• Sonuç bulunamadı

KAHRAMAN SEYİT ONBAŞ

Mehmet SARAY*

Sizlere hitap ederken biraz kötümser cümleler kullanacağım için üzgünüm. Dostlarım; nerede ise okuma özürlüsü bir toplum haline geldik. Okumamız gereken bilim dallarının başında da “Tarih” ilmi gelmektedir. Çünkü tarih, insanoğlunun geçmişinde yaptığı bütün faaliyetleri objektif bir şekilde inceleyen ve olayları objektif bir şekilde ortaya koyan bir bilim dalıdır. Tarihi incelersen, yani okursan, kötü olaylardan ve yanlış hamlelerden ders alırsın ve bir daha tekrar etmesine izin vermezsin. İyi olan, yani doğru olan faaliyetleri örnek alır, bu doğruların ve güzel hamlelerin bizi aydınlatmasını sağlarız. Devlet adamlarının, ülkeyi yönetenlerin mutlaka tarih bilmeleri ve özellikle yakın tarihimizi okumaları gerekir. Bunu yapan devlet adamı ve yönetici başarılı olur.

Biz koca Osmanlı’yı, çağın gelişmelerini takip edemediği için kaybettik. Batılı devletler 1500 yılından itibaren matbaayı hayatlarına sokmuş ve halkını hızla eğiterek bilimde ve teknolojide hamleler yaparak sanayide önemli bir konuma gelmişlerdir. Sanayide gelişen bu ülkeler çok geçmeden hammadde arayışına girdiler. Bu sömürgeci devletler dünyanın muhtelif bölgelerinde geri kalmış ülkeleri kontrollerine almakla yetinmemiş, gözlerini cehaletin pençesinde kıvranan Osmanlı Devleti’ne ve onun kontrol ettiği Orta Doğu ülkelerine dikmişlerdir. Bu arada kardeş Azerbaycan’da ve Orta Doğu ülkelerinde petrolün varlığının ortaya çıkmasıyla, sömürgeci emperyalist devletlerin Osmanlı Devleti’ni aralarında paylaşma planları yaptıklarını görüyoruz. Bu emperyalist devletlerin başında gelen Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya antlaşma çerçevesinde I. Dünya Savaşı’nı başlattılar.

Bu sırada Osmanlı Devleti tam bir kriz içinde bulunuyordu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden mağlup çıkması, pek çok Balkan ülkesini ve yüz binlerce insanımızı kaybetmemize, yüz binlerce insanımızın da perişan bir şekilde Balkanlar’dan göç edip gelmelerine neden olmuştu. Osmanlı yöneticilerinin bu insanların problemlerine bir çare bulamaması hem halkımızı ve hem de devleti son derece zor duruma düşürmüştü. Bunu fırsat bilen Balkan ülkelerinin başlattığı Balkan Harbi tam bir bozgun ile neticelenmişti. İşte Osmanlı Devleti bu acılar içinde kıvranırken Batı’nın sömürgeci devletleri, yukarıda arz ettiğim antlaşmaları aralarında yaparak, bu antlaşmaları gerçekleştirmek için I. Dünya Savaşı’nı başlatmışlardır.

Osmanlı Devleti; İngiltere, Rusya, Fransa ve İtalya ittifakına karşı Almanya ve onun uydusu halindeki Avusturya ile birlikte harbe girmek mecburiyetinde kalmıştı. Almanya ile ittifakın öncülüğünü yapan Enver Paşa, Türk ordularının üst komutanlıklarını Almanlara vermiştir. Almanlar da Türk askerlerini ateş hattına sürecek şekilde planlarını yapmışlardır. Bu planları inceleyen Mustafa Kemal, bunun Türk askerine büyük zayiat verdireceğini görerek,

88

Başkumandan Vekili Enver Paşa’ya bir mektup yazmış ve komutanın Türk generallere verilmesini rica etmiş ise de bir netice alamamıştır.

Harbin ilk ciddi çatışması Avrupa cephesinde Almanlar ile Ruslar arasında gerçekleşmiş ve Ruslar mağlup olmuştu. Mağlup olan Ruslar, müttefikleri İngilizler ve Fransızlardan acele yardım istemişti. İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale ve İstanbul boğazlarını geçerek müttefikleri olan Ruslara yardım etmek istemişti. Ama Türk boğazları yolgeçen hanı değildi. Bu toprakların sahibi Türk insanı onlara dur diyecekti. İşte böylece, Çanakkale muharebeleri başlamıştır.

