• Sonuç bulunamadı

A. Yaşam Hakkı Kavramı

1. Kavram Olarak Yaşam Hakkı

Öncelikle belirtmek gerekir ki; ulusal ve uluslararası hukuki normlarda veya belgelerde “yaşam hakkı” kavramı açık bir biçimde tanımlanmamıştır. Bu kavram, doktrinsel inceleme ve ulusal veya uluslararası mahkeme ve kuruluşların uygulamaları ile bir çerçeveye oturtulmaya çalışılmaktadır.

Öte yandan; hem doktrinde hem de hukuksal normlarda kavram bütünlüğü olmadığı da görülmektedir. Kavram bazen “yaşam hakkı” olarak ifade edilirken, bazen “yaşama hakkı” şeklinde kullanılmaktadır. Şüphesiz her iki tercihin kullanılmaları hususunda haklı gerekçeler ileri sürülmekte ise de; çalışmamız kapsamında bu tartışmalara girmeden kavramın yaygın ve tarafımızca daha doğru ifade şekli olan “yaşam hakkı” tercih edilecektir.

Türk Dil Kurumu sözlüğünde “yaşam” kavramı, “doğumla ölüm arasında yaşanan süre, ömür, hayat” olarak tanımlanmıştır. Yine bu sözlükte “yaşama(k)”

kavramının ise “canlılığı, hayatı ve varlığı sürdürmeyi, sağ olmayı, oturup eğleşmeyi” ifade ettiği belirtilmiştir.28

Yaşam; insanın doğduğu andan başlamak üzere, kimse tarafından müdahale edilmeden, yüksek bir refah içinde hayatını sürdürmesini, diğer bir ifade ile yaşamak eylemini gerçekleştirmesini ve kendiliğinden ölümünün gerçekleşmesini sağlayan süre olarak ifade edilebilir. İnsan da bütün diğer canlılar gibi, kendi iradesi dışında olacak şekilde doğar ve yaşamak eylemini gerçekleştirir. Bu yaşama sürecinin devlet tarafından garanti altına alınması, insanın doğası gereği sahip olduğu hakların korunmasının devletin yükümlülüğünde olması, kişilerin mensubu olduğu devletten hayatlarını sürdürmek için refah düzeylerini artırmasını talep edebilmesi bir bütün olarak yaşam hakkını oluşturmaktadır.29

28 Türk Dil Kurumu Sözlükleri, Güncel Türkçe Sözlük, (Erişim) https://sozluk.gov.tr/ 10 Haziran 2020.

29 Güner Akyazı, Onur Tatar, “Yaşama Hakkı ve Ölüm Cezası”, Ankara Barosu İnsan Hakları Komisyonu Yayınları, Ankara, 2002, s.7.

SAVCI’ya göre; “Yaşam Hakkı’’ bir temel (fondamental) özgürlüktür.

Fondamental sözcüğü ile yaşam hakkının “Birincil Hak’’ olduğu belirtilmiştir. Her şeyden önce “yaşam’’, yani “insansal varlığın’’ kendisi vardır. Diğer bir ifade ile önce insanın yeryüzünde fiziksel olarak var olması ve bir fiziksel varlık olarak kendini idame ettirmesi gerekmektedir. İnsanın bir varlık olarak yeryüzüne gelmesi ve burada kendini idame etmesi ise “yaşam’’dır. Özgürlüklerin ilki olan yaşam; hiç kimse tarafından veya başka herhangi bir varlık tarafından önlenemez, engel olunamaz, sınırlandırılamaz. “Evren-doğa-insan’’ üçlüsünün tek bir sözcükle ifade edilmesi olan özgürlük ise; evrenin ve doğanın, kendi iç yasasından başkasına tabi olmaması, kendi doğal yasasından başka bir dış etkene, bir dış etkiye, bir dış güce bağlı olmamasıdır.30

İnsan haklarının doğaları gereği eşdeğer bir niteliğe sahip oldukları ifade edilebilir ise de; olgusal açıdan bakıldığından bazılarının diğer insan haklarına nazaran üstünlüğünden veya en azından “primus inter pares” (eşitler arasında birinci anlamına gelmektedir) özelliğinden bahsetmek mümkündür. Yaşam hakkının tereddütsüz bir biçimde bu haklardan olduğunu söylemek mümkündür.31 Yaşam hakkı, diğer bütün hak ve özgürlüklerin varlığı için ön şart niteliğindedir.32

