• Sonuç bulunamadı

1.KOALİSYONUN İDEOLOJİK BOYUTU: NEOLİBERALİZMİN STRATEJİK ARACI OLARAK MUHAFAZAKÂRLAŞMA

2. KOALİSYONUN MEKÂNSAL BOYUTU: İDEOLOJİK AYGIT OLARAK MEKÂN

2.2. NEOLİBERALİZMİN MEKÂN ALGISI VE KURGUSU

2.2.2. Neoliberal İdeolojinin Mekânsal Stratejisi: Bölünmüş Kent

2.2.2.2. Banliyöleşme Eliyle Homojenleştirme ve Ayrıştırma

Kapitalizmin neoliberal dönemde girdiği krizlerden kurtulmak, bununla birlikte sermaye üretim ve dolaşım hızını artırmak için yapılı mekânlar üzerinde yürüttüğü dönüşüm faaliyetleri sınırlı ve göreceli olarak sorunlu bir alanı işaret eder. Çünkü yapılı çevreler sahipliliği olan, gündelik hayat içerisinde geniş kesimler tarafından kullanımı yüksek alanlardır. “Neoliberal Ekonomide Kentsel Mekânın Yeri: Kentin Metalaşması”

bölümünde differensiyel rant kavramı (kentin iki farklı parçasında oluşan rant farkı) üzerinden açıklandığı üzere yapılı çevreler bu kullanım yoğunluğuna bağlı olarak değişim değeri yüksek alanlardır. Dolayısıyla bu alanlarda yürütülecek sermaye lehine dönüşüm faaliyetleri ekonomik açıdan yüksek maliyet yaratır. Ekonomik maliyetin yanında bu alanlar kullanım yoğunluğu yüksek alanlar olmaları sebebiyle her an için muhalif hareketleri örgütleyebilecek potansiyele sahiptirler. Bununla birlikte yapılı çevre sonuçta kent içerisinde sınırlı bir alanı tanımlar. Alanların sınırlılığı ve hareket kabiliyetinin siyasal ve ekonomik anlamda zor oluşu sermaye kesimi için kentte başka alanların bulunmasını zorunlu kılar.

Yapılı çevrelerden kopuk alanlarda bulunan kent arazileri üzerinde sermaye kesimi tarafından yürütülen hareketler banliyöleşme sonucunu doğurur. Banliyöleşme esas itibari ile sermaye artışına bağlı olarak mekânda her ölçekte oluşabilir. “Ulusal ölçekte banliyöleşme merkezileştirilmiş kentsel yerlerin dışa doğru genişlemesidir ve bu süreç en genel anlamda sermayenin mekânsal olarak merkezileştirilmesinin gerekli bir ürünü olarak anlaşılmalıdır. Bu süreç kasabaların büyüyüp kentlere ve daha sonra metropollere dönüşmesidir. Kentsel ölçekte ise kent merkezi perspektifinden bakıldığında, banliyöleşme bir ademimerkezileşme sürecidir. Banliyöleşme, merkezileşmeye yönelik temel bir itici gücün yanı sıra yüksek bir kar oranına yönelik itici gücün bir ürünüdür” (Smith, 2015: 39) ve bu ürün kentsel alanı keşfeden kapitalist kesim

114

açısından sermaye ve üretim çeşitliliğini artırmak için fiziki coğrafya üzerinde kullanılan en önemli araçlardan biridir (Cox, 1995: 214).

Ölçeği ne olursa olsun banliyöleşme kentsel mekânı sermaye artırımı için kullanan sermaye grubu açısından rant farkından kaynaklanan değeri kendine aktarması için kullanılabilecek bir mekânizmayı sermaye grubuna sunar. Merkez dışında kalan yerlerdeki ucuz arsa varlığı dolayısıyla sermaye kesimi ortaya çıkan rant farkını kendine tahvil eder. Bu anlamda banliyöleşme hareketi neoliberal dönemde sermayenin aşırı büyüyen miktarının kentlerde şekil bulmuş hallerinden biridir. Bu durum Harvey tarafından şu şekilde dile getirilmiştir:

“Günümüz metropolü, görüldüğü kadarıyla, kısmen artık-ürünün gerekli bir elden çıkarılma alanı, kısmen de yönlendirilebilir bir fiili talep kaynağı olarak işlev görmektedir. Geçmişte artık-değer, sıklıkla kentin yapılanma biçiminde (anıtsal mimari ve benzeri şekillerde) harcanmıştır. Ama şimdi, kapitalist ekonominin sürdürülebilmesi için, kentselliğin genişleyen bir tüketim üretmesi gereklidir.

