• Sonuç bulunamadı

1.KOALİSYONUN İDEOLOJİK BOYUTU: NEOLİBERALİZMİN STRATEJİK ARACI OLARAK MUHAFAZAKÂRLAŞMA

1.3. NEOLİBERALİZM-MUHAFAZAKÂRLIK İLİŞKİSİNİN İDEOLOJİK YÜZÜ

1970’lerde kapitalizmin dünya ölçeğinde uyguladığı yeni uluslararası işbölümünün sonucu ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda ortaya çıkan yeni işleyiş olarak neoliberalizmin uygulayıcıları muhafazakâr partiler olmuşlardır. Sınıf kuvvetlerinin dengesine ve kapitalist sınıfın devlete bağımlılık durumuna bağlı olarak seçimlerden askeri darbelere kadar değişen şekillerde neoliberalizm farklı strateji ve

48

işleyişlerle hayata geçirilmiştir (Harvey, 2015: 95-161). Bu dönüşüm ABD ve İngiltere gibi ülkelerde seçimlerle olsa da, bu dönüşüme direnen Arjantin, Şili ve Türkiye gibi ülkelerde sistemin değişimi askeri darbeler eliyle olmuştur. Bu durum basit bir rastlantıdan öte teorik ve pratik açıdan neoliberalizm ve muhafazakârlık arasında kurulan bu koalisyonun ortaklık kurabilecekleri sağlam düşünsel kökenlerinin olduğunu göstermektedir. İlk bakışta liberalizmden türeyen neoliberalizmin kökenleri itibari ile muhafazakâr ideoloji ile uyum sağlama, bir koalisyonun parçası olma ihtimali yok gibi görünse de esas itibari ile bu bölümde yapılan analizler bu birlikteliğin sağlam temeller üzerine kurulduğunu göstermektedir.

Bu temel değerlerden en somut ve tartışmasız olanı özel mülkiyettir. Özel mülkiyet her iki ideolojik yapı için de yaşamsal önemdedir. Liberalizmin aristokrasiye karşı savaşının temelinde “özel mülkiyet” haklarının korunması vardır ve özel mülkiyet liberal ekonominin temelidir. Gelecek kuşaklara referans verilerek girişimciye tanınan mülk edinme ve mülkiyetini artırma hakkı aile kavramı üzerinden sürekli kılınmıştır. Aile liberalizmde mülkiyetin korunması, çoğaltılması ve gelecek “soylu kuşaklara”

aktarılması için yaşamsal seviyede önemli bir kurum olarak liberalizm içerisinde yükselir.

Aynı şekilde özel mülkiyet muhafazakâr ideoloji içerisinde de yaşamsal önemdedir. Çünkü muhafazakâr düşünceye göre muhafazakârlığın gereği olarak soyut, belirsiz ve güvensiz olan geleceği “güvenli” bir alan haline getirmenin yegâne yolu geleceğe aktarılacak değerler, eserler ve uygarlıktır. Bu aktarım ise ancak özel mülkiyet eliyle yapılabilir. Mülkiyet ayrıca insanı güvenilmez ve her an kusur yapmaya meyilli bir figür olarak resmeden muhafazakâr düşünce sisteminde toplumu güven ve denge içerisinde tutmanın yegâne yoludur. Çünkü muhafazakârlıkta insanın kontrol edilmesinin ve insanlar arası ilişkinin temeli özel mülkiyet olarak görülür. Bu anlamda özel mülkiyetin korunması sağlıklı toplumsal ilişkinin ve bu ilişkiler neticesinde oluşan toplumsal yapının temelidir.

49

Soyut değerlerle ve belirsizliklerle kuşatılmış gelecek fikrine karşılık yegâne güvenli liman olarak geleneksel değerlerin toplamı olarak resmedilen geçmişin aynı değerler üzerinden geleceğe aktarılmasının, yani geleneğin varlığını sürdürmesinin ve buna bağlı olarak güven içerisinde bir toplum kurmanın yegâne aracı olarak özel mülkiyet muhafazakâr ideoloji açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu anlayışın doğal sonucu olarak da özel mülkiyetin üzerine yükseldiği ve koruyuculuğunu üstlenen aile kurumu liberal ideolojide olduğu gibi muhafazakârlıkta da toplumdan öte öne çıkan birimdir.

