• Sonuç bulunamadı

İ LİŞKİLERİNİN TARİHİ SEYRİ

BÖLÜM 3: AK PARTİ İKTİDARININ BÜROKRASİ İLE

3.1. AK Parti’nin Kuruluşu ve Siyasetteki Misyonu

AK Parti’nin ortaya çıktığı siyasal konjonktür bir dizi olumsuzluklarla yoğrulmuştur. “Koalisyon iktidarlarıyla yıpranan siyaset kurumu, yolsuzluklarla ve kötü yönetimle ortaya çıkan ekonomik darboğaz, ekonomik çöküntünün beraberinde getirdiği sosyal kriz, uluslararası alanda gerileyen bir ülke imajı, gelecekten ümitleri azalan ve tepkileri giderek yükselen sosyal sınıflar…” (Akdoğan, 2010: 63). Akdoğan’ın, AK Parti’nin kuruluşu sırasında ülkenin içinde bulunduğu durumu özetlediği bu tablonun çeşitli sebepleri vardır. Bunlar arasında belki de en önemlisi dönemin siyasetçilerinin tüm politikalarını devlet merkezli statükoculuktan yana oluşturmaları, toplumun değişim ve dönüşüm taleplerine gözlerini kapatmalarıdır. Oysa ihmal edilen ve görmezden gelinen toplumsal hareketlilik bir siyasal partiyi tek başına iktidara taşıyabilecek ve uzun süre bu konumu besleyebilecek büyüklükte bir potansiyeli barındırmaktadır.

Sözü edilen toplumsal hareketlilik 1960’larda başlayan ve 1980’lerde de devam eden kırsaldan kentlere yönelik göç dalgasıdır. 1960’larda ilk kez gözlenmeye başlanan, sanayileşmeyi çok aşan bu kentleşme olgusu ve onun yaratmış olduğu aşırı büyümüş, üretkenliği sınırlı hizmet kesimi 1980’lere taşınmıştır (Kalaycıoğlu, 2009: 581). Bu süreçte kitleler kırda maddi kültürlerini bırakırken manevi kültürlerini kente taşımakta, kırda bıraktıkları maddi kültürlerinin yerine kentte yeni doyumlar aramaktadır. Varoşlaşmayı da beraberinde getiren kentin bu yeni dokusu toplumsal grupları yeni ve eski kentliler olarak belirgin bir biçimde farklılaştırmış, göçle birlikte ortaya çıkmış bu yeni kent sınıfı, siyasi ve iktisadi olarak çevrenin unsuru olmuşlardır. Bu özellikleri nedeniyle kendilerini mağdur, dışlanmış hisseden ve heterojen bir karakter arz eden bu sınıfın baskın özelliği kentin kenarında yaşamalarına rağmen hep merkeze doğru bir yönelim içerisinde olmalarıdır. Farklı dini-mezhebi, etnik, ideolojik kimlik ve kültürel çeşitliliklerine rağmen siyasi tercihleri pragmatik oy verme davranışında kesişmektedir. Yeri geldiğinde dinin vaat ettiği adalet, milli şahlanış ve müdafaa, etnik protesto veya sosyo-ekonomik merkeze duyulan tepkiyi siyasette oya tahvil eden bu kesimler orta sınıfla birlikte 3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti’yi tek başına iktidara getiren sürecin önemli yığınlarından olmuştur (Tosun, 2003: 332-333).

Bu toplumsal hareketliliği tamamlayan ve AK Parti’nin başarısında önemli pay sahibi olan diğer bir kesim de hepsi geleneksel orta sınıf bir arka plandan ve marjinal bir

178

çevreden geliyor olmalarına rağmen eğitimlerini ve 1980 sonrası girişimciliklerini geliştiren Anadolu kökenli yeni orta sınıfın güçlenen ekonomik aktörleridir (Yavuz, 2010: 13). İslami Kalvinistler olarak da nitelendirilen bu aktörler, devletin, eski müttefikleri olan laik ve Kemalist işadamlarına desteğini azaltmasıyla boşalan alana hızla yerleşmeye başlamıştır (Joppien, 2011: 6).

İslami hareketin dönüşümünde muhafazakâr bir devrim olarak adlandırılabilecek bu süreçte Tuncel ve Gündoğmuş, son 60 yıllık süreci siyaset literatürüne Shils tarafından kazandırılan ve Mardin’in, Türkiye’nin sosyal ve siyasal yapısını açıklamada kullandığı merkez-çevre yaklaşımı açısından değerlendirdiklerinde, 1950’de DP’nin iktidara gelmesi,1 1970’de MNP’nin kurulması, 1983’de ANAP’ın iktidarı ve 1996’da Refah-Yol koalisyonunun kurulmasının önemli gelişmeler olduğunu ancak merkez-çevre yaklaşımı çerçevesinde asıl dönüşümü 2002 yılında AK Parti iktidarının karşıladığını belirtmektedir (Tuncel ve Gündoğmuş, 2012: 139).

