• Sonuç bulunamadı

Bilimsel ve teknolojik faaliyetlerin iyi işleyen bir sistem içerisinde; devlet, özel sektör ve kamuoyu katılımıyla yürütülmesi; bilim, teknoloji ve inovasyon konusunda belirlenen hedeflere ulaşılmasında büyük önem taşımaktadır. Türkiye’de Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikalarının yürütülmesinde söz sahibi olan ana kurum ve kuruluşlardan bazıları Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK), Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu (TÜBİTAK) ve Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)’ gibi kurumlardır (DPT, 2006: 26).

İnovasyon uygulamaları için TÜBİTAK ile Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı (TEYDEB) ve Teknoloji ve Yenilik Odaklı Girişimleri Destekleme Programı (TEKNOGİRİŞİM) birlikte çalışmıştır. Program girişimcilik olgusunun teknoloji ve yenilik odaklı firmalara yönelmesini ve lisans, yüksek lisans veya doktora düzeyinde öğrenci ve mezunların araştırmalarının ticari ve katma değeri yüksek ürünlere dönüştürülmesini teşvik etmektedir. Katma değeri yüksek girişimlerin kurulması için kurgulanmış TEKNOGİRİŞİM programının da yeniliği dolaylı yoldan desteklediği söylenebilir (Ozan, 2009: 76).

KOSGEB tarafından KOBİ'lere özel çeşitli finansal ve finansal olmayan destek programları sunulmaktadır. KOBİ'lerin; girişimciliği geliştirme, pazar araştırma ve ihracatı geliştirme, kaliteyi geliştirme, uluslararası işbirliği geliştirme, bilişim teknolojileri, danışmanlık ve eğitim hizmetleri ve teknoloji geliştirme/yenilikçilik konularında KOSGEB'den hibe olarak destek almaları mümkündür. Yanı sıra KOSGEB; ihracat destek, organize sanayi bölgesine taşınma, makine ve teçhizat satın alma ve vasıfsız işsizleri istihdam etme karşılığında % 0 faizle KOBİ'lere kredi desteği de sunmaktadır (Aygören, 2009: 32).

Türkiye’de inovasyon uygulamalarının tarihsel gelişimine bakılacak olunursa şu şekildedir;

Türkiye’de inovasyon uygulamalarının ilk tohumu Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile 1963-1967 yılları arasında TÜBİTAK’ın kurulmasıyla atılmıştır. İthal ikameci

sanayileşme politikalarının baskın olduğu 1963-1980 döneminin en önemli özelliği, dönem başında TÜBİTAK’ın ve daha sonra Marmara Araştırma Merkezi’nin kurulmasıyla birlikte özellikle kamu kuruluşları ve üniversitelerde temel araştırmanın geliştirilmesine öncelik verilmesidir. 1960’lı yıllarda uzman ve araştırmacıların eğitimi için yurt dışına çok sayıda personel gönderilmiştir (Taymaz, 1998: 29).

İkinci (1968) ve Üçüncü (1973-1977) Beş Yıllık Kalkınma Plan’larında ele alınan “Teknolojik Gelişme” ve “Teknoloji Transferi” gibi konular Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1979-1983) daha da somutlaştırılarak “Teknoloji Politikaları” olarak gündeme gelmiştir. Böylece teknoloji politikalarının sanayi, istihdam ve yatırım politikaları ile ilişkilendirilerek bütün olarak ele alınması ve belirli endüstriyel sektörlerin teknolojik bakımdan güçlendirilmesi öngörülmüştür (Gültan, 2003: 157).

Küreselleşme ile birlikte, özellikle montaj üretim biçiminin gelişmekte olan ülkelerdeki bölgelere kaydırılması yerel/bölgesel ekonomiye yabancı sermayenin katkısını sınırlarken, üretim kompleksleri biçimindeki arz zincirine dayanan bütünleşmiş bir yapı, tedarikçiler ile yerel olanaklardan da yararlanmaktadır. Bu sayede çok büyük firmalar merkeziyetçilikten kısmen uzaklaşarak yerelleşmekte hatta yerel KOBİ’ler ile küresel firmalar arasında ekonomik ve sinerjik bir ‘ağ’kurulmaktadır. Bu durum sadece KOBİ’lerin kendi eylemlerinden değil, aynı zamanda 1970’lerden itibaren büyük firmaların yeniden yapılanmaları ile de ilişkilidir. Büyük firmaların ölçeklerindeki küçülme stratejilerine eşlik eden “outsourcing”, yeni tür tedarikçi ve taşeronluk faaliyetlerinin doğmasına yol açmıştır. Beraberinde, hem firmaların kendi arasında hem de çevreleri ile olan ilişkilerini arttırarak network (ağbağ) ortamının gelişmesini sağlamıştır (Dulupçu vd, 2005:541).

