• Sonuç bulunamadı

İslamiyet’in Kabulü Sonrası İlk Türk Devletleri

1. BÖLÜM: KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE TARİHSEL TEMELLER

1.2. Danışma Kurullarının Tarihî Temelleri

1.2.3. İslamiyet’in Kabulü Sonrası İlk Türk Devletleri

Türkler tedricen kabul ettiği Müslümanlaşma sırasında İslam devletleri ile karşılıklı etkileşim içerisine girmiştir. Yönetsel danışma usulü bu etkileşimler neticesinde değişiklikler geçirmiştir. Devlet işlerinde farklı fikirlerden faydalanma usulü Türklerin Orta Asya’dan beri kullandıkları bir yöntem olsa da İslamiyet ile yeni bir hüviyete bürünmüştür. Nitekim yeni dönemde istişare ile hareket etmeye verilen değerin kaynağı dinle bağdaştırılmış ve İslami bir gereklilik olarak addedilmiştir. Ayrıca devletin her köşesinden gelenlerin oluşturduğu kurultayların yerini merkezdeki belli kimselerden müteşekkil divânlar almıştır. Bu bakımdan literatürde toyların temsili niteliğinden dolayı daha demokratik bir kimliğe sahip olduğu belirtilmektedir. Divân ve meşveret ise artık bu temsili nitelikleri taşımayıp (Seyitdanlıoğlu, 2009, s. 9, 10), sultanın egemenliği altında geçen toplantılar hüviyetinde olmuştur.

Yukarıda belirtilen kimi değişikliklerle birlikte İslamiyet’in kabulü sonrası Türk idare teşkilatında yönetsel danışma usulüne önem verilmeye devam edilmiştir. Bu dönem hakkında bilgiler barındıran ve Yusuf Has Hacip tarafından yazılan ilk Türk- İslam eseri Kutadgu Bilig ile Melikşah’ın veziri Nizâmü'l-Mülk'ün ünlü eseri ve ortaçağ Ortadoğu devletlerinin önemli başvuru kaynağı olan Siyasetnameden (Ortaylı, 2016, s. 98) İslamiyet’in kabulü sonrası meydana gelen ilk Türk devletlerinin yönetsel istişareye verdikleri önem anlaşılabilmektedir. Birçok yerde istişare ile iş görmeyi ve devlet

40

işlerinde tecrübeli olanlardan faydalanmayı önermişler ve yönetsel istişareyi dinî bir gereklilik olarak göstermişlerdir.

Nizâm'ül-Mülk; İslam anlayışında Hz. Peygamber’den (s.a.v) daha üstün ve bilgili bir kişinin dünyaya gelmemesi inancına rağmen O’nun bile Kur’an tarafından istişare ile emrolunmasını dayanak göstererek, hükümdarların da bunu bir dini gereklilik olarak görmesi gerektiğini belirtmektedir (Nizâmü'l-Mülk, 2009, s. 127, 128). Ona göre hükümdarın bunu uygulaması zorunlu bir durumdur. Aksi bir tutum sergilemesi ve istibdat ile hareket etmesi fikir zayıflığına delâlet etmektedir. Ayrıca, kitabında ayırdığı kısımla meşveret işini, hükümdarlar için ilahî bir emir gibi değerlendirmiştir (Köymen, 1968, s. 5, 48-50, 55).

Nizâmü'l-Mülk’e göre bir kişinin tedbiri bir kişinin kuvvetine, iki kişinin tedbiri iki kişinin kuvvetine bedeldir. Bir hükümdar ne kadar bilgili ve akıllı olursa olsun, karar alırken yetkin danışmanlarından fikir sormalıdır (Nizâmü'l-Mülk, 2009, s. 127, 128). O, devlet işleri için âlimler ve cihan görmüş ihtiyarlarla istişare ettikten sonra nihaî kararı vermelidir. Çünkü alimlerin ve tecrübeli kimselerin kuvvetli hafızası vardır ve hâdiseleri çabuk görürler; başka biri ise daha geç kavrayabilir (Nizâmü'l-Mülk, 2009, s. 128). Ayrıca Nizâmü'l-Mülk’e göre devlet idaresine dair meselelerin, daha salahiyetli olmalarından ötürü vezirlerle; alimlerle ve devletin ileri gelenleriyle istişare edilmesi evlâdır (Nizâmü'l-Mülk, 2009, s. 123-125). Onlar alanlarıyla ilgili konularda bilgili, deneyimli ve uzman kişiler olduklarından ve ülke geneline yayılmış naipleriyle vuku bulan olaylara hâkim bulunduklarından talep halinde gerekli bilgileri hükümdara iletebilirler (Nizâmü'l-Mülk, 2009, s. 83). Nizâmü'l-Mülk eserinde memleket meselelerinde acele etmemek gerektiğini de belirtmektedir. Mevzubahis konunun doğrusuyla ve yalanıyla araştırılmasını, bahsedilen kişilere danışılmasını, sonrasında ise hareket edilmesini önermektedir (Nizâmü'l-Mülk, 2009, s. 195).

