• Sonuç bulunamadı

KUR’ÂN TEFSİRİ VE HERMENÖTİK

2.1. ZEMAHŞERÎ’NİN BİREYSEL ÖZELLİKLERİNİN KEŞŞÂF’A YANSIMALARI

2.1.1. Harizm’de Yetişmiş Bir Mu‘tezilî Olması

Zemahşerî, 467 yılında Harizm şehrinin Zemahşer köyünde dünyaya gelmiştir.134 Onun doğup büyüdüğü Harizm şehri; ekonomik, kültürel ve ilmî gelişmişlik seviyesinin yüksek olduğu bir bölgedir.135 Halkı; fakîh, alim, zengin, zeki ve dinlerine son derece bağlı olarak anlatılmaktadır.136 Çeşitli ilim dallarında ders veren alimlerin büyük bir kısmının, Harizmli öğrencileri olması, bölge halkının ilme

134 Abdurrahman b. Muhammed el-Mukaddesî, et-Târihu’l-Muteber fî Ebnâi min Ğaber, tah: Lecnetün Muhtessa min Muhakkikîn, (Suriye: Daru’n-Nevâdir, 2011), 3/232.

135 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, (İstanbul: Ötüken Yayınları, 2016), 338-341.

136 Yâkût el-Hamevî, Mucemu’l-Büldân, (Daru Sadr: Beyrut, 1995), 2/396, 398.

37 verdiği değerin bir sonucudur.137 Zemahşerî’nin ayağının bir kaza sonucu kesilmesi sebebiyle, babası tarafından kendisine uygun görülen terzilik mesleğine yönlendirildiği, ancak müfessirin ilim tedris etme isteğinden dolayı medreseye gönderildiği bilinmektedir.138 Hem yaşadığı bölge hem de onun öğrenmeye olan tutkusu, ilimde derinleşip alim sıfatıyla şöhret bulmasında etkili olmuştur. Nitekim 533 yılında 66 yaşında iken bile Bağdat’a gittiğinde Ebu Mansur el-Cevâlîkî’den (540/1145) bazı lugat kitaplarını okuyup icazet almıştır.139

Zemahşerî, fıkıhta Hanefi mezhebine, itikatta Mu‘tezile mezhebine mensuptur.

Harizm’de yetişmesinin onun kimliğinin oluşumunda en önemli etkisi, belki de mezhep konusunda gerçekleşmiştir.140 Çünkü bu coğrafya, adeta Mu‘tezile ile özdeşleşmiştir ki, Zemahşerî bundan övünç duymaktadır. Onun ilk hocası, aynı zamanda bölgenin, Mu‘tezilenin merkezi haline gelmesinde önemli rol oynayan, Ebu Mudar ed-Dabbî’dir. (508/1114)141 Dîvân’ında ondan öğrendiklerinin, kendisini son derece etkilendiğini anlatmıştır.142 Harizm’de Mu‘tezilenin gücünü anlatmak için, Mu‘tezilî olmayan kimsenin orada bir gece dahi kalmasının mümkün olmayacağı ifade edilmiştir. 143 Mezhebin büyük önem verdiği, Kur’ân’ın mahlûk olduğu düşüncesi144 halk arasında yaygın bir kabule sahiptir ve halk kendi aralarında rahatlıkla kelamî tartışmalar gerçekleştirmektedir.145 Bu açıdan Zemahşerî’nin yaşadığı dönemde, yaygın bir cedel ortamının olduğunu ve delilsiz konuşmaların hoş karşılanmadığını söylemek mümkündür.

“Coğrafya kaderdir” ifadesi, Zemahşerî’nin hayatında ilme düşkün bir kişilik ve Mu‘tezilî bir alim olması şeklinde gerçekleşmiştir. Onun ilim sevgisinin, kesilen ayağından duyduğu eksikliği, ilimde yükselerek giderme ihtiyacından kaynaklandığı

137 Ebu Abdillah Muhammed el-Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim fî Ma’rifeti’l-Ekâlim, (Beyrut: Daru Sadr, 1991), 284-285.

138 İshak Hocasî, Aksa’l-Erab fî Tercemeti Mukaddimeti’l-Edeb, (b.y.: Matbaa-i Amire, 1313), 299.

139 Cemalüddin Ali b. Yusuf el-Kıftî, İnbâhu’r-Ruvât alâ Enbâhi’n-Nüvât, tah: Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, (Kahire: Daru’l-Fikri’l-Arabi, 1982), 3/270.

140 Bkz. Selim Eren, “İnanç ve Sosyo-Kültürel Çevre Etkileşimi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 11/1, (2007), 134-136.

141 Zekeriyya Kazvînî, Âsâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd, (Beyrut: Daru Sâdır, t.y.), (Cürcâniyye), 519-520; (Havârizm), 525; Turan, Selçuklular Tarihi, 323-324, 485.

