• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1 : ULUSAL REKABET GÜCÜNE ĐLĐŞKĐN YAKLAŞIMLAR,

1.1. Klasik Yaklaşımlar ve Teorilerde Ulusal Rekabet Gücü

1.1.1. Klasik Đktisat Okulunun Ulusal Rekabet Gücüne Yaklaşımı

1.1.1.1. Mutlak Üstünlükler Teorisi

Đktisat biliminin kurucuları olarak kabul edilen ve iktisat teorisinin ve aynı zamanda rekabet gücünün temellerini atan klasik iktisat görüşü, 18. yüzyılda Adam Smith’in serbest ticaret ve uluslararası uzmanlaşmayı Mutlak Üstünlükler Kuramı (Theory of Absolute Advantages) adını verdiği teori ile açıklanmaktadır. A. Smith ulusal rekabet gücünün önemini kavramış ve piyasa sisteminin temel unsuru olarak bilimsel açıdan ilk kez ele alan kişi olmuştur. Bu kuram mutlakçı düşünce ve müdahaleci ekonomi politikasını savunan merkantilizme karşı bir akım olarak gelişmiş ve Smith, Ulusların Zenginliği (The Wealth of Nations) adlı çalışmasında merkantilizmi eleştirmiş, bir ülkedeki zenginliğin kaynağının, bir yılda üretilen mal miktarına eşit olduğunu belirtmiştir (Hatiboğlu, 1993; Smith, 2006). Burada da anlaşıldığı gibi Smith’in temel

sorunu, ulusal zenginliğin mahiyetinin ne olduğu, nelerden oluştuğu ve nasıl artacağı sorularına yanıt vermektedir (Istvan, 1992; Gradova, 1997 ve Şağbanşua, 2007). Smith, bu meselenin toplumsal, ahlaki ve siyasal veçheleriyle de ilgili olmasına karşın, büyümenin nasıl sağlanacağı ve bu çerçevede bütün toplumsal sınıflar yararına sonuçlar doğurduğuna inandığı büyüme sürecinin önündeki engellerin nasıl ortadan kaldırılacağı sorusuna yanıt aramıştır (Kaymak, 2004; Çakmak, 2004).

Smith (1776) dış ticaretin veya ulusların rekabet gücü kökenini aslında yalnızca üretim faktörü donatımlarındaki niteliksel farklılıklarla değil, niceliksel farklılıklarla da açıklamaya çalışmıştır. Dolayısıyla, iktisadi insan (homoeconomicus), “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler (laissez faire, laissez passer)” ve görünmez el (invisible hand) ile klasik liberalizme yön veren Smith, Merkantilistlerin aksine, dünya toplam servetinin sabit olmadığını, işbölümü ve uzmanlaşma ile dünya kaynaklarının verimliliğini artıran dış ticaretin, sadece bir tarafın değil, her iki tarafın ve dünyanın refahını artıracağını düşünmekte ve ülkenin rekabet gücüne katkı katacağını savunmuştur. Dolayısıyla Adam Smith rekabet gücünü kazanma kavramını, üretilebilecek veya tüketilebilecek mal miktarının sınırlı olmasından dolayı, alıcılar veya satıcılar arasındaki bir yarıştan türediğini görmektedir (Senyücel, 2003; Tanyeri, 2000). Bu yarışsa fiyatları arz ve talep dengesine ulaştıracak ve her değişen duruma göre tekrarlanacaktır. Bu tanımdaki rekabet gücü için zorunlu unsur olarak kişisel özgürlük gösterilmiş ayrıca rakiplerin sayılarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir (Vickers, 1995: 5; Gomes, 1987). Çünkü mutlak üstünlük, bir ülkenin bir malın üretiminde diğer ülkeye göre daha etkin olması veya daha üstün üretim becerisine sahip olması olarak açıklanmaktadır. Dolayısıyla bu kurama göre, bir ülke diğer bir ülkeye göre hangi malları daha düşük maliyetle ürete biliyorsa o malların üretiminde uzmanlaşmalı ve bu malları ihraç ederek daha pahalıya ürettiği malları da dış ülkelerden ithal etmelidir (Keesing, 1968). Böylece dış ticaretten her iki ülkede ulusal rekabet gücünde başarılı olacaktır. Ayrıca Smith bir ülkenin ihracattaki başarı şansını yüksek verimliliğe bağlı olduğunu vurgulamakla verimliliğin önemine dikkat çekmiştir (Vernon, 1966).