İnsan; sahip olduğu donanımları nedeniyle mükemmel bir varlık olması, aklı sayesinde anlama ve kavrama kabiliyetinin bulunması ve şuurlu olması nedeniyle diğer varlıklardan üstün olarak görülmektedir.33 Diğer canlılar karşısında bünyesinde barındırdığı donanımları nedeniyle üstün nitelikte kabul edildiği için, bunun doğal sonucu olarak da insan yaşamının ahlakî boyutta ve hukuk sistemi tarafından özel olarak koruma altına alınmasının gerektiği ileri sürülmüştür. Ancak insan yaşamına bu koruma sağlanırken, bireyler arasında aynı şuur derecesinde olup olmadığı ayrımı yapılmaksızın bu koruma temin edilmelidir. Bu anlayış, insanın biyolojik varlığının

30 Bahri Savcı, “Yaşam Hakkı; Felsefesel Açıdan Pratiğe Doğru’’, AÜSBFD, C.35, Sayı: 1, 1980, s.19.

31 “Franciszek Przetacznik, “The rigt of life as a basic human right”, Revue de Droit de l’Homme, 1976, s.585” den aktaran; Ömer Anayurt, Avrupa İnsan Hakları Hukukunda Kişisel Başvuru Yolu, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2004, s.95-96.

32 M. Sezgin Tanrıkulu, “İHAM Kararlarında ve Türk Hukukunda Yaşam Hakkı”, TBB Dergisi, Sayı:66, Yıl:2006, s.51-52.

33 Doğu Ergil, “Demokrasi Yoluyla İnsan Haklarının Garanti Altına Alınması”, Yeni Türkiye Dergisi İnsan Hakları Özel Sayısı, Cilt 1, Yıl 4, Sayı 21, Mayıs-Haziran 1998, s.428; Adem Dölek, “İnsanın Yaşama Hakkının Korunmasının Dini Dayanağı”, İnsan Hakları ve Din, Sempozyum, Onsekiz Mart Üniversitesi Yayınları, No:105, Pozitif Matbaacılık, Ankara, 2010, s.19.

potansiyel olarak yaşamını sürdürdüğü süre boyunca, sahip olduğu şuur dikkate alınmadan korunması gerektiğini savunur.34

SAVCI; dinlerin, insan ve insanın yaşam hakkı üzerinde birleştikleri düşüncesindedir. Dinlere göre, insanın Tanrıya bağlı olduğunu, Tanrının yarattıklarının en yücesi, en onurlusu ve en şereflisi olduğunu, Tanrı katında itibarı olduğunu, bu nedenle, insan bedeninin, Tanrısal bir cevher olduğunu ifade eder.

İnsan yapısının, herhangi bir yol ve derecede ihlalini ise, Tanrı’ya saldırı olarak görür. Oysa Tanrı’ya ait bir şey ise, ihlal edilemez. İnsanın, Tanrı’nın sureti sayılmasından kaynaklanan yüksek itibarı ve niteliği dolayısı ile kimi hakları vardır.

Bu haklar, devlete karşı da ileri sürülür ve devlet, bu hakları geliştirmekle yükümlüdür. Çünkü bu devlet yükümlülüğü sayesinde, Tanrının sureti olarak yeryüzüne gelen insan, yine Tanrının istenci ve buyruğu olarak “yaşar’’ ve

“sosyalleşir’’. Bu nedenle, Tanrı imtiyazı olarak kabul edilmesi gereken yaşam hakkına devletçe bile dokunulamaz.35

Yaşam hakkının tarihsel süreç içerisinde etik ve hukuk yönlerinden göstermiş olduğu gelişim ve değişim sürecinde dini inançların önemli oranda katkısı olmuştur.

