• Sonuç bulunamadı

Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Savaşları ve Mustafa Kemal

B. Çanakkale Boğazı’nı Askerî Bakımdan Güçlendirme Çalışmaları

II. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Savaşları ve Mustafa Kemal

Birinci Dünya savaşı Türk milleti için telafi edilmesi uzun seneler alan çok büyük kayıplara yol açtığı için girilmemesi gereken bir savaş olarak görülmekte ve o süreçte devletin başında bulunan yöneticilere büyük sorumluluklar yüklenmektedir. Burada İngiltere, Fransa ve Rusya’nın 1894, 1904 ve nihayet 1907 tarihli anlaşmalarla oluşturdukları itilaf cephesinin Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasında ana hatlarıyla bir anlaşmaya vardığı gözden kaçırılmaktadır.

40 BOA, Hariciye, Matbuat, 1123/8. 21 Mart 1915.) Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri I, Ankara

2005, s. 66-67.

41 Selahaddin Adil Paşa, Çanakkale Cephesinden Mektuplar-Hatıralar, (yayına hazırlayan Muzaffer Albayrak,

İstanbul 2007, s. 42.

42 Selahaddin Adil Paşa, Çanakkale Cephesinden Mektuplar-Hatıralar (yayına hazırlayan Muzaffer Albayrak,

30

Devlet yönetiminde yeterli tecrübeden yoksun olan İttihat ve Terakki yöneticileri ülkenin siyasi ve sosyal dengelerini devam ettirmede başarısız oldular. Bununla birlikte İngiltere, Fransa ve Rusya ile yaptıkları ittifak görüşmelerinden bekledikleri sonucu alamadıkları görülmüştür. Gerçekten de Talat, Enver ve Cemal Paşaların yürüttüğü diplomatik ve mali görüşmelerin neticesinde Osmanlı Devleti’nden istenilen şey tarafsızlığını koruması olmuştur.

Osmanlı yöneticileri devletin ciddi olarak sarsıldığı ve akabinde Kıbrıs ve Mısır gibi stratejik topraklarını kaybettiği 1877-1878 savaşından sonra İngiltere ve Rusya arasındaki rekabete Almanya’yı dâhil ederek sürecin uzamasını sağlamışlardı. Geleneksel İngiliz dostluğu anlayışıyla yetiştirilen hanedan üyeleri bu durumu mecbur kalmadıkça değiştirmek düşüncesinde de değillerdi.

Hemen işaret edelim ki bu durum aynı zamanda İngiltere’nin dünya politikasındaki belirleyici gücünün de tabii bir sonucu idi. Nitekim İngiltere ve Rusya’nın karşısına sömürge çalışmalarında kendini göstermek ihtiyacındaki Almanya’yı çıkaran II. Abdülhamid de çıkması muhtemel bir savaşta denizlere hâkim olan devletin yani İngiltere’nin kazanacağını ön görmekteydi. II. Abdülhamid gerek ekonomik alanda gerekse iç ve dış politikada yaptıklarının Osmanlı Devleti’nin İngiltere tarafından ittifaka kabul edilebilir bir devlet olduğunu göstermek amacına yönelik olduğunu ifade etmektedir43.

Bu çalışmaları iki başlıkta değerlendirebiliriz:

Osmanlı Devleti’ni yeniden İngiltere ile müttefik olacak konuma getirmek. İslam birliği politikası da dâhil uygulamaya koyduğu bütün politikaların Osmanlı Devleti’ni yeniden İngiltere’nin ittifak yapmak isteyeceği bir güç haline getirmek olduğunu dile getirmektedir. İslam birliği çabalarının ana ekseni bölgede ve İslam âleminde dünya Müslümanlarının herhangi bir ihtiyacı halinde ilk akla gelen isim olmak. Osmanlı hilafetinin belirleyici rolünü ortaya koymak ve Müslüman sömürgelere sahip emperyalist devletlere kabul ettirmekti44.

II. Abdülhamid ülke dâhilinde yaptıklarıyla da vatandaşları ve bürokrasisi ile bütünleşmiş güçlü bir siyasi lider portresi ortaya koymak istemişti. Savaşlardan sonra artık büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülke nüfusunun önceliklerini gözetip temsil ederek devleti en geniş sınır ve nüfusu ile devam ettirmek istiyordu.

