• Sonuç bulunamadı

Kültür, toplumların temel taşını oluşturan öğelerin merkezini oluşturmaktadır. Kültür olmadan bir insan topluluğundan da bahsedilmesi mümkün olamayacağından, en iptidai olanından en çağdaşına varana kadar tüm toplumların kendilerine has kültürleri mevcuttur. Kültürü, insanoğlunun varoluş tarihi boyunca geçirdiği toplumsal değişme ve gelişme süresince edindiği yaşamsal hafızanın nesilden nesile aktarıldığı her türlü maddi-manevi unsurların bütünüdür şeklinde tanımlayabilinir. Kültür olgusu, sabit kalan, değişmeyen bir süreç değil, aksine zamana, şartlara ve siyasal-sosyal-ekonomik faktörlerdeki gelişmelere paralel olarak değişime uğrayan, diğer kültürlerle etkileşime girebilen dinamik bir süreçtir. Ancak bu etkileşim tek yönlü ve zorlayıcı değil ana unsurlar korunarak gelişerek değişme sağlanması esastır. İnsanoğlunun kuşaktan kuşağa miras bıraktığı bilgi, inanç ve uygulamalar bütünü olan kültür etimiyolojik olarak Fransızca Cultura’dan gelmekte olup, Latince’de, “Colere”, sürmek, ekip-biçmek manası taşımakta ve “cultura” aynı zamanda Türkçe’deki “ekin” manasında da kullanılmaktadır. İlk defa Voltaire’in “Culture” sözcüğünü, insan aklının gelişimi, geliştirilmesi ve yükseltilmesi manasında kullanmış olduğu sanılmaktadır. Sözcük buradan Almanca’ya aktarılmış ve 1973 tarihli bir Alman Dili Sözlüğünde Cultur olarak yerini almıştır (Güvenç, 1972: 96).

Kültürle alakalı ilk detaylı tanımlamayı yapanın İngiliz Antropolog Tylor’a ait olduğu söylenebilir. O, kültürü insanın içinde bulunduğu toplumun bir parçası olarak kazandığı inanç, adet, bilgi, sanat, norm, gelenek, alışkanlık ve becerilerin tamamı şeklinde tasvir etmiştir (William, 2008: 10).

İbn Haldun’a göre, sosyolojinin, tarihin ve antropolojinin ana süjesi ümrandır. İslam, kültür ve medeniyeti tek sözcük ile ifade etmiştir: “Ümran” (Meriç, 1986: 42). İslami düşünce yapısında kültür ile medeniyet kavramlarının birbirinden ayrımı

bulunmamaktadır. Evrensel bir din olan İslamiyet, kültür ile medeniyet kavramlarınıda evrensellik çerçevesinde ele alarak tek bir kavramda birleştirmiştir.

Ülkemizde kültürü sistemli olarak ilk kez tanımlayan Ziya Gökalp olmuştur. Gökalp kültürü şu şekilde tarif eder: “Cemiyetin bütün fertlerini birbirine bağlayan, yani aralarında bir dayanışma vücuda getiren dini, ahlaki, hukuki, bedii, içtimai, iktisadi ve fenni müesseselerin hey’eti mecmuasıdır” (Gökalp, 1976 : 25).

Mümtaz Turhan ise kültürü, “her yerde ve her cemiyette muayyen maddi ihtiyaçları tatmin maksadıyla vücuda getirilmiş kaba veya incelmiş, işlenmiş bir tekniğin, bilginin yanında insan münasebetlerini tanzime yarayan nizamlar, kaideler, örf ve adetler, iman, kanaatler, fikirler ve telakkilerden mürekkep, bir bütün halinde işleyen bir cihaz” (Turhan, 1969: 45). şeklinde ifade etmektedir.

Cemil Meriç (1986: 9)’e göre kültür, kaygan bir kavramdır. Ögelerinin çok olmasından dolayı çözümleyemezsiniz, betimleyemezsiniz çünkü sabit bir yerde durmamaktadır. Anlamını sözcüklerle dile getirmeye çalıştığınızda elinizle havayı yakalamış gibi olursunuz ancak etrafınıza baktığınızda her yerde hava mevcuttur fakat avuçlarınız bomboştur. Kültür nosyonu’nun egzersizden tarıma, balıkçılıktan medeniyete kadar onlarca anlamı mevcuttur.

