• Sonuç bulunamadı

NÂBÎ’NİN HAYRİYYE’SİNDE SOSYAL KALKINMAYI SAĞLAYAN İDEAL İNSANIN VASIFLARI

92 Kırıkkale’de Geliştirilebilecek Turizm Türleri

NÂBÎ’NİN HAYRİYYE’SİNDE SOSYAL KALKINMAYI SAĞLAYAN İDEAL İNSANIN VASIFLARI

Aysun SUNGURHAN1 Öz

XVII. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin siyasî ve sosyal alanda birçok olumsuzluklar yaşadığı, edebî alanda ise yükseliş ve gelişimini sürdürdüğü bir dönemdir. 1642 yılında doğan Nâbî, hikemî tarza yönelen, Sebk-i Hindî’nin de bazı özelliklerini benimseyen şairlerdendir. Nâbî, insan, hayat ve toplumla ilgili konulara ağırlık vermiş; varlıkların oluşumundaki sır ve hikmeti anlamaya çalışmıştır. Bu hayat felsefesiyle Nâbî, XVII. yüzyılda ortaya çıkan “kültürel soğuma” ve “sosyal değişimi” yorumlayarak dönem sorunlarını, bu sorunları çözmeye yönelik önerilerini şiirlerinde ve özellikle de “Hayriyye-i Nâbî” veya “Hayrî-nâme” adıyla bilinen eserinde dile getirmiştir. Nâbî, Hayriyye’sinde birçok konuda öğüt vermiş ve toplumda sergilenmesi gereken tavır ve davranışlar konusunda oğluna ve dolaylı olarak da tüm insanlara yol göstermiştir. Nâbî, Hayriyye’sinde sosyal kalkınmayı sağlayabilmek adına öncelikle fertlerin ilim, irfan sahibi, inançlı, dürüst, ahlâklı, adaletli, çalışkan, iyi, merhametli, cömert, tok gözlü vs. olması gerektiği üzerinde durmuştur. Bu çalışmada Nâbî’nin Hayriyye’sinden hareketle toplumsal kalkınmayı sağlayabilmek adına bir fertte olması gereken vasıflar belirlenerek ideal insan tipi tespit edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Nâbî, Hayriyye/Hayrî-nâme, Hikemî Tarz, Sosyal ve Beşeri Kalkınma, İdeal İnsan Vasıfları.

The Characteristics of an Ideal Man Allowing Social Development in Nâbî’s Hayriyye

Abstract

The seventeenth century was a period in which the Ottoman Empire faced many adversities in the political and social arenas but it was also a time of continued growth and development in literature.

Born in 1642, the poet known as Nâbî adopted the hikemî style and some features of Sebk-i Hindî.

Nâbî give advice, and focused on issues related to people, life, and society. He also tried to understand the mystery and hidden cause of Creation. Espousing this philosophy of life, Nâbî addressed the problems of “cultural alienation” and “social change” that arose in the seventeenth century; he noted the problems in this period and articulated his suggestions in his poems, especially his work known as

“Hayriyye-i Nâbî” or “Hayrî-nâme”. Nâbî passed on valuable moral advice on several subjects in this work and guided his son, and all other readers, in the attitudes and behaviors that should be displayed in society. In the Hayriyye, Nâbî primarily emphasized that one should possess wisdom, moral values, and belief, and be knowledgeable, honest, fair, hardworking, good, compassionate, generous, and contented to promote social development.

This study determined the ideal human type based on the suggestions of Nâbî’s Hayriyye regarding the personal characteristics necessary to enhance social development.

Keywords: Nâbî, Hayriyye/Hayrî-nâme, Hikemî Style, Social and Humanistic Development, Characteristics of an Ideal Man

1 Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, aysunsungurhan@hotmail.com.