Öyle ki, bütün dini inanışların öğretisinde yaşama verilen değere rastlamak mümkündür.36 Birçok hususta ihtilaf yaşayan ve farklı inanışlara sahip olan ilahi dinlerin, üzerinde ortak bir fikir beyan ettikleri konulardan bir tanesi de yaşam hakkının bireylerin en temel hakkı olduğudur.37

Batılı hukuk öğretisinde, Musevilik ve Hıristiyanlık inançlarının da etkisi nedeniyle insanın diğer varlıklar karşısında özel bir konuma sahip olduğu kabul edilir. Kur’an-ı Kerim’de İsra Suresi’nin 70. Ayetinde, “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”38

34 “Elizabeth Wicks, The Right to Life and Conflicting Interests, New York, Oxford University Press, 2010, s.239” dan aktaran; Oktay Bahadır, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Yaşama Hakkı ve Türkiye, s.27.

35 Bahri Savcı, “Yaşam Hakkı; Felsefesel Açıdan Pratiğe Doğru’’, s.23.

36 “Wicks, The Right to Life and Conflicting Interests, s.22-26’’dan aktaran; Oktay Bahadır, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Yaşama Hakkı ve Türkiye, s.28.

37 Adem Dölek, “İnsanın Yaşama Hakkının Korunmasının Dini Dayanağı”, s.19.

38 Halil Altuntaş, Muzaffer Şahin, Kur’an-ı Kerim Meâli, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 12.

bs., Ankara, 2011, s.309.

buyrularak insanın diğer yaratılanlar karşısında üstün bir mevkide konumlandırıldığı vurgulanmıştır. Yaşamın kutsallığı anlayışının kökeni dine dayanır ve bu teze göre, insan yaşamının kutsal olduğunu ifade eden bizzat Allah’ın kendisidir. Ayrıca yaşamın kutsallığını ileri süren teze göre; insan yaşamı dokunulmazdır ve bu dokunulmazlık, yaşam hakkını başta kişinin kendisi olmak üzere diğer kişilere ve devlete karşı da ileri sürebilme hakkını beraberinde getirir. Başkalarının öldürülmesinin ve intihar etmenin yasaklanmasının dayanağı da bu anlayıştır.39

İslam dini insana ve insan yaşamına büyük önem vermektedir. Savaş hali, meşru müdafaa ya da yetkili kurum ve makamların karar vererek onaylamış olduğu bir cezanın infazı gibi meşru ve haklı bir neden olmadıkça insan yaşamına son verilmesini yasaklamıştır. İslam dini hem başkasının yaşamına son vermeyi hem de kişinin kendi yaşamına son vermesini yani intiharı büyük günahlar arasında saymaktadır.40 İslam’da yaşam hakkı tüm kişilere tanınmış, vazgeçilmez bir hak olarak görülmektedir.

İslam inancında hak ve özgürlük kavramı, sadece insanlar için değil diğer varlıklar için de geçerlidir. Kur’an ve Sünnet’e göre hak kavramının sadece insan ilişkileri ile sınırlı tutulmadığı ifade edilmektedir. İslam âlimleri, “yaşam hakkı, din ve düşünce hürriyetî, malvarlığını kullanma özgürlüğü, namus ve insanlık onuru”

gibi hakların inananların temel hürriyetleri olarak kabul edildiğine işaret etmektedirler.41

Hıristiyanlık ve Musevilik inançlarında da insan yaşamına son vermek yasaktır.42 Hıristiyanlık inancında, kan döken kişinin, yine kanının dökülerek cezalandırılacağı belirtilmiştir.43

39 Sibel İnceoğlu, Ölme Hakkı, Ötanazi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999, s.36.

40 Lütfi Şentürk, İrfan Yücel, Yaşar İşcan, Seyfettin Yazıcı, Şerafettin Gölcük, Mustafa Ateş, Güncel Dini Konular, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları/399, Halk Kitapları/118, PYS Matbaacılık, 3.

Baskı, Ankara, 2000, s.118.

41 Ethem Ruhi Fığlalı, İslami Anlayışta İnsani Değerler, Türklerde İnsani Değerler ve İnsan Hakları, Başlangıcından Osmanlı Dönemine Kadar, 1. Kitap, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1992, s.265-267.

