• Sonuç bulunamadı

II Meşrutiyet Döneminde Ordu’nun Durumuna Kısa Bir Bakış

Bu çaba II. Meşrutiyet döneminde de devam ettirilmiştir. İttihat ve Terakki yöneticilerinin devleti tanımamalarından kaynaklanan acemilikler kadar yeni padişah Sultan V. Mehmed Reşad’ın devlet işlerinden uzak duruşu da bu süreçte önemli hataların yapılmasına zemin hazırladı. Ağabeyi II. Abdülhamid gibi her şeye karışır ise ittihatçıların hanedanı yıkıp Cumhuriyet ilan edeceği endişesini dile getiren Sultan Reşad, subayların yoğun bir şekilde siyaset yaptığı iktidar yıllarında kendince durumu idare etmeye çalışmıştı. Sömürge yarışına geç katılan ikiliden İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali ile ortaya dökülen çaresizlik, diplomatik olduğu kadar askeri bakımdan da zamanın ruhunun okunamadığını gösteriyordu. Vizyon ve irade sahibi gönüllü subayların bireysel girişimleri ordunun ve milletin bir manada namusunu kurtarma çabaları oldu. Gönüllü Osmanlı subayları ile yerli Sünusi tarikatı mensuplarının vatanlarını savunmadaki güç birliği Enver, Mustafa Kemal, Halil, Fethi ve Nuri Beylerin bundan sonra da ordu ve siyaset sahasında isimlerinin duyulacağının işaretlerini verdi.

93 Harbinden sonra fiilen ortaya çıkan küçük balkan devletlerinin Rusya’nın organizasyonuyla Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki topraklarını paylaşma girişimi çok acı sonuçları kadar yöneticileri uyarması bakımından da önemliydi. I. Balkan Savaşında Bulgar ordularının Çatalca’ya kadar gelmesi kendilerini de şaşırtacak kadar kolay olmuştu. Osmanlı ordularının başarısızlığı aynı zamanda Balkanlardan bir milyondan fazla muhacirin Osmanlı başkentine akın etmesine yol açmıştır. Her şeylerini bırakarak canlarını, namuslarını kurtarmaya çalışan insanların çokluğundan İstanbul’da cami avlularında dahi yer kalmadığı, yiyecek sıkıntısı çekildiği ve salgın hastalıkların baş gösterdiği bilinmektedir.

Osmanlı Devleti acil bir yeniden yapılanma içine girerek varlığını muhafaza etme veya en azından canını pahalıya satma gayreti içine girerek orduda, donanmada kadro ve donanımını elden geçirdi. Bütün çabalarına karşın kabul edilmediği itilaf devletlerine karşı ittifak devletleri safında kendine yer bularak mücadeleye devam etti. Başlangıçta savunma ağırlıklı bir iş birliği söylemi içinde olan yöneticiler mali sıkıntıların aşılmasının anahtarı olarak savaşa girmek zorunda kalınca millet ve devlet olarak seferberlik başlatıldı. Hemen belirtmeliyiz ki mali açıdan bağımlılık askerî açıdan başlamak üzere bağımlılığı ve memleketin insan kaynaklarının da bu yönde kullanılmasına zemini hazırladı. Alman subaylarının savaşa girme mizansenini hazırlamaktan başlayarak cephelerin açılmasından taarruzların yapılmasına kadar hemen her sahada belirleyici hale gelmelerinin/getirilmelerinin faturasını Türk milleti ödemek durumunda kalmıştır.

III. I. Dünya Savaşının Dönüm Noktası: Çanakkale Savaşları

Osmanlı Devleti’nin girmeyi kaçınılmaz bulduğu, ancak müttefikini kendisinin tercih edemediği bir savaş olarak I. Dünya Savaşının tarihimizde son derece önemli bir yeri vardır. Bu savaşın en önemli aşamasını teşkil eden Çanakkale cephesinde yaşananlara geçmeden önce bu noktaya gelişi kısaca izah etmekte yarar vardır. Savaş, her şeyden önce II. Abdülhamid dâhil son dönem yöneticileri için kaçınılmaz bir son idi. Ancak burada II. Abdülhamid’ de dahil olmak üzere yönetimin isteğinin denizlere hâkim olan güç ile ittifak yapabilmek olduğunun

33

altını çizelim. Hatta II. Abdülhamid’in İslam birliği politikasında devleti İngiltere ile ittifak yapacak bir siyasi konuma getirmek amacını takip ettiğini sürgündeki anılarına dayanarak biliyoruz. Bu tespit yöneticilerin sezgisinden kaynaklanan bir özellik olmaktan çok İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Türkiye’nin paylaşılması konusundaki pazarlıklarını aşama aşama neticelendirme noktasına geldiklerinin görülmesinden dolayı idi.

İttihat ve Terakki yöneticileri de her birisi bir büyük devlet ile temaslarda bulunarak İtilaf devletleri safında yer alabilmek için çalışmalar yapmışlardı. Cemal Paşa’nın Fransa ile Maliye Nazırı Cavid Beyin İngiltere ve Talat Paşa’nın Rusya ile yaptığı görüşmeler bu devletlerin kendi aralarındaki anlaşmaları dolaysıyla olumlu sonuç vermezken, Enver Paşa’nın bilinen Alman hayranlığına karşın Almanya ile ittifakın imzalanmasından birkaç gün sonra Rusya’ya Batı Trakya ve Adaların Osmanlı Devleti’ne bırakılması karşılığında emirlerine ordu vermek şeklinde kısaca özetleyeceğimiz ittifak teklifleri vuku bulmuştur.

