• Sonuç bulunamadı

OSMANLI DEVLETİ ADLİYE TEŞKİLATI

1.1.2. Şer‘iye Mahkemeleri

1.2.3.2. Nizamiye Mahkemeleri

1.2.3.4.1. İdare Mahkemeleri

Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde bugünkü anlamda bir adli yargı ve idari yargı ayrımı mevcut değildi. Kadı, şer‘iye mahkemelerine intikal eden her türlü şer‘i ve örfi meseleleri halletmeye yetkiliydi. Bunun yanında, bir yüksek mahkeme hüviyetini haiz bulunan Divan-ı Hümayun’un birtakım idari denetim yetkilerini kullandığı ifade edilebilir309. Ancak bu dönemde idareye tatbik edilen müstakil bir hukuktan ve dolayısıyla idari yargıdan bahsedilemez. Tanzimat dönemiyle birlikte hukuki reformların tanzimi için oluşturulan ve daha evvel bahsini ettiğimiz Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye, ayrıca memurların yargılandığı bir mahkeme hüviyetindeydi. Taşrada ise Meclis-i Vala’nın küçük bir örneğine teşkil eden muhasıllık meclisleri idari denetimi de sağlamaktaydı310. Bu müesseseler, hukuk tarihimizde idari rejime doğru gidişin ilk basamakları sayılabilir.

11 Zilkade 1284 (5 Mart 1868) tarihinde Meclis-i Vâlâ kaldırılıp yerine Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ve Şûrâ-yı Devlet oluşturularak kuvvetler ayrılığı yolunda mühim adımlardan biri atılmıştı311. Şûrâ-yı Devlet, tesisinden kısa bir zaman sonra da kararlarını vermeye başlamıştı312. 8 Zilhicce 1284’te (1 Nisan 1868) Şûrâ-yı Devlet Nizamnâmesi313 ve Divân-ı Ahkâm-ı Adliye Nizamnâme-i Esasîsi314 kabul edildi. Şûrâ-yı Devlet, Fransa’daki Conseil d’Etat örnek alınarak kurulmuştu315. Şûrâ-yı Devlet’e, nizamnâmesinin 2. maddesine göre kanun ve nizamnamelerin

309 Mumcu, Divan-ı Hümayun, s. 91-93.; Ahmet Akgündüz, “Arşiv Belgeleri Işığında Şûrâ-yı Devlet’ten Danıştay’a İdari Yargı Teşkilatı”, II. Ulusal İdare Hukuku Kongresi – İdari Yargının Dünyada Bugünkü Yeri, Ankara, 1993, s. 120-122.

310 Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, s. 215.

311 Kuvvetler ayrılığının lüzumu iradede bizzat gösterilmiştir:“Beyandan müstağni olduğu vech ile devlet ve memleketçe ve hukuk ve emniyeti şahsiyece en ziyade lüzumu olan ıslahatın biri dahi mesalihi hukukıyenin, ümurı mülkiye ve hükûmeti icraiyeden tefrikı hususu olub bu maddei mutena bihanın dahi bir an evvel yoluna konulması nezdi adalet vefdi hazreti mülûkânede fevkalgaye mültezem olduğundan…” İnal, Son Sadrazamlar, C. I,, s. 319.; Göreli, a.g.e., s. 5-6.; Özdeş,

“Danıştayın Tarihçesi”, s. 53.

312 Şura-yı Devlet, Şura-yı Devlet Nizamname-i Esasisi’nin kabulünden evvel de çalışmaya ve karar vermeye başlamıştı. Buna dair örnekler için bkz.: Fethi Gedikli, Şura-yı Devlet, 2. bs., On İki Levla, İstanbul, 2018, s. 35-39.

313 Düstur, I. Tertip, C. I, s. 703-706.

314 Düstur, I. Tertip, C. I, s. 325-327.

315 Engelhardt, a.g.e., s. 179.; Davison, a.g.e., s. 240.; Shaw, “The Central Legislative Councils in the Nineteenth Century Ottoman Reform Movement Before 1876”, s. 73-75.; Shaw, Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, C. II, s. 133.; Karal, Büyük Osmanlı Tarihi, C. III, s. 145-146.; Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, s. 110.; Ali Akyıldız, “Şûrâ-yı Devlet”, DİA, C. 39, 2010, s. 236.; Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s. 31-32.; Şeref Gözübüyük, Turgut Tan, İdare Hukuku, C. II, 4.

bs., Turhan Kitabevi, Ankara, 2010, s. 34.