Aile liberal ideolojide sınıflı toplumun sürekliliğini daim kılıp, nesiller boyu sürmesini sağlarken; muhafazakâr ideoloji içerisinde de gelenekleri ve değerleri gelecek kuşaklara aktaran yapı olması sebebi ile önemlidir. Bununla birlikte geleneksel bir kurum olarak görülmesi itibariyle de aile, bireyden ve toplumdan öte muhafazakârlıkta öne çıkan birimdir. Bu anlamda aile, cemaat kurgusu çerçevesinde şekillenen muhafazakâr toplumun temelini oluşturur. Her iki ideolojik yapı da geniş bir bütün olarak, ortaklıklar çerçevesinde oluşmuş toplum fikrini reddeder. İki ideolojik yapı da parçalı, bölünmüş toplum yapısı üzerine kuruludur ve bu kurgu toplumda bütünden öte parçaya referans vermesi sebebi ile bölünmüş bir toplum yapısı ortaya koyar. Bu yapı doğal sonuç olarak kapsayıcı kamusallığı reddeden bir kurguyu yaratır. Bu kurgu liberalizmde sermayenin gelecek kuşaklara aktarılmasının aracı olarak görülen, muhafazakârlıkta ise geleneklerin gelecek kuşaklara aktarılmasının yegâne aracı olarak görülen aile kurumuna yapılan güçlü vurgu ile oluşur. Sonuçta aile liberalizmde sermayenin, muhafazakârlıkta ise geleneksel değerlerin geleceğe taşınmasına olanak veren yapı olarak görev yapar.

Muhafazakârlık ve liberalizm arasındaki üçüncü uzlaşı noktası ise insan aklının tanrısal kökenlerine ilişkindir. Bu ortaçağ düşünce sistematiğine karşı aydınlanma ve reform hareketlerini tarihsel arka planı olarak konumlayan liberal ideoloji açısından aykırı bir önerme olarak görülebilir. Ancak liberalizmin temelini oluşturan kilit taşı niteliğindeki “özel mülkiyet” söz konusu olunca liberal ideoloji açısından çelişkiden öte

50

tanrısal köken adeta bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Hem Locke’un hem Bastiat’ın görüşlerinde dünya üzerinde tanrıyı anlayabilecek tek varlığın insan olduğu, insanın bunu başarabilmesine olanak veren rasyonel aklın da bizatihi tanrı tarafından insana bahşedildiği önermesi mevcuttur15. Tanrının rasyonel akılla donattığı insan için yeryüzünü şekillendirmek öncelikli görev ve sorumluluk olup, bu görevi yerine getirmedeki yegâne araç özel mülkiyet olarak görülmüştür (bkz. Dipnot 1). Görüleceği üzere liberal ideolojinin kuramsal temelleri içerisinde rasyonel akılla donatılmış insan figürü bir anlamda tanrıya referansla kurulur ve bu teolojik temel, mülkiyet edinmeyi daim ve ulvi bir görev olarak tanımlar. Bu anlamda klasik liberalizmin düşünsel kökenlerinde bulunan merkezdeki “özgür insan” figürüne ait teolojik kökenler neoliberalizm ve muhafazakârlık arasında kurulacak koalisyon için teorik bir temel kurulmasına olanak verir.

1970’ler kapitalizm ve savaş karşıtlığının, geniş özgürlükçü anlayışıyla 68 hareketi gibi güçlü etki yaratmış muhalif hareketlerin yükselişte olduğu yıllardır. Bu muhalif hareketler muhafazakârlığın ve neoliberalizmin ortaklık kurduğu diğer bir alan olmuştur. Bir yandan mülkiyet kavramına karşı eleştirileri, diğer yandan geleneksel toplum eleştirisinin çok ötesinde ve devrimci toplum ideallerini içerisinde barındıran toplumsal hareketler (68 baharı, yükselen sol muhalefet vb.) her iki kesim içinde ortak risk alanı yaratmıştır. “Altmışlı yılların sonlarında Berkeley kampüsündeki çatışmalar, Paris’te çiçeklerle süslenmiş Mayıs barikatları, Berlin’in beton duvarı üzerindeki slogan

15 Örneğin liberal düşüncenin kurucusu kabul edilen John Locke insanoğlunun sahip olduğu rasyonel akıl ve mülkiyet arasındaki ilişkiyi şu şekilde kurmuştur: “Dünyayı insanlara ortak olarak veren Tanrı, insanlara ayrıca dünyayı hayat için en avantajlı ve uygun biçimde kullanmaları için akıl vermiştir” (Locke, 2010: 45).