98

Giriş

“Kalkınma” en genel ifadeyle bir toplumda ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda istenilen her türlü değişim ve gelişim olarak tanımlanmaktadır (Tüylüoğlu ve Çeştepe, 2004, s. 29; Yılmaz ve Danışoğlu, 2017, s. 119). Nüfus faktörünün nicel ve nitel özelliklerinin toplamından oluşan “beşeri kaynaklar” ekonomik kalkınmanın temelidir. Nüfus miktarı, yaş ve cinsiyet yapısı gibi özellikler nüfusun nicel; eğitim, sağlık ile ilgili özellikler ise nüfusun nitel özelliklerini oluşturmaktadır. Nüfusun nitel ve nicel özellikleri ekonomik kalkınmanın etkinliğini belirlemektedir (Yumuşak, 2008, s. 11; Yılmaz vd., 2017, s. 119, 123). Klasik anlamdaki üretim faktörlerinin yanı sıra emek faktörünün nitel yönü olarak değerlendirilen, bireyin sahip olduğu, bilgi, beceri ve yeteneklerinin toplamı şeklinde ifade edilen “beşeri sermaye” ülkelerin kalkınma politikalarında önemli bir yere sahiptir (Kaynak, 2007, s. 21;

Yılmaz vd., 2017, s. 124).

1642 yılında Urfa/Ruha’da doğan, asıl adı Yûsuf olan Nâbî’nin yaşadığı XVII. yüzyıl, siyasî açıdan Osmanlı Devleti için sıkıntılı bir dönemdir. Bu yüzyılda hem siyasî ve hem de sosyal hayatta yaşanılan olumsuzluklar, bir süre sonra edebiyata yansımış; içinde yaşadıkları ortamın ve mizaçlarının etkisiyle şairlerin bir kısmı hiciv, hezl ve hikemî tarza, bir kısmı da tasavvuf ve Sebk-i Hindî’ye yönelmişlerdir. Nâbî, hikemî tarza yönelen, Sebk-i Hindî’nin de bazı özelliklerini benimseyen, ilim ve bilgiye önem veren; kendisine insanlara doğru yolu göstermeyi, öğüt vermeyi amaç edinen; varlıkların oluşumundaki sır ve hikmeti anlamaya çalışan; XVII. yüzyılda ortaya çıkan “kültürel soğuma” ve “sosyal değişimi” yorumlayarak dönem sorunlarına çözüm önerilerinde bulunan bir şairdir (Mengi, 1987, s. 131; İsen ve Kurnaz, 1992, 3, s. 157-163; Bilkan, 1997, s. VII-XI; Karahan, 2006, 32, s. 258). Dönemini sosyo-kültürel açıdan inceleyen Nâbî, 1701 yılında aruzun “Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün”

kalıbıyla “Hayriyye-i Nâbî” veya “Hayrî-nâme” olarak bilinen mesnevisini oğlu Ebu’l-hayr Mehmed Çelebi için kaleme almış; oğlunun yanı sıra kendi dönem insanlarına ve dolaylı yoldan da günümüz insanlarına seslenerek, toplumun kalkınması için gerekli beşeri sermayenin önemine dikkat çekmiştir. Eser yazıldığı günden itibaren o kadar beğenilmiştir ki XVIII. yüzyılda Sünbülzâde Vehbî de bu esere nazire olarak oğlu için “Lutfiyye-i Vehbî”

adlı eserini kaleme almıştır (Pala, 1989, s. 13).

Eser, muhteva bakımından 1. Giriş, 2. Babanın durumunun özeti, 3. Eserin yazılış sebebi, 4. İslâmın şartları, 5. Kelime-i şehâdet, 6. Namazın fazileti, 7. Orucun önemi, 8. Hac ibadeti, 9. Zekât ve sadaka, 10. İlmin değeri, 11. Allah’ı bilme ve irfan yolu, 12. İstanbul’un güzellikleri, 13. Güzelliğin tanımı, 14. Tokgözlülük, 15. Alay ve mizahın zararları, 16.

Cömertlik, 17. Güzel ahlâk, 18. Dedikodunun zararları, 19. Fal ve yıldız ilminin zararları, 20.