A. Smith’e göre ekonomik gelişmenin yani büyümenin itici gücünü iş bölümü oluşturmaktadır. Đş bölümü, üretim artışına, teknik ilerlemeye ve sermaye birikimine yol

açmaktadır. Đş bölümü, mübadele gerektirmekte ve piyasanın büyüklüğü tarafından sınırlanmaktadır. Büyümeyi sağlayan bir diğer unsur ise sermaye birikimidir. Tüm bu faktörler bir ülkenin uluslararası ticarette veya rekabet gücüne söz sahibi olup olamayacağını etkiler ve kısacası uluslararası alanda rekabet gücü şansını artırmaktadır (Smith, 1776). Smith ulusların zenginliği kitabında aşağıdaki şu örnekleri vermektedir (Kibritçioğlu, 2007).

“Kendisine, satın almaktan daha pahalıya gelecek hiçbir şeyi asla evde yapmaya kalkışmamak, aklı başında her aile reisinin düsturudur. Her özel ailenin yönetiminde akıllılık olan şeyin, büyük bir krallığınkinde ahmaklık olabilmesi pek olanaklı değildir. Eğer yabancı bir ülke bize bir malı bizim edebileceğimizden daha ucuza arz ediyorsa, onu biraz avantajlı olduğumuz bir biçimde çalıştırdığımız kendi endüstrimizin üretiminin bir bölümü karşılığında ondan almak daha iyidir.”

“Gerçi en zengin uluslar, genelde imalatçılıkta olduğu gibi tarımda da bütün komşularından daha üstündürler; ancak, bunlar genellikle ikinciden çok birincideki üstünlükleriyle kendilerini gösterirler”

Bu dinamik anlayışa göre, daha düşük fiyatla daha çok satma yarısı, sonuçta talebi artıracaktır. Artan talep ve rekabet, üretimi kamçılayarak pazarın büyümesine yol açacak ve pazar büyümesi, yeni teknolojilerin doğmasını sağlayan işbölümüne katkıda bulunacaktır. Üretken sermayenin karlı sektörlere doğru akması bir yandan üretim ve istihdamı artırırken diğer yandan, endüstriler arası kar oranları da eşitlenecektir (Deviren, 2007; Smith, 2006). Dolayısıyla teoriye göre iki mallı ve iki ülkeli bir dünyada hangi ülke bir malı daha ucuza üretiyorsa o malın üretiminde uzmanlaşmalı ve onu ihraç etmeli, pahalıya ürettiği malı ise karşı ülkeden ithal etmelidir. Böylece her iki ülke dış ticaretten kazançlı çıkar ve ulusal rekabet güçlerini koruyacaklar.

Ayrıca, merkantilist yaklaşımın tersine, klasik teorilerde dış ticaret teorisi pozitif toplamlı bir oyundur ve bu oyunun sonunda her iki taraf kazanmaktadır. Mutlak üstünlükler teorisinin temelinde uluslararası uzmanlaşma ve işbölümü yatmaktadır. Uzmanlaşma sonucu kaynaklar en etkin şekilde kullanılmakta, böylelikle ülkelerin rekabet gücü ve dünyanın refahı artmaktadır (Sodersten ve Geoffrey, 1994). Çünkü serbest ticaret koşulları altında üretimde bu şekilde bir uzmanlaşmaya gidilmesi sonucu

mevcut kaynakları ile daha fazla üretim yapabilecek ve daha çok mal üretebilecektir. Bu durum karşı ülkeye, ulusal rekabet gücü açısından bir üstünlük sağlayacaktır.