Oldukça eskilere dayanan küreselleşme olayı son elli yıldan beri gerçekten hissedilmektedir. Dünya ekonomisi adlandırılmasına uygun düşmesiyle küreselleşme
sınırları aşan çok boyutlu bir olaydır31. Globalleşme (küreselleşme) sözcüğünün kökü
olan “globe” sözcüğü birkaç asırdan beri kullanılmakta olan, genel olarak gezegen ve dünyanın yuvarlaklığına atıf yapan bir kavramdır. Globalleşme ise ilk kez 1961’de
Webster sözlüğüne girmiştir32. Küresel kavramı ilk defa Marshall Meluhan’ın
27 Mutioğlu, a.g.k., s. 958 28 Bağçe, a.g.k., s. 9 29 Demirel, a.g.k. s. 107
30 Koçdemir, “Atatürk Dönemi Kültür Politikası ve Küreselleşme”, s. 155 31 Kutlu, “Küreselleşme ve Etkileri, s. 370
“Komünikasyonda Patlamalar” adlı kitabında bu yeni süreç için “Global Köy” terimini kullanması ile literatüre girmiştir33.
Tek dünya düzenine olan bir eğilimi yansıtan küreselleşme eğilimleri, ilkçağların Asur, Pers, Helen Roma İmparatorlukları, Ortaçağların, Bizans ve İslam İmparatorlukları tarih boyunca görülen büyük küreselleşme eğilimlerinin gerçekleştiği
dönemlerdir34. Ancak bu dönemlerde küreselleşme kavramının içerdiği siyasal boyutun
dışında kalan ekonomik, toplumsal ve kültürel anlamda kayda değer bir entegrasyondan söz etmek imkân dâhilinde görülmüyor.
Küreselleşme sürecinin başlangıcına ilişkin birbirinden çok farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bunların başlıcaları, küreselleşmenin tarihin başlangıcından itibaren var olduğu, küreselleşmenin modernleşme ve kapitalizmle yaşıt olduğu ve küreselleşmenin sanayi ötesi toplum, modern ötesi toplum ve kapitalist düzenin çözülmesi ile ilgili
olarak son yıllarda ortaya çıkan yeni bir olgu olduğu şeklindeki yaklaşımlardır35.
Küreselleşmeye ivme kazandıran gelişmelerin başında ise, bölgeselleşme ve entegrasyon hareketleri gelmektedir. Bir taraftan dünyada küreselleşme ile ticari sınırlar kalkarken diğer taraftan bölgeselleşme ile ekonomik bütünleşme hareketleri veya bloklaşmalar olmaktadır. Çok taraflı üretim, ticaret ve finansal ilişkilerin gelişmesi küreselleşmeye hız kazandırdığı gibi, aynı zamanda benzer özelliklere sahip olup da aynı coğrafi bölge içerisinde yer alan ülkeleri güç birliğine ve yoğun bölgesel ilişkiler
içerisine itmiştir36. Ayrıca, küreselleşme sürecini besleyen temel dinamikler arasında
uluslar arası ekonominin gelişmesi ve çok uluslu şirketlerin yaygınlaşması da, şüphesiz önemli yere sahiptir. İdeoloji ve ekonomi politiğindeki değişme de küreselleşme sürecinin gelişiminde belirleyici rol oynamıştır. Bunun sonucunda, gelişmiş ve
33 Demirel, a.g.k., s.106
34 M. Burhan Erdem, “Küreselleşme ve Bilgi Çağında Yeni Ekonomi”, Yeni Türkiye: 21. Yüzyıl Özel Sayısı II, Yıl: 4, Sayı: 20, Ankara, 1998, s. 983
35 Köse, a.g.k., s. 7
36 Devlet Planlama Teşkilatı, Küreselleşme, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu
gelişmekte olan ülkelerde teknolojik ve ideolojik değişimi, piyasanın rolünü arttıran ve devletin rolünü azaltan politika değişimleri izlemiştir.