69 tetkik ve tanziminin yanı sıra, memurların muhakemesi ve “hükümet ile eşhâs beynindeki deâviyi rü’yet etme” gibi vazifeler yüklenmişti. Bu hükme paralel olarak da Divân-ı Ahkâm-ı Adliye Nizâmnâme-i Esasisi’nin ikinci maddesine, şahıslar ile hükümet arasında meydana gelen davaların Şûrâ-yı Devlet’e nakledileceği hükmü eklenmişti.

Birçok müellife göre, bilhassa hükümet ile şahıslar arasında meydana gelecek olan davaların316 Şûrâ-yı Devlet tarafından çözülecek olmasıyla, Osmanlı Devleti’nde idari yargı dönemi başlamış oluyordu317. Fakat Osmanlı Devleti’nde o dönemde genel hukuktan ayrı bir hukuk düzeninin olmadığı göz önünde bulundurulduğunda, idari yargının tam manasıyla Şûrâ-yı Devlet’in tesisiyle birlikte ortaya çıktığını söylemek güçleşecektir318. Nitekim nizamnamenin 8. maddesine göre

316 Hükümet ile şahıslar arasında meydana gelen dava kavramından günümüzdeki idari dava kavramının mı anlaşılacağı hususu tartışmalıdır. İdare hukukuna ilişkin yazılan ilk eser olan Hukuk-ı İdare’nin müellifi İbrahim Hakkı Paşa, idari davayı “devletin gerek müddei ve gerek müddei-yialeyh sıfatıyla bir taraf tuttuğu dava” olarak tanımlamaktadır. (İbrahim Hakkı, Hukuk-ı İdare, Karabet Matbaası, İstanbul, 1307, s. 251.) Şûrâ-yı Devlet reisliği veya azalığı yapmış kimi zatlar da bu müessesenin, kanunların tatbikinden dolayı şahıslar ile hükümet arasında meydana gelen veya devlet faaliyetlerinden dolayı ortaya çıkan yolsuzluk davalarında yetkili olduğunu belirtmişlerdir. (Rüştü Aral, “Yargı Yönünden Danıştayın Gelişimi”, Yüzyıl Boyunca Danıştay 1868-1968, 2. bs., Danıştay Matbaası, Ankara, 1986, s. 367-369.); Şûrâ-yı Devlet azalığı yapmış Said ise: “Hükm olunan davalar hem şahıs ile hükümet beynindeki hukuk-ı adiye davaları ve hem de memurlar hakkındaki ceza davaları idi. Hülasa-yı kelâm de‘âvi-yi idare işleri böyle karışık halde iken mebde-i ıslahât-ı celile olan cülûs-ı hümâyûn hazret-i padişahide manasa-ârâ-yı zuhur olan kavânin ve nizamât-ı mühimme meyanında şahıs ile hükümet beynindeki de‘âvinin mehâkim-i adliyede rü’yeti kararlaştırıldı.”

diyerek şahıs ve hükümet arasında meydana gelen davanın niteliğini “hukuk-i adiye” olarak nitelemiştir. (Said, Mehâkim, Mahmud Beg Matbaası, Dersaadet, 1306, s. 52.); Karahanoğulları’na göre ise “hükümet ile eşhas beynindeki deavi” ifadesinden kastedilen şey, idarenin kamu hizmetine ilişkin veya kamu gücünü kullanarak yaptığı bir faaliyet dolayısıyla meydana çıkan dava kavramı Tarihi Gelişimi”, Danıştay Dergisi, Sa. 1, s. 22.; Abdülmecit Mutaf, “Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Şûra-yı Devlet (1868-1922/1284-1342)”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, DEÜSBE, 1997, s.

36.; Durhan, “Yapısı ve İşleyişi İtibariyle Osmanlı Yargı Örgütü ve Tanzimat Dönemindeki Gelişmeler”, s. 174.; Süheyla Şenlen, “Türkiye’de İdari Yargının Doğuşu ve Tarih Gelişimi”, AÜSBF Dergisi, C. 49, Sa. 3, 1994, s. 404.; Mehmet Canatar, Yaşar Baş, “Şûrâ-yı Devlet Teşkilatı ve Tarihi Gelişimi”, OTAM, sa. 9, 1998, s. 112.

