• Sonuç bulunamadı

HZ EBÛ BEKİR ÖRNEĞİ

Belgede Hadislerin Tahlilinde Rekâket (sayfa 72-78)

Dönemin dil yapısında ve ifade biçiminde başka şeylerin bulunduğunu gösteren dikkat çekici diğer bir örnek Hudeybiye anlaşması öncesinde Hz. Peygamber ile onun umre yolculuğunu durdurmak isteyen aracıların yaptığı diyaloglar esnasında Hz. Ebû Bekir’in söylediği rivâyet edilen bir sözdür. Rivâyetin bize aktardığına göre hâdise şöyle gerçekleşmiştir:

Umre yapmak kastıyla Hz. Peygamber, yanındaki Müslümanlar ile birlikte yola çıkmış, ancak bazı müşrik kabileler bu durumdan haberdar olunca kendileriyle savaşacaklarını düşünerek Müslümanlara engel olmak istemişlerdi. Müşriklerin

Mekke yolu üzerinde hazırlandıkları bilgisi Hz. Peygamber’e ulaşınca o da asıl amaçlarının savaşmak değil umre yapmak olduğunu belirtmiş ve isterlerse belli bir süreliğine de onlarla anlaşma yapabileceğini bildirerek barışçıl tutumunu aracılar vasıtasıyla karşı tarafa iletmişti.269 Hz. Peygamberle müşrikler arasında aracılık edenlerden birisi de Urve b. Mes’ûd isimli, annesi Kureyşli, sözü Kureyşliler arasında muteber sayılan zât idi.270 Urve Hz. Peygamberle konuşmuş, Hz. Peygamber ona da diğer aracılara bildirdiği niyetini aynen aktarmıştır.271 Müslümanları bu yoldan geri döndürmek isteyen Urve bunun üzerine Peygamber’e hitaben: “Ey Muhammed! Senin kavminin kökünü kazıdığını farz edelim. Senden önce Araplardan kendi kavmini toptan yok eden herhangi bir kişi duydun mu? Bu konu hakkındaki düşüncen nedir? Yahut bir de bunun tam tersinin (Kureyş’in galip sizin mağlup)olduğunu farzet! Vallahi ben aranızdan seçkin kişilerin varlığından kesin olarak haberdarım. Ancak bu topluluğun içinde savaş anında arkasına bakmadan kaçıp seni terk edecek karakterde

insanlar da var.” demiştir.272

Urve’nin bu konuşmasındaki son kısmı duyan Hz. Ebû Bekir’in Urve b. Mes’ûd’a “Haydi, sen git de Lât putunun fercini yala Biz mi savaştan kaçıp Resûlullah’ı yalnız bırakacakmışız” (

؟ُﻪُﻋَﺪَﻧَو ُﻪْﻨَﻋ ﱡﺮِﻔَﻧ ُﻦَْﳓَأت ﱠﻼﻟا

ِﺮْﻈَﺒِﺑ ْﺺُﺼْﻣا

)şeklinde cevap verdiği nakledilmektedir. Devamında ise Urve Hz. Ebû Bekir’i kastederek, “Bu da kim? diye sorunca kendisine onun Ebu Bekir olduğu söylendi. Urve bunun üzerine “Nefsimi elinde tutan zâta yemin olsun ki eğer senin bende bir hatrın bulunmasaydı ben de sana çok yakışacak güzel bir cevap verirdim.” demiş ve Hz. Peygamberle olan konuşmasına kaldığı yerden tekrar devam etmiştir.273

Buhârî’nin (ö. 256/870) naklettiği bu rivâyette Hz. Ebû Bekir’in Urve’nin söylediklerine karşın ağır bir küfür sarf ettiği müşahede edilmektedir. Ancak Hz. Ebû

      

269 Buhârî, Şurût, 15.

270 Habip Nazlıgül, “Urve b. Mes’ûd”, D.İ.A, c. XXXXII, s. 183.

271 Buna göre Hz. Peygamber’in “Biz hiç kimseyle savaşmak için gelmedik. Biz sadece umre yapmak

için geldik. Harp Kureyş’i zayıflatmış, onlarda mecal bırakmamış, onlara büyük zarar vermiştir. Eğer Kureyş dilerse ben onlarla aramızda bir müddet tayin ederim. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasını serbest bıraksınlar. Eğer ben Araplara galip gelirsem Kureyşliler de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterse girebilirler. Şayet ben Araplara galip gelemezsem, buna göre de Kureyşliler rahat eder. Eğer onlar bu teklifi kabul etmekten imtina ederlerse, nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bu İslam davam uğruna başım vücudumdan ayrılıncaya kadar Kureyşliler’le savaşacağım. Ve Allah elbette nusret vaadini yerine getirecektir ”şeklindeki düşüncelerini aracılara söylediği aktarılmaktadır. (Buhârî, Şurût, 15.)