John Locke’a göre diğer varlıklardan farklı olarak duyum haricinde aklıyla tanrının varoluşunu algılayabilen ve açıklayan tek varlık insandır. Bu şekilde Tanrı ve us arasında doğrudan ilişki kuran John Locke insandaki akıl öğesini tanrısal bir yeti olarak ayrıcalıklı bir yere koymuştur (Locke, 2013: 433). Locke’a paralel şekilde Bastiat’da insanın tanrısal yeteneklerle donatılmış olduğunu ve ferdiyet, özgürlük ve mülkiyetin tanrı tarafından insana sunulmuş üç armağan olduğunu belirterek bu üç armağanın doğal düzenin değişmez unsurları olduğunu belirtmiştir (Bastiat, 2014: 13). Bastiat bu üç unsurun birbiriyle doğrudan bağlantılı olduğunu, biri olmadan diğerlerinin olamayacağını belirtmiş; bu doğrultuda da “Hepimiz, kendi varlık, özgürlük ve mülkiyetimizi korumak gibi tanrısal kaynaklı bir hakkın sahibiyizdir” önermesiyle mülkiyet edinmeyi tanrısal bir hak olarak görmüştür (Bastiat, 2014: 14).

51

ve duvar yazıları, …, Batılı toplumların manevi ve kültürel altyapısındaki ani bir kaymanın ilk gösterişli belirtileri olarak görülmüştür” (Dubiel, 1998: 26).

İki düşünce sistemi de toplumda ortaya çıkan değişim ve dönüşüm taleplerine karşı çıkmışlardır. Bu anlamda yukarıdaki bölümlerde anlatılan değişim karşıtı tutumu ve gelenekselci yapısı muhafazakârlığı, neoliberalizmin kendi çıkarları ile taban tabana zıt değişim taleplerini bastırabilmek ve söndürebilmek için eşsiz bir stratejik ortak haline dönüştürmüştür. Çünkü muhafazakârlık daha öncesinde anlatıldığı üzere fundementalizmden farklı olarak tarihteki tek noktaya referans vermek yerine, toplumda gelenekleri muhafaza edecek şekilde kısmi değişimi savunan ve fundementalistlere göre yakın geçmişe referans veren bir düşünce sistematiğidir. Ayrıca muhafazakârlık toplumda var olan sınıflı toplum yapısı dâhil olmak üzere tüm eşitsizlikleri olağan ve Tanrısal düzenin sonucu olarak görmek eğilimindedir. Muhafazakârlığın bu tutumu neoliberalizm açısından kendisine karşı yükselen muhalefeti söndürmek ve kontrol altında tutmak için eşsiz bir araç olmuştur. Sonuçta toplumda var olan değerlerin şiddetli çözülüşüne karşılık geleneksel değerleri korumaya yönelik otoriter programlar öneren yeni muhafazakârlar (Dubiel, 1998: 29) için din temel referanslardan biri olmuştur. Bu doğrultuda neoliberal düşünür Hayek, bireysel özgürlüğü toplumun temel değeri olarak sunarken, geleneği ve geleneklere uygun davranmayı bireyciliğin kurucu öğesi olarak kabul etmiştir (Bousfield’den akt. Balaban, 2010: 44).

Tüm bu ortaklıklar çerçevesinde dünyada neoliberal politikaların uygulayıcıları doğal olarak muhafazakâr kanat olmuştur. Bu anlamda neoliberalizm, sosyal devleti parçalayıp sermaye kesimi ile emek kesimi arasındaki kısmi uzlaşıyı işaret eden ve refah devleti döneminde birikmiş kamusallıkları sermaye kesimi lehine transfer ederken, muhafazakâr ideolojinin özellikle bölünmüş toplum yapısına referans veren, geniş ortaklıklar üzerine kurulu toplumsal yapıyı reddeden, onun yerine cemaatleri, aileyi öne çıkaran kültürel altyapısını etkin şekilde kullanmıştır. Bu hedefi doğrultusunda

52

neoliberalizm muhafazakârlığı değişime uğratmış ve siyaset biliminde neo-muhafazakârlık denilen olgu gündeme gelmiştir. Bu noktada da yine yukarıda ele alındığı şekliyle muhafazakârlığın köktencilikten farklı olarak kısıtlı bir değişim fikrini –ki muhafazakâr ideoloji içerisinde değişim geleneklere referansla gerçekleşir- kabullenmiş olması neoliberalizmin muhafazakârlığı dönüştürürken kullandığı yapısal özelliklerinden biri olmuştur.

