• Sonuç bulunamadı

Modern Siyaset Biliminin Temel Aktörü: Siyasal İktidar

Siyaset biliminin son yüzyılı, siyasal iktidar kavramının yükselişine tanık olunan bir zaman dilimini ifade etmektedir. Bu dönem siyasal iktidarın, toplumsal yapının düzenlenmesindeki etkin rolünün tüm yönleriyle tartışıldığı bir dönem olmuştur. Nitekim bugün siyaset kavramının çıkış noktası olan toplumsallığın doğasında iktidar ilişkilerinin önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. İktidar kavramının, siyaset bilimi literatüründe psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve siyasal boyutlarıyla incelenmesi de kavramın toplumsal yönünün baskın olmasındandır. İktidar ilişkilerinin önemini Russell, fizikte enerji kavramı neyse sosyal bilimlerde de iktidar kavramı odur, enerjinin çeşitli biçimleri olduğu gibi iktidarın da aynı şekilde servet, silah gücü, sivil makamlar, düşünceye söz geçirme gibi biçimleri vardır (Russell, 1994: 12) sözleriyle ifade etmektedir. Diğer yandan Berle, iktidar olgusunun sosyal organizasyonların doğasında var olan bir fenomen olduğundan söz eder. Berle’ye göre, bir iktidar boşluğunun daima iktidarı elinde bulunduran biri veya bu tür bir sayıda insan tarafından doldurulduğu gerçeği tüm insanlık tarihinin değişmeyen bir gerçeğidir. Bunun yadsınamaz derecede

29

iki sebebi; toplumun her kademesinde kanun ve düzen ihtiyacı ile tüm insanların hissi yapılarında bir dereceye kadar iktidar içgüdüsünün varlığıdır (Berle, 1980: 39). Kavramın tanımlanması konusunda sosyal bilimlere özgü olan tanım çeşitliliği ile burada da karşılaşılmaktadır. Ancak sosyal bilimlerin dinamik yapısının herhangi bir olguya ilişkin yapılan bir yargıyı çok çabuk yanlışlayabileceği bilincinden hareketle farklı tanımların sorun olmaktan ziyade kavramı zenginleştirerek kavramsal analizin doğruluk düzeyine katkı yapacağını kabul etmek daha pragmatik bir bakış açısı olacaktır.

İktidar kavramının en genel anlamı bir kişi ya da grubun başka kişi ya da gruplar üzerinde kendi istediğini yaptırabilme gücüdür (Çetin, 2011: 34). Dolayısıyla bir kimse başka kimseleri kendi istediği yönde davranmaya sevk edebildiği ölçüde onlar üzerinde bir iktidara sahip bulunuyor demektir. Weber, iktidar kavramını, bir sosyal ilişki içerisinde bir aktörün, kendisine karşı gelinmesi hâlinde bile istediğini yapabilme konumunda olması şeklinde tanımlayarak kavramın zorlayıcı yönüne atıfta bulunur (Weber, 2011: 40). Duverger ise, iktidarın, güç ve etki üzerinden tanımlanmasının çok doğru olmayacağını düşünmektedir. Ona göre, iktidar normatif bir kavramdır. Toplumsal bir ilişki içerisinde bulunan bir kişinin, başkalarından, buyruklarına uymalarını isteme hakkına sahip olduğu durumu yansıtır. Bu hakkı yaratan ve ondan yararlanacak olan kişiye veren içinde bulunulan topluluğun norm ve değerler sistemidir. Dolayısıyla buyurma hakkının etkin şekilde kullanılabilmesi için kişiye içerisinde gücün de olduğu bir takım olanaklar verilse de güç ve iktidar her zaman bir arada bulunmazlar.

İktidarsız pek çok güç bulunabildiği gibi, güçsüz iktidarlarda vardır (Duverger, 1998: 129).

İktidarın güç ya da değerler sistemiyle ilişkilendirilmesi dışında sonuç odaklı bir süreç olarak tanımlandığı da görülmektedir. Nitekim Lipson’a göre iktidar, uyumlu, düzenli eylem ve davranışlarla bir sonuç elde etme yeteneğidir (Lipson, 1986: 86). Bu tanım ilk bakışta, iktidarı, yalnızca sonuç elde etme yeteneği olarak niteleyen basit bir kavrammış gibi gösterse de bu görünüm bir yanılsamadır aslında. Çünkü sonuç elde etme yeteneğiyle kastedilen, istediğini elde etmede güç kullanmaktan kurnazlığa, kişisel becerilerden servet ve zenginliğe kadar uzanan hemen her çeşit unsurun kullanılması sürecidir.

