• Sonuç bulunamadı

İ LİŞKİLERİNİN TARİHİ SEYRİ

2.1. Osmanlı’da Siyaset-Bürokrasi İlişkileri

2.1.2. Arayış Dönemi: Bürokratik Yapıda Bozulma ve Yozlaşma

2.1.2.1. Ekonomik ve Sosyal Yapının Sorunsalları

Osmanlı’da, Tanzimat’a giden yolda ortaya çıkan önemli değişim alanlarından birisi sosyo- ekonomik yapı ve bu yapıda yer alan sınıfların konumudur. Osmanlı Klasik Dönemi’nde sosyo- ekonomik alandaki değişimler kendi mecrasında ve geleneksel temelleri üzerinde yaşanmasına rağmen (Köseoğlu, 2009: 161), fonksiyonları iyi tanımlanmış dört tabaka etrafında öngörülebilir ve kontrol edilebilir bir şekilde yaşanan bu değişim yeni değişim güçlerinin sürece eklendiği 16. yüzyıldan başlayarak kontrolden çıkmaya başlamıştır. Bu süreçte tüccar ve zanaatkârlar ile gıda üreticilerinden (işçi ve köylü) oluşan üçüncü ve dördüncü tabakalar kendilerini geleneksel sosyal düzen ve öngörülebilir dönüşüm çevriminin dışına çıkarırken bu yapısal değişim, birinci ve ikinci tabakalar yani seyfiye ve kalemiye sınıfının sosyo-

101

ekonomik temellerini zayıflatarak siyasal- kültürel fonksiyonlarını yeniden

şekillendirmiştir (Karpat, 2010: 18).

Bu tabakalar arasında reaya olarak adlandırılan, toprağı işleyen ancak toprağın sahibi olmayan üretici köylü sınıfların denge sisteminin dışına çıkması iç karışıklıklar ve baskılar nedeniyle toprağını bırakarak dağılmaları yoluyla gerçekleşmiştir. Nitekim köylünün bu pasif direnci merkezi hükümeti en çok kaygılandıran gelişmelerden birisidir (İnalcık, 2012: 329). Bu dönemde çevrenin ekonomik ve toplumsal yaşamına devletin zorla el atmasına karşı çıkanların dünya görüşü bir tarz değilse de yerelcilik, bölgecilik ve din sapkınlığı olarak kendini ortaya koyan bir tavır doğurmuştur. Nitekim Sultan yönetiminin sertliğine karşı yerel halk, yerel çıkarları dile getiren yerel eşrafa daha çok güvenmeye başlarken, yerel eşraf da daha fazla özerklik ve güç elde etmenin devlete meydan okumak ve ayaklanmaktan geçtiğinin farkına varmıştır (Mardin, 2009: 130). Ayanlar, merkeze karşı teşkilatlanarak ve asker kaçakları, çift bozan, sekban vs. gayri memnun kitleleri kapılarına kabul ederek sisteme karşı güçlü bir muhalefet grubu haline gelmişlerdir (Akyıldız, 2012: 19).

Devlet bir yönüyle toprakta özel mülkiyetin ve yarı feodal bir yapının oluşmasını istemeyerek de olsa kabullenmiş, ayan adıyla anılan ve başlangıçta kırsal yörelerde görülen bu sosyal tabakalaşma daha da güçlenerek şehirlerde de yaygınlaşmıştır (Tabakoğlu, 2012: 32).

Bu dönem, merkezi otoritenin sorgulandığı, zaten var olan kültürel yabancılaşma ve kopuşun arttığı dolayısıyla geniş kapsamlı ayaklanmaların başgösterdiği bir dönem olarak yaşanmıştır. Özellikle toprak sistemindeki bozulmayla başgösteren bu etkiler başta üretim sistemi olmak üzere ekonomik sistemin bozulmasında da başrolü oynamıştır.

Bu dönemde bir yandan devletin gelirleri azalırken diğer yandan ekonomik kaynaklara ihtiyaç da artmıştır. Uzunçarşılı, ekonomik kaynaklara olan ihtiyacın artmasında uzun süren İran (1577-1639), Avusturya (1593-1699) ve Girit (1645-1669) seferlerinin önemli rolüne dikkat çeker. Bu seferler döneminde paranın kıymeti düşmüş, dahili ihtiyacı karşılayan üretim kaynakları zayıflamış olduğundan memlekette üretilen önemli miktardaki mallardan bazıları yabancı ülkelerden karşılanmaya başlanmıştır (Uzunçarşılı, 2003: 575). Daralmaya başlayan sınırlar, askeri teknolojideki gelişmelerin

102

takip edilememesi, gelişen ticari yolların dışında kalınması nedeniyle transit mal geçişlerinden sağlanan vergi gelirlerinin azalması, bu dönemde Osmanlı Devleti’ni büyük bir mali bunalıma sürüklemiş (Kopar ve Yolun, 2012: 336; Yılmaz, 2002: 188; Pamuk, 1993: 88), ekonomik bozulmayla birlikte önemli değişimlere neden olan bütçe açıklarıyla karşı karşıya kalınmıştır (Karta, 2014: 150).1 17. yüzyılda başgösteren mali bunalımı çözmek için yeni gelir arayışlarıyla ilk kez tütün, şarap ve kahve gibi ürünlerin satışları vergiye tabi kılınmıştır (Gökbunar ve diğ. 2010: 79).

Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü buhranı ağırlaştırarak diğer kurumlara da sirayet etmesini kolaylaştıran bir gelişme de maaşlı asker sayısının artmasıdır (Öz, 2005: 39). Nitekim İnalcık, kul sistemine dayanan kapıkulu askerlerinin sayısının 16. yüzyılın ikinci yarısında 80.000’i aştığını belirtir (İnalcık, 2012: 215). Benzer şekilde Katip Çelebi’de 1562’de 40.479 olan bütün aylıkçı askerlerin sayısının (yeniçeri, silahtar, topçu, sipahi, kapucular, peykler vb.) sayısının 1596 da 81,870’e, 1609’da ise 91.202’ye çıktığını belirtir (Katip Çelebi’den aktaran Gökyay, 1982: 243). Cevdet Paşa’da Kanuni Sultan Süleyman zamanında sadece 12.000 civarında olan yeniçeri sayısının Sultan I. Ahmet zamanında 47.000’e çıktığını, miri hazinenin askerin masraflarını karşılamaya yetmediği ve her fırsatta askerlerin fitne ve fesad çıkararak devletin başına bela olduğunu belirtir (Tarih- i Cevdet, 2002: 94).

Ekonomik- sosyal sistemin bozulmasında etkili olan tüm bu gelişmeler her ne kadar devleti, hazine gelirlerini artırıcı yeni vergilerin konulması, iç karışıklıkların düzeltilmesi için adaletnameler çıkarılması gibi çeşitli önlemler almaya itmişse de alınan önlemlerin etkili bir çözüm üretmekten uzak olduğu görülmüştür. Ekonominin içinde bulunduğu olumsuz durum Osmanlı devlet bütçelerinin yıllar itibariyle incelenmesinde açıkca görülebilmektedir.

1 İnalcık’a göre Osmanlı Hazinesi 1590 yılından itibaren sürekli ve büyük açıklar vermeye başlamıştır. Bu dönemde, avâriz ve cizyenin artması ve bu vergilerin toplanması sırasında görevin kötüye kullanılması yüzünden reâya arasında hoşnutsuzluk başgöstermiş, protesto olarak yerini yurdunu bırakıp kaçmalar yaygınlaşmıştır. Bu dönemin maliyeyi altüst eden diğer bir olayı ise Avrupa’dan çok miktarda ucuz gümüşün gelmesi, Osmanlının Avrupa’dan gümüş sağlamak için kendi milli para sistemini bırakıp her çeşit paranın girişini serbest bırakmasıdır. Nitekim Osmanlı parasında meydana gelen büyük dalgalanmalar vergilerin ayarlama yoluyla yükseltilmesi sonucunu getirdiği gibi tımar rejiminde olumsuz etkiler yaratmıştır (İnalcık, 2012: 196). Osmanlı dönemi bütçeleri ile ilgili olarak bkz. Ahmet Tabakoğlu.

Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İstanbul, Dergâh Yayınları; Ömer Lütfi Barkan. (1955).

"Osmanlı İmparatorluğu Bütçelerine Ait Notlar", İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C.17, No:I-4.

103

Tablo 1

1567- 1748 Yılları Arası Osmanlı Bütçeleri

Kaynak: Tabakoğlu, A. (1985). Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İstanbul: Dergâh Yayınları, s.16

Tablo 1’de 1567-1748 yılları arasında çeşitli yıllardaki bütçe gelir ve giderleri yer almaktadır. Tablodan da görüldüğü gibi gelirlerin artış oranı giderlerin artış oranını yakalayamamış bütçe genel itibariyle süreklilik arz eden önemli miktarda açıklar vermiştir. Katip Çelebi, “bundan sonra geliri çoğaltmak ve gideri azaltmak suretiyle denge bulmak zor iştir hatta tecrübe ile imkan dahilinde olmadığı da ehlince anlaşılmıştır. Zira devleti kayırır ve hakka uyan kimse seyrek olup halkın çoğu buna karşı, öte yandan ağızlarının tadını aramaktadır” (Katip Çelebi’den aktaran Gökyay, 1982: 245-246) ifadeleriyle yöneten ve yönetilenlerin içinde bulunduğu rehaveti özetlemektedir.