Neo-muhafazakârlık esas itibari ile neoliberlizmin hâkim olduğu dönemde muhafazakâr ideolojinin neoliberalizmin kurduğu iktidar bloğunda aldığı rol çerçevesinde geçirdiği değişime verilen addır ve büyük ölçüde kültür eleştirisi üzerine yükselir. Dubiel’e göre “[b]u kavram, ister reel olarak sosyalizm, ister sosyal demokrasi olsun, sosyalist tutumlara entelektüel ve pratik-politik her türlü sırt çevirme biçimini ifade eder” (Dubiel, 1998: 10).

Bu tanımlamanın işaret ettiği üzere muhafazakârlığın dönüşmüş biçimi olarak yeni muhafazakârlık tam da neoliberalizmin parçalamak ve yok etmek istediği (sosyalizm, sosyal demokrasi, sosyal devlet gibi kamusallığa vurgu yapan) alanları doğrudan hedef alması itibariyle eşsiz bir stratejik ortak olmuştur. Neoliberal doktrin çerçevesinde kamusallıklar parçalanırken sosyal devlet aracılığı ile sağlanan her türlü kamusal hizmet çeşitli dayanışma türleri, sivil toplum ağları tarafından doldurulmuştur.

Çoğu zaman da boşluğu dolduran yeni aktörler muhafazakâr karakterli olmuştur.

Kurulan koalisyonun üzerine yükseldiği bir diğer alan ise muhafazakârlığın önem verdiği geleneklerin korunması olmuştur. Neoliberal dönem içerisinde esnek üretim tarzı doğrultusunda talebin ve üretimin parçalı hale gelmesi, yerel kültürlerin öne çıkarıldığı siyasal ve kültürel kurguyu yaratmıştır. Bu esas itibari ile muhafazakârlığın ve neoliberalizmin kurdukları stratejinin en can alıcı ve yaratıcı noktalarından biridir. Bu şekilde hem muhalefetin evrensellik ve enternasyonalizm rüyası iki ideolojik yapı için de bitirilebilecek, hem de özgürlükçü, devrimci kamusallıklar üzerine kurulu toplum yapısı

53

çözülüp onun yerine yerel değerlere bağlı küçük topluluklar inşa edilebilecektir. Bu diğer yandan esnekleşen üretim ilişkisi açısından da hem işgücünün etkin şekilde kullanılması hem de talebin çeşitlendirilmesi açısından olanaklarla dolu bir alanı işaret etmektedir.

Dünyada üretim ilişkilerinin parçalı hale gelmesi ile birlikte arz-talep sürecinde çeşitliliğin yaratılmasını stratejik amaç haline getiren neoliberalizm için evrensel kurgudan öte yerel değerlerin ve özelliklerin (zevk, kültür, estetik vb.) canlı tutulması önemlidir. Koalisyonun üzerine kurulduğu tüm bu değerler sisteminin ve ekonomik işleyişin üstyapısı olarak postmodern paradigma geçmişe ve yerel özelliklere yaptığı vurguyla bu dinamizmi sağlamakta kullanılan etkin bir kültürel araç olmuştur.

Özel mülkiyete dayalı, kamusallığı reddeden bölünmüş toplum üzerine kurulu, postmodern öğelerle güçlenen bu koalisyon kendini en çok kentlerin mekânsal örüntüsünde görünür kılmıştır. Kentler bir yandan neoliberal dönemde sermaye artırımı ve birikim krizinin çözümü için kullanılan, diğer yandan da muhafazakârlığın yeni imaj ve kurgularıyla yaşatılmaya çalışıldığı alanlar olmuşlardır. Kentlerde içe kapanma ve kamusal yüzlerin parçalanması biçiminde ortaya çıkan bu yeni düzenin algılanması için iki ideolojik yapının mekânsal anlamda önermelerinin ve koalisyonu besleyen ortaklıkların analizi gerekmektedir. Bu ise bir sonraki bölümün sorunsalıdır.

54

2. KOALİSYONUN MEKÂNSAL BOYUTU: İDEOLOJİK AYGIT OLARAK