30

İktidarın ne olduğuna ilişkin Giddens’ın yaklaşımında ise iktidar, “bir aktörün olayların seyrini değiştirebilme kapasitesi” olarak vurgulanmaktadır. Daha dar bir iktidar tanımının yapıldığı bu yaklaşımda, kavramın etki ve etkileşim boyutu üzerinde yoğunlaşıldığı görülmektedir (Giddens, 1976: 11- 12). Söz konusu etki ve etkileşim boyutunun ise Poulantzas’ta, sınıfsal çıkarların etkileşimi bağlamında kendini gösterdiği görülmektedir. Nitekim Poulantzas, iktidarı, bir toplumsal sınıfın özgül nesnel çıkarlarının sağlanmasını gerçekleştirebilme kapasitesi olarak tanımlamaktadır. Öte yandan Poulantzas, kavramı, sınıfsal eylemlerde iktidar ilişkisi olarak nitelendirilen özgül bir egemenlik ve boyun eğme ilişkisinin belirleyicisi olarak görmektedir (Poulantzas, 1992: 105- 107).

Bir iktidara sahip olmak, diğer bir deyişle başkalarının iradelerini etkileyerek davranışlarına yön verebilmek ya da kontrol edebilmek, toplumsal ilişkiler içerisinde diğerlerinden çeşitli açılardan farklı olmayı veya bir takım etki yaratabilecek araçlarla donanmış olmayı gerektirmektedir. Söz konusu araçlar hitabet gücü, servet, karizma, silah gücü, bilgi ve uzmanlık gibi soyut ya da somut unsurlar olabilir. Bu araçlar doğuştan getirilebileceği gibi sonradan da kazanılabilir. Bu noktada tüm bu araçların etkinliği ancak ve ancak toplumdaki eşitsizliklerin varlığı ile anlamlıdır. Çünkü toplumda iktidar ilişkilerini doğuran, en başta eşitsizliğin kendisidir.

Dünya üzerinde insanların hepsine doğumlarında eşit olarak verilen tek şey zamandır. Fakat diğer tüm eşitsizlikler kısa sürede zamanın kullanımı, değerlendirilmesi ya da boşa harcanması gibi farklılıklara yol açarak tek eşit olgunun da bozulmasını zorunlu kılar. Duverger, toplumdaki eşitsizlik modellerinden en temel ve en önce gelenin “aile” olduğunu belirtir. Daha ilk yaştan başlayan ebeveynin otoritesi, yaşlı kuşak aile büyüklerinin otoritesi, kardeşler arası büyük kardeşin otoritesi, cinsler arasında doğal olarak var olan ve kültürün de güçlendirdiği eşitsizlikler (Duverger, 1998: 125) akla gelen ilk örneklerdir.

Buraya kadar üzerinde durulan iktidar olgusu sosyal iktidar olarak adlandırılan, toplumsal ilişkilerde, aile, bireyler, gruplar, kurumlar vb. örgütlenmelerde görülen iktidardır. Bu tür bir iktidar olgusu, siyaset biliminden daha çok sosyolojinin alanıdır (Dursun, 2006: 100). Siyaset biliminin ilgi alanı ise bir iktidar mücadelesinin sonucunda

31

ortaya çıkan, tüm toplumu kapsayan ve etkisi altına alan, yaptırım gücüne sahip “siyasal iktidar”dır.

Siyasal iktidarı diğer iktidar ilişkilerinden ayıran en temel özelliklerden biri siyasal iktidarın etkisinin çok daha geniş kapsamlı oluşudur. Diğer iktidar ilişkilerinde örneğin, ailede babanın iktidarı aile ile sınırlıdır. Sendikal bir örgütte başkanın iktidarı sendika organları ve belirli ölçülerde ilişkide bulunulan diğer örgütler üzerinde söz konusudur. Siyasal iktidar ise, bu iktidar ilişkilerini de içine alan, toplumun bütününü etkileme potansiyeli olan, ülkedeki en üstün iradeyi temsil etmektedir. Bu anlamda siyasal iktidar; Duverger’in ifadesiyle, egemen, son aşamada kararı veren, yani başka hiçbir iktidara tabi olmayıp başka bir iktidar tarafından sınırlandırılmayan bir iktidardır (Duverger, 1998: 133).

Siyasal iktidarın en önemli karakteristik özelliği ise onun maddi kuvvet ve zor kullanma kapasitesine sahip oluşudur (Kapani, 2009: 52). Bunun ilk göstergesi kural koymadır. Kural koyma temelde insanların diğer insanlara kendi istediklerini yaptırdıkları bir iktidar stratejisidir (Piven ve Cloward, 2010: 32). Konulan kuralların çiğnenmesi eylemi toplumsal yaşamın devamı için fiilin ağırlığına göre çeşitli yaptırım ve cezalarla karşılaşacaktır. Diğer iktidarların da konumlarını sürdürme konusunda başvurdukları (ikna, psikolojik baskı, disiplin cezası v.b) çeşitli yaptırım türleri vardır. Ancak meşru güç kullanma hakkı siyasal iktidarlara mahsustur.