İçki ve uyuşturucunun zararları, 21. Süs ve zînetin zararları, 22. Ayânların zulmü, 23. Yalan ve sahtekârlığın zararları, 24. Bahar mevsimi, 25. Güzel söz ve şiir, 26. Sabırlı olma, 27. Ziraa-tın durumu, 28. Paşalık ve paşaların durumu, 29. Kadılık, 30. Tavla ve satranç, 31. Divân hocalığı talebi, 32. İksîr ve kimyanın zararları, 33. Söz taşımanın zararları, 34. Tıp ilminin

99

önemi, 35. Du’a bölümü olmak üzere 35 bölümden ve 1660 beyitten oluşmaktadır (Kaplan, 2008, s. 173-315; Bilkan, 2014).

Nâbî, Hayriyye’sinde öncelikle tertemiz topraktan yaratılan insanın yaratılmışların en şereflisi olduğuna dikkat çeker.1 İnsan, bütün parçaları bir nizam üzerine kurulmuş olan cihanı, aklının erdiği kadarıyla görmeye ve anlamaya çalışmalıdır.2 Hayat tecrübesini eserine aktaran Nâbî’nin asıl isteği, verdiği öğütlerin oğlunun ve dolaylı olarak da bütün insanların kulağına küpe olmasıdır.3

Nâbî’ye göre dünya meşgalesinden önce insan, yaptıklarının sonunu düşünmeli, din evini onarmalı;4 şehadet ederek benliğini bulmalı;5 namaz kılarak Allah’ın huzurunda o divana yaraşır bir kul olmalı;6 hasta olmadıkça, bedeni halsiz düşmedikçe orucunu tutmalı;7 hac vazifesini yerine getirmeli;8 malının bereketlenmesi için zekat ve sadakasını vermelidir.9 Mümin kişi için yoksul, bir hediyedir.10 Bundan dolayı ihtiyaç sahiplerine merhamet nazarıyla bakmalı, sertlikle konuşmamalı, gönülden şükrederek her türlü lütufta bulunmalı, cömert olmalıdır.11 Yapılan bu iyilikler kesinlikle başa kakılmamalı, kişi rencide edilmemelidir.12 Eğer yardımlar, karşıdakini incitecek şekilde yapılırsa bunun hiç kimseye faydası yoktur.13

Nâbî, eserinde beşeri sermayenin en önemli unsurlarından biri olan eğitim üzerinde özellikle durur. Kişi kendini yetiştirebilmek için gece gündüz çalışmalı, ilimleri öğrenmeli;

hayvan gibi cahil kalmamalıdır.14 Çalışma olmadan ilmin var olması mümkün değildir.15 Hz.

Muhammed de ilim öğrenmenin farz olduğunu söylemiş ve “İlim Çin’de de olsa gidip alınız” demiştir.16 Nâbî için ilim, varlığın yüzünün süsleyicisi; var ile yoku bilme yolu;17

1 Oldı bu sûret-i tîn-i tahûr / Ekmel ü eşref-i envâ’-ı zuhûr (Pala, 1989, s. 19)

2 Bu nizâm üzredir eczâ-yı cihân / Aklun irdügi kadar ol nigerân (Pala, 1989, s. 21)

3 Eyledüm nazm-ı nasihat tahrîr / Ki ide dîde-i idrâki karîr (Pala, 1989, s. 30)

4 Âlemün meşgalesinden akdem / Budur insana ehemm ü elzem (Pala, 1989, s. 31)

5 İt şehâdet olasın ehl-i şühûd / Tâ ki meşhûdun ola bûd u ne-bûd (Pala, 1989, s. 33)

6 Vakti geldikde hemân eyle vuzû / Mâsivadan dehen ü destüni yu

Giydür endâmuna pîrâhen-i nûr / Olasın lâyık-ı dîvân-ı huzûr (Pala, 1989, s. 35)