Sonuç olarak küreselleşmenin başlangıcı konusundaki görüşler üç kategoride özetlenebilir37:
Birinci olarak, en az beş bin yıl öncesinden, insanlık tarihiyle küreselleşmenin
ortaya çıktığı söylenebilir. Antik Roma ve Çin gibi tarihin erken dönemlerinde etrafındaki geniş alanlara hükmetmiş olan eski uygarlıklar ve imparatorlukları küreselleşmenin ilk örnekleri kabul etmek olasıdır. Bu görüşe göre insanlar, fetih, ticaret ve göç gibi olaylar nedeniyle birbirleriyle ilişki kurmak zorunda olduklarından beri küreselleşme söz konusudur. Kentleşme, gittikçe büyüyen iletişim ve ekonomik ilişkiler sürecinin temel parçası kabul edilebilir. Din, bu senaryonun diğer önemli veçhesidir. Örneğin, İslami küreselleşmenin bina edilen geçerli küreselleşme kavramından asırlar öncesinden başladığı söylenmektedir. Ancak, bu görüş küreselleşmeyi insanlar arasındaki ilişkiye indirgediği için kavramın ana özelliğini gözden kaçırmaktadır.
İkincisi, 16. yüzyılda Batı Avrupa’da kapitalizmin gelişmesiyle farklı bir
perspektif olarak küreselleşmenin ortaya çıktığını dünya sistemi teorisinin hâsıl olduğunu savunan görüştür. 16. yüzyılda tarıma dayalı kendi içine kapalı bir sosyo- ekonomik yapı olan feodalitenin yıkılması ve burjuva sınıfının ortaya çıkması, özellikle sömürgecilik ilişkiler vasıtasıyla ülkeler ve insanlar arasındaki etkileşimi arttırmıştır. Bu yüzyıla gelindiğinde İspanya, Portekiz, Fransa, İngiltere ve Hollanda malların, insanların, fikirlerin serbestçe dolaştığı dünya çapında imparatorluklar meydana getirdiler. Bu görüş, küreselleşmeyi kapitalizmin gelişimine koşut bir süreç olarak değerlendirmektedir.
Son olarak küreselleşmenin ortaya çıkışından itibaren köklü bir şekilde
kapitalizmin kendi kendine değiştiği değerlendirmesidir. Batılı ülkelerde 1970’lerde başlayan büyük ekonomik durgunluk önemli bir dönüşüm noktası olarak
37 James H. Mittelman, The Globalization Syndrome: Transformation and Resistance, Princeton
belirtilmektedir.1970’lerin sonlarında gelişen dünyada liderler tarafından yeni bir uluslar arası ekonomik düzen, bir reform paketi önerildi. Bunun sonucunda teknolojik gelişmeyle birlikte ticari birliğin gücünü zayıflatan, sosyal harcamalarda azalma, deregülasyon, özelleştirme ve artan rekabete önem veren, kısaca güçlerin dengelenmesini belirten bu eğilimin kuvvetlendirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bunun gerekçesi ise küreselleşmenin 1970’lerden itibaren insanların zaman ve mekâna ilişkin algısının köklü bir değişime uğramasıdır. Bu çerçevede, küreselleşme son 20–30 yıla ait bir olgu olmamakta ve uzunca bir tarihsel sürece dayanmakla beraber yeni bir
paradigmadır38. Küreselleşmenin yeni bir paradigma olması, kişilere göre değişmeyecek
olan dışsal bir dayatmadır.
Bununla birlikte küreselleşme sürecinin geleceği yoğun tartışmalara konu olmaktadır. Küreselleşme sürecinin taşıdığı belirsizlik ve riskler, küreselleşme sürecinin geleceği konusunda öngörüde bulunmayı da zorlaştırmaktadır. Küreselleşme sürecinin geriye dönüşünün olamayacağı ve sürekli gelişip kökleştiğini savunanların karşısında, bu olgunun giderek derinleşmesine paralel olarak ulusçuluğun ve ulusal devletin
güçleneceğini ileri süren görüşler de geniş taraftar bulmaktadır39. Diğer yandan sosyal
ilişkilerin değişim sürecinde, kapitalist sınıfın ulusal ya da yerel düzeyde örgütlenmiş kesimleri de dâhil olmak üzere maddi ya da kültürel temelde küreselleşmeden kaybeden grupların olması kaçınılmazdır. Buna karşın küreselleşmenin gün geçtikçe geri dönüşü imkânsız bir süreç niteliğine büründüğü de görmezden gelinebilecek bir olgu değildir.
1.3. Küreselleşmenin Boyutları ve Ulusal Yapılar Üzerindeki Etkileri