Gerçekten de, kapitalist toplumlarda GSMH’nın genişlemesi büyük oranda banliyöleşme sürecine bağlıdır” (Harvey, 2009: 245).

Harvey’in bu alıntısından yola çıkarak şu ifadeyi kullanmak mümkündür:

Banliyöler neoliberal kentin anıtsal abideleridir. Bu abideler kapitalist ekonominin kentsel alanda hem üretim hem de tüketim aşamasında önemli role sahiptirler. Üretim aşaması olarak ele alındığında öncelikle sermaye kesimi lehine yapılı çevreye nazaran çok daha kolay transfer edilebilir rantı içerisinde taşıyan banliyöler, kentin mevcut altyapı sistemine ek ilave altyapı inşaatı gibi büyük altyapı projelerinin yanında tüketimin mekânda örgütlenmesi ve yaygınlaştırılması için eşsiz bir kentsel örgütlenme modelini sunmaktadır.

Tarihsel açıdan incelendiğinde de mekânsal gelişme stratejisi olarak banliyöleşme ile tüketimin organize edilmesi hedefi arasında sıkı bir ilişkinin var olduğu görülür. 2.

115

Dünya Savaşı sonrası aşırı birikim krizinden kurtulmak için kapitalizmin kent mekânında kurguladığı mekânsal organizasyon olarak banliyöler “1945 sonrası neredeyse bir kuşak boyunca kapitalizmi yetersiz tüketim krizlerinin tehdidinden korunmaya yönelik gelişmelerden biri” (Harvey, 2016: 65) olarak ortaya çıkmıştır. Talep yönlü kentleşme politikası tüketimi artırmak ve organize etmek için büyük ağırlıkla prestij, statü ve güç göstergeleri ve sembolleriyle yansıtılan hayat tarzına, topluluk oluşumuna ve sosyal mekân tasarımına öncelik verirken (Harvey, 2016: 70) bu stratejinin en net şekilde görülür hale geldiği yerler banliyöler olmuşlardır.

Bu anlamda banliyölerin her biri büyük alışveriş merkezlerine, kitlesel şekilde örgütlenmiş tüketim alanlarının hizmetine sunulmuş hazır tüketici kitlesinin yaşam alanı biçiminde çalışır. Kapitalist sınıfın sermaye döngüsü açısından kritik önemde olan tüketimin örgütlenmesi amacıyla banliyöler büyük oranda kapitalist sınıfın dayattığı yaşam biçiminin sürdürüldüğü alanlar olarak kent mekânında var olurlar. Bu alanlar belirli merkezileşmiş tüketim alanları eliyle tüketim kalıplarına ve sınırlı zaman dilimlerine (şehre ulaşımdaki sınırlılık, banliyölerdeki alışveriş ve diğer kentsel faaliyetlerin az sayıda ve sınırlı oluşu) göre programlanmış gündelik hayat pratiklerini üreterek tüm bir yaşam ritmini kapitalist sınıfın hizmetine sunarlar. Büyük oranda tüketime yönelik hazırlanmış bu kurgu Lefebvre tarafından şu şekilde ifade edilmiştir:

“Pek çok açıdan baskı altındaki kitle uydu şehirlere, plancılık ürünü banliyölere, az çok “ikamet edilebilir” gettolara kendiliğinden yerleşir; onlara kalan mekân titizlikle ölçülmüştür; zamanı istedikleri gibi kullanamazlar. İktidarların temerküz gerekliliklerine (belki farkına bile varmadan) tabi olan gündelik hayatlarını sürdürürler (Lefebvre, 2016: 137).