7 Bî-maraz tâ ola cismünde tüvân / Eyleme fevt-i sıyâm-ı ramazân (Pala, 1989, s. 38)

8 Ka’be’den gayrı yire itme sefer / Sefer-i beyhûdedür nâr-ı sakar (Pala, 1989, s. 41)

9 Zimmetünde koma bir habbe zekât / Vir k’ola mâyei hayr u bereket

Sadakât ile kıl itmâm-ı zekât / Fer’idür asl-ı zekâtun sadakât (Pala, 1989, s. 46, 47)

10 Mü’mine oldı hediyye sâil / Sana nef’i ne kadardur anı bil (Pala, 1989, s. 48)

11 Fukarâya nazar-ı merhamet it / Unf ile itme sühan mekremet it

Hem nihân şükr-i firâvân eyle / Ehl-i hâcâta hem ihsân eyle (Pala, 1989, s. 49, 51)

12 İmtinân ile sakın itme ıtâb / Sen utan tâ o ide ref’-i hicâb (Pala, 1989, s. 53)

13 Olsa lütfunda ezâyile riyâ / Zâyi’ olur ne sana var ne ana (Pala, 1989, s. 54).

14 Sa’y kıl ilm-i şerîfe şeb ü rûz / Kalma hayvân-sıfât ol ilm-âmûz (Pala, 1989, s. 55)

15 Bulamaz ilm bilâ-sa’y vücûd / Biri gitse biri olur nâ-bûd (Pala, 1989, s. 56)

16 Matlab-ı ilme çalış ol a’lem / Farzdur didi Resûl-i Ekrem

Hazretün nâsa budur telkini / “Utlubü’l-ılme velev bi’s-Sîni” (Pala, 1989, s. 56, 58)

17 İlmdür mâşıtâ-i rûy-ı vücûd / İlmdür vâsıta-i bûd u ne-bûd (Pala, 1989, s. 56)

100

Allah’tan insanlara bir lütuftur.1 Bütün bunlardan dolayı insan, kendini ilimlerle donatmalı, zihnini doldurmalıdır. Belki bir gün ihtiyaç olduğunda bu bilgileri kullanmak gerekecektir.2 Ancak kişi, işi ehlinden öğrenmeli, bundan da utanmamalıdır. Her şeyin âlimliği, cahilliğinden daha iyidir.3 İlimle uğraşmak kadar yüce bir iş yoktur; ilimden hiç kimse elem görmemiştir.4 Gerek yönetilen halk olsun, gerek yöneten padişah, muhakkak âlimlere ihtiyaç duyacaktır.5 Ayrıca kişi ilim öğrenirken derinlemesine öğrenmeli, manaların özüne ulaşmalıdır.6 Dönemin anlayışına göre öğrenilmesi gereken ilimlerin başında fıkıh, hadis ve tefsir gelmektedir. Bunların dışında kalan ilimler de öğrenilmeli; ancak fikir çatışmasına düşülmemelidir.7 Kişi öğrenmiş olduğu bilgilerle kimseye de fazilet satmaya kalkmamalıdır.8 İlimlerin önemlileri arasında tıp da yer almaktadır. Mümin kişiye hekimlik ile din bilgilerini öğrenmek farzdır. Tıp, bayındırlığın da bir göstergesidir.9 Ancak iyi bir doktor, çeşitli ilimleri bilmeli; işini kitaba uygun yapmalı ve bitkilerin özelliklerine dair bilgiye sahip olmalıdır.10 Kendi kendine doktorluk yapmaya kalkışan doktor değil, öldürücü bir hastalıktır.11

