estetik ve mimari anlamda etkiler yaratmış “kapitalizmin üçüncü dönemi ya da geç kapitalizm” (Jameson, 1992: 47-48) olarak tanımlamıştır.

Şaylan’a göre ise “postmodernizmi bir kuram ya da kuramlar bütünü olarak tanımlamak olanaksızdır. Postmodernizmi içinde yarışan, farklı eğilim ve yaklaşımların yer aldığı,

121

sınırları belli olmayan bir alan olarak düşünmek gerekmektedir.” Bu çerçevede postmodernizm bir yandan özgürleştirme projeksiyonunun, diğer yandan da tutucu yaklaşım ve değerlerin altını çizer (Şaylan, 2002: 29).

Bu belirsizliği ve muğlaklığı içerisinde Harvey postmodernizmin temel özelliklerinin “parçalanma, belirlenemezlik ve bütün evrensel “bütüncül” (totalizing) söylemlere karşı derin bir güvensizlik” (Harvey, 2010: 21) olduğunu belirtmiştir.

Postmodern paradigma genel hatları ile modernizmi aşan, onun öğretileri ve değerlerinin ötesinde yeni bir anlayışın hâkimiyetini ilan ettiği savıyla modernizmin evrenselci ve her şeyi açıklama iddiasını reddederken; yöntem olarak pozitivizmin büyük teorilerinin yerine çoklu doğruların, çoklu yöntemlerin olduğunu öne sürerek, evrensel olandan daha çok yerel olana vurgu yapan düşünce sistematiğini yöntem olarak benimser. Evrensel doğruların yerini yerel ve çoklu doğrular alırken “postmodern paradigma[da] bilginin yerelliğine ve bağlamsal oluşuna yapılan vurgular, bu bilginin en önemli bağlamlarından birini oluşturan mekânların (yani coğrafyaların) önemini de ön plana çıkarmıştır (Kaygalak, 2011: 5). Postmodernliğin yerelliğe gösterdiği ilgi, küresel kapitalizmin neoliberal dönemde mekâna verdiği önemle bütünlük içerisindedir (Kumar, 2013: 221).

Neoliberalizmin yeni üretim tarzında esnekleşmiş talep ve işgücünde yerelin önemi, kültür yapısı, zevkleri; üretim ve tüketim süreçlerindeki esnekliği destekleyecek ve tahrik edecek şekilde ön plana çıkarılırken, postmodernizm neoliberalizmin bu üretim tarzı ve üretim ilişkileri ile örtüşür şekilde yerelin altını çizen, onu önceleyen ve görünür kılan bir düşünce sistematiğini ve uygulamaları gündelik hayatımıza sokmuştur.

Postmodernizmin bu mikro bakış açısındaki evrenselcilik karşıtı ve yereli önceleyen vurgusu bir anlamda zorunlu olarak yerellikle örtüşür şekilde gelenek ve geçmiş kavramlarını öne çıkarır. Modernizmle çatışmasında postmodernizm ilerleme fikrinden sakınıp, her türlü tarihsel süreklilik ve bellek duygusunu terk ederken, bir yandan da yerel ve gelenek kavramlarını beslemek adına tarihi yağmalama ve orada ne

122

bulursa massetme konusunda inanılmaz bir yetenek geliştirir. Bu doğrultuda kapitalist sınıf tarafından yapı bozuma uğratılan öncelikli alanlardan biri de tarih haline gelir.

Mekânda hâkimiyeti pekiştirmek amacıyla teşhirci tüketimin yanı sıra tarihin de tüketilmesi ve yeniden üretilmesi bu anlamda uygulanan bir stratejidir (Jager, 2015: 115).

Yani mekânda fiziki yapıbozum ile anlamsal içerikte yapıbozum üst üste biner. Geçmiş zaman artık gelecekte elde edilecek fayda için yapıbozuma uğratılır. Çünkü “Mazi, aynı zamanda meşruluk arayan bir sosyal başarı, bir veraset, bir “asalet” onayıdır (Baudrillard, 1981’den akt. Jager, 2015: 115). Mekânı ekonomik bir mal olarak ele geçiren sermaye sınıfı için ikinci adım mekândaki temsiliyetlerini tahakküm edecek unsurların toplanması ve yaratılmasıdır.50 Bunun yapılabileceği en önemli ve verimli alan tarihin kendisidir.

Sermaye sınıfı statü güdüsüyle temsil edildiği mekânı kamusallığa referans veren semboller yerine, kendi sınıfsal ve ideolojik köklerine referans veren unsurlarla doldurur.

Sonuçta mekânsal anlamda bölünmeyi besleyecek şekilde estetik ve kültürel anlamda da bir bölünme postmodern paradigma aracılığıyla kente hâkim olur ve her şey gibi tarihin kendisi de sermaye sınıfının zevk ve arzularına göre metalaştırılır.