318 Onar, bu düzenlemelerin Osmanlı Devleti’nde idarenin yargısal denetimi düşüncesinin ilk tezahürü olduğunu; ancak bu müessesenin ihtiyaçtan ziyade Fransa’ya benzeme maksadıyla yapıldığını belirtmiştir. (Sıddık Onar, “Türkiyede İdarenin Kazaî Mürakabesi”, İÜHFM, C. I, Sa. 1, 1935, s. 29-30.) Özyörük, bu gerekçelerle Şûrâ-yı Devlet’in tesisini Batı’dan körü körüne alınan bir taklit olarak değerlendirmekte ve 58 sene boyunca kullanılamadığını belirtmektedir. (Mukbil Özyörük, İdare Hukuku Dersleri, Teksir, Ankara, 1973, s. 70-71.); Gözübüyük ve Tan da bu dönemde idari yargı için gerekli ortamın oluşmadığı ve Şûrâ-yı Devlet’e yargı görevinin verilmesinin bir özentiden öte olmadığı kanaatindedir. (Gözübüyük, Tan, a.g.e., s. 35.) Karahanoğulları, tarihçilerin ve hukukçuların idari rejimin Osmanlı Devleti’ndeki mevcudiyetine dair yaptıkları çalışmalarda kullandıkları

“bugünden geçmişe bakış” yöntemlerini ve idari yargının başlangıcının Şûrâ-yı Devlet’te aranmasını tenkit etmektedir. Müellife göre bu mevzu tetkik edilirken “idari yargı”, “idare mahkemesi”, “idari

70 Şûrâ-yı Devlet’in vermiş olduğu kararların icrası sadaret makamının tasdikiyle mümkün olacaktı. Şura-yı Devlet ile Divan-ı Ahkâm-ı Adliye’nin tesisinden yaklaşık bir buçuk sene sonra, Divan-ı Ahkâm-ı Adliye’ce her iki divanın vazifesine dair belirsizlik iddiası üzerine bir irade-i seniyye ile mesele yeniden ele alındı319. Burada açık bir şekilde, Şura-yı Devlet’e havale edilen davanın, idarenin taraf olduğu hukuk davaları olduğu ifade edilmektedir. Bu mevzuya dair yapılan tartışmalar bir tarafa bırakılırsa, Şûrâ-yı Devlet’in tesisinin, idari yargının tarihi gelişiminin en mühim basamaklarından birini teşkil ettiği hakikati yadsınamaz. Kaldı ki dönemin Osmanlı

dava” kalıpları yerine, meseleye “denetim” mefhumuyla yaklaşılmalıdır. Bu cihetten bakınca da idari yargının tarihi evrimini ortaya koyma amacıyla meseleye yaklaşılmalı ve bu tarihi evrimde taşra meclisleri ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye ihmal edilmemelidir. Bkz.: Karahanoğulları, a.g.e., s.

134,151.