Gelelim harbin kahramanlarına: Harp başladığı zaman, Atatürk, Kurmay Yarbay olarak Sofya’da askeri ateşe olarak bulunuyordu. Çanakkale Savaşı’nın başlayacağını haber alır almaz, hemen yurda dönerek Tekirdağ’da kurulan 19. Tümen komutanlığına bağlı 57. Alay komutanı olarak 20 Şubat 1915’de göreve başladı. Burada sizlere O’nun Conkbayırı başta olmak üzere Arıburnu ve Anafartalar’da kazandığı zaferlerle harbin kazanılmasına nasıl katkıda bulunduğunu anlatmayacağım. Mustafa Kemal’in bu başarıları kazanmasına zemin hazırlayan ise, Türk donanmasının 18 Mart 1915’de elde ettiği deniz zaferi olmuştur ki, işte bizim kahramanımız Seyit Onbaşı bunun başında gelmektedir.

İzninizle 18 Mart’a kadar olan deniz harekâtı hakkında kısaca bilgi vereyim. Çanakkale Boğazı’nın önüne demirleyen İngiliz ve Fransız donanmalarının komutanları, boğazı rahatlıkla geçeceklerine son derece eminlerdi. Zira Osmanlı donanması II. Abdülhamit’in akıl almaz yanlış tutumu yüzünden son derece zayıflamıştı. Elimizde üç-beş gemiden başka donanma gücümüz yoktu. Elimizdeki harp gemilerinden Hamidiye, Barbaros, Turgut ve Nusrat bütün güçleri ile boğazı mayınlamaya çalışmış ise de İngiliz ve Fransız mayın tarayıcı gemileri tarafından bizim döktüğümüz mayınlar temizlenmiştir. Fakat Nusrat gemisi düşman gemilerinin ilerlemek için güzergâh olarak seçtiği Erenköy koyunu gece yeniden mayınlamıştır ve bunu da İngilizler ve Fransızlar görmemiştir. Rahmetli Turgut Özakman “Diriliş: Çanakkale

1915” adlı kitabında Nusrat’ın kumandanı Yüzbaşı Nazmi Bey’in bölgeyi gece mayınlama

talimatını alır almaz nasıl hareket ettiğini şöyle anlatır:

“Bataryalara Nusrat’ın mayın döşeme için hareket ettiği ve görevini tamamlar tamamlamaz geri döneceği haberi bildirildi. Gemide Nazmi Bey ile Hakkı Kaptan dışında 6 subay, 60 kadar denizci vardı. Mayın dökme sahasına girmeden önce birbirleriyle helalleştiler. Gemi ilerlemeye başladı. Gözcüler bütün dikkatleri ile etrafı gözlüyordu. Hava da deniz de kapkara idi. Sis ince yağmura dönüşmüştü. Gemi çok yavaş ilerliyordu. Tayfalar derinliği ölçüyor, arka güvertede raylar üzerinde sıralı bekleyen mayınlar döküm için hazırlanıyordu. Gemi hızla Kepez’e doğru yol alırken mayınlar da denize bırakılacaktı. Mayınlar arasında 100-150 metrelik aralık kalacaktı. Gemi biraz daha hızlandı. Komutanın emri ile mayınlar da dökülmeye başladı. Bakınız görev esnasında neler söylendi. “Bir numaralı mayın hazır!”. “Bir numaralı mayın bismillah fundo!”. Böylece ilk mayın geminin arkasından suya bırakıldı. Çanakkale boğazının kutlu suyuna

89

köpükler saçarak gömüldü. Bu şekilde Erenköy’ün hizasına kadar 26 mayın döküldü. Bu 11. ve sonuncu mayın hattıydı. Bunlarla mayın sayısı 400’ü geçmiştir”1.

Düşman bu mayın döşeme olayından habersiz kalmıştı.

Kendilerine güvenerek ilerleyen düşman gemilerinden Fransızların “Bouvet”, İngilizlerin “Infilexible” gemileri Nusrat’ın döşediği bu mayınlara çarparak batmışlardır. Düşman neye uğradığını şaşırmıştır. Düşmanın bu şaşkınlığından faydalanan Türk topçuları İngilizlerin “Irresistible” ile “Ocean” zırhlılarını da saf dışı bırakmıştır.