Dağı’ya göre AK Parti, bir kitle siyasi hareketi olarak muhafazakâr, milliyetçi, İslamcı ve demokratik mesaj ve nitelikler taşımakla birlikte özünde İslamcı Milli Görüş Hareketinin evrilmesinden ortaya çıkmış, İslamcı arka plana sahip bir grup siyasetçinin küreselleşme çağında ve Kemalist/laikçi kurumsal ve popüler muhalefet baskısı altında “İslamcı siyasetin sınırlarının” farkına varmasını yansıtmaktadır (Dağı, 2010: 123). Birçok yazarın özellikle üzerinde durduğu, AK Parti’nin, İslamcı siyasetin sınırlarının farkına vardığına ilişkin bu tür bir vurgu, kaynağını özellikle 28 Şubat sürecinin İslamcı partiler açısından yaşattığı acı tecrübeden almaktadır. Nitekim Kongar ve Ulagay’ın da belirttiği gibi 28 Şubat postmodern darbesi İslami kökenden gelen siyasi harekete karşı yapılmasına karşın ironik bir şekilde bu hareketin kendi içinde ayrışarak dönüşüme uğramasına ve güçlenmesine yol açmış, Siyasal İslâm’ın gelenekçi çizgisini terk eden AK Parti’nin dönüşümünü gerçekleştirerek etkili bir güç haline gelmesinde önemli rol oynamıştır (Kongar, 20 Ocak 2014, CNN Türk; Ulagay, 2008: 36).

Başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere içerisinde yıllarca görev yaptığı Milli Görüş Hareketi’nden2 ayrılan bir grup,1 partinin kurucu çekirdek kadrosunu oluşturmuştur.

1 Gülener, Türk siyasetinde merkez-çevre ilişkilerinin seyri konusunda Demokrat Parti iktidarının çevrenin merkeze yürüyüşü olarak nitelendirilebilecek en önemli kırılma olduğunu belirtir (Gülener, 2007: 52).

2 Türk siyasal hayatında önemli bir rolü olan Milli Görüş Hareketi 1969 yılında başını Necmettin Erbakan'ın çektiği Bağımsızlar Hareketi ile başlayan ve ilk kez Millî Nizam Partisi ile partileşen bir

179

Partinin kuruluş süreci ve kuruluş şartlarının olgunlaşması kolay olmamıştır. Bu süreçte yeni bir partinin doğuşuna işaret eden en önemli gelişme Refah Parti’sinin kapatılmasıyla kurulan Fazilet Parti’sinde yaşanmıştır. Refah Partisi deneyiminin başarısız olmasının doğrudan sonuçlarından biri Milli Görüş hareketi içerisinde genç kuşağın liderlik değişimi konusunda daha ısrarcı olmaya başlamasıdır (Uzgel, 2013: 16). Nitekim bu süreçte “yenilikçiler” ve “gelenekçiler” olarak iki grubun başı çektiği önemli bir ayrışma yaşanmıştır. Yenilikçiler olarak adlandırılan grubun öncülüğünü grubun en önemli figürü olan (Heper ve Toktaş, 2003: 159), Milli Görüş Hareketi’nin hemen her kademesinde görev yapmış ve 1994’te Refah Parti’sinden İstanbul Belediye Başkanı seçilmiş olan Tayyip Erdoğan üstlenmiştir (Akıllı, 2010: 66).

Türkiye‘de sivil siyasetin askerî ve bürokratik vesayet altında tutulduğu, sınırların devletçe çizildiği siyasal sistem gerçek anlamda siyasî partilerin doğup yaşamasını pek gerçekçi kılmamıştır. Bu nedenle Türkiye’de ana akım siyasetin başarısı hep güçlü liderler üretme kapasitesiyle ölçülmüştür (Mahçupyan, 24 Ocak 2013, www.zaman.com.tr). AK Parti’nin kuruluşu ve sonraki yıllardaki gelişiminde Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik rolü, Mahçupyan’ın, Türk siyasal yaşantısının lider odaklı doğasına ilişkin tespitini doğrular niteliktedir. Erdoğan, partinin kuruluşundaki rolüyle ilgili olarak yıllar sonra yaptığı Edirne ve Pınarhisar konuşmalarında AK Parti’nin kuruluş planlarını, rotasını ve felsefesini 28 Şubat sürecinde dört ay hapis yattığı Pınarhisar cezaevinde oluşturduğunu belirtecektir (6 Aralık 2013, www.haberturk.com; www.hurriyet.com.tr).