319 “Atûfetlü efendim hazretleri

Şûrâ-yı Devlet’te Divân-ı Ahkâm-ı Adliye’de rü’yet ve tedkîk olunmakta olan de‘âvî ve muhâkemât nizâmnâmelerine tevfîkan tefrik ve havâle kılınmakta ise de nizâmnâmelerde sarâhat-ı kat‘iye olmayan bazı husûsâtta tereddüd ve ihtilâf vukû‘a geldiği cihetle bunlara bir karar verilmesi hakkında Divân-ı Ahkâm-ı Adliye’nin müzekkeresi üzerine Şûrâ-yı Devlet’te tanzîm olunan mazbata leffen arz ve takdîm kılındı. Mütâla‘asından müstebân olduğu veçhile Şûrâ-yı Devlet’in de‘âviye müte‘allik vezâifi nizâmnâme-i dahilisinin üçüncü bendinde muharrer olduğu üzere bir da‘vânın rü’yet ve fasl olunacağı mahkeme veya meclisin temyizi emrinde de‘âvî me’mûruyla idâre me’mûrları beyninde yahûd de‘âvîye dair husûsâtdan dolayı yalnız devâir-i idâre arasında tekevvün eden ihtilâfâtın hal ve faslı ve devâir-i idâre ile eşhâs beyninde tahaddüs edip mecâlis-i mahsusunda hükm olunan da‘vâların istinafen ve yine bu kıbleden olup ehemmiyeti cihetiyle havale kılınan de‘âvînin bidayeten rü’yeti ve vazife-i me’mûriyetlerine dair ahvâlden dolayı müttehem olan me’mûrînin havâle edilen muhakemelerinin icrâsı ve vilayet idare meclislerinde rü’yet olunup Şûrâ-yı Devlet’in temyiz ve tasdikine mevkûf olan me’mûrîn muhakemesinin tedkîk ve hükmü vilayet idare meclislerinin o misillü muhâkemât hakkında kâbil-i istinaf olarak vâki‘ olacak hükm ve kararların istid‘â üzerine istinafen rü’yeti maddelerinden ibaret olup bundan münfehim olacağına nazaran devair-i idare ile eşhas beyninde tekevvün eden de‘âvî-i hukukiyenin devlet gerek müdde‘î olsun ve gerek müdde‘î-aleyh olsun umûmen Şûrâ-yı Devlet’te rü’yet ve fasl olunması lâzım geleceği gibi efrâd beyninde tahaddüs eden bi’l-cümle hukuk-ı âdiye da‘vâlarıyla kâffe-i muhâkemât-ı cezâiyenin mehâkim-i nizâmiye ile mafevkleri bulunan Divân-ı Ahkâm-ı Adliye’de rü’yet ve fasl olunması ve me’mûrînin vezâif-i me’mûriyetlerinden dolayı mürtekib oldukları cerâim muhâkemâtının istisnâen Şûrâ-yı Devlet’te görülmesi lâzım gelip ancak Divân-ı Ahkâm-ı Adliye’nin teredddüne sebebiyet veren şey da‘vâ müdde‘î-aleyhin mahkemesinde görülmek yani müdde‘î-aleyhin ikâmetgâhı veyahûd münâzi‘ün-fih olan akâr kangi mahkeme dahilinde ise o mahkemede rü’yet olunmak kâ‘idesi olup halbuki bu kâ‘ide da‘vânın nev‘an ticâret veyahûd hukuk-ı âdiye ve cinâyet veyahûd idâreye müte‘allik mehâkimden kangisine aid olacağı ta‘yîn ettikten sonra da‘vânın mahallen merci‘-i rü’yetini ta‘yîne mahsûs olduğundan mavzû‘-ı bahs olan meseleye tatbik olunamayacağının divân-ı mezkûr nezâret-i celîlesine bildirilmesi tezekkür olunmuş ise de ol bâbda her ne veçhile emr ü ferman-ı hümâyûn-ı cenâb-ı cihânbânî şeref-sünûh ve sudûr buyrulur ise ana göre hareket olunacağı beyânıyla tezkire-i senâveri terkîm kılındı efendim fî 5 Rebiülevvel sene 86.”

“Ma’rûz-ı çâker-i kemineleridir ki

Reside-i dest-i ta‘zîm olan işbu tezkire-i sâmiye-i asafâneleriyle mazbata-yı merkûme manzûr-ı me‘âli-mevfûr-ı hazret-i padişahi buyrulmuş ve husûsât-ı meşrûhanın tezekkür ve istizân olunduğu veçhile icrâ-yı icâbâtı şeref-sünûh ve sudûr buyrulan emr û irâde-i seniyye-i hazret-i mülkdâr mantûk-ı münîfinden olarak mazbatymantûk-ı merkûme yine savb-mantûk-ı sâmi-i vekâlet-penâhîlerine i‘âde kmantûk-ılmantûk-ınmmantûk-ış olmağla ol bâbda emr ü ferman hazret-i veliyyü’l-emrindir Fî 6 Rebiülevvel sene 1286.” (COA, İ.DUİT., 58-47.)

71 müelliflerinde de mehâkim-i idare ve deavi-yi idare kavramları artık yerleşmiş ve kullanılmıştır320.

