• Sonuç bulunamadı

Tarihinden Önceki Zilyetlik Tespitten Sonraki Zilyetli¤e Eklenebilir

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, manevi tazminat koşullarının oluşmadığı, davacının fazla me-sai ücretinin ödendiği, ödenmeyen ücret alacağı bulunduğun gerekçesi ile 225,49.-TL ücret alacağının davalıdan tahsiline, fazla çalışma ücreti ve manevi tazminat isteminin reddin karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Karar davacı vekili tarafından manevi tazminat isteminin reddi nedeni ile davalı vekili tarafından ise süre tutum dilekçesi ile temyiz edilmiştir.

E) Gerekçe:

1. Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak da-valarına ilişkin nihai kararlar HUMK’nun 426/A maddesi uyarınca temyiz edile-mez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 Sayılı Yasada açık düzenleme olmamakla bir-likte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK’nun 426/A mad-desindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulan-ması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir da-va türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan dada-valarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.

Dosya içeriğine göre davalı vekili tarafından temyize konu edilen miktar karar tarihi itibari ile 1.400,00.-TL kesinlik sınırı kapsamında kaldığından dava-lı vekilinin temyiz isteminin HUMK’nun 426/A, 432 maddeleri, uyarınca RED-DİNE,

2. Davacı vekilinin temyizine gelince;

İş sözleşmesinin işverene yüklediği gözetme borcu, işçinin iyiliği ve çıkar-ları doğrultusunda davranma, işçiye zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak, tehlikeleri önlemek borçlarını yükler. İşyerinde iş güvenliği önlemlerinin alın-ması, işverenin gözetme borcu kapsamında yer alan yükümlülüklerinin sadece bir bölümünü ifade etmektedir. Ancak iş güvenliği hukuku bakımından, işvere-nin işçiyi gözetme borcu, “iş güvenliği önlemlerini alma borcu” anlamında kul-lanılmaktadır.

Özel hukuk açısından işverenin işçiyi gözetme, yani iş güvenliği tedbirleri alma borcunu düzenleyen temel hüküm Borçlar Kanunu’nun 332. maddesidir.

Madde kapsamına göre, işverenin önlem alma yükümlülüğü;

İşletme tehlikelerine karşı işçinin korunması, Uygun ve sağlığa uygun çalışma yeri sağlanması,

İşverenle beraber ikamet eden işçi için sağlığa uygun yatacak yer sağlanma-sı, şeklinde üç ana grupta toplanmaktadır. Düzenleme ile özellikle isçinin çalış-ması sırasında karsılaşacağı tehlikelere karsı korunçalış-ması göz önünde tutulmuş ve işverenin bu tehlikelerin sebebiyet verdiği zararlardan dolayı sorumluluğu, ön-leyici nitelikte kurala bağlanmıştır.

İşverenin kamu hukukuna dayanan işçiyi gözetme borcunu düzenleyen te-mel kural, 4857 Sayılı Kanunun 77. maddesidir. Bu maddeye göre işverenler, iş-yerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi al-mak, araç ve gereçleri noksansız olarak bulundural-mak, işyerinde alınan iş sağlı-ğı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadısağlı-ğını denetlemek, işçileri karşı kar-şıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorum-lulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar. İşveren isçinin sağlığını ve hayatını tehlikeye sokacak riskleri ortadan kaldırarak, ona isletme tehlikelerine ve meslek hastalıklarına karsı her türlü tedbirin alındığı bir işyeri ve iş ortamı hazırlamalıdır.

Özel hukukta düzenlenen kurallara uymamanın yaptırımı tazminat ödenme-sini öngörürken, kamu hukuku kuralları ise genel olarak idari ve cezai yaptırım-lar getirmektedir.

İşverenin işyerinde çalışanları gözetme ve koruma borcunun kapsamında, isçilerin maddi ve manevi vücut bütünlüğünün, şeref, haysiyet ve özel yaşam gi-bi kişisel değerlerinin korunması da bulunmaktadır.

İşyerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmaması nedeniyle za-rar gören işçi, işveren aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açma hakkına sahiptir. Bunun yasal dayanağı Borçlar Kanunu’nun 46 ve 47. maddeleridir. İş-verenin işçiyi koruma borcu kapsamındaki, ihmali ya da kusurlu davranışı, bile-rek ve isteyebile-rek habile-reket etmiş olması ya da bunu istememekle birlikte önlemek için gerekli dikkat ve özeni göstermemesi, başka bir deyimle alınması gereken iş güvenliği önlemlerini almaması biçiminde ortaya çıkar. İşverenin gözetme ve koruma borcunu hiç veya gereği gibi ifa etmemesi halinde, isçi maruz kaldığı zarar durumuna göre, maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunabilir. Ayrı-ca bu borcun yerine getirilmemesi, işverenin kendisine düşen ifa hazırlıklarını

yapmamış olması nedeniyle onun alacaklının temerrüdü durumuna düşmesine yol açabilir.

Borçlar Kanunu’nun 344. maddesi uyarınca, “muhik sebeplerden dolayı ge-rek işçi gege-rekse is sahibi, bir ihbara lüzum olmaksızın her vakit akti feshedebi-lir. Ezcümle, ahlaka müteallik sebeplerden dolayı yahut hüsnüniyet kaideleri noktasından iki taraftan birine artık akti icra etmemekte haklı gösteren her hal, muhik bir sebep teşkil eder. Bu gibi hallerin mevcudiyetini hakim takdir eder.

Fakat işçinin kendi kusuru olmaksızın duçar olduğu nispeten kısa bir hastalığı yahut kısa müddetli bir askeri mükellefiyeti ifa etmesi, muhik sebep olarak ka-bul edemez.” Aynı kanunun 345/1. maddesinde ise; “Muhik sebepler, bir tarafın akite riayet etmemesinden ibaret olduğu takdirde, bu taraf diğer tarafa onun akit ile müstahak iken mahrum kaldığı feri menfaatler de nazara alınmak üzere tam bir tazminat itasıyla mükellef olur. Bundan başka hakim vaktinden evvel feshin mali neticelerini, hali ve mahalli adeti göz önünde tutarak takdir eder” hükmü-ne yer verilmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 24/I.a maddesi işçiye, “İş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple sağlığı veya yaşayışı için tehlikeli olması” halinde haklı fesih hakkı vermektedir. Kanunun 26/2. madde-sindeki düzenleme işçiye bu nedenle fesihten dolayı tazminat isteme hakkı ver-mektedir.

Dosya içeriğine göre davacının davalıya ait yurtdışı işyerinde çalışırken, iş-yerinde yabancı uyruklu işçilerin saldırısı sonucu yaralandığı, işverenin gerekli güvenlik önlemlerini almaması nedeni ile bu saldırı sonunda kişilik haklarının hukuka aykırı şekilde ihlal edildiği, davacının işverenin güvenlik önlemlerini al-maması ve kişisel güvenliğinin tehlikede olması nedeni ile belirli süreli iş söz-leşmesini haklı nedenle feshettiği anlaşılmaktadır.

Öncelikle kişilik hakları, beden bütünlüğü işyerinde gerekli iş güvenliği ön-lemleri nedeni ile zarara uğrayan, bu nedenle elem ve acı duyan işçinin Borçlar Kanunu’nun 322. maddesi yolu ile aynı kanunun 47, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 77 ve 24/II.a maddeleri yolu ile aynı kanunun 26/2. maddesi uyarınca davacı işçi, davalıya ait işyerinde işverenin gerekli güvenlik önlemleri almaması nedeni ile ya-bancı uyruklu işçilerin saldırısı sonucu yaralanması nedeniyle acı ve üzüntü duy-duğunu belirterek manevi tazminat talep etmiştir. Davalı işverenin çalışanları gö-zetme ve koruma borcu kapsamında işyerinde gerekli güvenlik önlemleri almadı-ğı, davacının işyerinde yabancı uyruklu işçilerin saldırısı sonucu yaralandığı anla-şıldığından, Borçlar Kanunu’nun 47. maddesine göre cismani zarara uğrayan ki-şiye zararın ağırlığına ve diğer tazminat öğeleri dikkate alınarak yargıç tarafından

adalete uygun bir tazminat verilmelidir. Mahkemece yazılı gerekçe ile manevi taz-minatı isteğinin reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 13.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ

