• Sonuç bulunamadı

2.6. Küresel Dünya ve Türk Kültürü

2.6.1. Kültürel Korumacılık Fikrinin Yaygınlaşması

Son dönemlerde kültürel değerlerin farkına varılması yönünde atılan adımlar, yeşeren umutlar ile sağlanmaya çalışılan toplumsal bilinç küreselleşmenin kültürler üzerindeki gerçekleştirdiği tahribatı ve milli kültürlerin bu sessiz işgalden nasıl kurtulup, korunacağı hususundaki soruların mütaala edilmeye başlamasını sağlamıştır. Küreselleşme virüsü yayılmacı ve ele geçirmeci etkisiyle hemen hemen her kültürden pek çok köklü değerleri değiştirerek bambaşka bir kalıba sokmaktadır. Fakat bu dönüşüm küresel denkleme yön veren güçlü devletlerden daha çok denkleme piyon olan gelişme çabası içerisinde olan ülkelerde ağırlıklı olarak

görülmektedir. Çok hızlı gerçekleşen küreselleşme olgusunun ileriki dönemlerde mili devletleri ve milli kültürleri yozlaştırıp yok edebileceği tehlikesinin düşüncesi karşısında milli kültürlerin sürekliliğinin korunarak-yayılarak-güçlendirilerek devam ettirilebileceği fikirleri ortaya çıkmıştır.

Kültürel koruma düşüncesi her toplumun kendi kültürel değerlerine sahip çıkma hakkına ve özgürlüğüne sahip bulunduğunu, bu hakkın ise çoğunlukla popüler kültür, küresel medya ve endüstrileşmiş küresel tüketim kültürü eliyle zafiyete uğratıldığı gerçeğinden yola çıkarak millete ait olan halk kültürünün, maddi-manevi değerlerin, örf-adet, gelenek ve göreneklerin korunarak aktarılması ile ilgilenmektedir. Dünyada Somut Olmayan Kültürel Mirasın korunması düşüncesi, folklor nosyonu ile doğmuş ve gelişim göstermiştir. Bu hususta UNESCO’da çeşitli çalışmalardan sonra 2003 yılında Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesini imzalamıştır. Bu sözleşme 19.01. 2006 tarihli TBMM oturumunda da oy birliği ile kabul edilmiş ve Türkiye’de taraf ülkeler arsında yerini almıştır. Bundan üç yıl sonra UNESCO’nun 33. Genel Konferansı’nda Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin (KİFAÇ) Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi kabul edilerek, kültürel ifadelerin çeşitliliğinin kültürel endüstri sahasında muhafazasını yani televizyon, sinema, kitap, müzik ve tüm elektronik alanlarda yaşanan tektipleşmeye karşı uluslararası camianın varlığını göstererek, ulusal kültürlerin de bu alanlarda sesini duyurması yani kültürel ifade çeşitliğini oluşturmaya yönelik amaçlarına destek vermesi umulmaktadır.

Tek bir odaktan yayılan ve tüm insanlığın hazinesi olan geleneksel ve yerel kültürlerin yaşamını tehlikeye atan kitle yani popüler kültür unsurları iletişim vasıtalarının gücünüde arkasına alarak, insanoğlunun binlerce senelik birikiminin mahsulü olan kültürel değerleri ve kültürel çeşitliliği yok ederek tektipleştirmekte olduğu açıkca okunmaktadır (Oğuz vd. 2005: 163). Küreselleşme sürecinde her bir ülke kendi içerisinde değişik yol haritaları çizerek yoluna devam etmektedir. Kimi kültürler üzerlerine gelen bu devasa fırtınaya karşı milli değerlerine sahip çıkma yönünde hareket ederken, kimileride tedbir almadan bekle-gör mantığıyla davranmayı ve sürecin gidişatına istinaden karar almayı yeğlemektedirler. Bununla beraber küreselleşmenin bütün kültürlerde pozitif veya negatif şekilde etkiler bıraktığı aşikar olup, küresel kültürün büyük oranlarda seyreden olumsuz tesirlerine karşı devletler

kendi öz kültürel değerlerini muhafaza edip, yaşatma adına somut adımlarda atabilmektedirler.

İtalya’nın Verona kentinde belediyenin geleneksel İtalyan yemek kültürünü yıprattığı gerekçesiyle kebap restoranlarına kısıtlamalarda bulunması ve bu uygulamanın tüm İtalya’ya sıçraması, Fransada’da işyeri adlarının İngilizce olmasından rahatsız olan büyük bir kitlenin bu duruma tepki göstererek dillerini dolayısıyla kültürlerini koruma adına devletten adım atmalarını talep etmeleri kültürel korumacılık adına gösterilebilecek birkaç somut örnektir. Türkiye’de de yer yer bu tarzda fikirler ortaya atılılıp, tartışılarak milli kültürümüzün yabancı kültürlere karşı erozyona uğramaması için devlet eliyle bir takım ayarlama ve düzenlemelerle muhafaza edilmesini ifade eden “kültürel korumacılık fikri” doğmasına vesile olmuştur.