42 Adem Dölek, “İnsanın Yaşama Hakkının Korunmasının Dini Dayanağı”, s.20.

43 “Elizabeth Wicks, The Right to Life and Conflicting Interests, s.119” dan aktaran; Oktay Bahadır, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Yaşama Hakkı ve Türkiye, s.31.

SAVCI’ya göre dinî inanışların yanı sıra laik felsefede de yaşam hakkı anlamlı ve önemlidir. “Doğal Hukuk’’ öğretisine göre; egemen olan monarkın iktidarı, bu hukuk ile bağlıdır. İnsan hakları ve yaşam hakkı da bu doğal hukukun içerisindedir.

Hükümdar da bu hukuku ihmal edemez. “Yaşam hakkı’’ insanın toplum içinde devam ettirdiği rasyonel hukukun başında bulunur ve hükümdarın koymuş olduğu mevzuatın öncesinde de vardır, sonrasında da devam eder. Hükümetler de, yaşam olgusunu güvenlik içinde sürdürmek ve bu süreğenliği garanti etmek için kurulmuşlardır. Daha sonrasında gelen “Sosyal Hukuk’’ döneminde de yaşam hakkı önemli bir yer edinmiştir. Hatta bu dönemde yaşam hakkı konusunda, devlete, bir

“yaşatmacılık” görevi yüklenmiştir. Ayrıca Batılı laik felsefe içinde yer alan Marksist doktrinde de, insan haklarının en geniş boyutu ile benimsenmiş olduğu görülmektedir.44

Bireylerin, insan olması dolayısıyla devredilemez ve vazgeçilemez haklara sahip olduğu anlayışı, ilk defa Locke tarafından siyasi teoriye dâhil edilmiştir. Locke göre, “yaşam, özgürlük, mülkiyet” hakları dayanağını insanın var olmasından alır.

Ayrıca herkesin doğuştan sahip olduğu bu haklar, ancak başka bireylerin yine bu nitelikteki haklarının ihlal edilmesini önlemek amacıyla sınırlandırılabilir.45

Kant, 18. Yüzyılda yaşamın felsefi açıdan korunması düşüncesini savunmuştur.

KANT’a göre; yaşamın devam ettirilmesi bireylerin bir tercihi olamaz ve bireyler ahlakî bir sorumluluk olarak yaşamlarını sürdürmekle görevlidirler. Kant, yaşamın Tanrı’nın bir yansıması olması nedeniyle değerli olarak kabul edilmesi anlayışına karşı çıkar ve yaşamın değerinin bizzat kendisinden kaynaklandığını söyler. Bu anlayışa göre yaşam asıl olduğu için, bir araç olarak görülemez.46 Kant; yaşamın devam ettirilmesinin bir görev olarak görülmesi gerektiğini vurgulayarak, insanların

44 Bahri Savcı, “Yaşam Hakkı; Felsefesel Açıdan Pratiğe Doğru’’, s.24-25.

45 M. Naci Bostancı, “Bir Paradoks Alanı Olarak İnsan Hakkı”, Yeni Türkiye Dergisi-İnsan Hakları Özel Sayısı, Cilt 1, Yıl 4, Sayı 21, Mayıs-Haziran 1998, s.145-146.

46 “Elizabeth Wicks, The Right to Life and Conflicting Interests, s.30-31” den aktaran; Oktay Bahadır, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Yaşama Hakkı ve Türkiye, s.36.

hem kendilerine karşı hem de diğer insanlara ve Tanrı’ya karşı sorumlu olduklarını belirtir.47

Yaşam hakkı; önce insanın, fiziksel, biyolojik ve psikolojik varlığını sorunsuz devam ettirebilmesi amacıyla sağlık ve bütünlük içerisinde doğmasını, devamında, insanın varlığına eklenmesi gereken moral-entelektüel gelişim imkânlarına sahip olmasını, daha sonra fizik-biyolojik-moral-entelektüel bütünlüğe ulaşmış olan insanın, hukuki kişilik yönü de korunarak, doğal zorunluluklar dışında sınırlanmamasını, etkilenmemesini, noksanlaştırılmamasını ve yok edilmemesini ifade eder. Bu süreci kısaca ifade etmek gerekirse; başlangıçta var olan “yaşam hakkı”, sonrasında “insanın öldürülmezliği” hakkına evrilir.48

İnsanın haklarından bahsedebilmek için öncelikle insanın, biyolojik olarak gerçek dünyada var olması gerekir. Yaşam hakkı ile korunan değer, kişilerin diğer haklarına da sahip olabilmesi için ilk olarak biyolojik anlamda var olması hakkıdır.

