• Sonuç bulunamadı

İslam ve Protestan Çalışma Ahlakı Üzerine Küçük Bir Mukayese

Belgede İslam toplumunda emek ve sermaye (sayfa 114-117)

2.3. İSLAM’DA ÇALIŞMA AHLAK

2.3.5. İslam ve Protestan Çalışma Ahlakı Üzerine Küçük Bir Mukayese

İslam’a ait ahlak anlayışı içerisinde “çalışma ahlakı” terim olarak ayrı bir kategorizasyona tabi tutularak müstakil bir şekilde ele alınmadığını daha önce belirtmiştik. Ancak İslam, ahlaki anlayışı hayatın bütün alanlarında hakim kılmak istediğinden, “İslam Ahlakı” içinde, çalışma ve ticaret ahlakını alarak iktisadi hayatı da kapsadığından, İslam’a göre bir “çalışma ahlakı” söz konusu olabilmektedir. İşte İslam’a ait böyle bir kavramın varlığı tanımlanarak ortaya çıkarıldıktan sonra bazıları bunun, Protestanlığa ait bir ahlakla belirli noktalarda benzerlikleri üzerinde durdular. Araştırma konusu haline getirdiler.

Bireylerin ait oldukları toplumun kültürel özelliklerinden etkilendiğini ve çalışma kavramına bakış açılarını toplumdaki bu genel anlayışın şekillendirdiğini ilk kez Max Weber ortaya atmıştır. Weber’e göre kapitalizmin, Protestanlığın yaygın olduğu toplumlarda ortaya çıkmasının nedeni, bu mezhebin bireyler üzerinde yerleştirmiş olduğu kendine özgü anlayıştan kaynaklanır (Ünal ve Çelik, 2010: 219). Weber, buna şu şekilde dikkati çeker:

Sermaye sahipleri ve işverenler, hatta işçi sınıfının eğitimli yüksek tabakası, özellikle çağdaş işkollarında yüksek düzeyde teknik ya da ticari eğitim görmüş personel, Protestan özelliklere sahiptir…. Gelişmekte olan kapitalizmin, nüfusun gereksinimlerine göre toplumsal ve mesleki sınıflaşmayı düzenlemek için serbest gelişme döneminde elini uzattığı her alanda geçerlidir. Serbestlik ne kadar güçlüyse, dini istatistiklerdeki bu sayısal olgular da kendini o derece ortaya koyar. Protestanların, toplam nüfusa oranla sermayeden büyük ölçüde pay almaları, büyük çağdaş endüstriyel ve ticari iş alanlarındaki işletmelerin üst basamaklarında ve yöneticilik makamında bulunmaları, bazı açılardan tarihi nedenlere dayandırılabilir. Bu nedenler çok uzak geçmişe uzanmaktadır ve bu bağlamda belirli bir mezhebin üyesi olmak, ekonomik görünüşlerin birincil nedeni olarak değil, bunlardan çıkan sonuç olarak nitelendirilir…. İmparatorluğun birçok bölgesi – ekonomik açıdan en gelişmiş olan ve en zenginlerin bulunduğu –, doğal kaynaklar bakımından ya da ilişki ağları bakımından en uygun ve ekonomik olarak en gelişmiş yerler, özellikle de zengin kentlerin birçoğu, XVI. yüzyılda Protestanlığı kabul etmiştir; bunların etkileri bugün, Protestanların ekonomik kavgada var olmalarını sağlıyor (Weber, 2010: 30-32).

Benzeşmeler olmakla birlikte İslam ile Weber’in “Protestan Ahlakı” tezi birbirlerinden çok farklıdır. Aralarındaki en büyük farklardan biri, İslam’ın her şeyde olduğu gibi çalışma ve servet birikiminde orta yolu ve itidalli olmayı savunmasıdır. Protestanlıkta ise bireyler, cennete ehil olduklarına ya da lanetlenip lanetlenmediklerine dair bir belirsizlik taşırlar. Bu irrasyonel kader inancından dolayı mezhepleri onlara; iyi

112

işler yapmalarını, çok çalışmalarını, disiplinli ve dürüst olmalarını salık vermiş, ancak böyle kurtulabileceklerini söylemiştir. İslam’da ise doğuştan günahkarlık veya kurtuluş amacı için sırf maddi çaba gereksinimi gibi bir kural mevcut değildir. Bu sebeple de çalışma kavramı İslam’da, Weberyen Protestan doktrindeki gibi amaç değil, sadece bir vesiledir (Kurt: 2009: 156-158).

İslam’da esas olan ahirettir. Dünya sadece, yaratıcının rızasını kazanmak için bir araçtır. Kur’an’da geçen “Sonra, yemin olsun ki, o gün (size verilen) her nimetten sorulacaksınız” (Kur’an, 102/8), “Biliniz ki mallarınız da çocuklarınız da ancak birer imtihan vasıtasıdır. Asıl büyük mükafat ise şüphesiz Allah katındadır” (Kur’an, 8/28, 3/16, 18/7, 45/22, 64/15) şeklindeki ayetler, dünyevi zenginliklerin hepsinin de birer imtihan vesilesi olduğunu ve insanların ahirette kendilerine verilen bu imkanlardan dolayı hesaba çekileceğini bildirmektedir. Dolayısıyla İslam’da, dünya – ahiret dengesi sağlanmaya çalışılmakla birlikte esas olan ahirettir. Weber’in tanımladığı Protestan ahlakında ise temelde dünya vardır.

