• Sonuç bulunamadı

2.3. Kültür Değişmeleri ve Değişimlerdeki Arka Perde

2.4.2. Kültürel Değerlerin Tektipleştirilmesi

Emperyalizm ile kapitalizmin egemen konumda bulunduğu dünyamızda maalesef toplumların kendilerine özgü değerlerini yaşatıp, gelecek nesillere aktarmaları neredeyse olanaksız bir duruma gelmektedir. Küresel devletler ve şirketler kendi emelleri doğrultusunda dünayaya şekil verdiklerinden, toplumların değerlerini de hiç önemsememektedirler. Emperyalistler, toplumlarda maddi sömürüyü rahat gerçekleştirebilmek için en başta manevi sömürü yapmaktadırlar. Maneviyatını yani insanı insan yapan değerlerini kaybeden toplumlar, tekdüzeleşerek kendilerine aşılanan kültürü kolayca kabullenmekte, o kültüre ait olan meta ve ticari vasıtalarıda benimseyerek, sömürüye boyun eğmektedirler. Hatta belli bir noktadan sonra bu durumu kendileri ister konuma gelmektedirler. Küreselleşme sürecininin mahsüllerinden biri olan popüler kültür ögelerinin ananevi kültürlerce meta konumuna getirilerek, yerel kültür ve kimlikleri parçalamasında kitle iletişim ve ulaşım araçlarının bilhassa da internetin, kültürel farklılıkları törpüleyerek homojenleşmiş bir kültür meydana gelmesinde önemli katkıları olmaktadır. Batı eksenli olan popüler kültür, kültürel küreselleşme noktasında ele alınan bir kavram olup; genellikle “kültürel emperyalizm” şeklinde de ifade edilmektedir.

Kültürel emperyalizm savı, aslında modernleşme ve modernizm tenkitlerini de içinde barındırmaktadır. Yeryüzünü tektipleştiren, farklı kültür ve coğrafyaları birbirlerinin aynısı olmasını sağlayan şeyler aynı binalar, aynı alış-veriş merkezleri, aynı otoyollar ve aynı tüketim-düşünüş tarzları kısaca modernleşmedir. Modernleşme ile birlikte küresel kapitalizm, aynı tüketim şekillerini toplumlara takdim ederek tekdüzeliğe sebep vermektedir. Frankfurt Okulu, televizyon, radyo, gazeteler-moda- magazin dergileri, sinema ve popüler müzikten meydana gelen eğlence endüstrisini, “kültür endüstrisi” şeklinde ifade etmektedir. Frankfurt Okulu düşünürleri kültür endüstrisinin kolaycı ve bi-örnekleştirilmiş ürünleriyle beraber yaygın hale gelmesinin, insanlarda özgür ve eleştirel düşünebilme melekelerini de zaafa uğrattığını dile getirmektedirler(Giddens, 2000: 402).

Küreselleşme dünya üzerinde tek tip bir tüketim kültürü varlığı için uğraş vermektedir. Coğrafya, dil, din, ırk farkı gözetmeksizin tüm dünyada tek model tüketim kültürü oluşturabilmek için toplumları aynı marka spor ayakkabıları, tişörtleri, pantolonları giymeye, aynı şekilde beslenip aynı asitli içeceği içmeye, aynı marka cep telefonları, televizyon, bigisayar kullanmaya ve hep aynı markaların ürünlerini satın almaya şartlandırmaktadır. Bu durumu ise uluslararası sermayenin keskin kılıcı olan çok uluslu şirketler ve kitle iletişim araçları vasıtasıyla hayata geçirmektedirler.

Kitle iletişim araçları sayesinde merkezdeki devletler, kendi kültürlerini yaygun hale getirerek, çevre devletleri de kendi kültürleriyle bütünleştirmektedir. Bu bütünleştirme süreci tek yönlü olmakta ve değişimler büyük çoğunlukla üçüncü dünya devletlerinin ulusal kültürlerinde cereyan etmektedir. Bu sayede dünya üzerinde kültürel homojenleşme oluşmaya başlamaktadır. Egemen kültürlerin faydasına olan kültürel homojenlik, ulusal kültürlere ve ulusal kimliklere ciddi olarak gözdağı vermektedir (Taylan ve Arklan, 2008: 94).