22 Haziran 2001 günü Fazilet Partisi’nin “laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri” nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nce temelli kapatılması (www.kararlar.anayasa.gov.tr.) parti içinde zaten su yüzüne çıkmış olan yenilikçi ve gelenekçilerin artık kendi yollarını çizmeleri gerekliliğinin de bir ifadesi olmuştur. Gelenekçiler, Recai Kutan başkanlığında Saadet Partisi’ni kurarken Tayyip Erdoğan’ın liderliğini yaptığı yenilikçiler ise 14 Ağustos 2001’de Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurmuşlardır.

siyasal akım olup Milli Nizam Partisi (MNP), Milli Selamet Partisi (MSP), Refah Partisi (RP), Fazilet Partisi (FP) ve Saadet Partisi (SP) ile temsil edilmiştir. Bugün bu çizginin son temsilcisi Saadet Partisi’dir (Şen, 2004: 9).

1 Dönemin Refah-Yol Hükümetinin Kültür Bakanı ve Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) Eski Başkanı İsmail Kahraman partinin kuruluş süreciyle ilgili olarak AK Parti’nin 2001’de Ankara Oran’daki evinde yapılan toplantılardan sonra kurulduğunu, kuruluş çalışmalarına ise, Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Abdülkadir Aksu, Abdüllatif Şener, Abdullah Gül ve kendisi olmak üzere yedi ismin katıldığını kaydeder (23 Mayıs 2012, www.haberturk.com).

180

Dönemin Refah-Yol hükümetinin Kültür Bakanı ve Milli Türk Talebe Birliği (MTTB)1 Eski Başkanı İsmail Kahraman partiye isim bulma sürecinde yaşananları “Tayyip Bey’e 'Bak, Adalet ve Kalkınma güzel bir isim. Bir kuş iki kanatla uçar. Bunu koyalım.” dedim. Tayyip Bey’in aklında bir başka isim vardı, birileri teklif etmişti. YAP... Yeniden Atılım Partisi. Bana ‘Bak YAP diye aksiyon var, “yeniden atılım” çıkışı var” demişti. ‘Bakın, ak, beyazlık, aklık var’ diye yanıt vermiştim.” (23 Mayıs 2012, www.haberturk.com.tr) şeklinde belirtmektedir.

Partinin isminde yer alan ve siyaset teorisinin ana konularından biri olan “adalet” kavramı (Yayla, 1999: 331) bir yandan temsil ettiği kitlelerin siyaset sahnesinde sesini duyurma özlemini içeren “temsilde adalet” isteklerini yansıtırken diğer yandan toplumun ve bilhassa partinin siyasi yasaklı lideri Erdoğan’ın da adalet aradığı dönemin hassasiyetlerini yansıtmaktadır. Tüzüğünde adalet anlayışını “Hukukun “güç”ten değil, “güç”ün hukuktan kaynaklandığı inancı ile her iş ve faaliyette doğrunun ve haklının egemen olmasını önleyici engelleri ortadan kaldırmayı, adil yargılanma hakkını ve hak arama özgürlüğünü bütün unsurları ile gerçekleştirme” (AK Parti Tüzüğü, Md. 4.15) ideali olarak belirten AK Parti’nin adalet anlayışının haklar bakımından prosedürel adalet teorisi, yeniden dağıtım bakımından ise sosyal adalet teorileri arasında bir yerde ve daha çok Rawls’ın adalet teorisine yakın olduğu görülmektedir.2

Partinin isminde bulunan “kalkınma” kavramı irdelendiğinde; kavramın, toplumların gelişim sürecine uygun olarak, farklı dönemlerde değişik içerikler kazandığı hatta aynı dönemde farklı içeriklerde kullanıldığı da görülmüştür. Kavram, bazen de kendine yakın anlamlar taşıyan sanayileşme, modernleşme, ilerleme, büyüme ve yapısal değişme gibi kavramlarla iç içe geçmiş, onların yerine de kullanılmıştır (Yavilioğlu, 2002: 59). Kalkınma geniş bir kavram olup bir ülkenin ekonomik, sosyo-kültürel ve yapısal

1

Kuruluşu 1916 yılına kadar uzanan Milli Türk Talebe Birliği, Tek Parti Dönemi’nde rejimin ve Kemalist ilkelerin savunucusu olmuş, Çok Partili dönemde ise 1960 yılına kadar geçen dönemde daha önceki dönemlerden görece pasif bir şekilde faaliyet göstermiştir. Bu dönemde zihniyet olarak milliyetçi/özcü ve Turancı çizgisinden uzaklaşmış ve yüzünü Anadolu’ya dönen milli/manevi değerlere önem veren yeni bir milliyetçilik anlayışına yönelmiştir. 1965^ten sonra ise MTTB’de Rasim Cinisli’nin 1967’de ise İsmail Kahraman’ın Genel Başkan olduğu dönem ise Türk İslam sentezi düşüncesinin hakim olmaya başladığı dönemlerdir (Özcan, 2011: 69-70).