Tarih: 03.10.2011 Esas: 2011/6485 Karar: 2011/33951

Feshin Geçersizli¤i ve ‹fle ‹ade Karar› Verildi¤inde Fesih ‹fle Bafllatmama Tarihinde Gerçekleflmifl Olaca¤›ndan K›dem Tazminat› Bafllang›c› da Bu Tarihtir

ÖZET: Feshin geçersizliğine karar verilmesi ve işçinin işe başlatılması için başvurusu üzerine işçinin işe başlatılmaması halinde geçersizliğine ka-rar verilen fesih ortadan kalkar. Davacı işçi başvurduktan sonra süresi içinde işe davet edilmez veya işveren işe başlatmayacağını bildirirse süre sonunda veya iradenin açıklandığı tarih itibarıyla fesih gerçekleş-miş olur. Somut olayda da davacı işçi, feshin geçersizliğinin kesinleş-mesinden sona işe başvurmuş, ancak davalı işveren tarafından işe baş-latılmamıştır. Fesih tarihi, işe başlatmama tarihi olduğundan kıdem tazminatına faizin de bu tarihten itibaren yürütülmesi gerekir. Açıkla-nan hususlar dikkate alınmaksızın geçersizliğine karar verilen fesih ta-rihinden itibaren kıdem tazminatına faiz yürütülmesi isabetsizdir.

➣ 4857 sayılı İş Kanunu m. 20, 21, 120.

➣ 1475 sayılı İş Kanunu m. 14.

D

avacı vekili, davacının iş sözleşmesinin feshi nedeni ile ihbar ve kıdem taz-minatları ile yıllık ücretli izin, ilave tediye, fazla mesai, hafta ve genel tatil çalışmaları karşılığı ücret, yemek ve yol bedeli alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, da-va dosyası için Tetkik Hakimi B.K. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Yargıtay Kararı

1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerekti-rici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz iti-razları yerinde değildir.

2- Mahkemece kıdem tazminatına feshin geçersizliğine karar verilen 15.01.2009 tarihinden itibaren faiz yürütülmüştür. Oysa feshin geçersizliğine karar verilmesi ve işçinin işe başlatılması için başvurusu üzerine geçersizliğine karar verilen fesih ortadan kalkar. Davacı işçi başvurduktan sonra süresi içinde işe davet edilmez veya işveren başlatmayacağını bildirirse süre sonunda veya iradenin açıklandığı tarih fesih tarihidir. Somut uyuşmazlıkta davacı işçi feshin geçersizliği kararının kesinleşmesinden sonra işe başvurmuş, ancak davalı işve-ren tarafından işe başlatılmamıştır. Fesih tarihi başlatılmama tarihi olduğundan kıdem tazminatına faizin bu tarihten yürütülmesi gerekir. Mahkemece geçersiz-liğine karar verilen fesih tarihinden faiz yürütülmesi hatalıdır.

3- Davacı davalıya ait mesleki eğitim merkezi işyerinde her gün fazla me-sai yaptığını, tatillerde çalıştığını belirterek fazla çalışma ve tatil günleri karşılı-ğı ücret alacakarşılı-ğı isteminde bulunmuş, mahkemece hükme esas bilirkişi raporu ile davacının günde 3 saat fazla mesai yaptığı, ayda 2 Pazar ve tüm dini ve ulusal bayram genel tatillerde çalıştığı kabul edilerek ve bu alacaklardan % 30 oranın-da indirim yapılarak anılan ücret alacaklarının kabulüne karar verilmiştir.

Fazla çalışma yaptığını veya tatil günlerinde çalıştığını iddia eden işçi, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Bu çalışmaların ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, delil niteli-ğindedir. Bu çalışmaların bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Keza işverenin kamu kurumu veya kuruluşu olması da bu konuda çalışma yapılıp ya-pılmadığı konusunda önem arzeder. Zira kamu işyerlerinde çalışma şekli yasa, yönetmelik hükümleri yanında mülkü yetkili amirin düzenleyici işlemleri ile de belirlenmektedir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu nok-tada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğu, işin mevsime göre yoğunlaşması veya azalması gibi faktörlerde fazla çalışma olup olmadığı konusunda dikkate alınmalıdır.