104 2.1.2.2. Yönetsel Yapının Sorunsalları

Osmanlı yönetim sisteminde merkezi konumda yer alan padişahın öneminden hareketle padişahların yetişme tarzındaki gevşeme, şehzadelerin sancağa çıkması usulünün kaldırılmasıyla haremin ön plana çıkması, merkezde vezirler ve üst yöneticilerle kapıkullarının ve yine taşrada ümeranın etkinliğinin artması, bunların gelirlerini artırmak için vergilendirme düzeninde iltizam1 usulüne geçilmesi gibi bir dizi yönetim değişiklikleri (Öz, 2005: 49) ve sosyal tabakalarda görülen değişim Osmanlı Klasik Dönemi’nin bitişini haber veren gelişmelerden bazılarıdır.

Osmanlı’nın gücünün zirvesinden dönüş yaptığı ve düşüşün ne zaman sonlanacağının öngörülemediği 16. yüzyılda yaşanmaya başlanan bu gelişmeler gerilemenin somut görünümleri olarak ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan büyük resime bakıldığında imparatorluğun ulaştığı sınırların dönemin mevcut yönetim yapısıyla yönetilebilecek ölçeği aştığı ve merkezi yönetimin kendini yenileyememesinin sorunların temel kaynağını oluşturduğu görülmektedir (Nagy, 1969: 55).

Yönetim sorunlarının etkisiyle birlikte halkı koruyan devlet anlayışının yerini, halkı ezen, soyan ve hor gören devlet anlayışına bıraktığı bu dönemde yönetenlerin ekonomik kaynaklara olan ihtiyaçlarının artması ve mevcut kaynakların bu ihtiyacı karşılayamaması sürecin olumsuzluğunu artıran bir etki yapmıştır (Göküş 2010: 231). Osmanlı yönetim sistemindeki bozulmanın merkezi yönetim, taşra yönetim sistemi ve toprak yönetim sisteminin bozulması şeklinde üç temel ayağı bulunmaktadır. Kanuni’den sonra saray halkının padişahlar ve vezirler üzerindeki baskısı ve yönetim işlerine karışır hale gelmesi merkezi otoritenin zayıflamasına, merkezi otoritenin zayıflaması ve liyakatsiz atamalar ise yerel güçlerin ortaya çıkarak taşra yönetim sisteminin bozulmasına bunların her ikisi ise süreç içerisinde toprak yönetim sisteminin bozulmasına yol açmıştır.

1 İltizam, devlet gelirlerini veya boş tımar ve has gelirlerini artırma ile özel kişilere satmaktan ibarettir. Devlet, her an daha fazla teklif veren yeni bir mültezime işi aktarma hakkına sahiptir. Bununla beraber mültezimin, reayadan alınabilecek azami miktarı koparmaya çalışacağı aşikârdır. Devlet bunun kötülüklerinden haberdardır. Bu nedenle Osmanlı’da merkez, yerel eşraf ve köylülerin zararına anlaşmaya varmazdı (Heper, 2011: 22) ve iltizamı olabildiğince az uygular ve atadığı emin yoluyla kanunsuzlukları önlemeye çalışırdı. Fakat 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tımar sistemindeki bozulmayla birlikte iltizam yönteminin uygulama alanı genişlemiştir (İnalcık, 2012: 323).

105

Bu dönemde yönetimin önemli zaafiyetlerinden birisi Osmanlı maliyesinin kronik problemi haline gelen vergilerin tahsilinde görülmektedir. Vergi tahsilatında aracı kalemlerin çokluğu ve çeşitliliği, reayadan tahsil edilen vergilerin merkeze ulaşmasını engellemekte, çoğu zaman zimmet ve bekaya adıyla tahsilatta görevli olan vali, mültezim, defterdar gibi görevlilerin uhdesinde uzun süre beklemektedir (Akyıldız, 2012: 28). Bu durumun temel sebebi Osmanlı tımar sisteminin bozularak iltizam usulüne geçilmesi ve giderek yaygınlaştırılmasıdır. Nitekim geçmişte tımar düzeni içerisinde köylü reaya, zirai faaliyetini güvenli bir şekilde ve gelecek kaygısı yaşamadan gerçekleştirmekte iken (Karaboğa, 2012: 320) vergi toplama hakkının peşin para ve ihale sistemiyle özel kişilere satıldığı iltizam sisteminde köylü, ihaleyi alan mültezimlerin insafına bırakılmıştır. 16. yüzyıldan itibaren iltizam sistemi o kadar yayılmıştır ki kadılar bile kendi bölgelerinde mahkeme nâblerini iltizamla satmaya başlamış, her mahkeme, kadı adına toplanan resimler dolayısıyla bir gelir kaynağı oluşturmuştur. İltizamla bir mahkemeyi satın alan mültezim ise rüşvet yoluyla istediklerini yaptırır hale gelmiştir (İnalcık, 2012: 323).