Yaşam hakkının diğer haklar karşısında “birincil hak” olarak değerlendirilmesinin başlıca nedeni budur.49

BAYRAKTAR; yaşam hakkını, kişinin, fizik ve ruhsal varlığının korunmasının ve devam ettirilmesinin sağlanmasının yanı sıra bu bütünlüğün çeşitli nedenlerle bozulmaması olarak tanımlamaktadır.50 KABOĞLU’da; yaşam hakkı kapsamında insanın bütünsel varlığına yönelmiş olan tehlike ve risklere karşı koruma yükümlülüğünün kamusal otoritelere ait olduğuna ve yaşamın kamu makamlarının emri ve izni ile sonlandırılmamasının hakkın kapsamında olduğuna dikkat çekmiştir.51

47 Arın Namal, “Türk Tıp Etiği Çevrelerinde Ötanazi Tartışmaları-Neden Henüz Küçük Bir Alev?”, Hukuk ve Etik Boyutuyla Ötanazi, Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Disiplinlerarası Hukuk Çalışmaları Serisi No:1, Drl.: Nur Centel, XII Levha Yayıncılık, İstanbul, Aralık 2011, s.73.

48 Bahri Savcı, “Yaşam Hakkı Üzerine’’, İnsan Hakları Yıllığı, TODAİE Yayınları, C.1, Ankara, 1979, s.28.

49 “Bertrand Mathieu, The Right to Life in European Constitutional and International Case-Law, Belgium, Council of Europe Publishing, 2006, s.9.” dan aktaran; Oktay Bahadır, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Yaşama Hakkı ve Türkiye, s.22.

50 Köksal Bayraktar, Hekimin Tedavi Nedeniyle Cezai Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Yayınları No: 768, Sermet Matbaası, İstanbul, 1972, s.13.

51 İbrahim Özden Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku (İnsan Haklarının Hukuksal Yapısı Üzerine Bir Deneme), s.272.

Yaşam hakkı tanımlanırken, onun korunması amacının öncelikle vurgulandığı görülmektedir. Bu koruma ise insanın biyolojik, moral ve entelektüel varlığını bir bütün olarak kapsamalıdır. İnsan varlığı doğal denge içerisinde gelişimini ve yaşamını sürdürürken, bu varlığa dışarıdan bir müdahalede bulunulmayarak, onun biyolojik varlığının korunması sağlanmış olur. Bunun yanı sıra yaşam içerisinde bünyesinde barındırdığı ve ilerleyen süreçte edinmiş olduğu onur ve saygınlığına dokunulmaması ile moral varlığının korunması gerçekleştirilirken; bilim, sanat ve kültür alanındaki yetenek ve birikimlerinin ihlal edilmemesi ile de insanın entelektüel varlığı korunmuş olur. Bu varlıkların korunması ise insanın bir bütün olarak yaşamasına imkân tanır.52

Yaşam hakkı her şeyden önce insan varlığını ifade ettiği için diğer haklara nazaran önemli bir konuma sahiptir ve bu nedenle diğer hakların da varlığını yaşam hakkından aldığı söylenebilir. Diğer bir deyişle; kişinin yaşama hakkının yok edildiği bir ortamda diğer hakların varlığından bahsetmenin artık hiçbir anlamı yoktur.53 Kişinin diğer bütün hak ve özgürlüklerini kullanabilmesi ancak yaşam hakkının sağlanmış olmasına bağlı olduğundan; yaşama hakkının unsurunu oluşturan

“öldürülmeme hakkı” veya “insanın öldürülmezliği” ilkesi, bu hak ile birlikte diğer hak ve özgürlüklerin güvencesi niteliğindedir.54 Yaşam hakkının kapsayıcı bu özelliği nedeniyle hem ulusal hem de uluslararası belgelerde koruma altına alındığı görülmektedir.