Siyasal iktidarın üzerinde önemle durulan özelliklerinden birisi onun sürekliliği meselesidir. Siyasal iktidarın en üstün, kapsayıcı ve zor kullanma tekeline sahip olması, tek başına, iktidarın sürekliliğini sağlamaya yeterli olmaz. Bu yeterlilikte kilit rol oynayan unsurlar rıza ve itaattir. İtaat ve boyun eğme, kabullenen kişinin eyleminin, asıl olarak, verilen emrin içeriğini kendi davranışına temel olarak benimsediğini gösterecek yolu izlemesidir (Weber, 2011: 53). Jouvenel, nasıl tanımlanırsa tanımlansın iktidarın her zaman ve her yerde sivil itaat fenomeni ile karşı karşıya olduğunu, bütün ilişkilerin bu itaat etrafında döndüğünü, dolayısıyla itaatin sebeplerini bilmenin iktidarın mahiyetini bilmeyi sağlayacağını öne sürmektedir (Jouvenel, 1997: 41- 42).

Siyasal iktidara itaatin ve rıza göstermenin gelenekler, fırsatçılık/menfatçilik, imkânsızlık, alternatifsizlik, gönül verme gibi bir takım gerekçeleri olduğu görülmektedir. Diğer yandan toplumun itaati ve rızasının sağlanabilmesi için siyasal

32

iktidarın konumuna, zor kullanma gücüne haklılık kazandırma çabaları son derece önemli olmuştur. Meşruiyet olarak adlandırılan bu kavram; itaat ve rıza gösterenlerin, emirleri veren ve yönetenlerin buna hakkı olduğuna inanma derecesini ifade etmektedir. Siyasal iktidarın meşruluğu iki aşamada ortaya çıkmaktadır. Birincisi bir kadronun iktidarı elde etme sürecinin meşruluğu, diğeri ise iktidarı sürdürme sürecindeki meşruluktur (Dursun, 2006: 107). Diğer taraftan siyasal iktidarı kullananların emretme ve toplumu bağlayıcı kurallar koyma yetkisini nereden aldığı sorusu yüzyıllardır cevabı aranan bir soru olmuştur. Tarihin akışı içerisinde bu soruya bulunan cevaplar en çok teokratik görüşler ve demokratik görüşler olarak adlandırılan iki yaklaşım etrafında kümelenmiştir.

Geçmişten bu yana süre gelen devlet egemenliğini kullanan meşru organın günümüzde siyasal iktidar olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Ancak yine günümüzde üzerinde önemle durulan bir husus vardır ki, o da, siyasal iktidarların, egemenliğin hangi düzeyde kullanıcısı olduklarının önemli ölçüde “kurucu” ya da “kurulu iktidar” olmalarına göre şekillendiğidir.

Nitekim birçok siyaset bilimci devlet içinde kurucu iktidar ve kurulu iktidar şeklinde bir ayrım yapmanın gerekli olduğu ve egemen kudretin de ancak kurucu iktidara ait olabileceği görüşünü ileri sürerler (Kapani, 2009: 67). Çünkü kurucu iktidar, yaptığı anayasa marifetiyle devletin temel hukuk düzenini, siyasal iktidarın hangi organlar tarafından hangi sınırlarla, ne şekilde kullanılacağına karar veren, toplumu bağlayıcı normları koyan iktidardır. Kurulu iktidar ise yetkilerini yürürlükteki anayasadan alan, toplumdaki diğer sosyal iktidarlardan üstün olmakla, yasalar çıkarıp, uyulması zorunlu kuralları tespit eden ayrıca tüm bunları anayasada belirtilen sınırlar içerisinde kalarak yapabilen iktidardır. Dolayısıyla bu anlamda kurulu iktidar en üstün iktidar olmayacaktır.

Gözler, kurucu iktidarı en basit şekilde anayasayı yapma ve değiştirme iktidarı olarak tanımlamaktadır. Kurulu iktidar ise kurucu iktidar tarafından yapılmış anayasa hükümlerine göre hukuki ve siyasi statüleri belirlenmiş devlet organlarıdır (Gözler, 1998: 13- 14).

Günümüzde kurucu iktidarın egemenliği karşılayabilecek bir kavram olduğu sonucuna varılabilirse de sosyolojik ve politik bir takım gerçeklerin kurucu iktidarı etkilediği

33

gerçeğinden hareketle; kurucu iktidarın da kurma sürecinde tamamen bağımsız bir iradeyle işlem yaptığını iddia etmek mümkün olmayacaktır.