Orta-Asya Türk kültürünün ve İslami değerlerin yansıtıldığı Kutadgu Bilig’de de istişarenin yönetim içerisindeki yerini görmek mümkündür. Eserde devlet yönetiminde doğruluk, kanaat, akıbet, talih, kut ve ikbalin yanında önemli bir esas olarak akıl ileri sürülmüştür. Nitekim kitabın altıncı bölümünde insanoğlunun değerinin akıl ve bilgiden geldiği, bilgisiz olanın karanlıkta olduğu belirtilmektedir. İnsanın bilgeden nasibini almasını öğütler. Aynı zamanda akıl ve bilginin kişiye danışman olması gerektiğini ifade eder (Yusuf Has Hacip, 2016, b. 178, b.5209 vd.). O’na göre akıl ve bilgiye devlet

41

yönetenlerin mutlaka sahip olması gerekir. Aynı zamanda hükümdarın yanında bulundurması gereken kişiler de akıllı, bilgili, mert olmalıdır. Hükümdarın bu kimselere danışması devletin yararınadır. O’na göre devlet işi bilgiyle yürütülmeli ve bilgi edinip akılla kavranmalıdır (Yusuf Has Hacip, 2016, b. 1990, b.2604, b. 2706 vd.).

Eserde hükümdarın gerekli ile gereksizi yanındaki bilgelerden sorarak öğrenmesi tavsiye edilir. Bu akıllı kişinin yapacağı bir eylemdir. Çünkü, yazara göre aklın kıymetini akıllı bilir, bilgenin sattığını bilge alır ve bilgili sözünü tutanın karşılaşacağı hep iyiliktir (Yusuf Has Hacip, 2016, b. 328, b. 470, b. 5213). Ayrıca hükümdara danışmanlık yapan “er-ögi”leri Yusuf Has Hacip çok önemli görmüş ve devlet idaresinde ricalin ulaşabileceği en üst nokta olarak göstermiştir (Genç, 1981, s. 248, 249, 339).

Kitap geneli itibariyle değerlendirildiğinde adaleti simgeleyen hükümdarın (Kün-Toğdı); veziri (Ay-Toldı) timsaliyle talihe, mutluluğa; vezirin oğlu (Ögdülmüş) nezdinde akla; vezirin akrabası (Odgurmış) temsiliyle de kanaate danıştığı ve bu kimselerle devlet işleri için istişare ettiği görülür. Bahsedilen karakterler birbirlerine türlü işlerde danışarak ve tavsiyelerde bulunarak adeta devlet yönetiminde bir usul göstermiştir (Yusuf Has Hacip, 2016, b. 4939, b.5094 vd.). Vezirin de Ay-Toldı (Dolunay) ile simgelenmesi manidardır ki karanlıkta aydınlatan aydır. Bu durumu, vezirin danışman rolünü ön plana çıkardığı şeklinde yorumlamak mümkündür. Nitekim Yusuf Has Hacip’e göre vezir hükümdara yol göstermede temel bir rol üstlenir, ona yol göstermekle doğruyu öğütlemekle mükelleftir (Yusuf Has Hacip, 2016, b. 5336, b. 5337).

