• Sonuç bulunamadı

KALKINMA DÜŞÜNCESİNİN EVRİMİNDE BEŞERİ SERMAYENİN YERİ Deniz ÖZYAKIŞIR 1 , Önder BALCI 2

92 Kırıkkale’de Geliştirilebilecek Turizm Türleri

KALKINMA DÜŞÜNCESİNİN EVRİMİNDE BEŞERİ SERMAYENİN YERİ Deniz ÖZYAKIŞIR 1 , Önder BALCI 2

Öz

Bu çalışmanın amacı ekonomik büyüme ve kalkınmaya ilişkin yaklaşımların zaman içinde gösterdiği değişimi ele almaktır. Bu değişim süreci, o dönemdeki kalkınma hedefi, bu hedefin dayandığı teorik temeller ve uygulanan politikalar bağlamında ele alınmıştır. Buna göre, 1950-60 ve 1960-70 dönemlerinde kalkınma sürecinde temel hedefin hızlı sanayileşmeyi sağlamak üzere tasarlandığı görülmektedir. 1980 ve sonrasında ise kalkınma kavramı yerine istikrarlı büyümenin tercih edildiği, ekonomik olarak iç ve dış dengeyi sağlamanın önemli amaçlardan biri olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. 2000’li yıllara doğru, tek başına ekonomik büyümenin yeterli olmadığı bunun yanında ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesinin gerekliliğinden hareketle gelir dağılımının düzeltilmesi, yoksulluğun azaltılması ve çevrenin korunması gibi konu başlıkları gündeme gelmeye başlamıştır. 2000’li yıllarla birlikte hem sürdürülebilir, nitelikli ve kapsayıcı bir büyüme hem de kalkınma için beşeri sermayenin önemi giderek artmaya başlamıştır.

Günümüzde refah ve zenginliği yaratmada en önemli unsur olarak ülkelerin sahip olduğu beşeri sermaye faktörü ön plana çıkmaktadır. Bunun sonucu olarak, bir ülke insan kaynağına ne kadar çok yatırım yapıyorsa bir yandan nitelikli bir büyüme sürecine girmekte diğer yandan da kalkınma düzeyinin yükseldiği görülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Kalkınma, beşeri sermaye, insani gelişme

The Place of Human Capital in the Evolution of Development Thought

Abstract

The aim of this study is to examine the changes in the approaches of economic growth and development over time. This process of change has been dealt with in the context of the development objective at that period, the theoretical foundations on which it was based, and the policies implemented. Accordingly, it is seen that the main objective in the development process in the 1950-60 and 1960-70 periods was designed to achive rapid industrialization. Since the 1980’s, it has been concluded that stable growth is preferred instead of development and that economic and internal balance are become one of the important objectives. Towards the 2000s, it is began to be considered to the agenda that the only economic growth was not sufficient, as well as the necessity of economic development, issues such as correcting income distribution, correcting income distribution and protecting the environment. In the 2000s, the importance of human capital for both sustainable, qualified and inclusive growth and development started to increase gradually. Today, it has been stands out that the most important factor in creating well being and wealth is the human capital factor of the countries. As a result, the more a country invest in human capital, on the one hand it is entering a qualified growth process and on the other hand improvement in the level of development.

Keywords: Rural Development, ARDSI, Kars

1Doç. Dr. Kafkas Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü , dozyakisi@gmail.com

2Araş. Gör. Kafkas Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü , ondrbalci@gmail.com

141

Giriş

Ulusların refah ve zenginliğinin kaynağının ne olduğu, neden bazı ülkelerin belli şartlar altında gelişme gösterip iktisadi refaha ulaştığı buna karşılık diğer ülkelerin aynı gelişmeyi gösteremediği sosyal bilimler alanındaki pek çok çalışmanın temel sorusunu oluşturmuştur.

Sosyolojik yaklaşımlar bu farklılığı toplumların kendi içindeki değişim dinamiğine bağlı olduğunu öne çıkarırken, tarihçiler başta nüfus ve göç hareketleri olmak üzere coğrafi konumun önemine vurgu yapmakta, ticaret ve ulaşım yollarının belirleyici olduğunu öne sürmektedirler. Antropolojik açıklamalardan dinsel yaklaşımlara hatta gökyüzündeki güneşin ve diğer yıldızların bile bu refah ve zenginliğin oluşumundaki rolü açıklanmaya çalışılmıştır. Bilimsel devrimin gerçekleşmesi ile birlikte pozitif bilimlerdeki ilerleme ve gelişmeler, sosyal bilimlerin de ilerlemesinin önünü açmıştır. Sanayi devriminden sonra hızlanan bilimsel ve teknolojik ilerleme ve sıçramalar toplumlar arasındaki farklılaşmanın giderek belirgin hale gelmesinde en önemli neden olmuştur.