Küreselleşme sürecinin başat konumundaki ileri iletişim vasıtaları, haberleşme, bilgi ve görüntü akışları bir yandan değişik kültürlerin birbirleriyle etkileşimde bulunmalarına olanak sağlarken, bir yandan da hakim Batı kültürünün homojenleştirici etkisini peçinlemesine katkıda bulunmaktadır. Bu etki kendisini en çok tüketim alanında gösterrek, tek tip tüketim kültürü oluşturmaya çalışmaktadır (Featherstone, 2005: 36-37). Tüketimin ivme kazanmasıyla birlikte, birçok ürünün

gereksinim grubuna geçirilmesini ve bu ürünlerin satış vitrini olan mekanların artmasını sağlamaktadır. Bu noktada tüketim adeta toplumsal değer unsuru olarak gündelik yaşantımızı dizayn ederek gezme, eğlenme, satın alma, kişisel ihtiyaçlar, beğeniler ve zevkler gibi kimliklerimizi ifade eder konuma gelerek geleneksel değerlerimizi-kimliklerimizi süpürebilmektedir.

Teknolojk ilerlemeler, sermayenin küresel hale gelmesi, internet ve medya vasıtasıyla iletişimin, etkileşim ile görselliğin artması ve küreselleşmenin Batı orjinli dili, homojenleşmeyi ortaya çıkartan ögeler olarak sivrilmektedir. Ayrıca homojenleşmeyi yaygınlaştıran ve bariz duruma getirenin popüler tüketim kültürü olduğuda açıkça görülmektedir. Bu kültür Disney, MTV, Hollywood, Apple, Microsoft, Nike, Coca Cola, Marlboro ve Adidas gibi birçok küresel şirketce tüm dünyaya empoze edilebilmektedir. Kapitalizmin yaygınlaşmasıyla zaman içerisinde toplumsal statü göstergesi şekline gelen ve artık gereksinimi tatmin eden sıradan bir ekonomik faaliyetten öte, kültürel bir değer unsuru şekline ulaşmaktadır.

Kültürel değerlerin tektipleştirilmesinde dil’inde büyük bir payı mevcuttur. Dil bir ağaca benzetilirse kültür de o ağacın köküne benzetilebilinir. Kökü olmayan ağaç nasıl ki kuruyup, yok olmaktan kurtulamaz ise dil olmadan da kültür varlığını devam ettirememektedir. Son dönemlerde İngilizce’nin adeta evrensel dil şekline bürünerek, ana dili İngilizce olan ülkelerin dışında da insanların günlük konuşma dillerine kadar girmesi, ticari işletmelere İngilizce ad’ların verilmesi küreselleşmenin dil üzerindeki bariz homojenleştirici etkilerinden bazılarıdır. Türkiyede de etkilerini şiddetli bir şekilde hissettiren yarı Türkçe yarı İngilizce tabelalar ve hatta hepsi yabancı kelimelerden oluşmuş otel, lokanta, kıraathane, kırtasiye, turizm ve alış-veriş merkezleri sıradan hale gelmiş bulunmaktadır. Küreselleşme sürecinde, dilimizdeki kirlenmenin bir diğer yönünü ise, fertlerin küresel kültürün insanı gibi onunla aynı paralelde, homojenleşmiş bir şekilde aynı dil mantığı çerçevesinde düşünerek konuşması oluşturmaktadır.

Kültürün bizzati kendisinin bir endüstri, kültür ürünlerinin ise metalar şekline geldiğini savunan düşünürlerden Adorno ile Horkheimer, “Kültür Endüstirisi” kavramının altını çizmişlerdir. Adorno’ya göre, bireylerin serbest zamanlarının ne şekilde kontrol edilerek denetlendiği ve yönlendirildiğini çözümlemek tam bu sırada büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü insanlar, üretim ve tüketim açısından mercek

altına alınarak incelenmekte ve yönlendirilmektedirler. Kültür endüstrisi, bilinçli bir şekilde kitleleri kendisine uymaya güdülemektedir. Bu sayede milyonlarca insanın bilinçaltını kontrol ederek kitleleri birincil değil ikincil role getirmekte yani tüketiciler özne değil, nesne konumuna düşmektedirler. Özgürlüğünü, özgünlüğünü ve yeganeliğini yitiren fertlerden teşekkül eden bu mekanik yapıda her birey diğerinin benzeri şekline, her mekan, her kent tekdüze bir hal almaktadır. Benzer şeyleri tüketen, aynı gıdalarla beslenip, benzer müzikleri dinleyen, aynı içecekleri içen ve benzer şeyleri seyreden toplumlar belli bir noktadan sonra aynı şekilde düşünmeye, aynı şekilde tüketmeye, giyinmeye, eğlenmeye, yemek yemeye, tepki-beğeni göstermeye, aynı şeyleri hissetmeye hatta aynı şekilde suç işlemeye kısaca aynı şekilde yaşamaya başlamaktadırlar. Her insan, her toplum, her millet ve herkes aynı olmaktadır. Nesne öznenin yerini almakta, her şey metalaşarak özneyi tüketmektedir. Kentlerde yaşayan gençlere, nezih bir mekanda semaverde demlenmiş çaylarını yudumlamak yerine, hip-hop müziği eşliğinde rahat koltuklarda kahve içmelerini güdüleyen Starbucks, Japonya’da ev ahalisinin sıklıkla kullandığı bir isim şekline gelmiştir. Hatta bazı Japonlar, Amerikan tarzı evlerin küçük kopyalarından satın alabilmek için kendi para birimleriyle yarım milyon civarlarında ödeme yapmakta, Chevrolet gibi oldukça fiyatlı ithal araçlara binebilmek adına Toyota’larını satmaktadırlar. Çin’deki yeni konut siteleri ise, Orange County ve Manhattan Gardens gibi isimler almakta, piyasanın en pahalısı olan Buick marka otomobiller ise büyük rağbet görmektedir (Solomon, 2004: 36).