İstişareye verilen önemin görülebildiği bu eserleri başucu kaynağı olarak kullanan Türk-İslam devletlerinde en üst yetkili makam hükümdardır. Onun ağzından çıkan sözler kanun hükmünde olmuştur. O yönetsel danışma usulünden sıklıkla faydalanarak devlet işlerini yürütmüştür. Teşkilat içerisinde danışmanların yanı sıra meşveret meclisleri ile divânlar önemli bir yer edinmiştir. Doğu’da teşkilatlanmış Türk- İslam devletlerinden Gazneliler, Samanoğulları, Selçuklular ve Anadolu’da kurulan beylikler devlet yönetiminde bu mercilerden faydalanmıştır (Mumcu, 2017, s. xxvi- xxix). Yönetsel istişareyi vezir başkanlığında toplanan bir büyük divân ve ayrıca şehzade ile beylerin emirleri altında oluşturulmuş daha küçük divânlar aracılığıyla gerçekleştirmişlerdir (Turan, 2002, s. 165).

42

Merkezdeki divânlar türlü işler için görevlendirilmiştir. Posta teşkilatı, malî işler, vergilerin ve toprak dağıtımının kaydı, adaletin sağlanması gibi sahalarda divânlar kurulduğu bilinmektedir. Örneğin bu görevleri Büyük Selçuklular’da; başında vezirin bulunduğu divân-ı vezaret ile ona bağlı olarak oluşturulan şu kurullar üstlenmiştir: Tuğrai başkanlığında toplanan ve dış işleriyle mükellef divân-ı tuğra, müstevfi başkanlığında kurulan ve toprak kayıtlarını tutup, vergilerin dağıtımı ve malî işlerle mesul divân-ı istîfâ, arız başkanlığında oluşturulan ve milli savunma işlerine bakan divân-ı arz’ül-ceyş ve müşrif başkanlığında düzenlenmiş ve umumî teftişle görevli divân-ı işraf (Kafesoğlu, 1972, s. 144-146).

Diğer bir örnek olarak Gazneliler gösterilebilir. Gazneliler’de gerek eyaletlerde gerekse merkezde devlet işlerinin kaydının tutulduğu ve görev alanı ile ilgili istişarelerin yapıldığı divânlar yer almıştır (Nuhoğlu, 2002, s. 287, 294 vd.). Memlüklüler’de de divânlar görülmektedir. Devlet işleri buralarda yürütülmüştür (Keleş, 2002, s. 312-314). Bu kurullar devlet işlerinde uzmanlaşmayı temin etmiş merciiler olmanın yanı sıra kararların istişare edildikten sonra alınmasını sağlayan ve hükümdarın her an uzman kimselerden fikir sorabildiği yerlerdir.

Divânlardan ayrı olarak önemli hususlarda meşveret ile hareket etmek de önemsenen bir esas olmuştur. Merkez teşkilatında yer alan rical kendi sahasına giren konularda lüzum gördükleri zaman tek tek veya küçük gruplar halinde hükümdarın huzuruna çıkmış, uzmanlık alanları hakkında hükümdara bilgi vermiş ve meselelerin çözümüne ilişkin fikirler sunmuştur. Hükümdar aynı zamanda teşkilat içerisinden olmayan tecrübeli kimselerle, alimlerle ve ihtiyarlarla da istişarelerde bulunmuştur (Köymen, 1968, s. 47). Örneğin, Büyük Selçukluların hükümdarı Sancar Han’ın, din adamlarının ve zabitlerinin kendisine nasihatte bulunmasını istediği ve yaptıkları tenkidi anlayışla karşıladığı bilinmektedir (Gelibolulu, 2015, s. 62). Yine Karahanlı hükümdarlarının resmi ve hususi amaçlarla meclisler oluşturduğu, buralarda bazı mühim meseleleri istişare ettiği saptanmaktadır. Bu toplu kabul ve görüşmelere taşrada bulunan yöneticiler ve diğer ilgililer de çağrılabilmiştir. Hükümdar, devlet meselelerini bu kişilerle istişare ettikten sonra neticelendirmiştir (Genç, 1981, s. 164,338).

Osmanlı öncesinde kurulan Türk-İslam devletleri arasında en gelişmiş olarak görülen Türkiye Selçuklularına, halefi Osmanlı’ya bir çok özelliği miras bıraktığından (Ortaylı, 2016, s. 101) dolayı ayrı bir parantez açmak gerekmektedir. Anadolu Selçuklu

43

Devletinde merkez ve eyalet örgütlenmeleri büyük çoğunlukla İran Selçuklularına benzer olmuştur. Yönetimin başı diğer Türk devletlerinde olduğu gibi hükümdardır. Saltanat hanedanın müşterek malıdır. Ailedeki şehzâdelerin tahta geçme şansları eşittir. Bu yüzden küçük yaştan itibaren tahta yönelik yetiştirildikleri bilinmektedir. Örneğin bir atabeyinin nezaretinde devlet işlerinin öğrenilmesi amacıyla eyaletlere Melik olarak gönderilmişlerdir. Atabeylerinin şehzâdeler büyüdükten sonra da onların veziri, kumandanı veya müsteşarı olarak görevlendirildiği görülmektedir (Turan, 1969, s. 239).