Öncelikle davalıya ait mesleki eğitim merkez işyeri, büyükşehir belediye sı-nırları içinde yer alan ve mesleki eğitim hizmeti verilen bir işyeridir. Davalı ka-mu kuruluşu olan belediyenin bu hizmeti alt işveren uygulaması ile vermeye ça-lıştığı, davacının da bu kapsamda çalıştığı anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklandığı gibi kamu kuruluşuna ait işyerinin yasa ve yönetmelik hükümleri yanında bağlı bulunduğu mülki amirliğin işin düzenlenmesine yönelik düzenleyici işlemlerine tabi olduğu kaçınılmazdır. Özellikle kural olarak eğitim hizmetinin tatil günleri verilmediği bilinen genel bir vakıadır. Bu nedenle davalı işverenin bağlı bulun-duğu mülkü idare olan büyükşehir ve valilik makamında işin düzenlenmesine ilişkin düzenleyici işlemler getirtilmeli, davacının görev tanımına ve yaptığı işin niteliğine göre bu işin fazla mesai ve tatil çalışmasını gerektirip gerektirmeye-ceği açıklığa kavuşturulmalı, gerekirse işyerinde eğitim ve çalışma düzeninden anlayan bir bilirkişi ile keşif yapılarak bu konuda rapor alınmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde fazla mesai ve tatil ça-lışmaları karşılığı ücret alacaklarının kabulü ayrı bir bozma nedenidir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASI-NA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 03.10.2011 gü-nünde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ

Tarih: 13.02.2012 Esas: 2011/5024 Karar: 2012/1896

Hüküm Sonucunda, ‹stek Sonuçlar›ndan Her Biri Hakk›nda Taraflara Yüklenen Borç ve Tan›nan Haklar Birer Birer, Aç›k, fiüphe ve Tereddüt Uyand›rmayacak fiekilde Aç›klanmal›d›r

ÖZET: Davacı, 1479 SK kapsamındaki sigortalılığının dava dilekçesinde

be-lirttiği tarihte sona erdiğinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece verilen kısa kararların hüküm sonucunu içermesi gerek-mektedir. Hüküm sonucunda ise, gerekçeye ait bir söz tekrar edilmeksi-zin, istek sonuçlarından her biri hakkında taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkün ise sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde açıklanması gerekir. Bu bi-çim koşulları yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Usul

yasa-●

nının amacı, hükmün açıklığı ve anlaşırlılığı kadar infaz kabiliyetini de sağlamaktır. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Somut olayda ise sonuç olarak “davanın kabulüne” karar verilmesine rağmen yasal koşullara uygun hüküm sonucu oluşturulmamıştır. Açıklanan yasal dü-zenlemeler dikkate alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

➣ 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m. 388, 389.

➣ 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 297.

D

ava, 1479 Sayılı Kanun kapsamında sigortalılığın 31.12.2004 tarihinde so-na erdiğinin tespiti istemine ilişkindir.

Mahkeme, davanın kabulüne karar vermiştir.

Hükmü, davalının avukatının temyiz etmesi üzerine, temyiz isteğinin süre-sinde olduğu anlaşılıp, Tetkik Hakimi M.A. tarafından düzenlenen raporla dos-yadaki belgeler okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tes-pit edildi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-519 Esas, 2010/553 Karar sayılı ilamında benimsendiği üzere; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388. maddesinde aynen; “Karar aşağıdaki hususla-rı kapsar:

1. Kararı veren mahkeme ile hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin ad ve soyadları ve sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa ka-rarın hangi sıfatla verildiği,

2. Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri,

3. İki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışması ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hu-kuki sebep, 4. hüküm sonucu ile varsa kanun yolları,

5. Kararın verildiği tarih ve hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin im-zaları,

Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksi-zin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüp-he ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir” ifadelerine yer verilmiştir.

Aynı kanunun 389. maddesinde ise; “Verilen karar ile iki tarafa tahmil ve bahşedilen vazife ve haklar şüphe ve tereddüdü mucip olmıyacak surette gayet sarih ve açık yazılmalıdır” hükmü yer almaktadır.

01.10.2010 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddeside, anılan düzenlemelere paralel içerik taşımaktadır.