Küreselleşmenin kültürel kapsamında fertlerin kendine ve çevresine yabancı hale gelmesi, ne yazık ki içinde yaşadığımız çağın bir gerçeğidir. Kültürlerin hareket sahasını açarak müşterek yönlerin kuvvetlenmesini sağlayan küreselleşme, dünyanın büyük bir bölümünde kültürleri kaynaştırmaktadır. Kültürel homojeniteyi temin edebilmek için stratejik kültür planlaması hazırlayarak değişimi bir “doğru” şekline dönüştürme arzusunda olanlar, homojen bir kültür meydana çıkarma ihtiyacı hissetmektedirler. Küreselleşme rüzgarının getirdiği bu yeniliklerle beraber tüm toplumlara beslenmeden giyim şekline, bilgisayar oyun ve proğramlarından televizyon dizilerine, sinemaya, eşcinsel ve kadın haklarına kadar küresel çapta tek tip bir kültür müşterek değer şeklinde pompalanmaktadır. Marlboro, Nike, Levi’s, Adidas ve Coca-Cola, gibi batı değerleri taşıyan onlarca marka küresel bir hal alırken,

artık yaşadığımız dönemde tüketim sosyo-kültürel bir davaranış şekline dönüşmüştür. Kültürel kimliklerin tüketim tarzlarına göre oluştuğu bu küresel tüketim devrinde kimlikler, batı merkezli serbest piyasa sisteminin ve demokrasinin yön verdiği kültürün bütün dünyada geçerli olmasıyla kabuk değiştirmiştir. Ayrıca, küresel kültürün standart hale getirilmesi sayesinde gittikçe homojenleşen ulusal kimlikler ticari bir meta konumuna dönüşmektedirler (Anthony 1994: 176-177).

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber küresel sermayenin ve ortaya saçtığı kültürel ürünlerin dünyada yayılmasına dur diyebilecek güç kalmamıştır. Serbest Pazar ekonomisi tüm toplumlara sahte bir “tüketerek mutlu olma” fikrini aşılamaktadır. Bu sayede küresel kültürel ürünler, dünyanın her köşesinde tutulur hale gelmekte ve küresel bir popülerlik kazanmaktadır. Bu popülerliğin süratli bir şekilde yayılması küresel şirketler vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Küreselleşmenin kılıcını ellerinde tutan çok uluslu şirketler; nosyon, marka, imaj satmakta, kozmopolitanlığı körüklemekte ve ulusal kültürlerin sert noktalarını yumuşatmaktadırlar. Böylece ulusal değerler, idealler, milli sinir uçları ve refleksler gevşeyerek işlevsiz kalarak zaafa uğramaktadırlar. İçinde bulunduğumuz dönemde bilgi, teknoloji ve ürünler hakim kültürün idaresinde küreselleştirilmektedir. Dünya sisteminin en önemli ögesi olan devletlerin yerini şimdi küresel ekonomik sistemin neredeyse tamamını elinde tutan büyük şirketler almış bulunmaktadır. Böylece insanlık tarihinde iz bırakmanın yeni yolunu devletler değil büyük şirketler belirlemektedir. Bu ise “İdeolojilerin Sonu” hatta “Tarihin Sonu”na gelindiğini savunan kapitalist sürecin artık tam manasıyla küreselleştiğini göstermektedir (Yeniçeri, 2005: 30-31).