Weber, kapitalizmin sınırsız bir kazanç ve sömürüyü hedef ittihaz etmediğini ileri sürmüştür. Onu; düzenli ve rasyonel çalışmayı kendisine bir hayat felsefesi olarak kabul etmiş, aşırı tüketim ve gösterişten arınmış, tutumluluk ve hesaplılık tarafına yakın iş ahlakı olarak tanımlar. Buradan belki İslam’ın öngördüğü sistemle arasında bir benzerlikten bahsedilebilir. Ancak İslam, mülkiyet ve çalışma hakkının insanlara tanındığı adil bir sistemi öngörmekle birlikte; buna, kesinlikle “dünyevi asketizm” rengi vermez. Dolayısıyla sadece dünya için uygulanacak, ahireti göz ardı eden bir çalışma stratejisi, İslam’ın anlayışına terstir (Kurt, 2009: 158-161).

İlk dönem İslam (Asr-ı Saadet) anlayışı içerisinde zühd büyük önem taşımaktaydı. Dünyevi çalışmalar önemsenmekle birlikte, lüks ve israfa karşı bir çekingenlik söz konusuydu. Fakat daha sonra imparatorluk ve saltanat haline dönüşen İslam devletleri (Emeviler gibi) dönemlerinde yöneticiler, dünyevi amaçları ön planda tutmaya ve lüks içinde yaşamaya başladılar. Ayrıca Haricilik ve onun doğurduğu siyasi çalkantılar nedeniyle de “dünyevileşme” tartışılan ve zahitlerce menfur (nefret edilen) görülen bir hal almaya başladı. Bu iki unsur, sufizmi ortaya çıkaran birer faktör olarak, tabir yerindeyse bir “uhrevi askteizm”i doğurdu. Yani dünya için ahireti ikinci plana atanlara karşın, sadece ahireti göz önüne alarak dünyevi çalışmayı geri plana atan sufi

113

zihniyeti. Bu düşünce gücünü İslam’da icma ile sahihliği kabul edilen “inzivaya çekilme” prensibinden alıyordu.

IX. yy.’dan itibaren ise Sünni anlayışla sufizmi birleştiren farklı bir akım doğmaya başladı. İlk ve önemli temsilcileri arasında Haris el-Muhasibi ve ondan bir buçuk asır sonra gelen Gazali örnek olarak gösterilebilir. Bu anlayışın temsilcileri, dünya – ahiret dengesini kurmaya ve dinin ibadetle muamelat yönünü sufiliğe dayandırarak ona bir canlılık kazandırmaya çalıştılar (Türkdoğan, 2005: 104-107). Yani aynı sahabe gibi, dünyevi çalışmayı bırakmadan, zühd ve takva prensiplerini de göz önünde bulunduran israf, lüks ve gösterişten uzak yaşama biçimi. Fazlur Rahman buradan hareketle, Muhasibi’ye atfen aktardığı fikirleri yorumlayarak Sünni sufizmle Protestanlık arasında şu şekilde bir değerlendirme yapar:

“(Aslolan) dünya hayatını reddetme değil, ihlası; elde etmek için sürekli çaba harcamak, özellikle gurur, kibir ve kendilerini aldatmak kararında devamlı bir nefis terbiyesinde bulunmaktır.” Böyle bir yaklaşım İslami asketizm ile Protestan asketizm arasındaki benzeşim noktalarını bize bütün çizgileriyle açıklamaktadır. (Türkdoğan, 2005: 107-108)

Protestanlıkla İslam benzer noktalara sahip olsalar bile, aynı konum ve bağlamda ele alınabilmeleri mümkün değildir. Her şeyden önce Protestanlık, reformist bir hareket sonucunda ortaya çıkmış ve bütünüyle İncil’i yansıtmamaktadır. İslam ise bu şekilde bir reform dönemi geçirmemiştir. Kur’an-ı Kerim’in indiği yirmi üç yıllık dönemde İslam hangi prensipleri deruhte ediyorsa, hala aynı emir ve yasaklar geçerlidir. Temel prensipler korunmakla birlikte, yorum ve değerlendirmeler; ayrıntılar üzerindedir. Fakat Protestanlık ise tarihsel bir süreç içinde gelişerek temel değerlerini, bu birikimi kaynak alarak oluşturmuştur.

Sonuç olarak İslam’da mutlak manada amaç olarak sıkı ve aşırı çalışma değil, ruh ve beden bütünlüğünü birlikte ele alan, kainattaki tüm canlılara merhametle yaklaşmayı önemseyen disiplinli bir çalışma anlayışı övülmüştür. Yoksa modern dönemin ürünü olan “sıkı çalışma” kavramı, İslam’ın öngördüğü çalışma anlayışıyla örtüşmemektedir (Kurt, 2009: 161-162).

114

Belgede İslam toplumunda emek ve sermaye (sayfa 114-117)