İçinde yaşadığı kültürel kodlar tarafından karakterleri şekillenmiş bulunan fertlerin, toplumsal hayatın her aşamasında müşterek olarak benimsedikleri davranış biçimleri bulunmaktadır. Doğum ve ölüm gibi kadersel durumlara karşı insanların nasıl bir yol izleyeceğini kültür göstermektedir. Ayrıca evlenme merasimleri, örf ve adetler ile iş yaşamının ana kalıpları dahi kültür unsurunca belirlenmektedir (Vergin 1980: 130). Kültürün en kritik niteliği, insanları ortak bir payda altında buluşturarak ve çimento işlevi görerek toplumları ortak amaçları olan geleceğe taşıyabilme kabiliyetidir.

Kültür, bir milletin ruhudur, hayatının yaşam pınarıdır; selamet ve yücelmesinin en önemli etkenidir. Ruh olmadan nasıl bir beden varolamazsa, kültür olmadan da bir millet yaşayamaz (Saffet, 1933: 351 ). Milletleri millet yapan, toplumlara kimlik veren en değerli unsur kültür’dür. Ancak kültür sayesinde milletler ayakta kalabilmekte ve geleceğe sağlam adımlarla ilerlemektedirler.

Kültür, insanın içinde bulunduğu ve oluşturduğu çevresini ifade eder. Maddi ve manevi olmak üzere iki yönü mevcuttur. Maddi kültür; Mimari, üretim teknikleri,

ulaştırma araçları, yollar, körüler, barajlar ve fabrikalar gibi görülebilen insan eseri olan maddi faktörlerden oluşan çevremizdir. Manevi kültür ise bir milleti millet yapan ve onu diğer milletlerden ayırma olanağı sağlayan örfler, adetler, sosyal normlar, ortak davranışlar-tutumlar ve değerler ile ahlaki anlayıştan oluşan kültür bütünüdür (Bilgiseven 1995: 15).

Maddi ve manevi kültür her ikiside beraber kültürün evrilip gelişmesinde büyük bir anlam ve amaç taşımaktadır. Kültürel deneyim insanın doğumundan ölümüne kadar insanlarla ve doğayla olan ilişkilerine yön vererek düzenlemektedir. Kültürel rezervin toplumsal ilerleme sağlayabilmesi maddi-manevi kültür unsurları arasında eş güdümün olmasına, gelecek nesillere doğru şekilde aktarılmasına ve özünü koruyarak yenilenmesine bağlıdır.

Kültürün temeline fertlerin gereksinimlerini yerleştiren Malinowski ise kültürü insanların temel ihtiyaçlarını gidermek için oluşturduğu toplumun, bu gereksinimleri karşılama biçimi olarak algılamaktadır. Onun düşünce şekline göre insanlar, herhangi bir gayeye ulaşmak için teşkilatlanmak mecburiyetindedirler. Kişisel gereksinimlerin karşılanmasında teşkilatlanmanın kıymetini vurgulayan Malinowski, daimi teşkilatlanmanın kültürün temel taşı olduğunu dile getirmektedir (Malinowski, 1992: 67-70). Turhan kültürün daha geniş bir tarifini yapmaktadır: “Kültür, bir milletin sahip olduğu maddi ve manevi kıymetlerden teşekkül eden öyle bir bütündür ki toplum içinde mevcut her nevi bilgiyi, alakaları, itiyatları, kıymet ölçülerini, umûmi atitüd, görüş ve zihniyetleriyle her nevi davranış şekilleridir. Bütün bunlar birlikte, o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu diğer cemiyetlerden ayırt eden husûsi bir hayat tarzı temin eder” (Turhan, 1959: 40). Güvenç (1972: 95-97), kültür sözcüğünün dört farklı manada kullanıldığını belirterek şu sınıflandırmaya dikkatleri toplamaktadır: 1- Bilim alanındaki kültür: Medeniyettir. 2- Beşeri alanındaki kültür: Eğitim sürecinin mahsulüdür 3- Duyusal alandaki kültür: Güzel sanatlardır. 4- Madde (teknolojik) ve biyolojik alanda kültür: Üretme, ekin, ziraat, çoğalma ve geliştirmedir.