Şekil 1. Gelişmiş ve azgelişmiş ülkelerin büyüme yolları (J. M. Cypher ve J. L. Dietz ,2004)

Sanayileşen ve kalkınan ülkeler Şekil 1’de de görüleceği gibi bir grup olarak A yolunu takip etmiş ve bunun sonucu olarak diğer ülkelerden ayrışarak yüksek büyüme ve buna bağlı olarak yüksek kişi başına gelir rakamlarına ulaşmışlardır. B yolunu takip eden sanayileşemeyen ve kalkınamayan diğer ülkeler ise hemen hemen eski büyüme sürecinin (trendi) aynısını devam ettirmişlerdir.

Refah ve Zenginliğin Kaynağı Olarak Kalkınmanın Evrimi

İktisat biliminin kurucusu olarak kabul edilen A.Smith’ten (1776) başlamak üzere takip eden uzun yıllar boyunca pek çok iktisatçı da “zenginliğin ve refahın kaynağının ne olduğu?” şeklindeki temel soruya odaklanmışlardır. Başta A.Smith ve D.Ricardo olmak üzere klasik iktisatçılar bu sorunun cevabını piyasa mekanizmasının “kendiliğinden”1 işleyişi ve serbest dış ticaret1 üzerinde

1 Hiçbir müdahale olmaksızın piyasanın uzun dönemde dengeye gelme sürecini sağlayan unsur “görünmez el”dir.

142

yoğunlaşarak cevaplamaya çalışırken, Klasik iktisatçılardan farklı olarak J.Schumpeter (1942), yeniliklerin ekonomideki dönüştürücü etkisine vurgu yaparak ilerleme ve zenginliğin kaynağını

“yaratıcı yıkım2” kavramında somutlaştırmıştır.

II. Dünya Savaşını izleyen dönemde azgelişmiş ülkelerin kalkınmasına yönelik çok sayıda teorinin ortaya çıktığı görülmektedir. Örneğin “modernleşme” yaklaşımına göre, azgelişmiş ülkeler gelişmiş ülke kategorisine yükselmek için tarihsel süreç içinde gelişmiş ülkelerin yaptıklarını (serbest dış ticaret, piyasa mekanizması, özel mülkiyet korunması… vb.) örnek almaları gerekiyordu. Öte yandan serbest piyasa mekanizmasının işlemediği veya (en azından) eksik işlediği azgelişmiş ülkelerde bir zamanlar gelişmiş ülkelerin sahip olduğu ön koşulların olmadığı tezinden hareketle devletin bu süreçte önemli roller üstlenebileceği fikri öne çıkmıştır. Bu yaklaşıma göre, az gelişmiş ülkelerde kalkınmanın ve sanayileşmenin bir an önce başlatılmasında devlet öncü bir rol oynamalıdır. Azgelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelere yetişerek onları yakalamasının belirli koşullara3 bağlı olduğu ileri sürülmüştür. Örneğin, P.Rosenstein-Rodan’ın (1943) “büyük itiş” teorisine göre, kalkınmanın başlatılabilmesi tüm ekonomiyi kapsayacak büyük ölçekli bir yatırımın yapılabilmesine bağlanmıştır. R. Nurkse (1953) ise yatırımların geçekleşmesinde dışsal ekonomilere vurgu yaparak azgelişmiş ülkelere “dengeli büyüme” yolunu önermiştir. Kalkınma sürecinin birbirini takip eden doğrusal aşamalardan oluştuğunu savunan W.W.Rostow (1956) gelişme sürecinde “kalkışın” gerçekleşebilmesi için milli gelir içinde yatırımların payının arttırılmasının gerekliliğine vurgu yapmıştır. H. Liebenstein (1957) ise ekonomideki gelir artışının belli bir düzeyin altında kalma riskine karşı yatırımların belli bir “kritik minimum çaba”yı sağlayacak şekilde yapılmasını zorunlu görmüştür. A. Lewis (1954) azgelişmiş ülkelerin sahip olduğu görece “sınırsız” olduğu emek faktörünün sanayi sektöründeki gelişmeye paralel bir şekilde kentsel alanlara transfer edilerek sanayileşmenin başlatılabileceğini savunmuştur (Thirlwall,2006; Ray, 1998).

Savaş sonrası dönemde giderek popülarite kazanan kalkınma kavramı 1960’lı yıllarla birlikte evrim geçirmeye başlamıştır. Bu yıllardan itibaren kalkınma-sanayileşme kavramları daha az vurgulanırken ekonomik büyümeyi öne alan modeller ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu modellerin ortak yönü GSYH büyümesine vurgu yapılması ve özellikle GSYH büyümesi ile ödemeler dengesi arasındaki ilişkiye ağırlık vermeleridir. S. Kuznets’ın (1966), sektörler arasındaki girdi-çıktı modeli, H. B. Chennery’nin (1960), büyüme sürecinde ekonominin yapısal değişimini regresyon analizine tabi tuttuğu ülke karşılaştırmaları ve Keynesyen temele oturan R. Harrod ve E.