142 Zemahşerî, Dîvânü’z-Zemahşerî, tah: Fatıma Yusuf el-Haymî, (Beyrut: Daru Sadr, 2007), 558, 283.

143 Marshall G. S. Hodgson, İslam’ın Serüveni, (İstanbul: İz Yayıncılık, 1995), 2/211-212.

144 Kur’ân, Allah’ın kelamı ve vahyi olup, sonradan yaratılmıştır. Allah’ın zatı ile birlikte kadîm değildir. (Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, çev: İlyas Çelebi, (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2013), 2/369).

145 Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 395.

38 da dile getirilen düşünceler arasındadır.146 Bu veriler ışığında, Harizmli olmasının tefsirindeki etkilerini gösteren bazı örnekler şunlardır: Müfessir “Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ettiler. O’ndan başka ilâh yoktur. O, azîz ve hakîm’dir. Allah katında din İslam’dır.” (Âli İmrân 2/18-19) ayetlerinde geçen “azîz” ve “hakîm” sıfatları üzerinde durmuştur. Ona göre bu iki sıfat Allah’ın, tevhid ve adalet vasıflarına sahip olduğu anlamına gelmektedir. Bu yoruma binaen ayet, meleklerle birlikte anılan ve son derece övülen ilim ehli kimselerin;

Allah’ın vahdaniyetini kesin delillerle ispat eden “adalet ve tevhid ehli” yani Mu‘tezile mensupları olduğuna işaret etmektedir.147 Harizmli müfessirin bu ifadelerinde, ilim sahibi olmak ile Mu‘tezilî olmak arasında sıkı bir bağ kurduğu anlaşılmaktadır. Harizm hakkında yukarıda işaret edilen verilerle, bu izah arasındaki uyum göze çarpmaktadır.

Yine “Ey oğullarım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin.” (Yûsuf 12/67) ayetinin tefsirinde, Hz. Yakup’un oğullarına öğütlediği bu tavsiyenin sebebini şöyle açıklamıştır: “Bu tavsiye ile amacı; evlatlarının hem dikkat çeken dış görünüşleri hem de kralla olan yakınlıkları sebebiyle, diğer heyetlerin onları parmakla işaret ederek, göz değmesi (nazar) ya da başka bir kötülük etmelerinin zararından korumaktır.” Müfessir, bu bağlamda göz değmesinin gerçekten bir etkisi olup olmadığını tartışmıştır. Ona göre, Allah’ın bir kimsenin bir şeye beğeniyle bakması sırasında, o şeyde bir noksanlık yaratabilmesi mümkündür. Bunun amacı, Allah'ın muhakkikûn (derin düşünenler/araştıranlar) ile ehl-i Haşviyye’nin ayırt edilmesi için kullarını imtihan etmesidir. Böyle bir imtihanda muhakkik; “Bu, Allah’ın fiilidir.”

derken, Haşvî; “Bu, gözün etkisidir.” demektedir.148 Burada, kendisini ve diğer Mu‘tezile mensuplarını; derin düşünen, araştıran kimseler olarak değerlendirirken, Haşvîleri;149 yüzeysel ve zâhirî bakan, tahkik etmeyen kimseler olarak tanımlamıştır.

Bakara suresinin 255. ayetinin (Ayete’l-Kürsî) tefsirinde, bu ayetin faziletli oluşunun, tıpkı İhlas suresi gibi tevhid, ta’zîm vb. yüce sıfatları konu edinmesinden kaynaklandığını söylemiştir. “Çünkü, izzet sahibi Allah’ı anmaktan, zikretmekten daha değerli bir konu bulunmamaktadır. Bundan dolayı, Allah katında ilimlerin en kıymetlisi ve en yüksek derecede bulunanı tevhid ve adalet ehlinin ilgilendiği ilimdir.”

146 Enver Arpa, Zemahşerî’nin Tefsirdeki Yeri, (Ankara: Fecr Yayınları, 2012), 12.

147 Ebu’l-Kâsım Cârullah Muhammed b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl ve Uyûni’t-Te’vîl fî Vücûhi’t-Uyûni’t-Te’vîl, tah: eş-Şirbînî Şerîde, (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2012), 1/322-324.

148 Zemahşerî, Keşşâf, 2/447.

149 Bkz. Tez metni “Haşviyye ile Bid‘at ve Heva Ehline Eleştirileri” başlığı, 69.

39 Zemahşerî, yaşadığı çağda ve bölgede mezhebinin azınlık bir grup olup, diğer Müslüman cemaatler tarafından adeta dışlandıklarının oldukça farkındadır. Bunu,

“Mu’tezilenin, düşmanlarının çokluğu seni aldatmasın.” diye ifade etmiş ve şu beyitleri zikretmiştir:

“Değerli insanlara haset edildiğiyle karşılaşırsın,

Ancak basit insanlara hiç haset edildiğini göremezsin.”150

O, bu şiirle kendilerine yapılan tavrın haksız olduğunu ve ancak kendilerinin hakikî ilim ile uğraştıklarını göstermeye çalışmıştır. Diğer yandan diğerlerini bir küçümseme içine girdiği de anlaşılmaktadır.