Küreselleşmenin temel amaçlarından birisi de tek tip dünya kültürü meydana getirmektir. Küreselleşmenin dizginlerini ellerinde bulunduran güçler medya ve internet gibi kitle iletişim araçlarının propagandaları neticesinde farklı kültürlere mensup milletlerle aynı yemekleri yemekten, aynı şekilde giyinmekten ve aynı filmleri izlemekten haz duymaya başlamışlardır. Ulusal kültürler sadece tüketim odaklı bu tek tip kültür ithalatından negatif şekilde etkilenmektedirler. Küresel güçlerce dünya üzerinde tek kültürlülük hedeflenirken, milli kültürlerin içerisindeki etnik kimlikleri körüklenerek ulusal kültürlerde savunmasız bırakılabilmektedir. Bu sayede kolay parçalanabilen milli kültürler küresel kültür potasında çabucak eriyebileceklerdir. ABD ile AB tarafndan sürekli nakarat haline getirilen insan

hakları, özgürlük ve demokrasi söylemlerinin perde arkasında üst kimlikleri meydana getiren alt kimlikler sinsice alevlendirilmektedir. Ülkemizde de bazı yerli ve yabancı odaklarca Kürt kimliğinin sürekli körüklenmesi millî kimlik, millî devlet ve millî kültür kavramlarının aşınmasına sebep teşkil etmektedir (Durgut ve Aça, 2004: 92- 114). Ülkelerin milli kültürlerinin farklı etnik kültürlerden oluşması aslında kültürel mozaik zenginliğini ve ulusal kültürlerinin gücünü yansıtmaktadır. Milli kültürü bir nehire benzetirsek nehri besleyen dereler yani alt kimlikler ne kadar çok olursa nehirde o oranda büyük ve güçlü akmaktadır. Türkiye’de de birçok coğrafi yörenin kendine has folklorü olmakla beraber tümü milli kültürün bir parçası, rengi ve değeridir. Bu tek yumruk şekline gelmiş milli kültürü ve birlikteliği zayıflatmak isteyen küresel akıl ulusal kültür çatısı altındaki etnik kimlikleri stratejik bir şekilde alevlendirerek yalnızca ulusal kültürleri değil, ulusal beka’yı da tehdit edebilmektedir.

Tüketim kültürünün toplumsal münasebetlere ve toplum geneline egemen olmasıyla beraber, sinema, müzik, tiyatro, konseler, resim gibi sanatsal faaliyetlerden, bilimsel etkinliklere, spora, ekonomiye, insan ilişkilerine, giyim şekillerinden eğlenceye, kültürel ve toplumsal çalışmalardan yeme içmeye özetle tüm günlük yaşamın aynılaşmasına tanık olmaktayız. İstanbul’dan Tahran’a, New York’tan Paris’e, Londra’dan Singapur’a kadar Nike, Adidas, Levi’s giyinen, pop veya rock tarzında müzik dinleyen, Pepsi-Coca Cola içen, ana dilinde karşılığı olmasına rağmen dükkan yerine “shop”, sergi salonu yerine “show room”, ve mekez yerine “center” sözcüklerini telaffuz eden bireylerin miktarı gün geçtikçe çoğalmaktadır. Kentler ise yalnızca üretim ve yaşam alanları değil, tüketim ve imaj alanları haline dönmüştür. Modernleşme ile adeta hayat tarzları ve konuşulan diller homojenleştirilerek dondurulmuştur. Bu noktada dünya artık tekdüze hale gelmiştir. Ohmae’nin deyişiyle “aynı reklamlar” , “aynı kültürel ikonlar”, ve “aynı hazlar”, dünya adeta “Kaliforniyalaşmıştır” (Sözen, 2007: 109).

Hayatı yaşamanın süratinin vites artırmasıyla birlikte ulaşımdan iletişime kadar bilhassa şehirlerde büyük bir koşuşturma ortaya çıkmakta, zamanla yarışmak bir yaşam şekli biçimine gelmektedir. Böylece sürekli bir yerlere yetişme telaşı içerisinde hızlı hareket eden ve acele tüketen, çabuk, kısa, itinasız konuşan-yazışan, yalnızca maddeye değer veren, ağır hareket ettikleri için yaşlılarına kıymet vermeyen,

sabırsız, tatminsiz, çabucak sıkılan, zamanın ve yaşamın özünü kavrayamamış, yaşadığı toplum ile kendisine yabancılaşmış bir insan prototipi ortaya çıkmaktadır. Aile, evlilikler, arkadaşlıklar, komşuluklar, akrabalıklar, gelenekler, görenekler, yiyecekler, içecekler, otomobiller, konutlar, köyler, kasabalar ve şehirler her şey öğütülerek hızla tüketilmekte, daha çok tüketebilmek için ise daha çok çalışılmakta bu ise ferdiyetçiliğe ve yarışmacılığa sebebiyet vermektedir. Hayatlarının rotası tüketerek mutlu olma şeklinde çizilmiş dünya toplumları akıl tutulması yaşamaktadırlar. Gerçekten de dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan insanların gezip görebileceği, rahatlayıp huzur bulabileceği yüzlerce mekan bulunurken, onların alış veriş merkezleri ile süpermarketlerden çıkmamaları traji komiktir. Bu yanlış neticesinde insanlar, sosyal yaşamlarını ve başka insanlarla oluşabilecek münasebetlerini de askıya almaktadırlar. Maalesef insanların tüm yaşamları ev, iş, süpermarket ve alış veriş merkezleri çerçevesinde kısılıp kalmış bulunmaktadır.