Harvey’e göre postmodernizm ortaya çıktığı dönemde hâkim ideolojilerin içerisinde bulundukları krizden de yararlanarak geçmişe referans vererek ve yerel kültürlere ilişkin vurgularla kendi üslubuna şekil vermiştir. Postmodernizm modernizmin kapsayıcı ve evrensel bakış açısı itibariyle bütünselliği reddederken “yerel” ve

“geleneksel” olana sığınır. Bu kültürel ortamdan faydalanan sermaye kesimi kent mekânında kendi stratejisini besleyecek tarihi referansları geçmişten bölük pörçük alır ve

50 Jagger, Avustralya Melbourne’de yaşanan mutenalaştırma projelerinin birçoğunun Viktorya dönemine referansla gerçekleştirildiğini ortaya koymuştur. Bu projelerde park peyzajından, ev içi dekorasyona ve hatta reklam filmlerinin dillerinde bile bu tarihi döneme ait göndermelerin seçkin sınıf üzerindeki arzuyu kışkırtmak üzere vurgulandığını belirtmiştir. Bu esas itibari ile gösterişçi tüketimi tahrik etmek amacıyla (burjuva sınıfına özgü) tarihin metalaştırılarak kullanılmasının örneğidir. Diğer taraftan da oluşturulan dil, üstü estetik söylemlerle örtülmüş ırkçı ve şoven bir dildir. Ve bu dil kentsel mekânda istenmeyen kitleleri dışlamak, alandan kovmak için seçkin sınıf tarafından kendini meşrulaştırıcı ve diğer kesimleri aşağılayıcı bir araç olarak kullanılır (Jagger, 2014: 111-127).

123

bunları kendi keyfine göre karıştırır (Harvey, 2010: 71). Sonuçta ortaya çıkan gelenekle, yakın geçmişin süreksizlik taşıyan eklektik bir karışımıdır (Harvey, 1993: 56).

Mekân artık bütünlüklü olarak, tüm sorunları ve bileşenleri ile ele alınan bir yapıda değildir. Mekân, bütünsellikten ziyade parçalar üzerine pratik üreten postmodernizmde parçalı ve eklektik bir yapıdadır. Bu parçalı yapıyı besleyecek şekilde planlama disiplini de ölçeğini küçülterek bütünden öte parçalar ile ilgilenmeye başlamıştır. Postmodern dönemde modernizmin kapsayıcı ve bütüncül planları yerine küçük ölçekli planların birbirinden farklı öncelikler ve amaçlar doğrultusunda planlanması ile mekân şekillenir. Bu dönemde “büyük ölçüde farklılaşmış, mekân ve bileşimlerin bir “kolajı” olarak algılanan kentsel gelişmeye “çoğulcu” ve “organik”

stratejilerle yaklaşmak genel kural haline gelmiştir. Günümüz teması kolaj kenttir”

(Harvey, 2010: 56). Bütünden çok parçalarla ilgilenen, uzun erimli toplu fayda hedefinin anlamsızlığına inanan postmodern düşünce sistematiğince öne çıkan anlık istek, zevk ve çıkarlardır. Bu gelip geçici hal kentlerin şekillenmesinde parçalanmışlığı ve gelip geçiciliği olağanlaştırır.

Yeni dönem esasen metalaşan mekânın üretimi ve tüketiminde kapitalist mantık açısından olanaklı bir alan yaratmıştır. Mekân artık geniş kapsamlı ve uzun vadeli amaç ve riskler doğrultusunda ele alınan bir yapı değil, küçük birimlerin anlık zevk ve isteklerine göre tasarlanan bir alandır. Bu neoliberalizmin mekânı metalaştırırken kamusallıklardan ve uzun vadeli, geniş ölçekli ortak fayda gibi kapitalist mantık açısından özel mülkiyeti beslemediği için bir şey ifade etmeyen yüklerden kurtulmasına olanak sağlarken, diğer yandan da metalaşan mekânın üretim ve tüketimini canlı tutmak adına belirli sınıfların veya grupların zevk ve taleplerini ön plana çıkarmasına olanak sağlayacak kültürel altyapı sağlar. Postmodern paradigma yarattığı planlama pratiği, öncelikleri itibariyle ve mekân algısıyla neoliberalizmin kültürel üst yapısı olarak sermaye sınıfının mekâna ait arzu ve isteklerini gerçekleştirecek kültürel ortamı sağlar.

