• Sonuç bulunamadı

1.KOALİSYONUN İDEOLOJİK BOYUTU: NEOLİBERALİZMİN STRATEJİK ARACI OLARAK MUHAFAZAKÂRLAŞMA

2. KOALİSYONUN MEKÂNSAL BOYUTU: İDEOLOJİK AYGIT OLARAK MEKÂN

2.1. MUHAFAZAKÂR MEKÂNIN TEMEL ÖZELLİKLERİ

2.1.5. Mekânın Kontrol Aracı Olarak Ayrıştırma ve Homojenleştirme

Caminin ikonik yapısıyla hâkimiyetini ilan ettiği, kontrol ve mahremiyet duygusuyla ulaşım ağının şekillendiği İslam kentinin bir diğer hâkim özelliği, ayrışma ve bölünmüşlüktür. Bu esasen Müslümanların kentsel mekânla ilişkilerinin bir anlamda başladığı yer olan Medine şehrinden itibaren var olan bir olgudur. İslam dininin görünür şekilde kentli hayatı deneyimlediği ilk şehir olan Medine hicretten önce de birçok kabile ve kavimin yaşadığı bölünmüş bir şehirdir. Aynı bölünmüşlük Emeviler döneminde de devam etmiştir. Bu dönemde mahallelere genellikle yerleşen kabilelerin veya kabile mensuplarının birinin ismi verilmiştir (Küçükaşçı, 2005: 162). Ayrıca her mahalle veya şehrin bir bölümü diğer mahalle ve bölümlerden sağlam kapılarla ayrılmıştır. Bu kapılar şehirde herhangi bir ayaklanma olduğu zaman şehrin muhtelif kısımları arasındaki var olan bağlantıyı kesmek için kullanılmıştır (Küçükaşçı, 2005: 163). O’Meara ise bu ayrıştırma ve homojenleştirme kurgusunun sürekli kendini beslediğini ifade etmiş, mahallelerin homojenliğinin artması ile doğru orantılı olarak asayiş problemlerinin arttığını mahalleler arası gerilimin yükseldiğini, bu durumun mahalleler arasındaki ayrımı belirginleştirecek şekilde kapıların varlığını sürekli kıldığını söylemiştir (O,Meara, 2014:

55). Bu durum İslam kentinin esas itibari ile ibadet ve mahremiyetle birlikte temel özelliklerinden birinin de homojen ve bölünmüş mekânlar olduğunu gösterir.

Halifeliğin sembolü olarak Abbasiler tarafından imarına büyük önem verilen Bağdat kentinin fiziki planı bazı doğu gelenekleri ve Arap kavramları etkisinin de içerisinde bulunduğu İslami idealleri somutlaştıracak şekilde etnik köken ve mesleklere göre bölünmüştür (Duri, 1992: 70, 83). Benzer şekilde Şam’da şehrin kuzeydoğu kesimi

90

çeşitli derneklerin toplandığı Hıristiyan Mahallesi iken, güneydoğu bölgesi Yahudi mahallesinin yerleştiği alan; batı yakası ise Müslümanların ikamet ettikleri yer olmuştur.

Harah olarak adlandırılan tüm bu mahalleler, çıkmaz sokaklara açılan bir ana caddeyle bölünmüş ve bu cadde sağlam yapılarla kapatılabilecek şekilde inşa edilmiştir (Elisseeff, 1992: 137). Hatta Müslümanların kendi içerisindeki azınlık olarak görülen bazı gruplar bile Salhiyya ve Şam gibi kentlerde ayrı mahallelerde kümelenerek yaşamışlardır.

Bununla birlikte Kudüs gibi belirli kentlerde ise farklı dine mensup kişilerin yaşadıkları bölgeler birbirinden çok uzak bölgelere konumlanırken; Antakya gibi şehirlerde kent Türk, Hıristiyan ve Alawi (alevi) bölgeleri olarak ayrılmıştır. Burada da yine hâkim konumda olan Türkler merkezi bölgelerde yer tutarken daha fakir konumdaki Aleviler kentin kenar bölgelerine yerleşmişlerdir (Raymond, 2008: 68).

Görüleceği üzere güvenlik ihtiyacının ayrıştırma ve homojenleştirme ile sağlandığı İslam kenti esas olarak birbiriyle ilişkisi kısıtlanmış mahallelerden oluşan birimdir. İktidarın tahakkümü ve sürekliliği açısından düşünüldüğünde bu kurgu iktidarın gücünü aldığı temel kurumlardan olan İslam’ın kentsel alanda yaşanması ve yayılması için önemli bir avantaj sağlamıştır. İslam inancının kentsel mekân organizasyonunda temel belirleyici olduğunu söyleyen İnalcık İslam dininin gereklerine göre oluşan kentsel mekânın bölünmüş ve ayrışmış olduğunu “İslam Şehri’nin mekânsal organizasyonu temelde İslam inancı çerçevesinde şekillenir. Şeriat, helal ve haram doğrultusunda ticaret alanları kısmen yerleşim alanları tamamen inanç sistemine göre bölünmüş ve ayrışmıştır”

(İnalcık, 2005: 174-177) şeklinde ifade etmiştir.