2 Bilindiği gibi adalet moderniteyle birlikte göreli, kısmi, hatta öznel ve bir anlamda çoğul yorumlara açık bir değer olarak anlaşılmaya başlanmıştır. Oysa Rawls adaletin; uzlaştırıcı, genel ve kamusal bir ilke olarak anlaşılabileceğini vurgularken, siyasal iktidarın meşruiyetini sağlayıcı tek ölçüt olduğunu öne sürer (Çırakman, 2002, 106). Bu konuda Atilla Yayla’nın “Adalet Teorilerine Bir Bakış”, Sosyal ve Siyasal

181

niteliklerinin olumlu yönde değişimini anlatmaktadır (Tolunay ve Akyol, 2006: 118; Torunoğlu, www.tubitak.gov.tr). AK Parti kalkınma kavramını bugün için genel kullanım olan ekonomik temele ek olarak kavramın ekonomik alan dışındaki faktörlerle de iç içe olması nedeniyle meseleyi daha geniş bir perspektiften ele almakta, ekonomik kalkınmayı kurumsal/yapısal dönüşümlerle hatta yeni yapıların oluşturulmasıyla destekleyerek sosyal ve siyasal alanları da kapsayacak şekilde genişletmektedir.

Partinin ismini oluşturan “adalet” ve “kalkınma” kavramları partinin yöneticilerinin süreklilik içeren halk temelli vurgularıyla birleştiğinde partinin Türk-İslam yönetim geleneğinin özünde yer alan Adalet Dairesi anlayışını da görünür kılmaya çalıştığı düşünülmektedir. Diğer taraftan partinin tüzüğünde belirtilen kısaltılmış ismi olan “AK Parti” ibaresi “Adalet” ve “Kalkınma” kavramlarının baş harfleriyle oluşurken ortaya çıkan “AK” kelimesi “kirlenmemiş, temiz” anlamıyla da kurulduğu dönemin yolsuzluklarına karşı bir tepkiyi dile getirmektedir (Yavuz, 2010: 7).

AK Parti’nin kuruluş hikâyesinde partinin lideri Tayyip Erdoğan’ın aldığı mahkumiyet cezasının da önemli bir yeri vardır. Erdoğan, Refah Partisi’nin kapatılması ile ilgili dava devam ederken 6 Aralık 1997’de Siirt mitinginde Ziya Gökalp’ten alıntı yaptığı konuşmasında1 halkı din, dil, ırk ve mezhep farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği gerekçesiyle hakkında Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından dava açılmış, yargılama sonunda 10 ay ağır hapis cezası ve ömür boyu siyasetten men cezası almıştır (Akıllı, 2010: 65; 22 Nisan 1998, www.milliyet.com.tr). Jenkins’e göre bu konuşma Kemalist seçkinler tarafından özel bir hassasiyet gösterilen Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik “irtica” tehdidinin dini ve askeri tasvirler içeren bir şiirle yeniden canlandırılmaya çalışılması olarak algılanmıştır (Jenkins.2010: 254).

Her şeyden önemlisi tüm bu yaşananlar AK Parti’nin, 28 Şubat müdahalesinden bugüne olan değişim sürecini iyi okumasını sağlamış ve bu doğru okuma Türk siyasetine muhafazakâr demokrasi kavramını kazandırmıştır. Bu anlamda, ironik olarak, 28 Şubat sürecinden kazançlı çıkan taraf, bu süreç içinde Türkiye'yi ve toplumsal değişimi

1 RP'li milletvekilleri ve MÜSİAD'dan 20 kişilik işadamı grubuyla eşi Emine Erdoğan'ın memleketi Siirt'te 6 Aralık 1997'de incelemelerde bulunan Erdoğan, Cumhuriyet Meydanı'nda halka hitap etmiş ve

şöyle konuşmuştu: "Türkiye'de düşünce özgürlüğü yok ve ırk ayrımı yapılıyor. Referansımız İslamiyet. Bizi hiçbir zaman sindiremezler. Batı insanının bile inanç hürriyeti var. Türkiye'de neden buna saygı gösterilmiyor? Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler ise kışlalarımızdır” (22 Nisan 1998,www.milliyet.com.tr).

182

öğrenme çabasında olan ve bu öğrenme sürecinde kendine ılımlı İslami kimliği içinde yeni bir yüz arayan AK Parti olmuştur. Muhafazakâr demokrasi yeni yüzüyle AK Parti, merkez sağ parti olarak topluma yaklaşmakta, siyasi merkezi muhafazakâr-liberal temelde ve merkez-sağ eksende yeniden kurma girişimini yaşama geçirmekte, İslami olmayan muhafazakâr toplumsal katmanları ve aktörleri de kendi içine çekmektedir (Keyman, 07 Ocak 2004, www.radikal.com.tr).