• Sonuç bulunamadı

Homo Economicus ve İslam’da Birey

Belgede İslam toplumunda emek ve sermaye (sayfa 103-106)

2.3. İSLAM’DA ÇALIŞMA AHLAK

2.3.2. Homo Economicus ve İslam’da Birey

“Homo economicus” yani “iktisadi insan”, Batı ekonomi biliminin temelini oluşturur. Buna göre insan, tüm iktisadi fiillerini şahsi faydası ve çıkarı yönünde temellendirerek rasyonel davranan ve bireysel hazzı ön planda tutan bir varlıktır. Artık psikolojisinin doğasındaki bu güdünün teşhisi ve kabulü ile de iktisat teorileri türetilir. Çünkü fiillerindeki etki tanımlandıktan sonra, insan iradesindeki bir tutarlılıktan söz etmek mümkün olacaktır. Yani seçimlerini, faydasını maksimize etmek ve zararlarını

101

minimal tutmak suretiyle yapmaya çalışan bireyin, ihtiyaçlarını ve isteklerini yerine getirmek isterken ne tür bir etki altında kalacağı ve iradesini hangi yönde kullanacağı üzerine tahmin yürütmek kolaylaşacaktır. Bunun diğer insanlara da teşmil edilmesiyle, bilimsel bilginin özelliklerinden “tutarlılık” bir derece yerine geleceğinden, teoriler türetme imkanı doğacaktır (Küçükkalay, 2011: 24,26).

İktisat, “homo economicus” olarak tanımladığı ilkeyi evrensel olarak görmekle, insana da evrensel çapta bir mutlaklık vererek, evren içindeki yerini ve sınırlarını çizmiştir. Bu aslında onun, bilimsel olma çabasının bir sonucu olarak görülebilir. Çünkü iktisat, fen bilimleri gibi neredeyse mutlak yasalara ulaşmak istiyordu. Bu sebeple de XIX. ve XX. yy.’lardaki teorilerini mutlaklaştırmaya çalışarak ve geçmişe dayandırarak onlara kuvvet verme yolunu seçti. Yani determinist bir yaklaşımla, bu zamandaki ilişkilerden türettiği “homo ecomomicus” gibi bir kavramı ya da tüm iktisadi ilişkileri mübadele ilişkileri olarak görmeyi, insanlık tarihi kadar eski birer kavram olarak niteledi. Ona göre belirli bir zaman dilimindeki insan sürekli olarak çıkarını gözeten bir güdüyle o anda nasıl davranıyorsa, bütün zamanlarda da benzer eğilimi gösterecekti. Dolayısıyla burada, bütün insanların çıkarını düşündüğü ve tüm zamanlarda aynı şekilde davrandığı, işin başında mutlak olarak kabul ediliyordu (Méda, 2012: 238-245).

İnsanın, “homo economicus” olarak görülmesi, belki bir takım iktisadi ilişkilerin anlaşılması açısından bir kolaylık sağlayabilir. Ancak bu bağlamda “ceteris paribus”, bir araç olarak görülmeli ve amaç haline dönüştürülmemelidir. Çünkü insanın tarihsel, sosyolojik, dini, ahlaki vb. yönleri ele alınmadan; onun iktisadi fiillerini sadece, çıkar ve rasyonalite açısından incelemek, kısıtlı bir alanın anlaşılmasına yönelmekten başka bir şey olmayacaktır. Tabakoğlu konuyu “….iktisadi açıklamaları iktisatçıların inançlarından, kültürlerinden ve ideolojilerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. İktisatçıların bakış açılarını da dünya görüşleri, inanç sistemleri, ideolojileri veya dinleri belirlemektedir.” (Tabakoğlu, 2008: 28) şeklinde ifade ederek, bu yanılgıya işaret etmektedir.

“Homo economicus” kavramı, İslam’a yabancıdır. Çünkü İslam, her şeyden önce insanı, sorumlu bir varlık olarak tanımlayarak; onun belirli yükümlülükler altında bulunduğunu, dolayısıyla da sadece kendi çıkarı ve zevkleri doğrultusunda hareket

102

edemeyeceğini vurgular. Bu, daha önce açıkladığımız üzere, İslam’ın maddeye bakışından kaynaklanan bir olgudur.