Görüleceği üzere İslam kenti kent bütününde dini inanıştan bağımsız kamusallığın yaratılmadığı, güvenlik amacıyla mekânın bölünmüşlükle izole edildiği, yani kent genelinde kamusallığın kısıtlı olduğu bir mekânsal kurguya sahiptir. Bu mekânsal strateji doğrultusunda kent bütününden çok, komşuluk (neighbourhood) ve mahalle (quarter) merkezi konumda ve önemdedir (Luz, 2014: 15). Jean Sauvaget, Halep ve Şam kentleri

91

üzerine yaptığı çalışmalarında Emevi Döneminde her yerleşim biriminin (mahallenin) kendi morfolojik, idari ve ekonomik tabanı olduğunu belirtir (Sauvaget’ten akt. Luz, 2014: 85). Bu doğrultuda her yerleşim biriminin kendi cami, pazar yeri, hamamı vardır ve bu birimler etnik, dini açıdan veya aile (kan bağı) olarak homojendirler (Luz, 2014:

86, Duri, 1992: 68-69). Ayrıca bu mahallelerin kapıları ve görünür bariyerleri ve açık sınırları aracılığıyla birbirleri ile ilişkileri yoktur (Luz, 2014: 86). Abu Lughod’a göre ailenin mahremiyetine bağlı olarak cinsiyet, din ve etnik kökene bağlı olarak homojen alanlar yaratmak ve kamusal olanı özel olandan ayırmak temel stratejidir ve mahallenin (quarter), komşuluk (neighbourhood) birim olarak İslam kentinde bu kadar yoğun olarak ortaya çıkmasının sebebi bu ilişkidir (Lughod, 1987: 157-173).

Toplumun en alt birimi olarak ailenin mahremiyetinin korunması güdüsü bir üst ölçekte mahallenin korunması biçiminde kendini göstermiştir. Bu doğrultuda mahalleler homojen ve birbirleri ile ilişkisi minimuma indirgenmiş alt birimler biçiminde kurulmuşlardır. Kentten öte öne çıkan birimlerin hâkimiyeti o kadar baskındır ki kent geneline hizmet etmesi gereken birçok sosyal donatı, ev ve mahalle ölçeğinde çözümlenmeye çalışılmıştır. Örneğin mahremiyetin sağlanması amacıyla yeşil alan kullanımı bile evle sınırlanmıştır. Bu durum Ellisseeff tarafından “Tahta bir iskeletin üzerine serpilmiş birkaç asmanın süslediği caddelerde çok az ağaç bulunmasına rağmen, evlerin iç avlularında pek çok ağaç vardı” (Ellisseeff, 1992: 136) ifadesiyle ortaya konulmuştur.

Homojenleştirme bir anlamda mahremiyeti sağlamanın bir yöntemi olarak İslam kentinde kullanılan mekânsal bir strateji olmuş ve geniş anlamda kamusallığı sınırlayan bir etken olarak İslam kentinin mekânsal organizasyonunda hâkim olmuştur. Aynı şekilde evin ve mahallenin kentten öte öne çıktığı İslam Kenti’nde kamusal alana ilişkin kentin görünümü fakirdir. Süslemeler sivil alanda ev ölçeğinde kapı, parmaklık, pencere gibi detaylarda kalmıştır. İslam inancında yasak olmasından dolayı kamusal sanatın öğesi olan

92

ve mekânda çeşitlilik ve hareket yaratan heykel ve kent ölçeğinde süslemelere İslam kentinde rastlamak olanaklı değildir.37 Hatta ele geçirilen birçok kentte eski kültür dönemlerinden kalma birçok heykel ve sütunun yıkıldığı örnekler vardır (Ellisseeff, 1992:

136).

Görüldüğü üzere mahremiyet ve ibadetin temel güdülerden olduğu İslam inancı doğrultusunda ayrışmış ve homojenleşmiş mekânlar, ilişkiler İslam kenti içerisinde hâkim kılınmaya çalışılmıştır. Çünkü “[s]on tahlilde “hayırlı bir hayat” sürebilmek için, Müslüman kişi Dar’ül İslam’da homojen ve uyumlu bir toplumda şeriat kurallarına göre yaşamalıdır” (İbiş, 1992:168). İslam kenti, helalin haramdan ayrıldığı, kadının erkekle yan yana bulunmasının kısıtlandığı, mekânın dini inanç ve etnik yapıya göre; en üst ölçekte de Dar’ül İslam ve Dar’ül harp olarak ayrıştırıldığı, kontrolü yüksek homojen mekânlardan oluşan bir yapıdır.

İslam kentinde Lefebvrian terminolojide özgür kent mekânının oluşumunda birincil derecede altı çizilen kendiliğindenliğe ve heterojenliğe yer yoktur. Lefebvre’e göre gündelik hayat kendiliğindenlik ve bunun doğal sonucu heterojenlik ile şekillenir.

Ancak bu özgürlükçü kurgu otoriter din devleti için karmaşık ve kendisi için tanımlanması ve kontrol edilmesi zor, dolayısıyla risk dolu bir alanı tarif etmektedir. Bu sebeple İslam kentinde dinin hâkim olduğu, iktidarın dini semboller ve işleyişler aracılığı ile kendi meşruiyetini sağladığı ve sürekli kıldığı, kamusallığın yok derecesinde kısıtlandığı, içe kapalı ve kontrolü yüksek bir mekânsal örüntü mevcuttur.

37 Resim ve heykel sanatına ilişkin Muhyiddin İbn Arabi’nin görüşü şu şekildedir: “…ruh sahibi olan bir varlığın resmini yapmaktan sakın. Kuşkusuz bu iş insanların gözünde önemsiz, basit bir iştir.

Ressamlar/heykeltıraşlar (el-musavvirun) kıyamet gününde en şiddetli azaba çarptırılacak insanlardır.

Kıyamet günü ressam ve heykeltıraşa, “yarattığın şeyi haydi dirilt ya da ona can ver” denilir. Oysa o onu ne diriltebilir ne de can verebilir” (Muhyiddin İbn Arabi (2009) Hakikat ve Tefekkür, Çev. Mahmut Kanık, Hece Yayınları, Ankara, s.57.

93