Nâbî, eserinde insanî ilişkiler üzerinde de durarak kişinin toplum içinde dostlarına ve başkalarına karşı sergilemesi gereken tutum ve davranışları konusuna açıklık getirir. Kişi hezl (küfür derecesine varan yergi) ve mizahı meslek edinmemelidir. Bunlar, dostları gücendirebilir. Bu yüzden latife, zarif ve nükteli olmalı; kimsenin gönlünü incitmemelidir.12 Söylenen söz gönül bahçesinden yeni koparılmış bir gül, onu duyan da içindeki mana ile bülbül gibi olmalıdır.13 Kimseyi kötüleyip dedikodusunu yapmamalı; kalbi temiz tutmalıdır.14 Dedikodu ve başkasını kötüleme, onu yapan kişiyi de kötü duruma düşürür.15 Sohbeti başkalarına nakletmek de bozgunculuk çıkarır.16 Kişi, birisine ihtiyacını arz ederek

1 İlmdür mâ’ide-i Rabbânî / İlmdür mevhibe-i Yezdânî (Pala, 1989, s. 56)

2 İlmün envâ’ı ile ol mâlî / Belki lâzım gele istimâli (Pala, 1989, s. 57)

3 İtme âr öğren okı ehlinden / Her şeyin ilmi güzel cehlinden (Pala, 1989, s. 58)

4 Olmaya ilm kadar emr-i bülend / İlmden görmedi hiç kimse gezend (Pala, 1989, s. 59)

5 Ger re’âyâ vü gerek sâhib-i tâc / Lâ-büd olur ulemâya muhtâc (Pala, 1989, s. 59) Tıbdur akvâ-yı mühimmât-ı fünûn / Anı münkir degül illâ mecnûn

Kangı ma’mûrede ki olmaya tıb / Telef-i nefsi olur müstevcib (Pala, 1989, s. 225)

10 Hem mücerreb ola hem ehl-i kitâb / Ola dânâ-yı havâs-ı i’şâb (Pala, 1989, s. 226)

11 Hod-be-hod tıbba o kim sâlikdür / Ne tabîb ol maraz-ı mühlikdür (Pala, 1989, s. 227)

12 Eyleme hezl ü mizâhı pîşe / Düşürür dostlarunı endişe

Âdâr olsa latîfe hoşdur / Lîk bir semti yanar âteşdür (Pala, 1989, s. 87)

13 Lafzı endek ola ma’nâsı kesîr / İtmeye kimseyi aslâ dil-gîr

Bâg-ı dilden yeni kopmuş gül ola / Gûş iden vasfı ile bülbül ola (Pala, 1989, s. 88)

14 Hak seni hıfz ide ol dağdağadan / Olasın sade-dil âsûde-beden (Pala, 1989, s. 89)

15 Eyleme kimseyi zemm ü gıybet / Aybdur âkıl olana bu sıfat

Zemm ü gıybet ider ehlin bed-nâm / Behremend oldugı yokdur zemmâm (Pala, 1989, s. 89)

16 Nakl-i meclis ider îrâd-ı fesâd / Virür esbâb-ı musâfâta kesâd (Pala, 1989, s. 219)

101

minnet yükü altında ezilmemeli;1 minnet ile olan nimeti yememeli; hatta bu gül dahi olsa koklamamalı;2 tok gözlü bir davranış sergilemelidir.3

Nâbî, Hayriyye’sinde komşuluk ilişkilerinin nasıl olması gerektiği hususuna da dikkat çeker. Konu komşuyla iyi geçinmeli, onların hakkını gözetmeli, kimseyi incitmemeli, öfke, kin ve düşmanlık gütmemeli, eziyet etmemelidir.4 Böylece bütün dünya iyi huyun esiri olacaktır.5 Kin, hasetlik ve düşmanlık dinî ölçülere sığmaz. Bu kötü huylar insanlardan gittikçe memleketin bütün aksaklıkları da ortadan kalkar.6

Nâbî’ye göre insan güzel huylu, mülayim gönüllü ve derviş yaratılışlı olmalıdır.