İhracata yönelik sanayileşme politikasının benimsendiği 1980-1989 döneminde en önemli gelişme olarak, 1983 yılında “Bilim ve Teknoloji” alanında “Araştırma ve Geliştirme” politikalarının ekonomik kalkınma, sosyal gelişme ve milli güvenlik hedefleri doğrultusunda tespit edilmesi, yönlendirilmesi ve koordinasyonunun sağlanmasının amaçlanmasıdır. Ayrıca BTYK kurulmuş ve Türkiye’nin ilk bilim politikası belgesi kabul edilen Türk Bilim Politikası, 1983-2003 yayımlanmıştır (Taymaz, 1998: 29).

BTYK 1993’de yaptığı ikinci toplantısında Türk Bilim ve Teknoloji Politikası: 1993-2003 belgesini kabul etmiş, bu belge doğrultusunda, yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’na büyük ölçüde giren, Bilim ve Teknolojide Atılım Projesi ve Türkiye’nin Bilim ve Teknoloji Politikası belgeleri 1997’de benimsenmiştir. Bu doğrultuda çeşitli yasal ve kurumsal düzenlemeler önerilmiştir. Patent Enstitüsü, Ulusal Metoroloji Enstitüsü, TÜBA, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV), Türkiye Akreditasyon Kurulu gibi kuruluşların kurulması ve ilgili yasaların çıkarılması, 1995’den itibaren TÜBİTAK ve TTGV tarafından Ar-Ge faaliyetlerine destek verilmesi, Marmara Araştırma Merkezi’nin sanayiye dönük araştırmaya ağırlık vermesi gibi önemli gelişmeler sağlanmıştır (Taymaz, 1998: 33-34).

1990’lardan sonra KOBİ’lerde önceleri tedarik zincirleri içinde üretim faaliyetlerini sürdürmeye çalışan KOBİ’lerin artık inovasyon lideri olmak gibi bir vizyonları olduğu gözlenmektedir. Üretilen Politikalar; üstten alta doğru merkezi yönlendirmeler ile sanayi politikaları şeklindeki yaklaşım yerini, bölgesel liderlik hedefli inovasyon politikalarına bırakmıştır. İş destekleri ise önceleri iş sigortası, fon destekleri, dikey tedarik ilişkilerini özendiren destekler artık, risk sermayesi, ağyapı ve kümeler ile uluslararasılaşma çabalarını destekler hale gelmiştir (Kiper, 2008: 3).

Türkiye’de tam zamanlı Ar-Ge çalışanı 1996 yılında 21.983 (% 20,1’i özel sektörde) iken; 2000 yılında 27.000 civarına (% 22,3’ü özel sektörde) yükselmiştir. Bu artışın nedeni olarak küreselleşme ve AB ile ilişkilerin etkisi ile devlet destek programlarının varlığı gösterilmektedir (European Commission, 2003: 19).

BTYK’nın 1999, 2000 ve 2001 yıllarındaki toplantılarının ardından yayımladığı kararları, benimsenmiş inovasyon politikalarını ve stratejilerini koruyacak biçimde şekillenmiştir. TÜBİTAK’ın koordinasyonu ve BTYK’nın takip eden kararı ile 2002 yılında başlayan ‘Vizyon 2023 Projesi’ ile geçmişteki Türk bilim ve teknoloji politikasına yönelik çabalar devam etmiştir. Proje genel olarak, farklı sosyo-ekonomik alanda 11 adet panelle beraber bir ulusal teknoloji öngörüsü çalışmasını, kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları ile yapılacak olan bir araştırmayı kapsamaktadır (Ulusoy, 2006: 4).