272 Buhârî, Şurût, 15.   273 Buhârî, Şurût, 15.

Bekir söverken “anne” kelimesi yerine Kureyş ve Sakîf kabilelerinin taptığı dişi putlardan274 sayılan “Lât” putunun275 ismine yer vermiştir. Buhârî şârihlerinden Kastallânî (ö. 923/1517) sarf edilen cümlede geçen “bızır” ve “Lât” kelimelerine ilişkin açıklamalarda bulunduktan sonra edilen küfrün Arapların kültüründeki yerine değinmektedir. Arapların “Gitsin anasının bızırını yalasın” şeklinde küfretme alışkanlıkları olduğunu belirten Kastallânî, Hz. Ebû Bekir’in bu küfürdeki “ana” kelimesi yerine müşriklerin büyük önem verdiği “Lat” putunu zikretmesinin sebebinin mübâlağa olduğunu söylemektedir. O, ardından Hz. Ebû Bekir’in neden mübalağa etmek istediğini de ifade etmeye girişmektedir. Urve’nin sahâbenin savaştan kaçıp Hz. Peygamber’i yalnız bırakılacağını söylemesinin Hz. Ebû Bekir’i ziyadesiyle kızdırdığını belirten Kastallânî, küfürdeki “ana” yerine onların taptığı putun ismine yer vermesinin onun sinirlenmesinden kaynaklandığını da sözlerine ekler.276

Şevkânî (ö. 1250/1834) de Kastallânî gibi ilk olarak Araplar’ın, birine öfkelendiğinde “Git ananın fercini yala” şeklindeki sövme âdetlerinin bulunduğuna dikkat çekmektedir.277O da Hz. Ebû Bekir’in bu tavrının Urve’nin, Müslümanların Hz. Peygamber’i bırakıp kaçacaklarını söylediği için gerçekleştiğini düşünmektedir. Sarf edilen küfrü, kızgınlığın mübâlağalı bir hiddet ifadesine dönüştüğü kanaatini taşıyan Şevkânî, devamında ise insanları tahrik edip fesat çıkaran bu gibi kimselere çirkin sayılabilecek sözlerin kullanılmasının müstahak ve caiz olduğunu söylemekten kendini alamamıştır.278

Görüldüğü üzere Kastallânî ve Şevkânî Hz. Ebû Bekir’in sövmesinin Urve’nin sözlerinin Müslümanları kızdırmasından dolayı olduğunu söylemektedirler. Onların bu değerlendirmeleri, sarf edilen küfrü ele alırken Hz. Ebû Bekir’in ruh haline ve olayın geliştiği şartlara odaklandıklarını göstermektedir. Yapılan mülâhazalar onların olaya bağlamsal bakılması gerektiğine işaret etmektedir.

Hz. Ebû Bekir’in ağzından galiz ifadelerin döküldüğü görülen bu hadisin bağlamsal okunması, Câbir hadisi örneğinde olduğu gibi temas edilmesi gereken en önemli noktalardan biridir. Rivâyetin başkahramanlarından Urve b. Mesûd

      

274 İsmail Cerrahoğlu, “Garânîk”, D.İ.A, c. XIII, s. 361-366. 275 Tevfik Fehd, “Lât”, D.İ.A, c. XXVII, s. 107-108.

276 Kastallânî, İrşâdu’s-sârî li şerhi Sahîhi’l-Buhârî, c. IV, s. 446. 277 Şevkânî, Neylu’l-evtâr şerhu munteka’l-ahbâr, c.VIII, s. 49.

278 Şevkânî, a.g.e, c. VIII, s.50. Mustafa Dîb el-Buğâ da Hz. Ebû Bekir’in bu ifadeyi hakaretlere

karşılık için kullandığını, Lât kelimesinin kullanılış amacının ise küfrü biraz daha sertleştirmek için olduğuna işaret eder. Bkz. Buhârî, Şurût, 15, Bkz. Muhakkik’in dipnotu, c. II, s. 974-976.

