• Sonuç bulunamadı

Küreselleşmenin başlangıcı hususunda kati bir zaman dilimi söylemek oldukça güçtür. Bu konuda yorumda bulunan birçok akademisyen ve yazar tıpkı küreselleşme kavramında da görüldüğü gibi, birbiriyle uyuşmayan fikirler ortaya koymuşlardır. Küreselleşme olgusu, yerkürenin farklı bölgelerini bulmak ve farklı yaşam şekilleriyle ilişkiler kurmak manasıyla dikkate alınırsa küreselleşmenin yeni bir kavram olmadığı köklerinin insanlığın doğuşuna kadar uzandığı söylenebilir. Küreselleşme tabiri ilk defa 1960’lı yıllarda literatüre girmeye başlamış olup, 1980’li senelerde sıklıkla kullanılır bir kavram haline gelmiştir.

Küreselleşme üzerinde çok fazla konuşulmasına rağmen, küreselleşmenin ne vakit meydana geldiğiyle alakalı kati bir veri bulunmamaktadır. Akademik çevreler arasında problem teşkil eden başlıklardan birisi de küreelleşmenin tarihsel süreci ile ilgilidir. Bir değerlendirmeye göre, küreselleşme insanlığı doğuşu kadar eski, başka bir analize göre de küreselleşmenin başlangıcı 1800’lü seneler olarak değerlendirilmektedir (Yavuz ve Sivrikaya, 2011: 9).

Kronolojik olarak küreselleşmeyi inceleyen sosyologlar, küreselleşme olgusu’nun yeni bir durum olmadığını şöyle açıklarlar: Kapitalizmin geçmiş ikiyüzyıllık mazisi incelendiğinde, iki farklı küreselleşme döneminin gerçekleştiği görülmektedir. İlk evre, Sanayi Devriminin bilimsel gelişmelerinin hemen sonrasında yaklaşık 1870-1914 yılları aralığında ortaya çıkmıştır. Bu döneme adını yazdıran küreselleşmenin asıl özelliği, likidite piyasalarında ve ticari ilişkilerde altın standartının baz alınmasıdır. Birinci ve ikinci dünya savaşları 1914-1960 ara

döneminin akabinde tekrar şekillenen dünyada yeni bir küreselleşme dalgasının içerisine girildiği gözlemlenmektedir (Yeldan, 2002: 8-9).

Küreselleşmeyi kapitalizmin ve sömürgeciliğin başlangıcı şeklinde görenlerden biri olan Noam Chomsy, Avrupalıların Amerika kıtasını keşfetmelerini küreselleşmenin başlangıcı olarak görmektedir. İşgalciler, Amerika’da yaşayan yerel unsurları değişik metodlarla ya yok etmiş ya da köleleştirerek sömürü sistemlerine katmışlardır. Bunlara ilave olarak Batılıların Ümit Burnu’nu bulmalarıyla yaygın bir sömürüye girişmişler, sermaye güçlerini artırmışlar, endüstrileşmeyle beraber kapitalizmin çıkmasına sebep olarak küreselleşmenin günümüzdeki haline gelmesinde önemli rol oynamışlardır (Atasoy, 2005: 151-152). Dünya üzerindeki masum ve hatta şirin küresel söylemlerin hepsinin aslında aldatmaca olduğu, küreselleşmeye egemen olan güçlerin zihniyetinin geçmişten gelen geleneklerine harfiyen uyarak dünyayı felakete sürükledikleri açıkca görülmektedir.

Bu hususta, kabul gören diğer bir görüşte şu şekildedir; Sınır tanımayan ikili ekonomik ilişkilerin ilk kez ortaya çıkmasından mütevellit küreselleşmenin doğuşu olarak XVI. yüzyıl olarak gören görüşlerdir (Coşkun, 2004: 239). Çünkü bu dönemde hızlı bir biçimde artan coğrafi keşifler ve sömürgecilik faaliyetleriyle ekonomik ilişkiler boyut değiştirerek yerelliğin dar kapsamından çıkmış, kültürel ilişkiler ve etkileşim giderek artmıştır.

Bu görüşler ve analizlerden hareketle Küreselleşme olgusunun eski uygrlıklara kadar giden, köklü bir mazisi olan, toplumlar, medeniyetler, milletler arasındaki iletişim ve etkileşimlerin tarihsel gelişiminide kapsayan, halende devam eden bir süreçtir şeklinde değerlendirebilinir.