Domar’ın (1957), ekonominin uzun dönemli denge analizi yaptıkları “bıçak sırtı denge” büyüme modelleri bu yeni yaklaşımın en önde gelen modelleri olmuştur (Kaynak, 2011).

1 Klasik yaklaşıma göre, uluslararası ticaretin serbestleşmesi, ticareti yapan iki ülkenin de bu ticaretten kazançlı çıkacağını ileri sürmektedir. Dış ticaretten elde edilen kazançları A.Smith “mutlak üstünlük, D.Ricardo ise “karşılaştırmalı üstünlük” yaklaşımları ile ele almışlardır.

2 Ekonomide yeniliği bulan ve uygulamaya sokan firmanın kısa dönemde tekel üstünlüğünü elde etmesini uzun dönemde ise bu yeniliğin diğer firmalarca benimsenerek yayılmasını ifade eder. Bu süreç tekrarlanarak devam ettikçe yaratıcı yıkım süreci ilerleme ve gelişmenin temelini oluşturur.

3 Kalkınma literatüründe, azgelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkeleri yakalamasının belirli koşullar bağlı olduğunu ileri süren çok sayıda teori vardır. Koşullu yakınsama adı altında toplanan bu görüşlerin karşısında ise R. Solow’un öncülüğünü yaptığı neo-klasik koşulsuz yakınsama yaklaşımı bulunmaktadır.

143

Tablo 1. 1950-80 Döneminde kalkınma yaklaşımı

DÖNEM HEDEF TEORİ POLİTİKA

Çıktı-İstihdam- Gelir Dağılımı İlişkisi

Teknoloji Seçimi

1970’lerin ortalarına gelindiğinde kalkınma ve büyüme teorilerinin başta azgelişmiş ülkeler olmak üzere geç kalan ülkeler için ileri sürdüğü hızlı sanayileşme ve kalkınma öngörüsünün gerçekleşmediği görülmeye başlanmış ve pek çok ülkede benzer kalkınma problemleri ortaya çıkmıştır. Keynesyen iktisadın eksik istidam yaklaşımı çerçevesinde devletin ekonomiye müdahalesinin istenen sonuçları vermemesi sadece azgelişmiş ülkelerde değil aynı zamanda gelişmiş ülkelerde de ekonomik- makroekonomik sorunlar yaratmıştır.

1980’li yıllara gelindiğinde gelişmekte olan ülkelerin kalkınma-sanayileşme çabaları bu ülkelerde dış borçlarla bütçe açıklarının birlikte artması ve bu duruma yüksek enflasyon oranlarının da eşlik etmesi sonucunu doğurmuştur. Ödemeler dengesi sorunları ve borç krizleri uluslararası sistemin sorgulanmasına yol açmıştır. İthal ikameci-müdahaleci-korumacı sanayileşme, yerini IMF ve Dünya Bankasının teorik öncülüğünü yaptığı neo-liberal piyasa modeline bırakmaya başlamıştır. Washington Konsensusu1 adıyla temsil edilen bu yeni yaklaşımla iktisadi kararların tek yol göstericisi olarak piyasa mekanizması alınmaya başlanmıştır. Bu yaklaşıma göre sermaye bakımından yoksul olan gelişmekte olan ülkelerin kalkınma-büyüme sorunlarını aşabilmeleri için sermaye girişlerini engellemek yerine serbest bırakmalarının gerekliliği vurgulanmıştır. Sermaye fazlasına sahip gelişmiş ülkelerin sunduğu fırsatlardan bu

1 John Williamson tarafından 1989’da yılında kullanılan “Washington Uzlaşısı” kavramı “neoliberalizm” ya da “piyasa köktenciliği” ile özdeşleştirilmiş ve ABD merkezli kurumların (FED, WB vb.) iktisat politikalarındaki liderliğini ifade etmek için kullanılmıştır.

144

ülkelerin etkin bir şekilde yararlanabilmesi için piyasa mekanizmasına işlerlik kazandırılmasının yanında devletin küçültülmesi, dış ticaretin serbestleştirilmesi, özelleştirme, deregülasyon, para ve sermaye piyasalarının serbestleştirilmesi gibi öneriler ileri sürülmüştür.

Bu yeni neoliberal yaklaşıma teorik alanda da eşlik eden yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.