Huyca zengin, alışkanlıkça alçak gönüllü olan kurtuluş gülistanına kök salmış demektir.7 Ahlakça iyi yaratılışlı ve meşrepçe geniş olmak, kalp aynasına parlaklık verir.8 İyi huyluluğun başında güler yüzlülük gelmektedir. Güler yüzlülük rahmet alametidir; surat asmak nefrete sebep olur.9 Kötü huy, kötü alışkanlık ve kötü meşrep, kişiyi ebedî olarak istenmeyen yapar.10 Kimin işi büyüklenme olursa, gidişatı ve hareketleri başkaları tarafından hazmedilmez.11 Bundan dolayı büyüklenmek doğru değildir; bu niteliğe sahip insanlarla oturup konuşmamalı, onlardan uzak durulmalıdır.12 Er olan kişi yalan söylemekten de kaçınmalıdır. Ancak amacı, düşmanları ortadan kaldırmak ise yalanı söylemek kötü değildir.13 Bazı insanlar vardır ki yalan söyleyip aslı olmayan şeyler anlatarak övünürler;

sonra da yalanını tasdik ettirmek için yemini, sözün doğruluğu hususunda sıkıca bağlanmış bir kemer haline getirirler.14 Bilgisiz cahiller, ahmaklar ve inatçılar, yemin ederek sözlerini kuvvetlendirmeye çalışırlar.15 Bu yüzden yalan söyleyen insanlardan da uzak durmalı, onlarla dostluk kurmamalıdır.16 İnsan yapacağı işte de acele etmemeli, sabırlı davranmalıdır.

1 Eyleme kimseye arz-ı hâcet / Olma ham-geşte-i bâr-ı minnet

Sâhib-i hırs u tama’ rüsvâdur / Kîmyâ-yı şeref istignâdur (Pala, 1989, s. 83)

2 Yime minnetle olursa ni’met / Kokma gül kim ola bûy-ı minnet (Pala, 1989, s. 86)

3 Çeşmüni hâtırunı eyle ganî / Kerem it olma gedâ-çeşm ü denî (Pala, 1989, s. 86)

4 İmtizâc ile gözet hakk-ı civâr / Çekmesün kimse yüzünden âzâr Kimseye bugz u adâvet itme / Terk-i âsâyişi âdet itme

Gazab u hiddet ü kin gösterme / Kimseye çîn-i cebîn gösterme

Cevr ile kimseyi bî-zâr itme / Sana cevr itse de âzâr itme (Pala, 1989, s. 90, 91)

5 Olmasun kimse yüzünden derhem / Hulkunun bendesi olsun âlem (Pala, 1989, s. 91)

6 Şer’de yok sitem ü azl ü ıkâb / Şer’ ile ide meğer kim îcâb (Pala, 1989, s. 181)

7 Meskenet hasletin eyle a’dâd / Ol mülâyim-dil ü dervîş-nihâd Ol ganî-tab’ u tevâzû’-pîşe / Sal gülistân-ı felâha rîşe (Pala, 1989, s. 93)

8 Virür âyîne-i kalbe işrâk / Vüs’at-i meşreb ü tîb-i ahlâk (Pala, 1989, s. 93)

9 Hande-rûluk eser-i rahmetdür / Türş-rûluk sebeb-i nefretdür (Pala, 1989, s. 93)

10 Hûy-ı bed âdet-i bed meşreb-i bed / İder erbâbını merdûd-ı ebed (Pala, 1989, s. 94)

11 Hazm olunmaz reviş ü etvârı / Her kimin k’ola tekebbür kârı (Pala, 1989, s. 94)

12 İtme erbâb-ı tekebbürle sühen / Ol girîzân mütekebbirlerden (Pala, 1989, s. 94)

13 İrtikâb itme sakın kizb ü durûg / Kim olur subh-ı makâlünde fürûg (Pala, 1989, s. 132)

14 Niceler var ki mübâhât eyler / Kizb ider nakl-i muhâlât eyler

İder itdürmege kizbin tasdîk / Kasemi şedd-i nutâk-ı tahkîk (Pala, 1989, s. 133)

15 Bilmeyen câhil ü nâdân u anîd / Sözin eyler kasem ile temhîd (Pala, 1989, s. 134)

16 Öyle şahs ile sakın ülfetden / Nâr-ı dûzâh gelür ol sohbetden (Pala, 1989, s. 132)

