• Sonuç bulunamadı

İslam’da Emek – Sermaye Ortaklıkları

Belgede İslam toplumunda emek ve sermaye (sayfa 135-139)

3.2. FAİZ VE BANKA

3.2.4. İslam’da Emek – Sermaye Ortaklıkları

3.2.4.1. Mudaraba

Mudaraba, “darb” kökünden türeyen bir sözcük olup “ticaret için yolculuk yapmak” anlamına gelir. İslam fıkhında ise emek ve sermaye sahipleri arasında kurulan iş ortaklığını ifade eder. Bu iş birliğinde sermaye sahibi ortağa “Rabbu’l mal (sermaye sahibi)”, bu sermayeyi idare edip işleterek emeğiyle katkıda bulunan tarafa ise “mudarib” adı verilir. Ayrıca tüm mezhep imamları, İslam’ın dört kaynağı olan Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas’a dayanarak emek – sermaye ortaklığı (mudaraba) olarak adlandırılabilecek bu uygulamanın meşruluğuna işaret etmişlerdir.

Mudaraba’nın, İslam’ın fıkıh prensipleri doğrultusunda sahih bir şekilde gerçekleşmesi için “icab” ve “kabul”den ibaret olan iki şartının yerine getirilmesi gerekir. “İcab”, sözleşme sırasında sermaye sahibinin veya bu sermayeyi emeğiyle idare edecek olan mudaribin kurulmak istenen bu ortaklık için şartlarını karşı tarafa bildirmesi anlamına gelmektedir. Bunda temel kaide, tarafların şartlarını birbirlerine en açık ve yalın biçimiyle aktarmalarıdır. “Kabul” ise tarafların birbirlerinin şartlarını kabul etmesinden ibarettir. Dolayısıyla İslam’a göre bu iki şart yerine geldikte sonra mudaraba ortaklığı başlamış sayılır.

Mudaraba ortaklığında ortalık prensiplerinin de belirli şekil ve şartları vardır. İlk şart ortaklığa konulacak sermayenin iki tarafça da açık bir şekilde bilinecek şekilde

133

belirlenmesiyle başlar. Bundaki amaç, sermaye üzerinden kazanılması planlanan kârın bilinememesi durumunda ortaklar arasında olası bir anlaşmazlığın çıkmasını engellemektir. İkinci şart ise sermayenin nakit para ve benzeri unsurlardan meydana gelmiş olmasıdır. Dolayısıyla taşınır ve taşınmaz mallar, nakit para cinsinden olmadığı için bunlarla mudaraba ortaklığı kurulması İslam fıkhına göre doğru değildir. Üçüncü şart, sermayenin fiilen mevcut olmasıdır. Yani mudaraba, reel değerler üzerine kurulması gereken bir ortaklıktır. Örneğin; sermaye sahibi, sermayeyi işletecek kişiye “sende alacağım olan 500.000 TL, bu ortaklığın sermayesi olsun” diyerek bununla bir ortaklık kurmaya kalksa, diğer taraf bunu kabullense bile İslam fıkhına göre bu geçersiz bir mudarabadır. Böyle bir anlaşmayla işletmeci, kâr veya zarar namına ne yapsa sorumluluk kendisine ait olur. 500.000 TL’lik borcu da işletmecinin üzerinde hala borç olarak kalır. Dördüncü şart ise sermayenin fiilen mevcut olması prensibiyle alakalı olarak sermayenin, bunu işletecek yani emeğiyle bu ortaklığa dahil olacak kişiye teslim edilmesi şartıdır.