Burada hemen işaret edelim ki, Almanya da Osmanlı Devleti’ni müttefik olarak kabul etmeye başlangıçta hevesli değildi. Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında ortaya çıkan askeri çaresizliğin devleti tam anlamı ile ortada kalma pozisyonuna ittiği, Alman Genelkurmayının Türkiye’nin savaşta müttefik değil ağır bir yük olacağı kanaatini belirttiği bir sırada, Kayzer II. Wilhelm’in Osmanlı Padişah-Halifesinin İngiliz, Fransız ve Rus sömürgelerindeki dini konumu dolayısıyla ittifakı istemesi söz konusu olmuştur. Yapılan anlaşmada:

Taraflar, Avusturya-Sırbistan ihtilafında mutlak tarafsızlıklarını koruyacaklardır.

Rusya bu anlaşmazlığa askeri müdahalede bulunur da Almanya Avusturya’ya yardım etmek durumunda kalır, savaş çıkarsa Osmanlı Devleti de savaşa girecektir.

Savaşta Alman askeri heyetleri Osmanlı Devleti’nin emrinde çalışacak ve bunlar Osmanlı ordusunun genel sevk ve idaresinde fiili nüfuz sahibi olacaklardır.

Almanya gerektiği zaman Osmanlı İmparatorluğu’nu silah gücü ile korumayı taahhüt etmiştir45. Anlaşma imzalandığı andan itibaren geçerli olup, 1918 sonuna kadar yürürlükte kalacaktır. Baron von Wangenheim ile Said Halim Paşa’nın imzaladığı bu anlaşma taraflardan birince vaktinden evvel feshedilmez ise 5 yıl daha yürürlükte kalacak ve her iki tarafın rızası söz konusu olduğunda ilan edilecekti.

Osmanlı Devleti, aynı gün genel seferberliğin yanı sıra borç ödemelerini ertelediğini ilan etmiş, Meclis-i Mebusan’ı tatile göndermiş, ancak savaşa hemen girmemiştir. Yöneticiler anlaşmanın savunma iş birliği anlaşması olduğunu savunurken, Alman Genelkurmayı mümkün olur olmaz Türkiye’nin savaşa girmesini istiyordu. Alman genelkurmay başkanı Moltke, hiçbir kayda tabi olmadan hareket etmek durumunda olduklarını, Türkiye ile anlaşmanın; Hindistan, Mısır ve Kafkasya’da “İslam âleminin taassubunu son raddeye kadar tahrik etmek imkânını vereceğini” ümit ediyordu46. Buna mukabil, İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne tarafsız kalması halinde toprak bütünlüğünün korunacağını garanti edeceklerini bildirmişlerdi. Ancak bunlar sözlü ve ayrı ayrı yapılan bildirimler olup, hiçbiri resmi mahiyette değildi. Daha

45 Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, II/IV, s. 640; Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Ankara 1989, s. 108. 46 Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, II/IV, s. 652.

34

önce sayısız kereler sözler verilip tutulmadığı için Osmanlı yönetimi de bunlara pek aldırmamıştır. Hükümet, meclisi, muhalefeti önlemek için Kasım’a kadar tatil ederken, basına da sıkı bir sansür uygulamasına başlamıştır. Buna mukabil 2 Ağustos’ta İngiltere, parası ödenerek İngiliz tersanelerine sipariş edilmiş olan Reşadiye ve Sultan Osman adlı iki savaş gemisine el koymuştur.

Her ne kadar Osmanlı yönetimi ve bilhassa savaşa taraftar olmayan Sadrazam Said Halim Paşa, Maliye Nazırı Cavid Bey ve diğer üyeler yapılan anlaşmanın savunma amaçlı olduğunu iddia etseler de Almanya’nın hemen ertesi günü Osmanlı Devleti’ni savaşa sokacak zemini hazırlamaya başladığı görülmüştür. Nitekim daha 3 Ağustos’ta Fransa’ya ve sömürgelerine karşı faaliyet için Akdeniz’de bulunan Goben ve Breslau zırhlılarına hemen İstanbul’a gitmeleri emri verilmiştir. Ancak onların hareketlerini takip eden İngiliz donanması da peşlerine düşmüştür. Mesina Limanı’nda kömür ikmali yapan gemiler 6 Ağustos’ta İngiliz gemilerinin kuşatmasını yararak Çanakkale’ye yönelmişlerdir. İngilizlerin peşinden geldiği gemiler önce İzmir’e 10 Ağustos’ta da Çanakkale’ye geldiler. Gemiler, Hükümetin bilgisi haricinde, Harbiye Nazırı Enver Paşanın özel izni ile boğazlardan geçmişlerdir. Takipçi İngiliz gemilerinin 4 saat sonra boğaza geldiği göz önüne alındığında maksadın kısmen yönlendirme olduğu anlaşılmaktadır.