Açıklanan hükümlerle getirilen bu biçim koşulları yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Eş söyleyişle, kanunun amacı hükmün açıklığı ve anlaşı-lırlığı kadar infaz kabiliyetini de sağlamaktır. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaf-lar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davaihtilaf-lar doğar. Hükmün he-define ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.

Görülmektedir ki, uyuşmazlıkların çözümünde yargıya düşen en önemli gö-revlerden birisi de açık ve net çözümler bulmak; anlaşılabilir, tutarlı kararlarla kamu düzen ve barışını sağlanmasına hizmet etmek olmalıdır. Tarafların çözüm aramak için geldikleri yargısal makamların açık ve net hükümlerle üzerine dü-şen görevleri yerine getirmesi gerekir. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilen ve yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerin nihai amacı da budur.

Bu itibarla hükmün sonuç kısmının özetlenerek açıklanmasına; karar ile ta-raflara yükletilen borç ve tanınan hakların bir kesiminin belirtilmemiş bulunma-sına; bunun yanında, tefhim edilen karara sonradan eklentiler yapılmasına ya da gerekçedeki ifadelerin tekrarı suretiyle hüküm sonucu gösterilmeden karar oluş-turulmasına yasal olanak bulunmamaktadır.

Sonuç olarak; mahkemece verilen kısa kararın hüküm sonucunu içermesi, hüküm sonucunda ise gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve ta-nınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tered-düt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi, yasanın açıkça aradığı hususlardır.

Bu kadar açık düzenlemeye karşın hüküm sonucunu içermeyen, gerekçe ve hüküm sonuçlarına ayrı ayrı yer vermeyen mahkeme kararlarının usul ve yasa-ya aykırılığı yasa-yanında, infazında da tereddüte düşüleceğinde hiç kuşku yoktur.

Eldeki davada; yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler gözetilmeksizin, so-nuç olarak “davanın kabulüne” karar verilmesine karşılık, gerekçeye ait herhan-gi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmemiş olması, usul ve ya-saya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalının avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZUL-MASINA, bozma içeriğine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer ol-madığına, 13.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ

Tarih: 19.03.2012 Esas: 2012/2118 Karar: 2012/4102

Vefat Eden Anonim fiirket Orta¤›n›n Hisseleri Do¤rudan Mirasç›lara ‹ntikal Etmez; Miras›n Taksimine Kadar Tereke Ad›na Kay›tl›d›r

ÖZET: Davacı, murislerinin ölmeden önce muvazaalı olarak sahibi bulunduğu anonim şirket hisselerini devrettiğini iddia ederek hisselerin iptali ile tereke adına tescilini talep etmiştir. Vefat eden anonim şirket ortağının hisseleri doğrudan mirasçılara intikal etmez; mirasın taksimine kadar tereke adına kayıtlıdır. Bu itibarla, iptaline karar verilen hisselerin te-reke adına iştirak halinde mülkiyet olarak tespitine karar verilmesi ge-rekirken hisselerin iptali ile 1/2 kısmının davacı adına tesciline karar verilmesi isabetsizdir.

➣ 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 26.

T

araflar arasında görülen davada; Gebze 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce ve-rilen 23.06.2009 tarih ve 2006/347 - 2009/258 sayılı kararın Yargıtay’ca in-celenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi E.K. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, du-ruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görü-şülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkilinin babası Ahmet’in 09.12.2002 tarihinde vefat et-tiğini, geriye mirasçı olarak müvekkili ve davalıyı bıraktığını, murisin ölmeden muvazaalı olarak, mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla ... Petrol Ür. A.Ş. ve G... Yapı Malz. A.Ş.’deki hisselerini davalıya devrettiğini ileri sürerek,

his-●

selerin iptalini, tereke adına tescili talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, devrin muvazaalı olarak yapılmadığını savunarak; davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, mu-risin malvarlığı ve ekonomik durumu itibariyle şirket hisselerini davalıya satma-sını gerektirecek bir durumun bulunmadığı, davacı kızından mal kaçırmak ama-cıyla muvazaalı olarak hisselerini devrettiği gerekçesiyle, davanın kısmen kabu-lüne, şirketlerdeki hisselerin iptali ile davacı adına 1/2 kısmının tesciline karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.