İslam’daki insan tanımı, fizik ve metafiziği birlikte ele alan, dünya ve ötesi arasında yaratıcının ona vazettiği kurallar ışığında denge kuran bir bireyi vurgular. “İslam insanı” diyebileceğimiz bu birey, hayatının tüm sahalarında olduğu gibi iktisadi yaşamında da, çıkar ve zevklerinin öncesinde yaratıcının buyruklarını esas alır. Çünkü varoluş gayesi bundan ibarettir (Kur’an, 51/56)60. Dolayısıyla İslam’ın, insanı “homo

economicus” olarak tanımlaması ve görmesi mümkün değildir.

İslam’da iktisadi faaliyetler, hayatta tek ve en önemli amaç ve gaye haline getirtilmemiştir. Hatta Kur’an’da geçen “Birtakım insanlar (Allahı tesbih ederler) ki, ne ticaret ne de alış veriş onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz.” (Kur’an, 24 /37) şeklindeki ayet, iktisadi faaliyetlerin ibadetlere ve kulluk şuuruna engel ve perde olmaması gerektiğini vurgulayarak, yaratıcının emirlerine göre hareket etmenin, iktisadi faaliyetlerin önünde tutulmasından övgüyle bahsetmiştir.

İslam, bireyin iktisadi faaliyetlerindeki rasyonalitesine bir ahlak kazandırmayı amaçlamaktadır. Yani “sebeplere başvurma” düşüncesi altında, insanın üstüne düşeni yapmasını, kâr ve zararını düşünüp ona göre hareket etmesini salık verirken; bir taraftan da yalan söylemeyi, spekülatif kazanç edinimini, sözleşmelere uymamayı, karaborsacılığı, tekelciliği vb. gayr-i meşru olarak gördüğü tüm unsurları yasaklar.

Sonuç olarak denilebilir ki “İslam insanı”yla, “homo economicus” tanımı farklı çıkış noktalarına sahiptir. Biri sırf maddi çıkarları göz önünde bulundururken, diğeri maddi çıkarların ötesinde bir güdüyü taşır ve bununla hareket eder. İslam insanı için, yaratıcının buyrukları ilk sırada yer alır ve bu vetire içerisinde iktisadi yaşamını şekillendirir. Bazen maddi menfaatini terk etmekle, daha üstte gördüğü farklı bir menfaati esas alır ki bu da, yaratıcının rızasını kazanmaktır.

“Homo economicus” ise maddi tatmin ve çıkar yönünde bir iktisadi hayat anlayışı geliştirir. Fayda ve zarar üzerindeki tercihlerinde maddi planı temel alır. Hedefinde ise maddi çıkar ve bireysel hazlar vardır. Dolayısıyla emek ve iş gücü kavramları, her iki bakış açısında da farklı ahlaklar meydana getirir. Örneğin; insanlara

60

103

sadece “homo economicus” olarak bakarak, işverenlerin nasıl olup da işçilerine piyasa fiyatının üzerinde bir ücret ödediklerini, insanların niçin servet ve malları üzerinden yıllık % 2,5’luk bir kısmı ihtiyaç sahibi kimselere verdiklerini (zekat) ya da varlıklı kimselerin hangi sebepten ötürü mütevazi bir yaşam biçimini tercih ettiklerini (zühd ve takva) anlayamazsınız (Küçükkalay, 2011: 69). Konuyu Tabakoğlu’nun ilgili düşüncelerini naklederek noktalayalım:

Müslüman, ebedi hayata inanır. Bu dünyaya gerektiği kadar önem verir. Bilir ki yarın kendisine milli geliri artırmak için ne yaptın, sorusu sorulmayacaktır. Ondan istenecek olan şey, ne evlad u iyalin çokluğu ne de mal – mülktür. Ondan sadece “kalb-i selim” (temiz bir kalp) istenecektir. İşte iktisadi faaliyetler bu temiz kalbe sahip olma sürecini kolaylaştırıcı tedbirler olarak yorumlanabilir; başlı başına bir hedef olarak değil (Tabakoğlu, 2008: 163). …bir iktisat “süje”si olarak Müslüman Allah’a inanan, rasyonel davranıp Allah’a güvenen (sebeplere başvurup Allah’a tevekkül eden), Allah’ın kullarına hizmet şuuru içinde müteşebbis, kul hakkına saygı gösteren, muhteris değil kanaatkar bir insandır (Tabakoğlu, 2008: 164).

Belgede İslam toplumunda emek ve sermaye (sayfa 103-106)