Kültür, bir milletin nesiller boyu kazandığı toplumsal birikimlerin, yaşam şekillerinin şifrelerini dil vasıtasıyla kuşaktan kuşağa ileten belleğe sahiptir. Kültür bir toplumun yüzyıllardır kazandığı deneyimlerin süzülmüş bir tezahürüdür. Kültür, yaşamın her anında insanı çepeçevre saran sosyal norm, duygu ve fikirlerin hayata

geçmiş halidir. Toplumların yüzyıllar boyunca tecrübe ettiği maddi ve manevi değerlerin bileşkesinden kültür doğmaktadır.

Ziya Gökalp’ın “hars” olarak gördüğü kültür kavramı, ziraat alanında ekilmemiş bir tarlayı işleme manasıda taşımaktadır. Bu noktadan bakıldığında kültürün, insanların zihinlerini işlemek, şuurlarını açmak gibi bir yönüde olduğu anlaşılabilmektedir (Ülken, 2008: 10).

Kültür geniş kapsamlı bir kavramdır. Kültür, simgesel temsil uygulamaları sayesinde mana oluşturan bir yaşam sistemi şeklinde görülmektedir. Kültür nosyonu, tek olan ve bir milliyete mahsus her şeyi içine almaktadır (Tomlinson, 2001: 37).

Kültür, insan topluluğundaki beşeri ilişkilerin yapısı, anlayış ve değerlerden meydana gelir. Beraber yaşama sırasında gelişen normların, ritüellerin, geleneklerin ve düşüncelerin oluşturduğu düzen kültürdür. Kültür yaşamı anlamlandırma şeklidir(Özakpınar, 1999: 29). Hayata bakış açımızı belirleyen en temel ögelerin başında kültür gelmektedir. Kültür insana karakter kazandıran etkenlerin başında gelmektedir.

Kültür denilince akıllara ilk başta Adetler gelmektedir. Çünkü kültürün devamlılığını gelenekler ile görenekler temin eder (Güvenç, 1972: 104). Adetler dil unsuruyla birlikte kültür olgusunun temelini oluşturmakta olup, değişmesi-tirilmesi

çok büyük hasarlar oluşturabilecek ana faktörlerin başıda gelmektedirler. Kültür; bir toplumun örf-adet, töre, maharet ile alışkanlıklarının, duygu, fikir, tutum,

davranış ve değer yargılarının zamanla eş güdümlü hale gelerek bütünleşme sağlayıp bir yaşam formuna dönüşmesi biçimidir. Başka bir ifadeyle toplumsal ve bireysel ilişkileri düzenlemede denenmiş çözüm yöntemlerinin yaşamsal ihtiyaçları gidererek, rehber konumunda olan işlevsel bir öge’dir.

Kültür belli bir hayat tarzını izah ettiğinde, bu yaşam formunun içinde olanlar, dışarıda olanlara karşı değişik davranışlar takınırlar. Bu davranış ya imrenme şeklinde ya da küçümseme biçiminde gerçekleşebilir. Kentlinin köylüyü hakir görmesi ve küçük bir evde yaşayanın yalı’da oturanlara özenmesi bu duruma misal teşkil edebilir (Erdoğan, 1999: 21).

Kültür, insanların tavırlarını şekillendirir, dengeli ve kararlıdır ama dinamik bir yapısı olduğundan mütevellit her zaman bir değişim içerisindedir (Erdentuğ, 1986:

230). Kültürün çağın ihtiyaçlarına uyum sağlayan canlı bünyesi toplumlara rahat bir şekilde yön vermesini sağlamaktadır.

Gelişmiş devletlerin değer ve kültürleri üst kimlik olarak nitelendirilirken, gelişmekte olan veya gelişmemiş üçüncü dünya devletleri alt kimlik sınıfına sokulmaktadır. Üst kimlik, alt kimliği büyük ölçüde etkisi altına almaktadır. “Popüler kültür” nosyonu ise, üst kimlikle benzer özellikte olup; bu kültürün temelinde Batı, özellikle de Amerikan kültürü bulunmaktadır. Bu durumun neticesinde de, homojen bir toplum biçimi ortaya çıkmaktadır(Ayata, 2010: 65-66 ).