29 Şevval 1287 (22 Ocak 1871) tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi321 ile kaza, liva ve vilayet idare meclislerine idari vazifelerin yanı sıra, vazifeleri sebebiyle suç işleyen memurları yargılama yetkisi de verilmişti. Bu sebeple adı geçen meclislerin idare mahkemesi olarak nitelendiği görülmektedir322. Bu meclislerden verilen kararların temyiz mercii ise Şûrâ-yı Devlet idi. 8 Zilhicce 1284 (1 Nisan 1868) tarihli Şûrâ-yı Devlet Nizamnâmesi’ne göre Şûrâ-yı Devlet; “Umur-ı Mülkiye ve Zabıta”, “Maliye ve Evkaf”, “Adliye”, “Nafia ve Ticaret ve Ziraat” ile

“Maarif” olmak üzere beş daireye ayrılmıştı. 25 Muharrem 1286 (7 Mayıs 1869) tarihli Şûrâ-yı Devlet Nizamnâme-i Dahilisi323 ile Şûrâ-yı Devlet bu defa Muhakemat, Dahiliye, Maliye, Adliye ve Nafıa olmak üzere beş daireye ayrıldı.

Şûrâ-yı Devlet’in yetki alanı içerisinde olan davaları görme yetkisi Muhakemat Dairesi’ne verilmişti. 1872 tarihli bir irade ile Muhakemat Dairesi Şûrâ-yı Devlet’ten alınıp Divân-ı Ahkâm-ı Adliye’ye nakledildi ve bir süre boyunca bu müessesenin bünyesinde görev yaptıktan sonra tekrardan Şûrâ-yı Devlet’e bağlandı324. Yine 11 Ağustos 1876 tarihli bir irade ile Muhakemat Dairesi’nin görevleri, memur veya sivillerin idare aleyhindeki şikayetlerini kabul etme ve idari dairelerin mevzuat hükümlerini ihlali halinde bu mevzuya ilişkin olarak yaptığı tahkikatın neticesini

320 “Devletin gerek müddei ve gerek müddei-yialeyh sıfatıyla bir taraf tuttuğu davaya dava-yı idare(Contentieux administratif) namı verilmekte olup …” (İbrahim Hakkı, a.g.e., s. 251); “Bizde, devletin, hukuk-ı tasrifiye ve iktisâbiyece efrâd ile münasebâtdan mütevellid ihtilâfât mehâkim-i adiyeye gidiyor. Yani hükümet-i Osmaniye öteden berü idare mahkemelerinin vazifesini tahdid cihetine meyletmiştir. Vazifeleri Avrupa’da olduğu gibi pek vâz‘ değildir.” (Ahmet Şuayb, Hukuk-ı İdare, Hacı Hüseyin Efendi Matbaası, 1327, s. 11.); “Biz hukuk-ı idareyi şu suretle ta‘rif edebiliriz:

Hukuk-ı idare devlet ile efrâd-ı teba‘anın hukuk-ı vezâif-i mütekâbilesini ve devletlerin teşkilât-ı idariyesini ve hidemât-ı umumiyenin suret-i tevzi‘ini ta‘yin eden kavâidin he’yet-i mecmuasıdır.”

(Muslihiddin Âdil, Mukayeseli Hukuk-ı İdare Dersleri, Rumeli Matbaası, Selanik, 1327, s. 21.);

“Mehâkim-i idarenin mahall itibariyle me‘zuniyeti yahud (salâhiyeti)…” ve yine “Vazife itibariyle mehâkim-i idare ile mehâkim-i adliye beyninde olan fark…” (M. Şevki, a.g.e., s. 280-293.); “Fakat efrâd ile idare beyninde hadis olan da‘vâların faslı ve me‘mûrin-i idarenin vazîfe-i me‘mûriyetleri hasebiyle ikâ‘ eyledikleri cerâimin tertib-i mücâzâtı mehâkim-i idareye muhavvel bulundu.”

(Abdurrahman Âdil, Mahkeme-i Temyiz, Matbaa-yı Ebu’z-ziya, Konstantiniyye, 1312, s. 97.) ve yine

“Mehâkim-i idare esasen iki sınıftır. Biri taşra mehâkim-i idaresi diğeri Dersa‘âdet mehâkim-i idaresidir.” (Abdurrahman Adil, Mahkeme-i Temyiz, s. 102.)

321 Düstur, I. Tertip, C. I, s. 625-651.

322 M. Şevki, a.g.e., s. 280-282.; Abdurrahman Adil, Mahkeme-i Temyiz, s. 102-104.; Ekinci de bu idare meclislerini “taşra idare mahkemeleri” başlığıyla ele almıştır. Bkz.: Ekinci, Osmanlı Mahkemeleri (Tanzimat ve Sonrası), s. 331-333.