Bunun yanında banliyöleşme yer seçim anından itibaren toplumun üst gelir grubuna ait kişilerin pozitif dışsallıkları kendi lehlerine kolaylıkla transfer edebilecekleri, bir takım mali yükümlülükleri ise toplumun geniş kesimlerine yükleyebilecekleri ekonomik

116

mekânizmalar olarak çalışır. Kentten kopuk doğal ve prestijli alanlar büyük konut projeleri ile toplumun üst gelir grubuna dair kişilere yönelik konut projeleri ile ele geçirilirken, bu alanlar büyük inşaat şirketleri tarafından yapılabilecek ölçekte olduklarından büyük sermaye grupları için sermaye oranlarını artırabilecekleri kentsel mekânlardır. Kentten kopuk olarak inşa edilen bu alanların ihtiyaç duyduğu büyük altyapı maliyetleri ise geniş kesimlere yüklenir. Yani kar ve pozitif dışsallıklar üst gelir grubuna transfer edilirken, her türlü maliyet (sosyal, mali, ekolojik vb) alt gelir grubunun hanesine yazılır.

Aynı zamanda banliyö alanları, satılan konut fiyatları, tüketim alışkanlıkları, ortak zevkler vb. etkenler sebebiyle belirli süreden sonra belirli sosyal grupların gelir seviyesi ve tüketim alışkanlıkları çerçevesinde şekillenen homojenleşmiş alanlar haline dönüşür.

Banliyöler kendilerine has peyzaj ve mekân örüntüleriyle ortaya çıkarken bu farklılaşmış homojenlik geçici bir durum olmaktan çok, geçen zamanla birlikte artan bir dozda mekânda kendini hissettirir. Çünkü “bireylerin değerlerini, beklentilerini, tüketim alışkanlıklarını, piyasa kapasitelerini ve bilinç durumlarını oluşturmasını sağlayan karşılıklı etkileşimin geçtiği ortamlar” (Harvey, 2016: 170) olarak banliyöler oluşturdukları gündelik hayat pratikleri, kültür ve sosyal donatı oran ve kaliteleri ile sürekli belirlenmiş kalıp ve tipte insanları kendine çeker.

Bu doğrultuda Harvey çoğu zaman banliyöleşmenin orta kesimler açısından bir seçim değil zorunluluk olduğunu söyler. Çünkü orta kesim belli sosyal donatılar için banliyölere taşınmak zorunda kalır (Harvey, 2016: 176). Bunun yanında kent merkezine müdahaleler neticesinde kent çeperine hareket etmek zorunda kalan düşük gelir grubuna ait kişiler için de banliyöleşme tercihten öte dayatılmış bir zorunluluktur. Sonuçta kültürel anlamda da, sınıfsal anlamda da banliyöleşme kentsel mekânın ayrıştırılması ve bu ayrışmış mekânlarda homojen ve tüketime dönük yaşam kurgularının oluşturulması için sermaye tarafından kullanılabilecek eşsiz bir mekânsal gelişme stratejisidir.

117

Görüleceği üzere neoliberal dönemin ekonomik hedeflerini gerçekleştirmek için (gelirin sınıflar arası transferi, sermaye yutağı olarak işlev görme) eşsiz bir araç olan banliyöleşme diğer yanıyla kentte keskin bir bölünmüşlük görüntüsü oluşturmaktadır.

Sonuç itibariyle mekânda yoğunlaşarak ve ardından yayılarak hareket eden sermayenin neoliberal dönemde kentlerde ürettiği temel kentsel yapılardan biri olarak banliyöler, hem fiziki olarak hem de kentin gündelik hayatından kopuk şekilde örgütlenmiş bir tüketim kültürü üzerine kurgulanmış oldukları için homojen ve ayrışmış kent parçaları olarak günümüz kentlerinin değişmez parçaları olmuşlardır.

2.2.2.3. Yapılı Çevrenin Dönüştürülmesi Eliyle Homojenleştirme ve Ayrıştırma