Kültür, insanı hayvandan ayıran, yalnızca insana özgü bir özelliktir. Kültür, insanlarca paylaşılan ve gelecek nesillere aktarılan simgeler dizgesidir (Erdentuğ, l986: 35). İnsanoğlu tarih öncesi dönemlerde korunaklı olan ağaç kovukları ve mağaralarda barınırken günümüzde, güvenlikli, izole modern siteleri tercih etmekte, doğadan ve sosyo-ekonomik seviyesi düşük olan insanlardan ayrı yaşamakta, eskiden yalnızca kendine yetecek kadar avcılık-toplayıcılık yapan insan şimdi ihtiyacı olmayanı bile satın almakta deposunu doldurmaya çalışmaktadır. Önceden yalnızca vahşi hayvanlardan korunmak ve avlanmak amaçlı yapılan silahlar şimdi tüm insanlığı ve dünyayı yok edebilecek nükleer-biyolojik-kimyasal silahlara dönüşmüş, insan, insanlığı vareden değerlerden uzaklaşarak modern bencil insan kültürünü oluşturmuştur. Hayvanların ise kültürü bulunmamaktadır ancak, bir arı yüzyıllardır aynı şekilde bal-petek yapmakta, doğaya ve insanlığa katkı sağlamaktayken, dinamik bir toplum ile kültür yapısına sahip insanoğlunun günümüzde geldiği durum ortadadır.

Turan’ın ise, herhangi bir toplumda muteber olan anane şeklinde sürüp giden her çeşit duygu, fikir, dil, itikat, zanaat ve yaşayış unsurlarının tamamı şeklinde tarif ettiği kültür kavramının temel altı özelliğini şöyle sayar: Kültür tarihseldir – Kültür toplumsaldır –Kültür öğrenilip iletilmesi zorunlu bir mirastır–Kültür fonksiyoneldir – Kültür dinamiktir ve değişkendir – Kültür birlik içinde çokluk, farklılık, zenginlik demektir (1994: 13-20). Kültür kavramının bu özelliklerini iyi bir tahlil sürecinden geçirip idrak etmek, özü koruyarak değişimin kültürün doğasında bulunduğunu, farklılıkların kültürün zenginliğinin göstergesi olduğunu ve küresel homojenleşme adımlarının kültürleri yok ederek, küresel bir kültürsüzlüğe yol açabileceğini anlamak açısından çok değerlidir.

Tabiat ile toplumsal yaşam içerisinde ortaya çıkartılan her çeşit yapıt kültürü oluşturmaktadır. Kültür dinamik yapısı sayesinde bir yandan yaşamsal şartları ifa ederken, bir yandan da içinde doğduğu uygarlığın adet, ahlak ve inançlarını da aksettirmektedir.

“Kültür, içgüdüsel ve biyolojik değil, her bireyin doğumdan sonraki yaşantısı içinde, kazandığı alışkanlıklar (davranış ve tepki eğilimleri) dır” (Güvenç, 1972: 103). Kültürel kodlar sonradan kazanılan edimlerdir. Çoğunlukla aile ve yakın çevreden başlayarak elde edilirler. Kısaca kültür öğrenilen bir kavram ve süreçtir.

Kültür, yalnızca doğanın insan faktörüyle şekillenmesi değil, insanın kendisinin sosyal, ahlaki, münevver, teknik yetenek ve bilgilerinin yükseltilmesi manası taşımaktadır (Abadan,1956: 174). Bu noktada altı çizilmek istenen husus insanın eğitiminin ne kadar önemli olduğunun vurgulanmasıdır. Eğer insan yalnızca bilimsel ve teknolojik yönden gelişir, maneviyatını unutursa yani matematik, geometri, kimya ve fizik bilgileri yönünden donanımlı ancak dürüstlük, doğruluk, yardımseverlik, adalet ile inanç ve ahlak yönünden geri kalırsa toplumlar milyarlarca dolar para kazanan zalim-sahtekar şirketlerin oyuncağı olmaya itilebilirler. Hal böyle olunca bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki hanedan aileler, şirketleri vasıtasıyla dünyanın ve tabiatın bir parçası değil, sahibi gibi davranarak küresel felaketi körüklemektedirler. İnsanoğlu fıtratından gelen özelliklerini unutmadan ve geliştirerek sağlanacak ilmi-kültürel ilerlemeler can çekişen dünyamıza merhem olabilecektir. O halde kültür ile eğitim arasında da çok sıkı bir ilişki bulunduğu söylenebilir.