Kalkınmanın temel unsurunun beşeri sermaye olduğunu ileri süren Lucas (1988), Romer (1990), İçsel Büyüme olarak adlandırılan yeni bir model ortaya koymuşlardır. Bu yaklaşıma göre düşük beşeri sermayeye sahip azgelişmiş ülkeler sanayileşme sürecinde ölçek ekonomilerinin sağlayacağı pozitif dışsallıkların yayılma ve taşma etkilerinden faydalanamamaktadırlar. Bu ise ancak beşeri sermaye artışı ile sağlanabilmektedir. Başta eğitim faaliyetleri olmak üzere araştırma-geliştirme ve yenilikleri destekleyecek bilinçli teşviklerle beşeri sermaye artışı sağlanabilecektir (Yardımcı, 2006).

Tablo 2. 1980-2000 Döneminde kalkınma yaklaşımı

DÖNEM HEDEF TEORİ POLİTİKA

Makroekonomik istikrar ve uyum politikalarının sürdürülmesi şeklinde değişen kalkınma ve büyümeye yaklaşımları 1990’lı yıllarda da devam ettiği görülmektedir. Başta G. Kore ve Doğu Asya ülkelerinin 1980’lerden sonra gösterdiği yüksek sanayileşme-kalkınma performansı hem gelişmekte olan ülkelere hem de sosyalizmden piyasa ekonomisine geçmeye çalışan ülkelere bir model olarak sunulmuştur. Dünya Bankası 1993 yılında yayınladığı “Doğu Asya Mucizesi” raporu ile hızlı kalkınma performansı gösteren Asya ülkelerinin bu başarısının arkasında yüksek yatırım oranları, seçici sanayi politikaları, etkin teknokratik yönetim, dışa açılma vb. özelliklerin yanında

145

özellikle yüksek beşeri sermaye1 yatırımları ve teknolojiyi edinmedeki yeteneklere 2 vurgu yapmaktadır (Dünya Bankası, 1993).

Tablo 3. 2000-2017 Döneminde kalkınma yaklaşımı

DÖNEM HEDEF TEORİ POLİTİKA

2000’li yıllarla birlikte tek başına ekonomik büyümenin veya hızlı sanayileşmenin sağlanmasının yeterli olmadığı büyümenin yanında kalkınmanın da gerekliliğini vurgulayan Binyıl Kalkınma Hedefleri3 gündeme gelmiştir. Buna göre gelir dağılımında adaletsizlik, yoksulluğun artması, doğal çevrenin bozulması, kadınların toplumdaki yerinin zayıflaması, küresel ısınma ve insan yaşamının tehdit altına girmesi, vb. sorunları tek başına ekonomik büyümenin gideremeyeceği kabul edilmiştir. Büyümenin nimetlerinin paylaşımında yoksulları gözeten onların durumlarında düzelme-iyileşme öngören diğer yandan da doğal çevrenin tahribatını en aza inmesini amaçlayan kapsayıcı4 ve sürdürülebilir büyüme kavramı gündeme gelmiştir.

Kalkınmanın Ölçülmesinde Bir Yöntem: İnsani (Beşeri) Kalkınma Endeksi

Günümüzde giderek artan bir oranda ülkelerin zenginlik ve refah düzeyini arttırma sürecinde niceliksel artışları gösteren büyümenin tek başına yeterli olmadığı bunun yanında niteliksel (eğitim düzeyi, sosyal ve siyasal ilerleme) gelişmenin de gerekli olduğu kabul görmeye başlamıştır. Bu yaklaşımdan hareketle UNDP 1990 yılından itibaren çok sayıda ülkeyi kapsayan İnsani Gelişme Endeksi5 (İGE) yayımlamaya başlamıştır. Buna göre, insani (beşeri) gelişmişliğin göstergesi olarak yalnızca kişi başına gelir düzeyi alınmamış bunun yanına eğitim düzeyi ve sağlıklı ve bir uzun yaşam süreside eklenmiştir.

1 Yüksek okullaşma oranı ve kaliteli-nitelikli eğitim ile birlikte Ar-Ge elemanı sayısında artış.

2 Learning by Looking: Başlangıçta teknoloji transferinin ters mühendislik yoluyla taklit edilmesini, Learning by Doing: Beşeri sermayedeki artışların toplam çıktı üzerindeki pozitif etkisini ifade etmektedir.

3 Ekonomik büyümenin yanında gelir dağılımında adaletin sağlanmasının, yoksulluğun azaltılmasının, cinsiyet eşitliğinin giderilmesinin, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçların tabana yayılmasının çevresel tahribatın azaltılmasının vurgulanması http://www.surdurulebilirkalkinma.gov.tr/wp-content/uploads/2016/07/UNDP-TR-TR-2010-MDG-Report_TR.pdf

4 Büyümenin kapsayıcı olması, çeşitli fırsatlara, hizmetlere, imkânlara ulaşamayanlara öncelik verilmesi veya uygulanması düşünülen politikalarda bu kesimlerin gözetilmesini ifade etmektedir.

5 http://www.hdr.undp.org/sites/default/files/2018_humandevelopment_statistical_update.pdf

146