Akademisyenler küreselleşme sürecini yerkürede meydana gelen olaylara göre katogorize etmişlerdir. Coğrafi buluşlar ile sömürgeciliği I. Küreselleşme, Sanayi devrimini II. Küreselleşme, şu an yaşamakta olduğumuz dönemide III. Küreselleşme dönemi diyerek adlandırmışlardır (Tireli, 2009:17). Bu sınıflama küreselleşme sürecini parçalara ayırarak daha net görebilmek adına yapılmış olup kesitlerin detaylı olarak incelenmesinden sonra bütünleyerek genel çerçevede doğru yorumlanmasına katkı sağlamaktadır.

Kimi sosyal bilimciler küreselleşmenin tarihsel serüvenini sanayi devrimi sonrasının kırk senesini baz alarak değerlendirmişlerdir. Bu görüşe katılanlar, 1970’li

senelerden bu yana küresel ilişkilerin hızlı bir şekilde artmasının küreselleşme olgusunun tarihi sürecinde önemli bir yeri olduğunu işaret ederler. Bu konuda başka bir görüşü savunanlar ise bu zaman aralığını 19.yy krıtik gelişmelerini de içine alacak şekilde genişletirler. Kimileri de küreselleşme sürecinin gerçekte takriben beş yüzyıl önce kapitalist sistemin doğuşuyla yol alan süreçlerin uzantısı olduğunu düşünmektedirler. Bazıları da küreselleşmeyi senelere göre sınıflandırıp sınırlamayı yanlış bulup, bu sürecin çok uzun bir zamandır gelişip evrilmekte olduğunu söylerler (Steger, 2013: 39). Küreselleşme süreciyle ilgili farklı görüşlerin olması, kavramsal boyuttada olduğu gibi bakış açılarının farklı olmasına göre değişkenlik göstermektedir.

Küreselleşme süreci, geçen yüzyıldan başlayarak hızlı bir şekilde yol katetmiştir. Yaşanan dünya savaşları ve ekonomik buhranlar, yol üstünde kasis oluşturmuş ancak engeller ortadan kalkınca süratlenme tekrar artmıştır. Küreselleşme tarihin her safhasında mevcudiyetini göstermiş olsada bilhassa Yakın Çağ’da yoğunluğunu artırmıştır. Bu çağda meydana gelen gelişmeler; Bilgi, teknoloji, ulaşım ve iletişimde gerçekleşen devrim niteliğindeki ilerlemeler, emek faktörü ile üretim araçlarının değişmesi, dünya genelinde uygulamaya konulan liberal politikalar bu dönemi küreselleşme sürecinin miladı yapar niteliktedir. Özellikle 1990’lı yıllar, Sovyetler Birliği’nin parçalanması, Berlin Duvarının yıkılması ardında neo-liberal politikaların zafer naraları atmaları ve tek merkezli dünya modelinin meydana gelmesiyle dünyanın ABD’nin arka bahçesi konumuna düşmesi yakın geçmişimize ve küreselleşmenin tarihi sürecine damgasını vuracak niteliktedir.

Küreselleşme üç periot şeklinde gelmiştir. Birinci periot’ta Afrika, Amerika, Asya ve Avusturalya’nın Batı’nın sömürgeci zihniyetlerince işgal edilerek alınması, ikinci periot sömürü ertesi devrede Batı’nın gelişme-ilerleme düşüncesinin diğer kültürlere empoze edilmesi, üçüncü periotu ise, serbest ticaret ve tarihin sonu ideolojilerinin gündeme oturması olarak değerlendirebiliriz. Bu üç devrenin ortak yönü ise Batının menfaatleri yönünde çalışmak ve dünyadaki diğer kültürleri kolonize etmektir (Lechner, 2004’ten aktaran: Uras, 2007: 87). Önce işgal et, sonra sömür, daha sonra modern köle haline dönüştür. Sistemi kuranlar küresel satranç tahtasında hangi hamle yapılırsa yapılsın hep kaybettirecek oyunu sürekli oynatırlar. Çünkü kazanan her seferinde onlar olacaktır. Ancak bir gün bu düzeni tersine çeviren bir

millet-milletler mutlaka karşılarına çıkacaktır. İşte o zaman tarihin sonu değil belkide yeni dünya tarihinin başlangıcı sayılacaktır.

Ronald Robertson, tarihsel gelişim süreci bakımından küreselleşmeyi beş safhaya ayırarak analiz etmiştir;

Oluşum Safhası: Avrupa'da onbeşinci yüzyıldan başlayarak, on sekizinci yüzyılın ortalarına kadar devam eden bir süreçtir. Ulus toplulukların minik minik yeşerdiği ve ortçağın “ulus üstü” anlayışının kırıldığı bir safhadır. Bu evrede Katolik Kilisesi etkinlik alanını genişletmiş, bireycilik ve insanlığa dair fikirler ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca, güneş odaklı dünya düşüncesi ve akabinde modern tenikler kullanılarak yapılan coğrafya ile miladi takvim kullanılmasının da yagın hale geldiği bir dönemdir.