Başka bir örnek şu ayette geçmektedir: “Sonra şüphesiz, siz de kıyamet günü, Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız. Kim, Allah’a karşı yalan uyduran ve kendisine geldiğinde, doğruyu yalanlayandan daha zalimdir?” (Zümer 39/31-32) Zemahşerî, ayette kıyamet günü davalaşacağı belirtilen grubun, ehl-i kıble olduğunu söylemiştir. Bununla birlikte, ondan önceki müfessirler nazil olduğu dönemde ayetin, ehl-i kitap ile Müslümanlar arasındaki husumeti kastettiğini açıkça belirtmişlerdir.151 Sonraki dönemlerde Sıffîn savaşı ile karşı karşıya gelen Müslümanlar, bu ayetin kendileri hakkında nazil olduğunu idrak etmişlerdir.152 Müfessir, hemen akabinde gelen ayetin, Müslümanlar arasındaki tartışmayı tefsir ederek bunun, Allah’ın kelamı etrafında gerçekleşeceğini belirttiğini söylemiştir. Bir grup Müslümanın, “ehlü’n-Nesâfe” gibi yapmayarak, kendilerine bir bilgi geldiğinde üzerinde düşünüp, hak mı batıl mı olduğunu ayırt etmeksizin yalanladıklarını ifade etmiştir.153 Zemahşerî burada, mezhebi Mu‘tezileyi; “ehlü’n-Nesâfe” yani adalet ehli olarak nitelendirmiş ve bilgiye, derinlikli bir düşünce ve ihtimam ile yaklaştıklarını vurgulamıştır. Ondan önceki müfessirlerden Taberî, ayetle ilgili Zemahşerî’nin yer verdiği te’villeri zikretmiş ancak sonuç olarak ayetin bütün mümin ve kafirleri kapsadığını, ahirette herkesin hakkını alacağına işaret ettiğini söylemiştir.154 Zemahşerî ise ayeti mezhep tartışmaları içine çekmeyi tercih ederek aşırı bir yorum yapmıştır.

150 Zemahşerî, Keşşâf, 1/283-284.

151 Mukâtil, Mekke kafirleri ile Hz. Peygamber arasında olacağını belirtmiştir. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsîru Mukâtil, 3/132).

152 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 21/288; Mâturîdî, Te’vîlât, 8/680.

153 Zemahşerî, Keşşâf, 4/20-21.

154 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 21/288.

40 Zemahşerî, ilim dendiğinde Mu‘tezilenin ilmini; düşünen, araştıran dendiğinde bir Mu‘tezilî’yi kastediyor olmasının zımnen doğal bir tutum olduğunu söyler: “Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.” (Zümer 39/18) “Bu ayette, inananların din konusunda titiz olmaları ve güzel ile daha güzelin, üstün ile daha üstünün arasını ayırmaları kastedilmiştir. Mendub ve vâcip olan iki durumla karşılaşınca vacibi tercih ederler. Mübah ve mendub konusunda da böyle yaparlar.

Allah’a en yakın olanı ve en sevap olanı yapmaya isteklidirler.” Zemahşerî, mezheplerin de bu ayet kapsamına girdiğini belirtmiştir: “Bir mezhep mensubu, mezheplerin delillerinden; şeklen en sabit, incelemeye göre en kuvvetli ve delil olarak en açık olanını tercih eder. Bu delil, kendi mezhebinde olmasa bile böyle yapar.”

Ayrıca, “Bağlanıp boyun eğen kervan devesi gibi olma!” beytini örnek göstererek, burada taklitçilerin kastedildiğini söylemiştir.155

O, burada bir mezhebi tercih etmenin en önemli gerekçesini dile getirmiştir.

Öte yandan mezhepçilik yapmanın arka planında yer alan psikolojik nedenlerden birisinin de Zemahşerî’nin kendi mezhebine yaklaşımında görüldüğü gibi “ikna olmuşluk” hali olduğu bilinmektedir. Yani müfessir, mezhebinin metodolojisini en uygun/en doğru yöntem gördüğü için savunmaktadır. Bu durumun farkında olduğuna kanaat getirdiğimiz müfessirin taassup karşıtı bu ifadelerinin, Mu‘tezileyi kapsadığını söylemek zordur. Onun tefsirinde, kendi mezhebine eleştirel yaklaştığı bir cümle bulunmamaktadır. Aksine, mutaassıp bir Mu‘tezilî izlenimi verdiğini belirtmek daha mümkündür. Onun bu cümleleri, diğer mezhep mensuplarına yönelik olabilir. Diğer yandan fıkhî hükümlere ait kavramları kullanması, taklitçilik ile fıkhî mezhep taklitçiliğini kastettiği şeklinde de anlaşılabilir. Nitekim Hanefî olmakla birlikte tefsirinde diğer mezhep görüşlerine yer vermekte156 bir sakınca görmemiştir.