• Sonuç bulunamadı

İslam’da İşçi ve İşveren

2.2. İŞÇİ – İŞVEREN İLİŞKİLERİ

2.2.3. İslam’da İşçi ve İşveren

2.2.3.1. İşçi Kavramı

İslam’ın tanımladığı işçi kavramı, çağdaş iktisat nazariyesinin algıladığı işçi kavramından daha farklıdır. İşçi, kelime olarak İslam’da “ecir” şeklinde adlandırılır ve belirli bir ücret karşılığında emeğini kiralayan kişi olarak tanımlanır. Dolayısıyla İslam’daki tarifiyle işçi; bir şoför, çoban, inşaatta çalışan kişi olabileceği gibi doktor, öğretmen, mühendis, hatta devlet başkanı bile olabilir. Çünkü bu bireylerin her biri belirli bir ücret karşılığında bedensel ve zihinsel emeklerini istihdam etmektedirler (Tabakoğlu, 2005b: 129).

İslam’da işçi kavramı “Ecir-i Müşterek” ve “Ecir-i Has” olmak üzere iki kısımda ele alınır. “Ecir-i Müşterek” emeği karşılığında ücret talep eden berber, terzi, herkes için iş yapan doktor, avukat, mühendis, mali müşavir gibi meslek gruplarını içine alır. Ayrıca bu kısma mudaraba (emek – sermaye ortaklığı) ve muzaraa (emek – toprak ortaklığı) kapsamındaki emek sahipleri de dahildir. “Ecir-i Has” ise daha çok bir kişi veya kurum için çalışan işçi anlamına gelmektedir. Bunların ücreti, yaptığı iş karşılığında ücret alan “Ecir-i Müşterek”ten farklı olarak günlük, haftalık ya da aylık olarak belirlenebilir (Tabakoğlu, 1986: 85). Dolayısıyla İslam’ın öngördüğü işçi kavramı, çağdaş işçi kavramından daha kapsamlıdır.

İslam’da işçi ve işveren arasında, onları birbirinden tamamen kopararak farklı sınıfların bireyleri haline getirecek bir ayrım söz konusu değildir. Örneğin; “Ecir-i Müşterek” kapsamında bir terzi, emeğini kiraya vererek bir işçi mesabesinde iken, yanında yardımcı olacak bir işçi çalıştırmasıyla aynı zamanda da bir işverendir. Ya da “Ecir-i Has” a dahil olan bir fabrikada işçi olarak çalışan birey, emeği karşılığında işletmeden ücret yerine üretimden gelir ve pay alıyorsa bu bağlamda onun için işçilik yanında işverenlik de söz konusu olur (Karaman, 1012: 388). Bu ilişkiyi Tabakoğlu şu şekilde açıklar:

İşçi – işveren ilişkileri mutlak değil nisbi ilişkilerdir yani bir kişi aynı anda hem işçi hem de işveren olabilir. Bu temel olgu İslam toplumlarında sadece emeğiyle geçinen, Batıdakine benzer bir ‘işçi sınıfı’nın doğmasını önlemiştir. Sadece emeğiyle işe başlayan bir kimsenin, bir müddet sonra sermaye sahibi olmasının önünde hiçbir engel yoktur. Yine özel mülkiyetin

79

yaygınlaşmasını ve sermayenin belli ellerde toplanmamasını sağlar. Böylece mülk sahibi olanlarla olmayanlar ayrımı ve dolayısıyla bu ayrımın tabii bir sonucu olan sosyal sınıflaşma ortaya çıkmaz (Tabakoğlu, 2008: 261).

Emeğin Batı’daki gibi üretim araçlarına sahip olma ihtimalini engelleyen faktörler, daha önce de açıklandığı üzere, büyük ölçüde İslam’daki zekat uygulaması ve faizin yasaklanması ile ortadan kaldırılmıştır. Zekat, varlıklı kesimden yoksul kesime doğru bir fon transferi sağlarken; aynı zamanda bu yoksul kesimin girişimde bulunması için de bir yatırım fırsatıdır. Ayrıca faizin yasak oluşuyla da sermaye sahiplerinin, emek olmadan sahip oldukları sermayeyi büyütmelerine imkan yoktur. Bu aynı zamanda da emekle sermaye arasında bir denge kurulmasını sağlamaya ve olası bir çatışmayı önlemeye dönüktür. Bunun üzerine zekat da, durağan varlıklar üzerine % 2,5’luk bir gider oluşturduğundan sermayenin, emek aleyhinde büyümesi İslam’da söz konusu değildir. Dolayısıyla işçi – işveren arasında bir homojenlik söz konusudur. İslam, bunlar arasına geçilmez setler örmemiş, aksine bir birliktelik temin etmeye çalışmıştır.

2.2.3.2. İşveren Kavramı

İşveren kavramı, İslam fıkhı literatüründe “Müstecir” ya da “Sahibu’l Amel” olarak adlandırılır. Buna göre işçiden sonra akdin diğer tarafını oluşturan kişidir. Gerçek veya tüzel kişiliğe sahip olabilen işveren, ücret karşılığında işçi çalıştıran ya da bir işi gördüren kimse anlamına gelir (Bardakoğlu, 1986: 196). Daha önce de bahsedildiği üzere, iki grup işçi türünden biri olan “Ecir-i Müşterek” kapsamında emeği karşılığında ücret alan birey, bir işçiyken; yanında ayrıca bir işçi çalıştırmasıyla aynı anda işveren de olabilmektedir. Dolayısıyla İslam’da işçi ve işveren kavramları arasında çok sert mutlak ayrımlar yoktur. Aksine nispi olarak bir farklılık söz konusudur. Bu da daha çok hak ve görevlerin belirlenmesi adınadır.

İslam, işvereni belirlediği kurallarla bir takım sorumluluklar altında bulundurur. Dolayısıyla bireyin, ücret karşılığında kiraladığı emeği istediği gibi istihdam etme hakkı yoktur. İşverenin, yaratıcının buyrukları altında üretimde bulunmakla yükümlü olması, aynı zamanda onun istihdam ettiği emek gücünün kullanımını da düzenler. Her şeyden önce işverenin, işçisiyle bir akit yapmasını öngörür. Bu, iki taraf arasında adalete dayalı bir iş yapılmasını sağlar. Ayrıca eşit şartlarla yan yana gelmesine yardımcı olur. Aksi

80

takdirde büyük sermaye sahibi işverenin, sadece emek sahibi olan işçisiyle adil bir düzen içinde bulunması pek mümkün olmaz. Zaten bunun bir delili olarak tarihin hemen hemen bütün dönemlerinde, emek sömürüsünden şikayet edilmiştir (Tabakoğlu, 2008: 266-268). Bu sebeple de daha önce çok defalar açıklandığı üzere, insanlar arasında adil bir düzen öngören İslam’ın, işvereni işçiyle karşı karşıya getirecek bir düzene neden olması ve bunu desteklemesi beklenemez. İslam, ticarete bir ibadet şuuruyla bakan ve bu kapsamdaki iş, hak ve yükümlülükleri yine ibadet düşüncesi içinde değerlendiren bir işveren tanımı yapar.