323 Düstur, I. Tertip, C. I, s. 707-718.

324 Canatar, Baş, “Şûrâ-yı Devlet Teşkilatı ve Tarihi Gelişimi”, s. 125-126.

72 sadarete bildirme şeklinde azaltılmıştı325. 7 Zilhicce 1293 (24 Aralık 1876) tarihli Kanun-i Esasi’nin 85. maddesinde hükümet ile şahıslar arasında meydana gelen davaların adliye mahkemelerinde görüleceği hükmüne yer verilince, idari mercilerde sadece memurların yargılanması vazifesi bırakılmıştı.

1896 yılında yapılan değişikliklerle Şûrâ-yı Devlet üç dereceli bir yapıya kavuşturuldu326. Buna göre Şûrâ-yı Devlet; Bidayet, İstinaf ve Temyiz mahkemelerinden teşekkül etmekteydi327. 21 Rebiülevvel 1332 (17 Şubat 1914) tarihli Me’murin Muhakematı Hakkında Kanun-ı Muvakkat328 ile memurların vazifeleri sebebiyle meydana gelen ve yine vazifeleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı açılacak davaların adliye mahkemelerinde görüleceği kararlaştırıldı. Böylece Şûrâ-yı Devlet bünyesindeki Bidayet, İstinaf ve Temyiz mahkemeleri ilga edildi329. 4 Kasım 1922’de tamamen kaldırılan Şûrâ-yı Devlet, 1924 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 51. maddesine göre idari davaları görmek üzere yeniden tesis edileceği hükmüne binaen 23 Kasım 1925 tarihli kanunla yeniden kuruldu ve 6 Temmuz 1927 tarihinde fiilen göreve başladı330. Bu gelişmeyle birlikte Türkiye’de idari rejim tam manasıyla doğmuş oluyordu331.

1.2.3.4.2. Cemaat Mahkemeleri

Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde gayrimüslim tebaaya, ahval-ı şahsiyelerine ilişkin davalarını kendi ruhani meclislerine götürebilme muhtariyeti verilmişti. Bu husus Tanzimat Dönemi’ne kadar sürmüştü. Tanzimat Dönemi’yle birlikte bilhassa yabancı devletlerin müdahalesiyle gayrimüslim vatandaşların hukuki durumu devlet üzerinde büyük bir baskı aracına dönüşmüştü. Gayrimüslim vatandaşların daha fazla hak taleplerini karşılamak maksadıyla Tanzimat ve Islahat Fermanı ilan edilmişti. Islahat Fermanı’nda, gayrimüslim vatandaşlara eskiden beri verilmiş olan tüm imtiyazların halen cari olduğu ve bu imtiyazların yeniden gözden geçirileceği belirtiliyordu. Ayrıca hususi davalarını istedikleri taktirde ruhani

325 Canatar, Baş, “Şûrâ-yı Devlet Teşkilatı ve Tarihi Gelişimi”, s. 128.

326 Ekinci, Osmanlı Mahkemeleri (Tanzimat ve Sonrası), s. 336.

327 Bu mahkemelerin vazifeleri için bkz.: M. Şevki, a.g.e., s. 283-285.

328 Düstur, II. Tertip, C. 6, s. 207-212.

329 Akyıldız, “Şûrâ-yı Devlet”, s. 238.

330 Göreli, a.g.e., s. 49.; Orhan Özdeş, “Danıştayın Tarihçesi”, s. 93.

331 Bu dönemde idari dava kavramı mevzuata girmekle birlikte, içeriği belirgin değildi. İdari dava kavramı böylece bu tarihten sonra konulan içtihatlar ve doktrin yoluyla somutlaştırılmıştır. (Ramazan Çağlayan, İdari Yargılama Hukuku, 11. bs., Seçkin, Ankara, 2019, s. 69-70. ; Ramazan Çağlayan, İdare Hukuku Dersleri, 7. bs., Adalet Yay., Ankara, 2019, s. 89-90.)

73 meclislerine götürebilecekleri vurgulanmaktaydı. 1876 tarihli Kanuni Esasi’nin 11.

maddesinde de cemaatlere verilmiş olan imtiyazların devlet himayesinde olduğu teminatı verilmişti.