Günümüzde kentler sadece üretim ve tüketim ilişkilerinin şekillendiği yerler olmasının dışında mekanın bizzat kendisi meta konumuna gelmiş bulunmaktadır. Mekanların, üretimin, bilginin, teknolojinin, iletişimin ve kentlerin küreselleşmesi kültürel ve sosyal değerleride dünya çapında aynılaştırmaktadır (Akman, 1999: 20).

Küreselleşmenin getirdiği yeni değerler ölçüsünde kentlerin fiziksel yapıları önemli bir yer tutmaktadır. Toplumları dönüştürmenin formülünün mekanları değiştirmekten geçtiğini çok iyi bilen küresel güçler, kentleri salt bir meta olarak görüp onları tek bir tipe sokmuş ve küresel pazarla eklemlendirmiştir. Her biri çekim merkezi olma yarışına girdirilmiş kentlerin, yerel tarihi dokuları acımasızca katledilerek mantar gibi yükselen gökdelenler ve beton yığınları arasında rant ile paranın gücünü simgeler pozisyona gelmektedirler. Kentlerin fiziksel görünüşünde oluşan bu değişimler kültürel alana da yansıyabilmektedir. Bu manada kentler aynılaşan kimliklerin mekanları şeklini alarak, gün geçtikçe tek düze kalıplara bürünmekte ve birbirlerine benzeyebilmektedir. Kentler artık devasa binalar ve gökdelenleriyle küresel kültürel yozlaşmanın katedrallerinin yeni siluetini oluşturmaktadırlar.

Giddens’a göre ise küreselleşme olgusu tarafsız olmamakla beraber, neticeleri yönünden de müspet olmayacaktır. Küreselleşme belirgin olarak Batı mührü taşımaktadır. Kültürel bağlamında empoze edilen değerlerin neredeyse tamamının

Batı kökenli olması kültür emperyalizminin manasını daha da net ortaya koymaktadır. Batı kaynaklı çok uluslu şirketler aracılığıyla tüm dünyaya sıçrayan ve tüketim tutumlarının dönüşmesine sebep olan bu küresel kültür aracılığıyla bireyler dünyanın her köşesinde aynı hayat tarzlarına mahkum edilmişlerdir. Modernliğin tek merkezden yayılarak çevre ülkeleri etkisi altına alması, bu ülkeleri modernleşme değil çevreselleşme süresine sürüklemiştir (Gıddens, 2000 : 115).

Sonuç itibariyle, küreselleşme süreci; popüler kültür, modernleşme, tüketim kültürü, küresel kentler, küresel şirketler ve küresel medya organları vasıtasıyla tüm yerel, ulusal kültürlerin üzerinden silindirle geçmekte ve dünya genelinde kriterlerini kendisinin belirlediği tek tip bir kültür oluşturma çabası sarfetmektedir. Kitle iletişim araçları ve hızlı ulaşım olanakları sayesinde nerede yaşıyorsak yaşayalım dünyanın en ücra köşelerinden bile anında bilgi ve haber aldığımız günümüzde, gerçekte bir kültürel birleşimi de oluşturmaktayız. Egemen kültür çeşitli enstürümanlar ile dünyadaki tüm kültürlerle ilişki kurarak hepsini kendisine benzetmeye başlatmaktadır. Tek tip haline dönüşmeye başlayan hayat tarzlarımız ve tüketim alışkanlıklarımız farklılıklarımızı azaltarak tek düzeliği artırmaktadır. Bu sayede ön plana çıkan kültürel homojenlik fikri hakikatte insanların farklı kültür ve renkleri tanımasına değil, küresel marka haline gelmiş gıda, giyim ve teknolojik şirketlerinin emperyalist emellerine hizmet edebilmektedir. Bu noktada fertler, kendi kimliklerinin temelini oluşturan kültürlerini yani köklerini kaybederek boşluğa düşebilmekte ve yeni bir kimlik-kültür arayışı içerisine girip küresel kültürün ağına kolayca yakalanabilmektedirler.