102

Sabır kapı üzerinde duran, sıkıntılardan sonraki sevinç anahtarı gibidir. Her işin düğümünü çözen sabırdır; karanlık gece bile sabrederek sabaha erişir.1

Nâbî, eserinde evin kutsallığına da değinerek evi cennete benzetir. Başkalarının evine davetsiz gitmek, her yere rüzgâr gibi girip çıkmak doğru değildir. İnsan, hürmet göreceği yere gitmelidir.2 Davet edilip gidilen yerde öyle susup oturmamalı; yeri geldikçe sohbete katılmalı; herkese sırları açmamalı; bu sırların ortaya dökülmesine mani olmalıdır.3 İnsanoğlu vaktin kıymetini de iyi bilmeli, vaktini değersiz şeylerle, oyun ve eğlencelerle geçirmemelidir.4 Oyun sadece ilim tahsil ederken, bıkkınlık geldiği anda zihni dinlendirmek için oynanmalıdır.5

Ayrıca mertebe ve makam sahibi olunduğunda güç sarhoşu olmaktan da kaçınmalıdır.6 En üst mertebeye ulaşılsa da unutmamak lazımdır ki insan yine de Allah’ın alelade bir kuludur.7 Bir istekte bulunmak için makama gelen kişiyi sertlikle ve kabalıkla kovmamalı; el etek öptürmemelidir.8 Hürmet gösterilirse ne güzel; hürmet göstermeyen cahil ile takışmaya gerek yoktur.9 Utanma duygusu ve edep kişide saygınlığı sağlayacaktır.10 Edep insanın süsüdür.11 Bu bakımdan makam sahipleri sebepsiz yere insanlarla kavga etmemeli;

yüze gülme siperini terk etmemeli; işlerini yasaya uygun yaparak kötü şöhret edinmekten kaçınmalı; devlet malına göz dikmemeli; rüşvet yememelidir.12 Herkes bulunduğu mevkiden ve malından emin olursa; dinde düşmanlık olmadığı için kimse üzüntüye düşmez. Dine bağlı olunca çok fakir de olsa kimse kimseyi soymaz; zulüm olmadığı için halk isyan etmez.

Dinin emirlerine uyularak memleket bayındır olunca, insanlar mamur olan şehir merkezlerine sıkışıp kalmazlar.13 Eğer dinin gereği olarak adalet uygulanırsa ülkede sorun da kalmaz.1 Âlemdeki düzenin aslı adalettir; adaletsiz saltanat sağlam olmaz.2

1 Sabr kıl itme umurunda şitâb / Sabr miftâh-ı ferecdür ber-bâb

Sabrdur ukde-küşâ-yı her kâr / İrişür sabr ile subha şeb-i târ (Pala, 1989, s. 158)

2 Bâd-veş eyleme her bezme şitâb / Mihr-veş eyleme devr-i ebvâb Hâneden çıkma ki oldur cennet / Kûşe-i hânede künc-i halvet

Varma gayrun evine bî-da’vet / Ola ammâ o da ehl-i hürmet (Pala, 1989, s. 99, 100)

3 Olma meclisde ne bir gûne hamûş / Vakt ile gâh zebân ol geh gûş

Herkesi mahrem-i esrâr itme / Sırrunı zîver-i bâzâr itme (Pala, 1989, s. 100, 99)

4 Budur anla var ise irfânun / Dem ganimet didügi yârânun

Lu’b u lehvün sonı vâveylâdur / Var ise fâ’idesi gavgâdur (Pala, 1989, s. 191, 192)

5 İlm tahsiline geldükce kelâl / Zihn teşhîziyiçün oldı helâl (Pala, 1989, s. 197)