Başlangıç Safhası: Avrupa’da onsekizinci yüzyılın ortasından 1870 yıllara kadar devam etmiştir. Bu dönemde Üniter ve Türdeş devlet düşüncesine yönelinmiş, milletler arası ilişkilerin daha açık hale gelmesiyle yurttaşlık fikri ve daha net insanlık kavramı oluşmaya başlamıştır. Uluslararası düzenlemelerle ve iletişime yönelik kanuni sözleşmelerin yanında iletişimle ilgilenen aktörlerin sayısıda süratle çoğalmıştır. Avrupalı olmayan milletler, milletlerarası toplum olarak değerlendirilmiş ve ulusçuluk ile uluslararasılaştırıcılık bir tema olmaya başlamıştır.

Hareket Safhası: 1870’li senelerden 1920’li senelerin ortalarına kadar devam eden bir evredir. Bu safha gittikçe belirgin hale gelen küreselleşme eğilimlerine ve tek uluslararası toplum görüşüne gönderme yapmaktadır. İletişim metodları küresel çapta yaygın hale gelmiş, Nobel ve Olimpiyatlar benzeri dünya genelinde düzenlenen yarışmalar bu dönemde ortaya çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı’da bu dönemde yaşanmıştır. Modernlik probleminin ilk defa temalaştırılması ve göçe getirilen kısıtlamaların küresel hale gelmeside bu evrede başlamıştır.

Hakimiyet Safhası: 1920’lerin ortalarından 1960’lı yılların sonuna kadar devam eden bu evrede, anlaşmazlıklar ve savaşlarla beraber küreselleşme süreci egemenliğini sağlamış, Milletler Cemiyeti ile arkasından kurulan Birleşmiş Milletler kurulmuştur. Soğuk savaş dönemi, atom bombasının kullanılması ve üçüncü dünya ülkelerinin netleşmesi gibi durumlara sahne olmuştur.

Belirsizlik Safhası: 1960'lı yılların sonundan başlayıp, 1990’ların başına kadar devam eden bu evrede, küresel bir dünyada bulunduğumuz şuuru artmış, soğuk savaş sona ermiş, Aya ayak basılmış, materyalizm ertesi değerler vurgulanmış, nükleer silahlar yaygın hale gelmiş, küresel kuruluşların sayısı artmış ve küresel iletişim araçlarında hızlı bir artış sağlanmış olup iki kutuplu dünya sistemi sona ermiştir. Ayrıca, toplumlar çoketniklik ile çokkültürlülük problemleriyle daha çok yüzyüze kalmış olup, sivil haklar sorunu evrensel bir hal almış, çevre meseleleriyle beraber insanlığın sonuna dair kaygılar artmış, dünya vatandaşı olma düşüncesi ilgi uyanadırmaya başlamış, küresel medya sistemleri ile karşıtları konumlarını sağlamlaştırmış ve küreselleşmeyi çözüp, küresellikten arındırarak yeni baştan küreselleştiren bir hareket olarak İslam görünmektedir (Robertson, 1999: 99-101). Ronald Robertson'un belirsizlik evresi diyerek katogorize ettiği sürecin en sonunda İslamiyet’i koyup çağımız küreselleşmesini çözerek, içindeki kirleri arıtarak yeni baştan oluşturan kurtarıcı bir faktör olarak göstermesi oldukça derin anlam taşımaktadır. İslamın evrensel değerler taşıyan evrensel bir inanç sistemi olması, bütün insanlığı şefkatle kucaklaması, insanlar arasında hiçbir ayırım yapmayan adilane yaklaşımı, yoksula, mazluma, güçsüzlere ve kimsesizlere uzanan sıcak eli, maddiyata değil maneviyata verdiği değer, çevreye, canlılara ve ekolojik sisteme gösterdiği saygı, yaradılanı sev yaradandan ötürü felsefesi, komşusu aç yatarken tok uyuyamayan ben merkezli değil, biz-bizler- tüm insanlık- tüm canlılar-tüm kainat ve tüm yaratılmışlar bilinciyle hareket eden yapısı günümüz küreselleşmesinin açmış olduğu yaralara pansuman değil bizzat çare olan reçeteler sunuyor olması Robertsonun gerçeği görmesini sağlamıştır. Dünya Ticaret Merkezinin saldırıya uğraması-tılması ile tek yürek olmuş İslam dünyasının, kurdukları bu oyunu bozabileceğinden endişe duyan egemen odaklar “İslami Terör” kavramını tüm dünyaya yayarak İslamiyete ve Müslümanlara karşı savaşın fitilini ateşlemişlerdir.