• Sonuç bulunamadı

KUR’ÂN TEFSİRİ VE HERMENÖTİK

2.3. TOPLUMUN ÜYELERİNE YAKLAŞIMININ YANSIMALARI

2.3.2. Irk Üstünlüğüne Yaklaşımı

Zemahşerî’nin Keşşâf’ta, Müslüman toplumu meydana getiren, Arap ve Arap olmayan Müslümanlara bir çağrı yaptığı hissedilmektedir. Kendisinin, Arapları çok sevdiği ve Arap diline hizmet etmekten mutlu olduğu bilinmektedir.371 Bununla birlikte Kur’ân’ın bütün insanlara indiğini vurgulama gereği duyduğu anlaşılmaktadır.

Örneğin “Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.”

(Nisâ 4/79) ayetinde Hz. Muhammed’in, elçilik yönüne dikkat çekilmiştir.

Zemahşerî’nin ise ayette altını çizmek istediği nokta; Rasulün (sas), bütün insanlara

369 O günün paradigmasında, erkeklerin öncelenmeyi hak ettikleri söylenmiştir. (Sülün (ed), Keşşaf Tefsiri, 5/1212).

370 Zemahşerî, Keşşâf, 4/118.

371 Onun asrında, -Arap karşıtı- milliyetçiliğin yükseldiği ve Arapların faziletinin küçümsendiği ifade edilmiştir. Zemahşerî, Arapları ve Arapça’yı çok sevdiğini belirten ve onların faziletini anlatan beyitler yazmıştır. Ali Abdillah Abd Amr, Tahkîki Dîvâni’z-Zemahşerî ve Risâleti Şi‘rihi, (Mısır: Camiatü’l-Ezher, Doktora Tezi, 1979), 80-82.

91 peygamber olarak gönderildiği, sadece Arapların peygamberi olmadığıdır. Bunu “Sen hem Arapların hem acemlerin peygamberisin.” cümlesiyle ifade etmiştir.372

Zemahşerî öncesi tefsir geleneğine baktığımızda Mukâtil, ayeti; “Senin rasul olduğuna Allah’tan daha üstün şahit yoktur.” şeklinde tefsir ederken Taberî, Hz.

Peygamberin Allah ile yaratılmışlar arasında elçi olarak görevlendirildiği ve vazifesinin risaleti tebliğ etmek olduğunu söylemiştir.373 Sûfî müfessirler bu konuda bir açıklama yapmamışlardır.374 Tûsî , Beğavî ve Tabersî önceki tefsirleri takip ederek, Hz. Peygamberin nübüvveti üzerinde durmuş, nübüvvetin muhatabı olarak Arap-Acem üyelere değinmemişlerdir.375 Zemahşerî’nin ayette neden peygamberin elçiliği yerine, vahyin muhataplarını merkeze alan bir yorum yaptığını tespit etmek oldukça zordur. Ancak Türk ya da Fars asıllı olduğu iddia edilen müfessirin,376 Arap milliyetçiliği ve Arapların üstünlüğü düşüncelerine bir tepki geliştirdiği anlaşılmaktadır.

Benzer bir durum şu ayetin tefsirinde bulunmaktadır: “Onlara de ki: “Allah hakkında mı bizimle tartışıp duruyorsunuz? Hâlbuki O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir.” (Bakara 2/139) Zemahşerî’ye göre ayetin manası şöyledir: “Allah’ın sizden değil de Araplardan bir peygamber seçmesi konusunda bizimle mi tartışıyorsunuz? Diyorsunuz ki; eğer Allah birini peygamber gönderseydi o bize gönderilirdi. Siz nübüvvete bizden daha layık olduğunuzu düşünüyorsunuz. Biz Allah’ın kulları olma noktasında ortağız. O, bizim Rabbimizdir, rahmetini ve cömertliğini kullarından dilediğine verir. Eğer kişi bu şerefe ehilse, Arap mı acem mi olduğu önemli değildir.”377 Bu ayetin tefsirinde de Cârullah’ın kendisinden önceki müfessirlerden farklı bir yaklaşım sergilediği anlaşılmaktadır. Mukâtil, Taberî ve Mâturîdî ayetin, kendilerini daha kadim bir dine mensup olmaları sebebiyle üstün gören, Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında olduğunu ifade etmişlerdir.378 Zemahşerî’nin değindiği, Araplar ile acemlerin eşit olduğu ve nübüvvetin liyakate dayandığı şeklinde bir yorum yapmamışlardır.

372 Zemahşerî, Keşşâf, 1/502.

373 Mukâtil, Tefsîru Mukâtil, 1/243; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 8/561.

374 Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, 1/349; Tüsterî, Tefsîru’t-Tüsterî, 1/54.