Kültür unsurları, topluluk şeklinde hayatlarını sürdüren insanların belirli kalıplardaki yaşam formunu beraber icra etmeleri esnasında ortaya çıkan ruhsal, fiziksel ve fikirsel ihtiyaçlarını gideren alet, vasıta, tutum, davranış ve değerler veya başarısı önceden test edilmiş çare yolları şeklinde tanımlanabilir (Turan, 1994: 22). Bütün bu açıklamalardan sonra kültürü bir topluma ait olan, tarih boyunca biriktirdiği maddi ve manevi değerlerin bütünüdür şeklinde tanımlanabilinir. Yani sosyolojik bağlamda kültür, ait olduğu toplumun dili, örf ve adetleri, edebiyatı, güzel sanatları, inançları, töreleri, tüm değer, tutum ve davranışları, simgeleri, ahlak-sosyal nomları, ritüel-merasimleri, mimari anlayışı, resim, müzik ve oyun üslubudur şeklinde açıklanabilir. İnsanların gereksinimleri doğrultusunda ortaya çıkan kültür

olgusu, sosyal bir miras şeklinde nesilden nesile aktarılarak dinamizmini devam ettirmektedirler.

Özet olarak kültür olgusu, öğrenilebilen tavır, bilgi ve alışkalıklar olup, yaşamsal ve toplumsal ihtiyaçları gideren fonksiyonel öge’dir. Maddi-manevi olarak ikiye ayrılabilir. Maddi kültür; bir toplumun kullandığı araç-gereç, köprüler, ibadethaneler, giyim-kuşamla alakalı unsurlar, barajlar, fabrikalar ve teknolojik ürünlerden teşekkül etmektedir. Bu, Ziya Gökalp’ in medeniyet olarak adlandırdığı durumdur. Maddi unsurlardan bilhassa bilimsel ve teknolojik olanları yabancı kültürler vasıtasıyla alınmış olduğundan, o kültürün dili ile yerli dil çatışmaya girerek yerli dili olumsuz etkilemişlerdir. Manevi kültür ise, bir toplumun kullandığı dil, ahlak kuralları, inançları, örf-adetleri, sosyal normları, estetik anlayışları, edebiyatı, yaşayış tarzları, tarih bilinci ve toplumsal ritüelleri gibi her toplumun kendine ait olan ögelerden meydana gelmekte olup Ziya Gökalp tarafından hars olarak tanımlanmaktadır. Manevi kültürün en temel unsurları olan dil, inanç ve tarih bilinci bozulduğu takdirde, toplumlar öz benliklerini kaybetme tehlikesiyle karşıkarşıya kalabilirler. Günümüzde yaşanmakta olunan kültürel problemlerin kaynağı küreselleşmeyle beraber irfandan uzaklaşılarak bencil bir toplum haline evrilinmesindendir. Trafikte, sokakta, hastanede, bankada, evde, komşuluk ve akrabalık ilişkilerinde kısaca hayatın her aşamasında “ben odaklı” düşünülmesi, etrafımızda olup bitenler ile çevremizdeki insanların yok sayılması neticesinde irfan kaybedilebilinir. Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Yunus Emre irfan sahibi insanı kendisini değil içinde yaşadığı toplumunu düşünen, alan el değil veren el olmaya çalışan, maddi çıkarlarını değil vatanını düşünen ve kötülük yapana iyilikle muamele eden insan’dır şeklinde tasvir etmektedirler. Toplum içinde yaşayan insanların “yaratılanı sev yaratandan ötürü” şiarıyla birbirlerini severek toplumsal kenetlenmenin sağlanması, ancak maddi-manevi kültürel değerlerin korumak suretiyle küreselleşmenin açtığı toplumsal yaraların kapanmasının mümkün olacağı düşünülmektedir.