• Sonuç bulunamadı

1.KOALİSYONUN İDEOLOJİK BOYUTU: NEOLİBERALİZMİN STRATEJİK ARACI OLARAK MUHAFAZAKÂRLAŞMA

2. KOALİSYONUN MEKÂNSAL BOYUTU: İDEOLOJİK AYGIT OLARAK MEKÂN

2.1. MUHAFAZAKÂR MEKÂNIN TEMEL ÖZELLİKLERİ

2.1.1. İslam’ın Kentleşmesi ve Muhafazakâr İslam Kenti’nin Doğuşu

Müslümanların kentsel mekânla ilişkileri baskı altında kaldıkları Mekke’den Medine’ye göçten (hicret) sonraki dönemde görünür şekilde artmıştır. Hicret’ten sonra Yesrib kenti, otorite ve adaletin beşiği olarak, ümmetin merkezi olmasına atfen

el-58

Medine, yani şehir diye adlandırılmıştır (Duri, 1992: 67)17. Bu kırılmanın mekânsal anlamındaki önemine binaen Yesrib’in adı değişirken, Müslüman dünya kendi zaman anlayışının başlangıç noktasını bu göç üzerinden başlatmış ve Hicret, İslam inancı doğrultusunda oluşturulan takvimin başlangıcı olarak tanımlamıştır. Yani kentli hayata geçiş Müslüman dünya için mekân ve zaman açısından ele alındığında bir kırılma noktasından öte adeta bir başlangıç noktası olmuştur.

Müslümanların zaman içerisinde kentsel mekân ile kurdukları ilişkinin boyutu İslam’ın yükselişi ile birlikte değişmiş ve yoğunlaşmıştır.18 Kırsal yaşamda İslamiyet sufilikten beslenen uygulamalarla pratik hayatta kendine yer bulurken -heteredoks islam-, kentsel yaşamda İslamiyet daha kurumsal bir temeleislam-, tamamen kent kökenli medrese öğretileri üzerine gelişerek pratik hayatı şekillendirmiştir –ortodoks islam- (Alptekin, 2010: 65). Sufizm, öğretisini ağırlıklı olarak yaratan ve yaratılan arasındaki metafizik ilişki üzerine kurmuş, maddi dünya büyük oranda ilgi alanının dışında kalmıştır. Diğer kanatta medrese ise dünyayı sadece manevi yönleriyle değil maddi yönleriyle de açıklamayı, anlamayı kendine hedef seçmiştir. Medrese İslam inancının temel kaynakları olarak kabul edilen ayet, hadis ve fıkıhla birlikte pozitif bilimler aracılığıyla dünyayı algılamaya ve dönüştürmeye yönelik eğitimlerin verildiği kent kökenli bir müessese olmuştur.19 Ancak bu noktada şunu hemen belirtmek gerekir ki medreseler daha çok fıkıh öncelikli bir eğitimin verildiği ve temel amacın resmi İslam anlayışı olarak ortaya çıkan ve o zaman için Şiilikle mücadele halindeki Sünni İslam inancını savunacak müderris ve kadılar geliştirmek ve devlet çarkını çevirecek memurlar yetiştirmek hedefiyle

17 Bugün kullandığımız Türkçe’de de “medeniyet” kelimesi köken olarak Medine’den gelmektedir ve şehirli olanı ve şehre ait olanı belirtmek için kullanılır. Bir başka ifade ile Medeniyet İslam Dini açısından kentli hale gelindikten sonra başlamıştır.

18 Müslüman dünyanın Mekke ve Medine kentlerindeki yaşam farklılıkları doğrultusunda birçok akademik çalışmada Kuran’daki ayetler Mekke ve Medine dönemi ayetleri olarak iki kategoride incelenmektedir.

Medine dönemi içerisinde yerleşik hayata geçilmesine koşut olarak bu dönemki ayetler Mekke ayetlerine göre daha fazala sosyal hayat, kural ve normlarla ilgilidir.

19 Örneğin Osmanlı döneminde medreseler belli büyük kentlere toplanmıştır. 1529 yılında Edirne’de ondört, 17. Yüzyılda İstanbul’da doksanbeş adet medrese mevcuttur. İstanbul’daki medrese sayısı 19. yy gelindiğinde sayı olarak yüzyetmişe varmıştır (İnalcık, 2016: 177).

59

kurulmuşlardır. Zaten İslam dünyasında yetişmiş önemli filozofların hiçbirisi iktidarın gücünü tahakküm edecek insan kaynağını yetiştirmek amacıyla kurulan bu kurumlardan yetişmemişler (Aydın, 2016: 214, 215) ve özellikle Sunni İslam hiçbir zaman devletten bağımsız olarak örgütlenmemiştir (Keyder, 2005: 123, 124). Bir başka ifade ile İslam’ın kentli kanadı daha dünyevi ve iktidar sahipleri ile yakın ilişkide bulunmuş ve yaşamı anlamayı, iktidarın istediği şekilde düzenlemeyi ve bu hedefe yönelik insan kaynağını yetiştirmeyi hedeflemiştir. Bu köken yaşamı şekillendirme hedefi doğrultusunda yaşam alanı bulduğu kentleri de şekillendirmiştir.