Mudaraba ortaklığında kâr ve zarar unsurları da İslam fıkhı tarafından belirli şartlara bağlanmıştır. Buna göre kâr paylarının önceden belirlenmesi ve “şayi bir cüz şeklinde” yani yüzdesel olması temel şarttır. Dolayısıyla ortaklıktan sermaye sahibinin belirlenmiş bir miktar, örneğin; her ay 10.000 TL gibi bir maddi gelir alması söz konusu değildir. Sahih ve geçerli olabilecek mudarabada bunun % 10, % 20 vb. gibi oranlarda tespit edilmesi esastır. Ayrıca kârın sadece ortaklardan birine ya da birkaçına tahsis edilerek, diğerlerinin bundan yoksun bırakılması şeklinde de bir pay dağıtımı geçersiz kabul edilmiştir. Yine işletmecinin kazancının kârdan verilmesi ve anaparaya dokunulmaması bir başka esastır. Buna göre işletmecinin kârının, sadece sermayeden veya bir miktarının sermayeden diğer kısmının kârdan verilmesinin planlandığı bir mudaraba, İslam fıkhına göre geçersizdir. Buna ek olarak işletmeci, sözleşmedeki şartlara tam olarak uymamak veya kusurlu yahut kasıtlı davranışlarla sermayenin zarar görmesine neden olması halinde bunu tazmin etmekle yükümlüdür. Çünkü o, sermayenin emanetçisi konumundadır. Bu sebeple de hakkında İslam’ın emanet (vedia) hükümleri geçerlidir (Ellek, 2006: 63-81).

134

3.2.4.2. Murabaha

Murabaha, satın alınan bir şeyin üzerine kâr ilave edilerek bir başkasına satılmasını ifade eder. Buna göre murabaha, satış akdinin bir türüdür ve “kârına satış” demektir. İslam hukukunda kârına satış “murabaha”, zararına satış demek olan “bey’-i vezia” ve alış fiyatına satışı ifade eden “bey’-i tevziye” olmak üzere üç tür satış söz konusudur. Bunların her üçü birden ise İslam fıkhında “emanet usulü satışlar” kapsamında ele alınır.

Murabahada, birey o eşyanın kendisine ne kadara mal olduğunu belirtmekte ve bu meblağın üzerine makul bir miktar koyarak diğer bir kimseye satmaktadır. Böyle bir satış yani kârına satış yapmak, İslam hukukunda meşru kabul edilmiş normal bir satış olarak kabul edilmektedir. Klasik İslam hukuku kaynaklarında ayrı bir ıstılah olarak ele alınmış hukuki bir müesseseyi ifade etmemekle birlikte murabaha, İslam Bankacılığı’nın temel mantığını oluşturan unsurlardan biridir (Armağan, 2005: 211- 212).

Murabaha, İslam hukukçuları arasında tartışmalı bir yere sahiptir. Uygulamada çalışma prensibi, “İslam Bankaları” tarafından kullanılmaktadır. Pratikte A bireyi veya şirketi, B bankasına başvurarak almak istediği malı, sermayesinin yetersizliği nedeniyle satın alamadığını bildirir ve bankanın bu malı satın alarak taksitle kendisine satması teklifinde bulunur. Banka da bu malı satın alarak A’ya belirli bir kâr karşılığında taksitle satar. Burada görüş ayrılıklarına sebep olan konu, taksitli satış sonucunda geçen zamandan dolayı değişen eşya fiyatlarından, taraflardan birinin zarar etmesi durumundan kaynaklanmaktadır. Ancak İslam fıkhına göre taraflar olası zararları kabul ederek yaptıkları anlaşmaya uyarlarsa ihtilaf ortadan kalkar (Armağan, 1996: 43).

Mudaraba ve müşareke, salt olarak sermaye ortaklığı ile ilgili bir anlama sahipken; murabaha, daha çok satışla ilgilidir. Ancak bir akde dayalı alım, satım ve görünüşte bir ortaklık gibi algılanmasından dolayı bu kapsamda değerlendirilmektedir.

3.2.4.3. Müşareke

Kelime anlamı olarak “müşareke”, iki tarafın ortaklık kurması anlamına gelir. Terim olarak İslam fıkhı terminolojisinde müstakil bir şekilde ele alınmamış olan

135

“müşareke”, daha sonra “İslami Bankacılık” kavramı ile birlikte İslam ekonomisine ait kitaplarda tek bir başlık altında incelenir hale gelmiştir.

Ortaklık kurulması üzerinde düzenleme yapan İslam hukukuna ait bu prensip, şirket (ortaklık) şekillerini çeşitlerine göre farklı tasniflere tabi tutmuştur. Buna göre iki tarafın ortaya koydukları sermaye oranının miktarı farklı ve buna bağlı olarak alacakları kâr oranı da birbirlerinden farklı ise İslam hukuku literatüründe buna “Şirket-i İnan” adı verilir. Yok eğer ortaya konulan sermaye miktarı ve kâr oranı eşit paylar halinde dağılmışsa bu, “Şirket-i Müfavaza” olarak adlandırılır (Armağan, 1996: 41-42).