124

Postmodernizm bu dönüşümü sadece yerele ve geleneğe vurgu yaparak ya da kamu yararını ve uzun vadeli ortak faydayı hedefleyen planlama pratiğini dönüştürerek yapmaz. Yöntem olarak modernizmden kopuş ya da onu aşma iddiasındaki postmodern proje, modernizmin rasyonel aklıyla da çatışma halindedir. Postmodernizm tanrısız bir benlik iddiasının olanaksızlığını savunur. Tanrının yokluğunda, herhangi bir ruhsal ya da ahlaki araçtan yoksun kalınacağı tezine dayanan “postmodern teolojik proje, aklın kudretini terk etmeksizin, Tanrının hakikatini yeniden ileri sürmekt[ed]ir” (Harvey, 2010:

57). Tüm dünyada mevcut dini eğilimlerin artış eğilimine girmesinin yanında yeni paranormal inançların ve yeni pagan inanış şekillerinin yükselmesine bağlı olarak bu yeni dönem kimilerince “kutsala dönüş veya kutsalda patlama” (Arslan, 2015: 56) olarak görülürken, bu süreçle ilgili en çarpıcı betimleme Gilles Keppel tarafından “Tanrının intikamı” şeklindeki ifadeyle yapılmıştır (Aktay, 1998: 300).

Sosyal bilimcilerin birçoğu tarafından yapılan araştırmalarda kentleşme ve sekülerleşme arasında birbirini besleyen bir ilişkinin var olduğu 1970’lere gelene kadar genel kabul görmüştür. 18.yy içerisinde Avrupa ve Amerika kentlerinin birçoğunda

“kiliselerin ölümü” olarak nitelenen kilise cemaatinde ciddi düşüşlerin olduğunu söyleyen bilimsel çalışmalar (Callahan, 1995; Singleton, 1979; Wickham, 1957), 1950’li ve 1960’lı yıllarda da benzer şekilde kentsel alanlarda dini inanışların ve pratiklerin azaldığını ortaya koyan çalışmalar yapılmıştır (Berger, 1967: 105-171; Bruce, 1992).51 Kurumsal ayrışma ve kentleşme ile birlikte modernleşmenin dini zayıflatacağı ve insanların özel hayatlarına çekileceği yönündeki bu genel varsayım 1970’lere gelindiğinde sarsıntıya uğrayıp; tam tersi bir şekilde dine ve inanışlara her alanda güçlü bir geri dönüş başlarken, bizatihi sekülerliği artıracağı iddia edilen kentler kimi zaman birçok radikal dini hareketin doğuşuna ev sahipliği yapmıştır (Furseth, 2015: 57, 68;

51 Avrupa temelli çalışmalarda dini inanışların 18. yy’da itibaren azaldığı yönünde genel bir kabul varken, Amerika kıtasında bu durum Avrupa’daki kadar belirgin olmamıştır. Amerika’daki dini inanışların 18.

yy’dan itibaren yükselen seyrine ilişkin bir çalışma için bkz (Finke, 1992: 145-169).

125

Alsayyad, 2015: 22). Furseth kentlerde yükselen bu dinci hareketlerin neoliberal dönem kent kurgusu ile yakın ilişkisi olduğunu çünkü bu hareketlerin kentsel hizmet sunumundaki eşitsizlikten beslendiğini söylerken (Furseth, 2015: 60, 61); paralel şekilde Alsayyad “devlet gücünün…neoliberal ekonomik paradigma altında çökmesinin sadece dini gruplar tarafından doldurulacak bir boşluk bıraktığını” belirtmiştir (Alsayyad, 2015:

22). Sağlık hizmetleri, kreş, okul, dezavantajlı gruplar için hizmet faaliyetleri bu anlamda dini gruplar tarafından ağırlıkla doldurulan alanlar olmuştur (Appleby ve Marty, 1991;

Voll, 1991; Ammerman, 1991). Bu duruma örnek olarak Beyrut’un güneyinde bulunan ve ağırlıkla Şii Müslüman nüfus barındıran bölgede (Dahiyye) Hizbullah, sosyal hizmet sunumundaki pratikler aracılığı ile güç sahibi olup, iktidarı elde etmiştir (Harb, 2015:

210). Hamas ise mülteci kamplarının Müslümanlaştırılmasında en önemli strateji olarak

“dini mekânları insani yardım amacı ile ustaca ve metodolojik olarak” kullanmıştır (Giovannini, 2015: 265).

Kentsel alanda neoliberal dönemde devlet gücünün azalması ile yaşanan krizin sonucu olarak oluşan boşluk din üzerinden işletilen pratiklerle doldurulmuştur. Gündelik hayatta yaşanan bu kriz bir anlamda modern çağın krizi olarak görülmüş ve seküler bir yaşamı ifade eden modernizmin aksine postmodernizm, dinin ve inancın her anlamda daha merkezi bir yer kapladığı döneme işaret etmiştir. Bu süreç sonunda sosyal yaşamda ve mekânda dinin ve dini form ve yapıların hâkimiyeti gelenekçiliğe ve rasyonalizm karşıtlığına referansla artmıştır. Bu anlamda postmodernizm neoliberalizmin koalisyon ortağı olarak muhafazakâr ideolojinin hayat bulmasına olanak sağlayacak altyapıyı hazırlamıştır. Bu altyapının en önemli ayağı olarak kentsel mekânda da postmodern dönem içerisinde rasyonalizmin yerine dini inanışların ve gelenek üzerinden tarihe referans veren eklektik yapıların mekânsal hâkimiyeti hızla artmıştır.

126