Burada II. Abdülhamid’in şahsında Osmanlı Devleti’nin 19.yüzyıldaki reform çalışmalarının en büyük problemine işaret etmeliyiz. İstanbul’un fethinden itibaren adeta dil, din, ırk ve renkler karışımı haline gelen Osmanlı toplumunun önemli bir kısmı devlete mensubiyet duygusunu kaybetmişti. Devletin kendi iradesiyle gerçekleştirdiği Tanzimat ve Kırım Savaşındaki desteklerinin neticesini almak için müttefiklerin dayattığı Islahat Fermanı çerçevesinde girişilen yoğun reform çabaları söz konusu devletlerin müdahaleleriyle toplumu iki rakip kampa ayırmıştı. Gayrimüslimler her türlü problemlerinde kendi mezheplerinden bir

43 II. Abdülhamid’in Selanik’teki sürgün günlerinde özel doktoru Atıf Hüseyin’e dile getirdiği bu ve benzeri

görüşleri için bkz. Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri ve Atıf Hüseyin’in Anıları, yayına hazırlayan Metin Hülagu, İstanbul 2010.

44 II. Abdülhamid’in İslam birliği politikaları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Cezmi Eraslan, II. Abdülhamid ve

31

devleti yanında bularak dış ticaret ve kesintisiz ekonomik faaliyetleriyle hızla zenginleşmişlerdi. Müslüman/Türk unsurlar ise ekonomi ve siyasette zor zamanlar yaşayan devletin adeta kaderine terk etmesiyle üçüncü sınıf vatandaşlar konumuna düşmenin yarattığı hayal kırıklığı içindeydiler. Sürecin hızla birbirine yabancılaştırdığı, tahriklerle rakip algısı yarattığı Müslim- gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarını bir arada tutmanın zorluğu her geçen yıl daha da artmaktaydı.

II. Abdülhamid, bilhassa 1877-1878 Osmanlı – Rus savaşından sonra ülkenin yayılmacı saldırılara uğraması muhtemel Kuzey Afrika, Balkanlar gibi stratejik öneme sahip yerlerine asker ve silah yığınağı yaptığı gibi savaşı ötelemek için diplomasiden de en üst düzeyde yararlandı.

II. Abdülhamid sürecin zorluklarını dikkate alarak Osmanlıcı, Türkçü ve İslamcı olarak nitelendirilebilecek politikaları hayata geçirirken bu her türlü imkânsızlıklara karşın emperyalist devletlerin Pazar ve hammadde paylaşım mücadelelerinin çıkmasını kaçınılmaz hale getirdiği bir dünya savaşı için iktidarının ilk yıllarından itibaren hazırlık yapmaktan geri durmamıştı.

Burada onun İstanbul’u dolayısıyla devleti muhafaza etmek için Akdeniz ve Karadeniz boğazlarında yaptığı savunma hazırlıklarının önemine işaret etmeliyiz. II. Abdülhamid, devletin kalbi olan İstanbul’a giden en kısa yol olan boğazların muhafazası için elinden geleni boğazların iki yanına koymakta ısrarlı oldu. Bu çalışmaları incelerken karşılaştığımız meseleler Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zorlukları ve asırların getirdiği yıpranmışlığı da açık bir biçimde göstermiştir. Boğazın tabya ve istihkâmlarını ilmi esaslara göre yenilemeye çalışırken mali zorluklar yüzünden son teknoloji ürünü silahların alınamaması önemli bir eksikliktir. Boğazlarda karada ve denizdeki filoda görev yapan askerlerin maaş ve yemek bedellerinin ancak terhis olacakları zaman ödenebilmesi kadar onların yiyecek ve sair ihtiyaçlarını temin eden yüklenicilerin sık sık mal temin etmeyeceğiz şeklinde tehditlerine maruz kalınması üzüntü verici olmalıdır. Askerin en üst düzey komuta heyetinin yapılması gereken işler konusunda tartıştıkları konuların parasızlık yüzünden her şeyin birlikte değil de parça parça yapılması mecburiyetinin gösterdiği çaresizlik ibret vericidir. Devlet Çanakkale’ye asker sevk ederken bile gemilerin yük taşımadan elde ettiği gelirleri veremediği için onları sadece asker taşımakta kullanamamıştır.

Yenilenen savunma tesislerinin arkalarındaki yerleşim birimlerinin nüfus yapısının önemi fark edilmiştir. Yukarıda işaret ettiğimiz bölünmüşlük yüzünden devlet istihkâmların yakın çevrelerinde Müslüman yerleşim birimlerinin oluşturulmasına dikkat etmek durumunda kalmıştır. Bunun tabi bir neticesi olarak da cami, tekke ve türbelerin tamir ve bakımlarına özel önem verilmiştir. Bütün bu saydıklarımızın gösterdiği bir temel husus vardır ki devletin başta Padişah II. Abdülhamid olmak üzere zamanın yöneticileri deniz ve kara kuvvetlerini son teknoloji silahlar ile güçlendirmek ve geliştirmek için mevcut bütün imkânlarını seferber etmişlerdir.

32