İnan ortaklığında (Müşareke) kârın önceden yüzdesel olarak belirlenmesi esastır. Örneğin; % 20, % 30 vb. gibi. Aksine şirket ne kadar kâr ederse etsin, önceden belirlenmiş maktu bir kâr payı almak İslam hukukçularınca faiz sayılmıştır. Örneğin; ortaklıktan her ay 10.000 TL pay almak gibi (Ellek, 2006: 28).

3.2.4.4. Müzaraa

Emek – toprak ortaklığı olan müzaraa, toprak sahibinin toprağını bundan alınacak mahsulü bölüşmek üzere birisine işletme hakkını devretmesidir. Ortaklık sözleşmesinin kurulmasıyla başlar. İslam hukukçularınca İslam’ın kaynaklarından çıkarılmış olan prensipleri şu şekilde sıralanabilir:

 Sözleşmeyi yapacak tarafların akıl sağlıklarının yerinde olması şarttır. Ayrıca bu sözleşmeyi velisinin izin vermesiyle henüz ergenlik çağına erişmemiş bir birey de gerçekleştirebilir. Ancak velisinin izni olmadan ergenlik çağına ulaşmamış ise bu sözleşme İslam’a göre geçersizdir.

 Sözleşmeye konu olan toprak ziraata elverişli olmalıdır.  Tohumun kimin tarafından verileceği önceden belirlenmelidir.

 Ekilecek bitki türünün önceden belirlenmesi ya da bu toprağı işletecek kişiye bunu belirleme hakkının tanınmış olması gerekir.

 Mahsulün bölüşüm oranı da sözleşme sırasında belirlenmiş olmalıdır.

Sözleşmenin mahsul alınmadan bozulması halinde yetişecek ürünün tamamı toprak sahibine aittir. Tohumu, toprağı işleten vermişse toprak sahibi uygun bir kira öder. Fakat tohumu toprak sahibi vermişse, işleten kişi bundan uygun bir ücret alır.

136

Topraktan hiç mahsul alınmasa da bu masraflar taraflarca belirtilen şekilde karşılanır. Toprak sahibinin ölmesi gibi bir durum olursa varisleri, işletenin elinden toprağı sözleşme bitimine kadar alamazlar. İşletmecinin ölmesi halinde ise varisleri onun çalışmasını sürdürüp sürdürmemekte özgürdürler. Bu durumda da toprak sahibi bunu engelleyemez (Tabakoğlu, 2008: 306).

3.2.4.5. Müsakat

Kelime anlamı olarak “müsakat”, su vermek, ağaçları önceden belirlenmiş orandaki meyveleri karşılığında, sulama ve bakım sorumluluğunun ortaklık yapılan kişiye devredilmesi demektir. Fıkıh terimi olarak ise işletmecinin bağ ve bahçe gibi bir tarım alanının bakımını üstlenmesi karşılığında, yetişecek ürüne yer sahibiyle birlikte ortak olunmasını ifade eder (Ellek, 2006: 51).

3.2.4.6. Muğarese

Müsakat ortaklığı, dikili olan meyve ağaçları ya da üzüm bağı gibi tarım alanları üzerinde yapılırken; “muğarese”, İslam hukukunda boş arazinin sözleşme yapılan ortağa teslim edilerek, ağaç dikme görevinin ona devredilmesi ve dikilen ağaçlara her iki tarafın da ortaklığını ifade eder. İslam’da meyve ağaçları üzerinde ortaklık kurmak mümkün olduğu gibi, meyvesi olmayan ancak yapısı itibariyle örneğin; mobilya gibi bir sektörde kullanılmak üzere yetiştirilecek olan bir ağaç türü üzerinde de muğarese ortaklığı yapılabilir. Böylece toprağı olup bunu değerlendiremeyen birey ile çalışmak istediği halde toprağı olmayan kişi bir araya getirilerek aralarında oluşturacakları bir ortaklıkla üretime yönlendirilmiş olur (Ellek, 2006: 57-59).

Belgede İslam toplumunda emek ve sermaye (sayfa 135-139)