“Dar’ül İslam” terimi tam bu anlamda ele alınması gereken ve İslam inancı ve mekân arasındaki ilişkinin yoğunluğunu ortaya koyması açısından önemlidir. “İslami mekân” olarak Türkçeleştirebileceğimiz Dar’ül İslam, Müslümanların kendilerini hâkimiyetleri altına alarak yönetmek konusunda imtiyazlı ve görevli gördükleri alanları ifade etmek için kullanılır (Frenkel, 2002:104). Bu tanım bir yanıyla İslam dininin yaşandığı yerlerle, diğer alanları (Dar’ül harp) ayırmak için kullanılırken diğer bir boyutuyla mekânın İslamlaştırılması hedefinin altını çizmektedir. Bu anlamda nüfusun büyük oranda yaşadığı yerler olan kentsel alanlarda yapı, kurum ve kurgular kentsel mekânı İslamlaştırmada (Dar’ül İslam haline getirmede) yoğun şekilde kullanılmıştır. Bu nokta esas itibari ile İslam dinine mensup siyasi iktidarların hâkimiyetlerini yaymak adına, İslam dini üzerinden ürettikleri argümanları canlı tutmanın ve bu argümanları birer pratik alan haline getirmenin temel dayanağı olmuştur. Bir başka ifade ile dünyayı şekillendirme ve değiştirme hedefine sahip Müslüman dünya için kentler ve gündelik hayat önemli birer strateji ve mücadele alanı olmuştur.

İslam’ın yayılma sürecine olağanüstü boyutlarda bir kentsel gelişme eşlik etmiştir.

Bir yandan yeni kentler kurulmuş, diğer yandan başka bir kültüre ait kentler İslamlaştırılmıştır. İslam dininin yayılması oldukça geniş bir coğrafya içerisinde temelde 3 bölgede gerçekleşmiştir. Sasani İmparatorluğu (Mezapotamya ve İran), Bizans

60

İmparatorluğu (Suriye ve Mısır) ve önceleri Romalılaştırılan batı (Kuzey Afrika ve İspanya) İslamiyetin temel yayılma eksenleri olmuştur (Michon, 1992: 15). Bu geniş coğrafyada birçok kent sıfırdan kurulmuş, öncesinde var olan ve üzerinde birçok kültür katmanının ve diğer inanç sistemlerinin izleri bulunan birçok kent de İslamlaştırılmıştır.

Örneğin Kufe, Basra, Fustat ve Kayravan ilk olarak iktidarlar tarafından askeri ihtiyaç ve kabile gruplarına göre planlanmışlar (Duri, 1992: 67) ve sıfırdan kurulmuşlardır.

Önceden basit bir kamptan öte gitmeyen Kufe ve Basra gibi yerler 30 yılda sırasıyla 100.000 ve 200.000 kişilik şehirler haline gelirken; Bağdat döneminin en büyük kentlerinden biri olmuştur (Michon, 1992: 15). Aynı şekilde İslam dinine mensup yönetimler başka kültürlerdeki kentleri fethetmişler ve bu kentleri İslamlaştırmışlardır.

Bunların en önemlisi kuşkusuz dünya tarihinde de en önemli kırılma noktalarından birini ifade eden İstanbul’un fethidir. İstanbul fethedildiği tarihten yaklaşık bir yüzyıl sonra 700 bin nüfusuyla dünyanın en büyük nüfuslu şehri haline gelmiştir20 (Davutoğlu, 2010: 164).

Ancak şunun altını net olarak çizmek gerekir ki, ister yeni kurulsun ister fethedilsin tüm bu kentlerde İslam kültürünün yarattığı dönüşümün temel çerçevesinin özünü ve ruhunu İslam dini oluşturmuştur (Hâkim, 1988: 15).

Görüleceği üzere İslamiyetin kuruluş ve yükselişi sırasında gerek kentsel mekân ve yaşamda önceki dönemlerle kıyaslandığında çarpıcı şekilde ortaya çıkan niceliksel ve niteliksel farklılıklar, gerekse kentsel alandaki İslam anlayışı ve pratiklerinin kırsal alandan tamamen farklı olması, İslam Dini ile kentsel mekân arasında sıkı bir ilişkinin var olduğunu ortaya koymaktadır. Gündelik yaşam pratikleri ve bu pratikleri yöneten kurumların Kur’an, Hadis ve Fıkıh üçlü ayağı üzerine oluştuğu İslam Dini içerisinde (Michon, 1992: 19), kentsel mekân ve yaşam bu kurumlar ve mekânsal kurgular

20 İstanbul’un 700.000 nüfusla dünyanın en kalabalık şehri olduğu yüzyıl içerisinde Pekin ikinci büyük şehir iken yine Müslümanların idaresi altındaki Kahire 450.000 nüfusuyla üçüncü sırada yer almıştır. Bu dönemde kıyaslama açısından ilginç bir sonuç olarak Paris’in nüfusu sadece 125.000 civarındadır (Davutoğlu, 2010: 164).

61

üzerinden şekillenmiştir. Bu doğrultuda İslam dininin kent mekânı ve yaşamı üzerine etkilerini ortaya çıkarmak için İslam dininin düşünsel anlamda yarattığı etki ve kent mekânı üzerinde bu dönüşümü yaratmak için kullanılan düşünce sistemi, yapı, kurum ve kurguların analizi gerekmektedir.