Kültürel unsurların oluşumunda ve yayılmasında meydana gelen küresel adaletsizlik beraberinde bu manadaki dengesizliği ortadan kaldırmak için ortaya çıkan direçleride sürükleyerek getirmiştir. Bu kültürel işgale karşı gelişen hareketlerin bir bölümü toplumda kendiliğinden oluşurken, bir bölümü de devletin kendi organları eliyle desteklenmektedir. İnsanlar başka kültürlere ait kültürel unsurları tüketmemeye, devletler de milli değerlerle hemdem olmuş ürünlerin önünü açmaktadırlar. Öyle ki kendi yemek kültürlerini, kendi sinema, müzik ve dillerini sağlamlaştırıp, gelecek nesillere aşılama gayesiyle çeşitli adımlar atmaktadırlar. Batı ve Amerika merkezli formatlarla popülerleşen kültürel ögeler belirli bir coğrafi bölge sınırlaması yapmaksızın küresel çapta hızla yayılarak, ilgi ve itibar görür konuma gelmiş bulunmaktadır. Milli kültürler her geçen saniye İngilizce, internet, sinema, televizyon, yemek-giyim-tüketim alışkanlıkları, reklamlar ve müzik gibi küresel sembollerle işgal altına alınmaktadır. Ancak, Batı ve Amerikan menşeyli bu kültüre birçok ülkelerde insanlar biraz temkinli, biraz da endişe verici gözlerle bakmaktadırlar. Bu vaziyet ise küresel ürünlerin, düşüncelerin, davranış tarzlarının, sembollerin ve adetlerin farklı kültürlerle etkileşime girip bütünleşmeye çalışması sırasında oluşan reaksiyon, mukavemet ve doku uyuşmazlığını tetiklemektedir. Bu küresel tehdit ve rekabet karşısında ise dünya genelinde milli kültürlere sahip çıkılıp, kültürel değerleri korumaya yönelik fikir ve etkinlikler de artmaktadır. Özellikle son zamanlarda Almanya, Kanada ve Fransa gibi sanayileşmiş devletlerin kültür

bakanları dahi sık sık milli kültürlerinin Amerikanlaşma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ileri sürerek bu yönde korumacı politikalar üretmek zorunda olduklarını dile getirmektedirler.

Küreselleşme sonucu oluşan kültürel işgaller karşısında milli devlet ve kültürlerin kendilerini koruma hakları bulunmaktadır. Bu noktada asıl mevzu, bu hakkın bilincinde olup onu yerinde ve zamanında kullanabilmektir. Türkiye maalesef çeşitli sebeplerle köklü kültürel mirasını medyaya, kent hayatına ve milli eğitim alanına aktaramamıştır. Böylece birçok kültürel kalıt hafızalardan silinmekte, yerlerine de popüler kültürün ürettiği unsurlar almaktadır. Nardaniye Hanım yerini Pamuk Prensese, Kerem ile Aslı yerini Romeo ve Juliet’e, Köroğlu yerini Robin Hood’a ve Boz Atlı Hızır’ın yerini de Noel Baba’ya terk etmiştir. Binlerce yıllık yaşanmışlığın birikimi olan Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber, Dede Korkut ve Emrah ile Selvi Han, Keloğlan, Karagöz, Nasrettin Hoca gibi hikayeler unutulmaya yüz tutmaktadır. Korunup aktarılmadığı takdirde kaybolacak değerlerimizden birisi de geleneksel çocuk oyunlarıdır. Bu örnekler de göstermektedir ki, kültürel değerlerin korunması düşüncesi bir pul koleksiyonu, bir kavanozdaki turşu, bir kitabın arasında kurutulmuş çiçek veya formaldehit solüsyonunda saklanan kadavra gibi değil, yaşayarak, geliştirerek, güçlendirerek ve doğru şekilde aktarılması suretiyle yaşatılmasının sağlanmasıyla gerçekleşebilmektedir.

Salgın bir virüs şeklinde tüm dünyayı etkisi altına alan popüler kültür saldırıları bir nevi kültürler arası soğuk savaş başlatmış görünmektedir. Bu işgal girişiminde en tehlikeli durum, bu tarz bir abluka ve ele geçirilme vaziyetini günlük yaşantımızın olağan bir hali şeklinde algılayarak baştan kabullenmek düşüncesine savruluyor olmamızdır. Bu yüzden dünyamızda ve Türkiye’de pek çok kültürel değerler ile zenginlikler bir köşeye itilerek, rafa kaldırılma tehditi altına girmiş bulunmaktadır. Egemen popüler kültürün sınırsız iletişim olanaklarının oluşturduğu sahte ve sihirli dünya ile sarhoş olan toplumlar, yeni yaşam ve tüketim edimleri kazanıp kendileriyle birlikte yaşadıkları topluma karşı yabancılaşmaya itilerek aynı zamanda milli-manevi değerlerinden de feragat etmeye hazır konuma getirilebilmektedirler. Küresel ekonomik, ticari ve bilimsel rekabette milletler arasında olan derin uçurumlar, kültürel değişim ve ilişkilerde de büyük bir

adaletsizlik zemini oluşturmaktadır. Bu fırsat eşitsizliği ise kültürel sömürüye maruz kalan milletlerin bilinçli kesimlerince fark edilerek milli şuur ve özgüven’in yeniden canlandırılması için gayret sarfedilmektedir. Böylece, milli kültür ürünlerinin korunup, geliştirilip, rekabet edebilme yönlerinin desteklenmesi ayrıca da milli tarih ve aidiyet şuurunun yeniden uyandırılması gibi milli müdafaa ruhunun canlandırılması fikirleri dünya durdukça her zaman zihinlerde ve icraatta kendini gösterebilecektir.