• Sonuç bulunamadı

6. SEÇİLMİŞ BAZI ÜLKELERDE UYGULANAN BÖLGESEL

1.3. Türkiye’de Bölgesel Dengesizliğin Göstergeleri

1.3.1. Nüfus Yoğunluğu ve Kentleşme

Nüfus yoğunluğu, nüfusun ülke toprakları üzerinde dağılışı de- mektir. Bu hususta ilk ölçü, nüfus yoğunluğu “ortalama yoğunluk”tur. Bir kilometrekareye düşen insan sayısına “nüfusun ortalama yoğunlu- ğu” denir ve toplam nüfusun ülkenin yüzölçümüne bölünmesi ile bu- lunur136. Nüfus yoğunluğu doğal ve ekonomik faktörlere bağlı olarak

ülke üzerinde değişik şekillerde oluşmaktadır. Nüfus yoğunluğu yük- sek olan bölgelerin ekonomik gelişme yönünden daha az nüfusu olan bölgelere göre ileri olması bölgesel dengesizlik problemi açısından nüfus yoğunluğu üzerinde durmamızın gerekçesini oluşturmaktadır.

Ülkemizde Marmara ve Ege Bölgesi gibi tarım, sanayi ve ticaret bakımından önde olan bölgelerin nüfus yoğunluğu yüksektir. Tarıma elverişli olmayan ve diğer nedenlerle sanayi ve ticaretin gelişmediği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise yoğunluk azdır137. Nü-

fus yoğunluğunun belirli bölgelerde artması bu bölgeler için ekonomik açıdan olumlu sonuçlar meydana getirirken, nüfus yoğunluğu az olan bölgeler açısından çeşitli dezavantajlar meydana getirmektedir. Nüfus yoğunluğunun yüksek olması bu bölgelerin gelişme hızını ve kentleş- me oranını yükseltmektedir. Bu durum üretim-tüketim ilişkilerini etki- lemekte, yatırımların düzeyinin artmasına ve bu bölgelere bir göç akımının doğmasına neden olmaktadır.

Göçler sonucu ortaya çıkan nüfus hareketleri, bölgelerarası denge- sizliğin temel göstergelerinden birincisidir. Nüfusun belli bölgelerde toplanması, o bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel yönden gelişme- sini teşvik ederken, göç veren bölgenin gelişmesini negatif yönde etki- lemektedir138.

136 Süreyya HİÇ, Türkiye Ekonomisi, 2. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul-1994, s.253. 137 A.g.e., s. 254

138 Erol İYİBOZKURT, “Türkiye Ekonomisinde Yapısal Değişme ve Ekonominin Elli

2000 yılı verilerine göre ülkemiz nüfusunun %25,57’si Marmara Bölgesi’nde (17,3 milyon kişi), %9,06’sı Doğu Anadolu Bölge’sinde (6,1 milyon kişi) ve %9,73’ü Güneydoğu Anadolu Bölge’sinde (6,6 milyon kişi) yaşamaktadır. Bir diğer deyişle ülkemizin nüfusunun dörtte biri (her dört kişide biri) en gelişmiş bölge olan Marmara bölge- sinde yaşarken, en geri kalmış bölge olan Doğu ve Güneydoğu Ana- dolu’da ülke nüfusunun %12,7’si (yaklaşık her sekiz kişiden biri) ya- şamaktadır139.

Nüfusun bölgesel dengesizliklerle ilişkilendirilecek bir yönü de ar- tış hızı olmaktadır. Doğu ile Batı arasında bu yönde de bir dengesizlik vardır. Doğuda doğurganlık oranı batıya göre yüksektir. Bu durum temel olarak iki nedenden kaynaklanmaktadır. Bunlar, sosyal güven- sizlik ve ekonomik maliyetsizliktir. Doğuda yaşayan düşük gelirli ke- simin gelecekten beklentilerinin iyi olmaması ve çocuklarını gelecek- lerinin garantisi olarak görmeleri sosyal güvensizlik nedeni, artan nü- fusun bir maliyet yüklememesi de ekonomik maliyetsizlik olarak ifade edilmektedir140. Bu bölgelerde yaşam standartlarının elde edilen gelir-

le orantılı olarak düşük olması yüksek nüfus artış hızı ile birleşince bölge azgelişmişlik kısır döngüsünden kurtulamamaktadır.

Devletin yoğun müdahalelerine rağmen gelişmişlik farklarının sürmesinin temel nedenlerinden biri, nüfusun sahip olduğu büyüklük iken, bu bölgelerdeki yerleşim birimlerinin dağınıklığı başka bir önemli nedendir. Nitekim bu büyüklük ve dağınıklık, kamu kaynakla- rının etkin kullanılmamasına neden olmaktadır141.

139 DPT, İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırma- sı, DPT Yayın No: 2671, Mayıs 2003.

140 Osman DEMİR, “Ekonomide Devlet”, S.P.K. Yayınları, Yayın No: 71, Ankara

1997, s. 101.

141 DPT, İllerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması (2003), Böl-

gesel Gelişme ve Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü, Yayın No: 2671, Mayıs -2003, s.15.

Nüfus artış hızı yönünden bölgelerimiz arasında, özellikle iç göç nedeniyle önemli farklılıklar olduğu gözlemlenmektedir. 1990-2000 yılları arasındaki 10 yıllık döneme ait nüfusun bölgelerarası seyri, nü- fus artış hızı ve nüfusun köy kent arası dağılımını gösteren aşağıdaki tablo bize nüfusun dengesiz dağılımını göstermektedir.