Gelelim bizim kahramanımız Seyit Onbaşı’nın gösterdiği olağanüstü cesarete ve vatanseverliğe: İngilizler ve Fransızlar, 18 harp gemisi ile Türk tabyalarını top ateşine tutmuşlardır. Onların bu top ateşine Türk topçuları bütün imkânları ile karşılık veriyordu. Düşman gemileri henüz Nusrat mayınlarına çarpmamıştı. Bu sırada Türk tabyalarından Rumeli Mecidiye tabyası şiddetli düşman ateşine maruz kalmıştı. Hayli kayıp veren tabyanın topları da toprak altında kalmıştı. Tabyanın en büyük ve yararlı topunun yanında bir tek mermi kalmıştı. Bundan sonraki durumu Turgut Özakman şöyle anlatıyor:

“Tabyanın kumandanı Yüzbaşı Hilmi Bey gözüne, Erenköy Koyu’na çekilmeye çalışan Bouvet zırhlısını kestirdi. Son mermi ona atıldı. Kıl payı boşa gitti. Yüzbaşı geminin uzaklığını çok iyi hesaplamıştı. Ah birkaç mermi daha olsaydı diye düşündü. Ama mermi taşıyan vagoncuk parçalanmış, rayı dağılmıştı. Bu topun mermileri onlarsız taşınamayacak kadar ağırdı.

Topun mermisiz kalması Edremitli Seyit’i de son derece üzmüştü. Cephaneliğine koştu. 275 kilo ağırlığındaki dev mermi, rayın tahrip olması yüzünden cephaneliğin kapısında, kaldıraca bağlı, havada duruyordu. Daha önce 215 kiloluk mermileri kaldırmışlardı. Seyit bu güvenle, mermiyi işaret etti. “Sırtıma verin!”. Cephaneciler, “Bunu taşıyamazsız Seyit!” dediler. Taşıyamazsın ne demekti? Şu canavara benzeyen gemi kurtulacak mıydı? Top boynu bükük mü kalacaktı? Savaş heyecanı içindeydi. Sağda solda mermiler patlıyor, üzerlerine taş toprak yağıyor, yüzlerine patlayışların çakıntıları yansıyor, biri vecde gelmiş gözlerinden ip gibi yaş akarak ezan okuyordu. Seyit’in içi dolup taştı. Bağırdı: “Siz verin, haydi çabuk!”. Arkadaşları, “Hay çılgın!”. Koca mermiyi usul usul Seyit’in sırtına indirdiler. Mermiyle birlikte yere kapaklanır diye mermiyi kaldıracın askılarından ayırmadılar. Seyit iki eliyle, anasını kucaklar gibi mermiyi kavradı. Tarttı. Kemikleri zangırdadı, eklemleri ezildi, dizleri titredi. Zorlukla da olsa ayakta durabildi. Arkadaşları mermiyi kaldıraçtan çözdüler. Damarlar çatlıyordu. Burnundan kan boşandı. Besmele çekip yürüdü, geç kalıyordu, hızlandı. Mermiyi topun asansörüne yerleştirdi.

Arkadaşları Mustafa ile İbrahim bile bir olağanüstülüğe tanık olduklarını anlayarak bir köşeye sinip nefeslerini tutmuşlardı. Kanayan burnunu koluna silerek koşa koşa geri döndü. Cephanecilere de güven gelmişti. Mahzenden bir mermi daha çıkardılar. O mermiyi de sırtlayıp koşar adım asansöre ulaştırdı. Üçüncü mermi ağır geldi. Güçlükle, dizleri çözüle çözüle taşıdı mermiyi topun asansörüne koydu. Oraya çöktü.

90

İlk mermi geminin kulesini yaralamıştı. İkinci mermi baş taretini parçaladı. Sırada son mermi vardı. Dualarla uğurlandı. Son mermi Bouvet’in su kesiminin biraz altına isabet etti. Gövdesinin alt kısmında büyük büyük bir yara açılmış olmalı ki dev gemi anında yana yattı. Bu gelişme, olayı takip eden Mecidiye mürettebatını sevinç sarhoşu yaptı.

Kader Bouvet’in ağır ağır batmasını uygun görmedi. Gemi karanlık limana kayıyordu. Orada Nusrat’ın bıraktığı ve hala keşfedilmemiş 18 mayını vardı. O kutlu suyun derinliğinde kuzu kuzu yatmaktaydı. Sürüklenen Bouvet’in yaralı gövdesi bu mayınlardan birine değdi. Göğü çatlatacak şiddette bir patlama oldu. Havaya kızıl bir duman yükseldi. 45 denizci denize döküldü. Gemi ancak iki dakika su üzerinde kalabildi, birdenbire alabora oldu, Kaptan Rageot, 20 subay ve 600 erle birlikte batıp gözden kayboldu. Saat 14:30’u gösteriyordu. Bouvet’in battığını gören çakılı, gezgin, sahte bataryaların mürettebatı, gözcüler, subaylar, erler açığa çıktılar, sevinçleri yüreklerine sığmıyordu, binlerce ağızdan gök gürültüsü gibi bir sevinç haykırışı, bir şükran çığlığı yükseldi. “Allahu Ekber”. Yorgun gazilere yeni bir can gelmişti.”2

2 Özakman, s. 170-172.

91 EK

SEYİT ONBAŞI HAKKINDA BELGELER