Cemaatlere tanınan imtiyazlar devletin son dönemlerine kadar en büyük meselelerden biri olma hususiyetini yitirmemiştir. 8 Muharrem 1336 (24 Ekim 1917) tarihinde kabul edilen Hukuk-ı Aile Kararnamesi332’nin 156. maddesiyle ruhani meclislere verilmiş olan yargı yetkisi ilga edilmişse de, yapılan güçlü muhalefet sebebiyle bu kararname 20 Ramazan 1337 (19 Haziran 1919) tarihli “8 Muharrem 1336 Tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nin Lağvı Hakkında Kararname”333 ile yürürlükten kaldırıldı334. Lozan Barış Antlaşması’nda da gayrimüslim vatandaşlara verilen hukuki imtiyazların devam edeceği ve bunlara ilişkin yapılacak düzenlemelerde cemaat temsilcilerinin de söz sahibi olacağı belirtiliyordu. Hatta beş yıl süreyle, yapılacak olan hukuki reformlarda batılı hukukçulardan istifade edileceği de taahhüt edilmişti. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin batı hukukunu tamamen iktibasa girişmesiyle gayrimüslim cemaatler, lüzumu kalmadığından bahisle kendilerine tanınan hukuki imtiyazlardan vazgeçmişti335.

1.2.3.4.3. Konsolosluk Mahkemeleri

Osmanlı Devleti klasik dönem adli teşkilatını ele alırken konsolosluk mahkemelerinin kapitülasyonlar neticesinde oluştuğunu ve Osmanlı ülkesinde bulunan yabancılar arasında meydana gelen davaların bu mahkemelerde görüldüğünü ifade etmiştik. Evvela Fransa ile başlayıp daha sonra diğer devletlerle devam eden kapitülasyonlar ve bunların neticesinde verilen imtiyazlar, Osmanlı Devleti’nin başını oldukça ağrıtacaktı. Tanzimat devrinin başında oluşan karma ticaret ve ceza mahkemeleri de sürekli bir yabancı müdahalesine maruz kalıyor ve bu mahkemelerin vermiş olduğu kararlar güven vermiyordu336. Yine bu mahkemelerde istihdam edilmeye başlanan yabancı hakimlere karşı güçlü bir tepki söz konusuydu337.

332 Düstur, II. Tertip, C. 9, s. 762-781.; Takvim-i Vekâyi, No: 3046, 14 Muharrem 1336.

333 Düstur, II. Tertip, C. 11, s. 299-300.

334 Aydın, Osmanlı Aile Hukuku, s. 197-200.

335 Aydın, Türk Hukuk Tarihi, s. 151-152.; Aydın, “Hukukta Batılılaşma”, 167.

336 Shaw, Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, C. II, s. 248-249.

337 Bkz.: “Ecnebi Hâkimler Müstemlekelerde Olur”, Sebilü'r-Reşad, 1334, C. 15, Sa. 384, s. 362-363.; Mardinizâde Ebulûlâ, “Muhtelit Mahkemeler”, Sırât-ı Müstakim, 1324, C. I, Sa. 11, s. 165-170.

74 1856 Paris Kongresi’nden sonra ve bilhassa II. Meşrutiyet’le birlikte kapitülasyonlara karşı oluşan tepki, o dönemde bu mevzuya dair kaleme alınan eserlere yansımıştı338. Oluşan bu tepkiler neticesinde 26.08.1914 tarihli bir irade-i seniye ile mali, adli ve idari bütün kapitülasyonlara son verildiği ilan edildi339. Bunun üzerine hükümet tarafından hazırlanan “İmtiyazât-ı Ecnebiyenin İlgası Üzerine Ecanib Hakkında İcra Olunacak Muameleye Dair Talimatnâme” adlı bir kitapçık vilayetlere gönderildi. Bu talimatnamede; mahkemelerde konsolosların bulundurulmaması, yargılama muamelelerinin konsolos müdahalesi olmaksızın icra edilmesi, tutuklama ve hapis muamelelerinin Osmanlı tutukevi ve hapishanelerinde yapılması gibi hususlar bulunmaktaydı. Ayrıca yabancıların aile hukukuna ilişkin davalarına, gerekli mevzuat ve teşkilat oluşturuluncaya kadar Osmanlı mahkemelerinin bakmaması vurgulanmıştı340.