Tablo 2. 1: Ülkemizde Nüfusun Seyri ve Nüfus Artış Hızı

1983 1990 2000 Yıllık artış hızı

Bölgeler Nüfus % Nüfus % Nüfus % Toplam (binde) Şehir Köy Akdeniz 5.761.163 11.9 7.026.489 12.4 8.723.839 12.8 21.6 25.7 15.8 D. Anadolu 5.030.064 10.4 5.348.512 9.4 6.147.603 9.0 13.9 35.7 -6.1 Ege 6.417.403 13.3 7.594.977 13.3 8.953.375 13.1 16.4 23.9 5.4 G.D. Anadolu 3.991.629 8.2 5.157.160 9.1 6.604.205 9.7 24.7 36.8 7.3 İç Anadolu 8.820.633 18.3 9.913.306 17.5 11.625.109 17.3 15.6 22.7 2.2 Karadeniz 7.768.544 16.1 8.136.713 14.4 8.439.355 12.4 3.6 21.6 -11.0 Marmara 10.365.562 21.5 13.245.878 23.5 17.351.417 25.5 26.6 28.3 20.3 Türkiye 48.185.047 100 56.473.035 100 67.844.903 100 18.3 27.0 3.9 Kaynak: Zeynel Dinler (2005).

Ülkemizin göreceli olarak en az gelişmiş bölgeleri olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri arasında nüfus artış hızları yönünden 1990-2000 döneminde ortaya çıkan önemli farklılığın nedenini, Gü- neydoğu Anadolu Projesi ve bünyesinde Türkiye’nin önemli ticaret ve sanayi merkezlerinden biri olan Gaziantep kentinin bulunduğu Gü- neydoğu Anadolu’nun nüfus tutmaya başlamasıyla açıklanabilir. Doğu Anadolu Bölgesi ise, yüksek doğurganlık oranına sahip olmasına rağ- men göç nedeniyle nüfus kaybettiğinden, kendisi gibi yoğun göç veren ve nüfusu azalan Karadeniz Bölgesi bir yana bırakılırsa, ülkemizde yıllık nüfus artış hızı en düşük olan bölgedir.

Ülkemizde 1923 ile 1950 arasında nüfusun %80 gibi büyük bir kısmı kırsal karakterli yörelerde otururken, 1950’lerden başlayarak kırdan kente doğru bir göç başlamıştır. Bu göçle birlikte, 1950 yılında %23,8 olan kentleşme oranımız hızla artmış ve 2000’e gelindiğinde %65’e yükselmiştir. 2000 yılı verilerine göre ülkemizde kentli nüfu- sun (44,3 milyon) %31’i (13,7 milyon) Marmara Bölgesi’nde yaşar- ken, %9,4’ü (4,1 milyon) Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ve ancak %7,3’ü (3,2 milyon) Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunmaktadır142.

Büyük kentlerimizin büyümeleri önlenemediği takdirde, çözümü güç önemli sorunlar ortaya çıkacaktır. Ülkemizde 1950’lerden bu ya- na, doğudan batıya ve özellikle büyük kentlere doğru yoğun göçler olmaktadır. Bu göçmenler de geldikleri yörenin yaşam tarzını sürdür- mektedirler. Buda büyük kentlerimizin nüfusları artarken, ortak bir kent kültüründen uzaklaşılmasına neden olmaktadır. Diğer yandan bu göç sonunda büyük kentlerimizin daha da kalabalıklaşması başta is- tihdam, konut, sağlık, eğitim, sosyal hizmetler, çevre vb. olmak üzere birçok önemli sorunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Bir yönüyle işgücü ve sermaye transferi olarak da nitelendirebile- ceğimiz göç olgusu, göç veren bölgede pazarın daralmasına, mevcut yatırımların atıl kalmasına ve yine bu bölgelerde becerili işgücü ve sermaye gibi gelişmeyi sürükleyici dinamik üretim faktörlerinin yiti- rilmesine neden olarak geri kalmışlığı pekiştirmektedir. Diğer yandan, gelişmiş bölgeler üzerinde meydana getirdiği büyük bir nüfus baskı- sıyla, kamu yatırım ihtiyacını artırmakta ve böylece kentleşme maliye- tine ek bir yük getirmektedir. Sonuç itibariyle; hem gelişmiş, hem de geri kalmış bölgelerde yaşanan sorunların temel dinamiği olarak göç, ülke genelinde büyük bir yerleşme sorununu beslemektedir. Göçün temel nedeni ise, bölgelerarası sosyo-ekonomik gelişmişlik farklılıkla- rıdır. Diğer bir deyişle, toplumsal refah dağılımının dengesizliği sonu-

cunda ortaya çıkan göç olgusu, aynı zamanda toplumsal refah dağılı- mını olumsuz yönde etkilemektedir143.

Kentleşmenin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi için önlemlerin alınamaması sonucunda bu kentler büyük problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu sebeple doğu ile batı arasındaki gelişmişlik farkları kentleşme oranlarının farklılığından dolayı devam etmekte iken, metropolitan alanların çarpık kentleşme sorunları yaşamasına neden olmaktadır. Tüm bu sebeplerden dolayı kentleşmede doğması bekle- nen olumlu etkiler ortaya çıkamamaktadır. Kentlerin plansız, göçleri kaldırmakta güçlük çeken büyüklüklere sahip olmaları yanında sosyal güvenlik önlemlerinin alınması ve doğurganlık oranlarının düşürüle- memesi sebepleri ile sadece yaşanan sorunların mekânsal değişikliği söz konusu olmaktadır.