6 Olma mestâne-i câh u pâye /Karşu turma gazab-ı Mevlâ’ya (Pala, 1989, s. 95)

7 Tutalum çerha irişmiş câhun / Yine ednâ kulısun Allah’un (Pala, 1989, s. 95)

8 Unf ile halkı kapundan sürme / Kimseye dâmen ü dest öpdürme (Pala, 1989, s. 95)

9 Sana ta’zîm olunursa ne güzel / İtmeyen câhil ile itme cedel (Pala, 1989, s. 96)

10 Şermdür gâze-i nûr-ı îmân / Bî-hayâtunda olan şâdâbı (Pala, 1989, s. 97)

11 Edeb ârâyişidür insânun / Bî-edeb tâbi’ıdur şeytânun (Pala, 1989, s. 97)

12 Bî-sebep halk ile gavgâ itme / Terk-i bârû-yı müdârâ itme Şer’ ile görse umûrı hukkâm / Yaramaz kande bulur şöhret ü nâm Hîçbir mülke degüldür mahsûs / Bundadur cümle bu târac u lusûs

Cem’ olup hânene hayr u bereket / Girmeye kîsene mâl u rüşvet (Pala, 1989, s. 98, 120, 180, 233)

13 Mâl u câhından olur herkes emîn / Hasm yok şer’de k’ola gamgîn

103

Nâbî, bayındır hale gelebilmek için ziraatin de önemine “Hayatta ongun olmak için ziraatle uğraşmak gibi başka hiçbir iş yoktur” diyerek dikkat çeker.3 Nevâle kazanmanın vasıtası ekip biçmedir.4 Çalışıp kazanan insan, gelirini giderini iyi dengelemeli; hali vakti yerinde olduğunda malını biraz biriktirmeli; gelir ne kadar fazla olursa olsun, durup dururken giderleri arttırmamalıdır.5 Masraf artıp da gelir azalınca, dünyanın düzeni elbet bozulacaktır.6

Sonuç

Sonuç olarak Nâbî Hayriyye’sinde, XVII. yüzyılda yozlaşan insan ilişkileri ve kültürel değerleri irdelemekte; yaşadığı dönemin olumsuz yönlerini sosyo-kültürel açıdan eleştirmekte; toplumdaki bozulma ve yozlaşmayı giderebilmek adına çeşitli önerilerde bulunmakta; sosyal ve beşeri kalkınmayı sağlayabilmek adına ideal insanın vasıflarını, oğluna dolaylı yoldan da tüm insanlara verdiği öğütlerle belirlemektedir. Nâbî’ye göre ideal insan, öncelikle ilim, irfan sahibi, inançlı, alçak gönüllü, temiz kalpli, dedikodu ve yalandan uzak, dürüst, konu komşuyla kavga etmeyen, bulunduğu ortama uygun tavır ve davranış sergileyen, dostlarının ve çevresindekilerin kalbini kırmayan, merhametli, güler yüzlü, cömert, tok gözlü, vaktin kıymetini bilerek oyun ve eğlenceye fazla zaman ayırmayan, kötü alışkanlıklardan uzak duran, çalışkan, ziraatin önemine vakıf, lüzumsuz harcamalardan kaçınarak gelirine göre davranan, kazancının bir kısmını biriktiren, başkasının ve devletin malına göz dikmeyen, rüşvet yemeyen; makam, mevki ve bilgisiyle asla büyüklenmeyen ve adaletli biri olmalıdır.

Eser, bütün bu yönleriyle Türk-İslâm felsefesinin ana hatlarını içermekte; “çözülüş”

dönemi hakkında önemli bilgiler vermekte ve dönemin sosyo-kültürel hayatını da yansıtmaktadır.

Şer’de kimseyi soymaz uryân / Zulm yok k’ide re’âyâ isyân

Şer’ ile mülk olıcak âbâdân / Mülk-i ma’mûra sığışmaz devrân (Pala, 1989, s. 181)

1 Şer’ ile olsa adâlet cârî / Bunlarun birisi olmaz târî (Pala, 1989, s. 182)

1 Şer’ ile olsa adâlet cârî / Bunlarun birisi olmaz târî (Pala, 1989, s. 182)