Teknoparklar Türkiye’de 26 Haziran 2001 tarihinde 4691 sayılı yasa ile şekillenmiştir. Yasanın ardından uygulamanın önünü açmak için uygulama yönetmeliği hazırlanmıştır. Yasanın amacı üniversite ve araştırma kurumları ile üretim sektörlerinin işbirliğinin sağlanmasıdır. Yasanın koyduğu amacın gerçekleştirilebilmesi için bölge kurmak isteyen Üniversite Değerlendirme Kurulu kurucu bir heyet oluşturmaktadır, bu heyet kuruluşla ilgili hazırlıkları yapmak ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığına sunmakla görevlidir. Bakanlık dosyayı inceleyerek bölge kuruluş önerisini hazırlamaktadır. Bakanlar kurulu kararı ile bölge kurulur ve resmi gazetede yayınlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir. Teknoparkta geliştirilen ürünler 5-10 yıl süre ile gelmektedir ve kurumlar vergisinden muaf tutulmaktadır (Ayberk, 2004: 10).

Teknoparkları değerli kılan, devlet ve sanayi odaları önemsenmektedir; çünkü şirketler ulusal pazarda rekabet avantajını yakalamak için yapmak istedikleri inovasyon alt yapısını kendi bünyelerinde kuramamaktadırlar bu yüzden inovasyon sürecini dışarıdan almaktadırlar. Şirketlerin yapılanmasında üniversitelerin de altyapısının kullanılması şirketlerin ucuza inovasyon yapmasını sağlamakla beraber devlet de bu konuda şirketleri teşviklendirerek teknoparklara yatırımın artmasını sağlayarak dünyadaki inovasyon odaklı büyük ülkeleri yakalamak istemektedir (Ergenecoşar, 2010: 26).

2005’in ikinci yarısında önemli bir gelişme yaşanmıştır. Bu gelişme Özel Sektör- Üniversite işbirliği ile kurulan “Ulusal inovasyon Girişimi’ dir. Amacı Türkiye’de inovasyon politikalarının oluşturulması ve uygulanması safhalarında özel sektör- üniversite-sivil toplum işbirliğini pekiştirmek ve yönlendirmek; siyasi irade ve kamu kurumlarıyla diyaloğu geliştirerek görüş ve öneriler hazırlayarak inovasyon politikaları oluşturma sürecine katkıda bulunmaktır (Baykal, 2007: 43-44).

Bilgi birikimini üretime dönüştürebilmenin önemli yollarından biri olan Üniversite – Sanayi işbirliği sayesinde üniversitelerde yapılan çalışmalarda elde edilen teorik bilgiler uygulamaya dönüşebilecektir. Teorinin pratik hale gelmesi Üniversite- Sanayi işbirliğinden geçmektedir. Yapılan çalışmalar sonucunda ürün çeşidini sürekli arttırmak, yüksek kaliteli ürün üretmek ve üretim maliyetini düşürmek gibi sektörün ihtiyacı olan teknolojik bilgi üniversitelerden alınabilmektedir. Bu işbirliği sayesinde

özellikle üniversitelerin pratik uygulama imkanları artabilmektedir. Böylelikle ülkelerin bilimsel, teknolojik ve ekonomik gelişmesi hızlanabilmektedir (Eryol, 2009: 46- 47).

2008 yılında İstanbul Ticaret Odası KOBİ Araştırmaları Şubesi tarafından Giyimkent kümelenme projesi çerçevesinde, Eric Hansen yönetiminde, kümelenme çalışması yapılmış, kümelenmenin sağladığı avantajlar ortaya konulmuş ve eylem planı çerçevesinde Tekstil Borsası oluşturulmasına karar verilmiştir (Hobikoğlu, 2009: 209).

Dokuzuncu Kalkınma Planında (2007-2013) geleceğe yönelik olarak Nanoteknoloji, Biyoteknoloji, yeni nesil nükleer teknolojiler ile hidrojen ve yakıt pili teknolojileri; sanayi politikasının öncelik vereceği sektörlerdeki araştırmalar, yerli kaynakların katma değere dönüştürmeyi amaçlayan Ar-Ge faaliyetleri, yaşam kalitesinin yükseltilmesine yönelik sağlık araştırmaları; bilgi ve iletişim teknolojileri öncelikli alanlar olarak belirlenmiştir. Öncelikle bu alanlarda olmak üzere, mükemmeliyet merkezleri kurulması, üniversite ve araştırma kurumlarının araştırma projelerine destek verilmesi ve araştırmacı insan gücü yetiştirilmesi çalışmaları sürdürülmüştür (DPT, 2006: 143).