Kapitülasyonların ilgası üzerine yabancılara ilişkin dava meselelerini açığa kavuşturmak amacıyla 21 Rebî‘ül-âhir 1333 (8 Mart 1915) tarihinde kabul edilen Memâlik-i Osmaniyede Bulunan Ecânibin Hukuk ve Vezâifi Hakkında Kanun-ı Muvakkat341 ile yabancıların ahval-ı şahsiyelerini ilgilendiren meseleler hariç diğer bütün davalarının Osmanlı mahkemelerinde ve Osmanlı hukukuna göre çözüleceği hükmü getirildi.

338 İbnü’r-Refet Mehmed Memduh, kaleme aldığı risalesinde bu hususa dair şunları dile getirmektedir:

“Bunlar hukuk-ı umûmiye ve müsavât-ı düveliye esâsına külliyen mügâyirdir çünkü her devlet kendi mülkünde sûret-i mutlakada hâkim olup o mülkde sâkin yerli ve ecnebî kâffe-i nâsı sahib-i arz olan devletin kavânîn ve nizamât-ı mevzu‘asına ri‘âyetle mükellefdir.”; “Şu hâl yani kavânîn-i mahalliyenin ecnebi tâbi‘yetinde bulunan eşhâsa adem-i te’sîri hakk-ı kazâ’ (juridiction) hükûmeti kısmen tahdîd demek olduğundan …”; “Avrupalıların başımıza doladıkları şu zencir-i istibdâddan inşaallahü te‘âla an-karîbi’z-zaman halâs oluruz.”; “… ilân-ı Meşrûtiyet üzerine ref‘ ve ilgâsı vücûb-ı kat‘î hükmüne girmiş olan kapitülasyonlarvücûb-ın…” (İbnü’r-Refet Mehmed Memduh, Kapitülasyon (Capitulations) yahud Memâlik-i Osmaniye’de Ecnebîlerin Hâiz Olduğu İmtiyazât, Matbaa-yı Ahmed İhsan, Dersaadet, 1327, s. 3-5.); Mehmed Aziz de kapitülasyonların mahzurlarını “hukuk ve menâfi-i ecânibi muhill olduğu”, “gayr-i muttarid usûl-i tatbîkiyesi”, “hüviyet meselesi”, “icrâ müşkülâtı” ve “ketm-i tâ‘biiyet” başlıklarıyla ele almış ve “… hükkâm ve me’mûrîn-i adliyemizin ref‘-i imtiyazât hakkındaki ümniye-i âmme-i milletin bir an evvel tecelli-sâz-ı muvaffakiyet olmasını kâfil olan himme-i samîme fa‘âliyet-i tâmmede isbât-ı sebât ve rü’yet etmeleri akdes-i vezâif mütehattimelerindendir.” diyerek kapitülasyonların bir an evvel kaldırılmasını temenni etmiştir.

(Muallim Mehmed Aziz, İmtiyazât-ı Ecnebiye ve Tensikât-ı Adliye, Ahmed Saki Beg Matbaası, Dersaadet, 1325, s. 4-31 ve 15-16.)

339 “Memâlik-i Osmaniye’de mukim teba‘a-yı ecnebiye hakkında dahi hukuk-ı umumiye-i düvel ahkâmı dâiresinde muamele olınmak üzere el-yevm câri mâli ve iktisâdi ve adli ve idâri (kapitülasyon) nâmı altındaki cümle imtiyâzât-ı ecnebiyenin ve onlara müteferri‘ veya onlardan mütevellid bi’l-cümle müsâ‘adât ve hukukın fî-mâbad ref‘ ve ilgası Meclis-i Vükelâ kararıyla tensîb olınmışdır.”

339 “Memâlik-i Osmaniye’de mukim teba‘a-yı ecnebiye hakkında dahi hukuk-ı umumiye-i düvel ahkâmı dâiresinde muamele olınmak üzere el-yevm câri mâli ve iktisâdi ve adli ve idâri (kapitülasyon) nâmı altındaki cümle imtiyâzât-ı ecnebiyenin ve onlara müteferri‘ veya onlardan mütevellid bi’l-cümle müsâ‘adât ve hukukın fî-mâbad ref‘ ve ilgası Meclis-i Vükelâ kararıyla tensîb olınmışdır.”