375 Tûsî, Tibyân, 3/296-297; Beğavî, Meâlimü’t-Tenzîl, 1/666; Tabersî, Mecmeu’l-Beyân, 3/115.

376 Bilmen, Türk olduğunu söylemiştir. (Büyük Tefsir Tarihi, 2/48). Bölgenin yoğun Türk nüfusa sahip olması bu kanıyı desteklemiştir. (Kazvînî, Âsâru’l-Bilâd, 351). Onun Fars asıllı olduğunu iddia eden İranlılar da mevcuttur. (Polat, İslâm Tefsir Geleneğinde Akılcı Söyleme Yöneltilen Eleştiriler, 64).

377 Zemahşerî, Keşşâf, 1/185.

378 Mukâtil, Tefsîru Mukâtil, 1/81, 82; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/120,121; Mâturîdî, Te’vîlât, 1/580.

92 Tefsirini Mekke’de telif etmiş ve burada uzun süre kalmış müfessirin, çevresindeki Arapların bazı tavırlarında hem elçinin Arap hem de vahyin dilinin Arapça olması sebebiyle üstünlük duygusuna kapıldıklarını gözlemlemiş olması muhtemeldir. Nitekim Hz. Peygamberin sadece Araplara değil bütün insanlara gönderildiği vurgusu, Kur’ân diline yaklaşımında da kendini göstermiştir. “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara iyice açıklasın.”

(İbrâhîm 14/4) ayetinin tefsirinde tercüme konusuna ilişkin görüşlerini beyan etmiştir:

“Şayet dersen ki; Hz. Peygamber yalnız Araplara değil bütün insanlara hatta cinlere de gönderilmiştir. “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim.” (A‘râf 7/158) buyrulmaktadır.

Fakat insanlar farklı dillere sahiptir. Bu açıdan Arapların ileri sürecekleri bir bahaneleri yoktur ancak diğerlerinin vardır. Kur’ân yabancı dilde olsaydı o zaman Arapların kelamın anlaşılması noktasında delilleri olur, diğer milletlerin olmazdı.

Derim ki; o halde Kur’ân ya bütün dillerde inecekti ya da yalnız bir dilde inecekti.

Bütün dillerde inmesine ihtiyaç yoktur, tercüme bunun yerine geçer ve sözün açıklanması için yeterlidir. Tek bir dilde inmesine gelince bu durumda evla olan, elçinin kavminin dilinde inmesidir. Çünkü kavmi ona daha yakındır. Onlar resule geleni anladıklarında, onu açıklar, başkalarına nakleder ve yayılmasını sağlarlar.

Tercüme mananın anlaşılması ve açıklanmasını yerine getirir. Günümüzde gördüğün ve müşahede ettiğin üzere birbirlerinden uzak ülkelerde bulunan yabancı milletlerin, hepsinde tercüme faaliyeti ittifakla, kelamı anlama işini temin etmektedir. Uzak bölgelerde, farklı toplum ve nesiller aynı kitap üzere olup, onun lafızlarını ve manaların anlamaya çalışmaktalar. Üstelik bundan büyük faydalar ortaya çıkmış, insanlar Allah’a itaat edip ve yakınlık kurmak için büyük çabalar sarfederek, bol sevap kazanmak için uğraşmaktadırlar. Böylelikle Kur’ân tahrif ve değişimden uzaklaşmış, ihtilaf ve çekişmeden korunmuştur. Eğer o bütün insanlar ve cinlerin dilinde inseydi, her birinin kendi özgü i‘câz özelliğini taşıması gerekirdi. Arap bir peygamberin her milletin dilinde, onlar gibi konuşarak kitabı mu‘ciz bir şekilde okuması ise onları iman etmeye mecbur bırakan bir durum olurdu.”379

Zemahşerî, Kur’ân’ın Arap dilinde nazil olmasının gerekliliği ve diğer dillere tercüme edilmesinin yeterli olduğu düşüncesini, Kur’ân’ın i‘câz yönü ve insanların iman konusunda özgür irade göstermeleri ile ilişkilendirmiştir. Yine Kur’ân’ın bütün

379 Zemahşerî, Keşşâf, 2/493.

93 insanlara gönderilmesi ile birlikte Arapça vahyedilmesini, Hz. Peygamberin ve ilk muhatapların Arap olması ile açıklamış ve tercümenin diğer milletlerin anlama sorununu çözeceğini ifade etmiştir. Bununla birlikte tercüme sadece vahyi anlama işini yerine getirmektedir. Yoksa farklı dillerde Kur’ân tercümeleri ile kıraati caiz görmemektedir.380