Atabeyler şehzadelerin, taşrada idareci olarak tecrübe kazanmaları sırasında, onların müşaviri konumunda yanlarında bulunan kişidir. Şehzadelere, diğer devlet erkânına ve saltanat naiplerine bütün işlerde atabeyleri ile meşveret ettikten sonra hareket etmeleri gerektiği, fermanlarla buyrulmuştur (Taneri, 1997, s. 21-22). Böylece hükümdarlığa hazırlanan şehzâdelere devlet işlerinde danışarak iş görme yetisi Melik zamanlarından uygulanarak öğretilmiştir. Nitekim hükümdar olduktan sonra da işleri yönetsel danışma usulü ile yürütmesi beklenmiştir.

Bilgiden ve tecrübeden faydalanmayı usul bilmiş Türkiye Selçuklu Devletinde (Niyazi, 2017, s. 94) bu amaçla meşveret meclisleri ve divânlar oluşturulmuştur. Meseleler büyük divân denilen ve vezirin başkanlığında Nâib-i Saltanat, Beylerbeyi, Tuğrai, Atabey, Pervane, Ârız, Müstevfi, Müşrif-i Memâlik’ten müteşekkil Divân-ı Saltanat’ta görüşüldükten sonra karara bağlanmıştır (Taneri, 1997, s. 18). Sultanların Divân-ı Saltanatça alınmış kararları çoğunlukla direk onayladığı veya çok nadiren değişiklik yaptığı bilinmektedir. Bir nevi divânın aldığı kararları uygulayıcı konumunda hareket etmiştir (Saray, 1999, s. 17).

Anadolu Selçuklu Devletinde divân, bilhassa üç vazifeyle görevlendirilmiştir: Birincisi hükümdarın müşaviri olarak türlü görüşler sunmak ve diğer devlet elçileriyle olan formalîte işleri hazırlamaktır. İkincisi, devletin malî işlerini tanzim etmektir. Üçüncü ise askeri ve idari manada vilayetlerdeki işler hakkında kararlar almaktır (Akdağ, 2010, s. 193-194). Divân bu görevlerini belli bir usul ve esas içerisinde gerçekleştirmiştir. Vezirin divâna gelmesi ve kendisi için ayrılan sofanın üzerine oturması ile başlayan toplantıda, vezirden uzakta konumlarını alan diğer üyelerle istişareler gerçekleştirildiği ve en son yemek yenilip divânın sonlandırıldığı bilinmektedir (Turan, 2002, s. 157). Merkezdeki büyük divânın yanında malîye işlerine bakan divân-ı istîvfâ, arazi tahrir ve ikta defterini tutan divân-ı pervane, ordunun

44

işleriyle ilgilenen divân-ı ârız, hükümdar adına yazışma işlerine bakan divân-ı tuğraî ve devletin malî ve askerî işlerini denetleyen divân-ı israf olmak üzere her biri bakanlık gibi olan kurul-organlar da (Ortaylı, 2016, s. 102-103) yönetsel danışma usulünün gerçekleştirildiği daireler olmuştur.

Görülmektedir ki yönetsel danışma usulü Türk devletlerinde farklı esaslarla olsa da İslamiyet’in kabulü sonrasında kullanılmaya devam etmiştir. Bu doğrultuda merkez teşkilatı içerisinde merciiler meydana getirilerek istişareler gerçekleştirilmiştir. Yönetim teşkilatlanması bakımından birbirine örnek olduğu anlaşılan bu devletlerden Osmanlı’nın selefi olarak nitelenebilen Türkiye Selçukluları da yönetsel danışma usulünü önemseyerek kullanmıştır. Bu usul bir gelenek olarak Osmanlı’da da sürdürülmüştür.

45

2. BÖLÜM: OSMANLI MERKEZ TEŞKİLATINDA DANIŞMA