Türkiye’de Ar-Ge çalışmaları yoğun olarak üniversitelerde ve TÜBİTAK’a bağlı araştırma enstitülerinde gerçekleştirilmektedir. Tekstil sektöründe yapılan incelemelerde Türkiye’de Ar-Ge olanaklarının çok kısıtlı olduğu görülmüştür. TÜBİTAK bünyesinde çok sınırlı sayıda üniversitede eğitim ve araştırma yapılmaktadır. Türkiye’de bunların yeterli olmadığı ve bu kapsamda üniversiteler başta olmak üzere akademik ve teknik çalışmaların artırılması önem arz etmektedir. Sektörde yeni ürünler, yeni teknolojiler geliştirmeye olan ihtiyaç doğal olarak Ar-Ge’ ye olan ihtiyacı da artırmaktadır (Temiroğlu, 2007: 128).

Yenilik sistemi yapısında firmalar temel unsurdur. Birçok yenilik firmalar tarafından geliştirilmekte ve uygulanmaktadır. Bilgi akışının ve öğrenme süreçlerinin organizayonu, firmaların yenilikçi kapasitelerinden büyük ölçüde etkilenmektedir. Firmalar arası ilişkiler (işbirlikleri) de yenilik sisteminin önemli bir unsurudur (Sungur, 2007: 60). Türkiye’de özel sektör kuruluşları inovasyon kavramıyla henüz yeni tanışmıştır. Kamu sektörü ise bu konudaki “muhafazakar” tavrını korumakla birlikte çok yavaş bir şekilde inovasyon çalışmalarına geçmektedir (Göktaş, 2009: 25).

İnovasyon uygulamalarında tedarikçilerle de işbirlikleri yapılmaktadır. Tedarikçi değerleme sürecinde, tedarikçinin finansal statüsünün önemli olduğu unutulmamalıdır. Tedarikçi sadece bir faaliyeti yapmada tecrübe ve beceriye sahip olmakla kalmamalı, aynı zamanda işletmenin amaçlarını, hedeflerini, misyon ve kültürünü de anlayabilmelidir. Bu niteliklere ilave olarak tedarikçi, teknolojik yenilikleri, müşteri tatminini ve kaliteyi geliştirmeyi sağlayacak taahhütlerde bulunmalı, başarılarını kanıtlamak için müşteri referanslarını da sunmalıdır. Bir tedarikçiyi, ortalama diğer bir tedarikçiden üstün ve farklı kılan, tedarikçinin eşsiz hizmet kabiliyetine sahip olmasıdır. İlave olarak, tedarikçinin tüm hizmet portföyünü sağlama kabiliyeti de işletme açısından önemlidir (Seki, 2008: 191).

Türkiye’de geçtiğimiz on yıl içerisinde bilim, teknoloji, politika, açısından oldukça başarılı çalışmalar ortaya çıkmıştır. Son yıllarda araştırmaya önem veren Türkiye kaynaklarını ciddi şekilde artırmıştır. İnovasyon için bütün kurumların işbirliği içinde birlikte çalışması gerekmektedir. Türkiye’de kurumlar arasındaki uyum çok azdır ilk önce bunu sağlamak gerekmektedir. Türkiye bir taraftan Ar-Ge ye ayırdığı kaynakları artırırken, öte yandan bu kaynakların yarattığı fikri mülkiyetin, inovasyon vasıtasıyla ürün ve hizmete dönüşmesinde etkin rol oynaması gerekmektedir (Özdemir, 2008: 76).

İnovasyon stratejisi uygulamalarının sadece rekabetin yoğun olduğu durumlarda gerekli olacağı varsayımı tehlikelidir. Bir şirket, yeni ürün geliştirme sürecinde rakip ortada olmadan da strateji oluşturmaya ihtiyaç duyabileceği gibi, varsa bazen rakiple işbirliğine de gidebilir. Örneğin, rakip otomobil şirketlerinin bazı teknoloji konularında işbirliği yapmaları, stratejik olarak doğru adımlar olabilir. Türkiye’de seramik, otomotiv ve tekstil alanlarında örnekleri görülmeye başlanılan rekabet öncesi işbirlikleri giderek yaygınlaşmaktadır. Bu şirketlerin teknoloji alanında işbirliği yapıyor olmaları, ürün geliştirme veya pazarlama alanında sürdürdükleri rekabeti engellememektedir (İSO, 2009b: 23).

Tüm bu süreç incelendiğinde oluşturulan temel hedefler açıkça ortaya konmaktadır. Mevcut düzenlemeler, inovatif girişimcilere mali desteklerle, risk sermayesi fonlarıyla, vergi teşvikleriyle, KOBİ’lere özel eğitim ve danışmanlık hizmetleriyle ilgili eylemleri kapsamaktadır (Şengün, 2009: 88).