Tımar sisteminden iltizam sistemine geçişin ayanların güçlenmesine ve reaya ve toplum üzerinde ezici bir hakimiyet kurmalarına yol açmış toprak üzerinde yeni siyasi ve ekonomik güç unsurları yaratarak halkı bir sömürü ilişkisi içerisine sürüklemiştir. Bu durum aynı zamanda devletin azalan hâkimiyetinin de bir ifadesi olmuştur (Zürcher, 2004: 34; Şahin 2012: 452). Diğer yandan iltizam sistemi Osmanlı’da öteden beri itibarsız tutulan gayrimüslim ve gayrimüslim sarrafların, aracı ve tacirler burjuvazisinin doğmasına yol açmış, bu kesim zaman zaman bürokrasiyi de avuçları içine alarak devlete ve padişaha kafa tutar, direnir olmuşlardır (Kabaklı, 2002: 48).

İltizam sisteminden en büyük zararı gören reâyanın içine düştüğü kötü durum dönemin başlıca risalelerinden özellikle Koçi Bey’in Risalesi, Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın “Nesayihül Vüzera vel Ümera” ve Canikli Ali Paşa’nın “Tedbîr-i Nizâm-ı Memleket”adlı risâlelerinde dile getirilmiştir. Söz konusu risalelerin içeriğine ileride “yönetimin ıslahına ilişkin risaleler” bahsinde değinilecektir.

Osmanlı yönetim sisteminde bozulmanın bir diğer görünümü 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkarak Tanzimat’a kadar devam eden mütesellimlik

106

kurumu1dur. Mütesellimlik kurumu taşraya atanan vali ya da sancakbeylerinin, görevleri başına gidinceye kadar kendilerine vekâleten, atandıkları bölgenin idaresini geçici bir süre için adamlarından birine vermesi olup vekâleten bu görevi yapana da mütesellim denmektedir. Özellikle 17. yüzyıl ortalarında yüksek yönetim kademelerinde görev almaları gerekenlerin sayıları çok artmış, bunlara rütbelerine uygun görevler bulma zorluğu ortaya çıkmıştır. Vali olmaları gerekirken kendilerine boş eyalet bulunamadığından kendilerine görev verilmeyen birçok bey ve paşaya bazı sancakların idari gelirleri arpalık olarak verilmiştir. Çoğu kez rütbeleriyle uygunluk göstermeyen bu görevlere kendileri gitmemişler, adamlarından biri ya da bölgenin ileri gelenleri vasıtasıyla işleri idare etmeye çalışmışlardır (Çadırcı, 2007: 30; Oğuzoğlu, 2000: 43). Ancak bozulan düzen mütesellimlerin de çoğunlukla taşradaki düzene uyarak haksız vergiler toplamalarına ve zimmetlerine geçirmelerine uygun ortam sağlamıştır. Paranın aşırı değer kaybetmesi ve yüksek enflasyon nedeniyle maaşları sıkıntıya düşen ve talepleri karşılanmayan kapıkulları, kadılar etrafında ayan ve eşrafın desteğini alarak hükümet mensupları ve merkezi otoriteye karşı gelmeye başlamış, (Karaboğa, 2012: 321; Akdağ, 1945: 29-30) padişaha ve devlete saygısını yitirmeye başlayan bürokrasi ayan ve yabancı tacirler ile işbirliği yapan bir sınıf haline gelmeye başlamıştır. 1654 yılında ise sadrazam, Kubbealtı’ndan koparak, Bâbı-âli’de konak sahibi olmuş, kabine, saraydan ayrılmıştır. Sadrazamın ve yüksek memurların yetkileri genişlemiş ve siyaset ve yönetimin merkezi Bâbı-âli olmaya başlamıştır (Kabaklı, 2002: 48-49).

Tüm bu gelişmeler göstermektedir ki saltanat ve merkezi bürokrasiden oluşan, kendisini devletle özdeş gören ve kendi otorite ve geleneklerine tabi olan yönetim kademeleri dönemin sorunlarını doğru okuyabilme ve bu sorunlarla işlevsel şekilde başedebilme becerisi gösterememiş (Karpat, 2010: 21) hatta dönemin risalelerinde belirtildiği gibi, yozlaşan bir yapıya dönüşerek kendileri de sorunun parçası olmuşlardır.