Müslümanların Mekke’ye girmelerine ve umre yapmalarına engel olmak isteyen, Kureyş kabilesinin bir anlamda temsilciliğini üstlenen kimsedir. Hz. Peygamber’in umre yapma arzusunu, gözünü kararttığını, şartlar zorladığı takdirde savaşmayı dahî göze aldığını ve bu uğurdaki kararlılığını gören Urve, üstlendiği misyonu gereği onları umre yapmaktan ve Mekke’ye girmekten vazgeçirmeliydi. Bunu başarması için de Müslümanların azmine ve birlikteliğine gölge düşürmek sûretiyle aralarına tefrika sokmayı planlamış olsa gerek ki muhtemel bir savaş halinde Peygamber’in bu uğurda yalnız bırakılacağını ve yanında duran çok güvendiği ashâbından bazılarının arkasına bakmadan kaçacağını söylemiştir. İçlerinde Hz. Peygamber’in de bulunduğu kalabalık bir Müslüman gurubun önünde cüretkâr, tahrik edici ve zımnen de tehditkâr bir tavır sergileyen Urve’ye Hz. Ebû Bekir de daha fazla dayanamayarak “(Haydi, sen git te)

Lât putunun fercini yala

(ت ﱠﻼﻟا

ِﺮْﻈَﺒِﺑ ْﺺُﺼْﻣا)

Biz mi savaştan kaçıp Resûlullah’ı yalnız

bırakacakmışız?!” diyerek içeriği çok ağır bir küfür etmiştir.

Hz. Ebû Bekir gibi önemli bir sahâbînin bu tarz bir tavır sergilemesine birçok haklı gerekçe göstermek mümkündür. Hz. Ebû Bekir’in etkiye tepki sayılabilecek bu sözüne yönelmeden önce onun o an nasıl bir ruh haline büründüğünün anlaşılması oldukça önemlidir. Urve, sözleriyle Müslümanların birlikteliğini bozmayı amaçlamış, Allah tarafından gönderilmiş bir elçi ve beraberindeki iman edenler aşağılayıcı bir tutuma muhatap olmuş, bir provekatör tarafından yekvücut olan Müslümanlar tefrikaya ve gevşekliğe sürüklenme riski ile karşı karşıya kalmıştır. Bir amaç uğruna söz birliği yapmış müminlerden bir kısmının korkaklık edip savaşmayıp kaçacaklarını onların yüzlerine karşı iddia eden Urve’nin söylediklerine karşı sessiz kalınsa belki de müminler birbirlerini itham edecek ve aralarındaki güven duygusu yara alacaktı. Böylesine kötü senaryoların ihtimal dâhilinde olduğu bir tabloda, en sakin insanın bile sükûnetini koruması çok güç ve belki de imkansızdı. Bu yüzden Hz. Ebû Bekir’in neden böylesine şiddetli bir tepki gösterdiği empati yapılarak daha sağlıklı anlaşılabilir. Şüphesiz Hz. Ebu Bekir bu tavrını Urve’nin tahrikleri ile gözleri önünde itibarsızlaştırılmaya çalışılan Allah Resûl’ünü tıpkı ona ilk iman ettiği zamandaki gibi yine yalnız bırakmamak adına yapmıştı. Ancak o, hakarete uğrayan Resûlullah’a ve Müslümanlara sahip çıkayım derken Urve’ye ağır bir şekilde küfretmişti. Urve’nin Müslüman cemaatte infiâl uyandıracak nitelikteki sözleri ile tahrik olmuş bir psikolojideki Hz. Ebû Bekir’in bu konuşmasının, bir bozguncuya karşı koyma hissiyatı ile yapıldığını anlamak mümkündür.

Günlük hayata bakıldığında da bazı kişilerin küfretmeyecek karakterde olduğu düşünülür. Ancak bu nitelikteki kişilerin dahî aşırı stres, depresyon, trafik, moral bozukluğu, işsizlik, kin tutma, yalnızlık, yoksulluk, suçluluk, âşık olma, gelecek kaygısı ve tahrik gibi sâiklerle sadece dünyevî sayılacak bazı durumlar için bile istemeyerek de olsa sövebildiği vâkidir. Kaldı ki Hz. Ebû Bekir gibi vahye en başından beri tanıklık eden seçkin bir sahâbî, konunun bağlamından da anlaşıldığı üzere gelişen olağandışı şartlar zemininde dinin izzetini korumaya gayret ederken böyle bir söz söyleyivermiştir. Dolayısıyla kanaatimize göre bu noktada ettiği küfürle birlikte onun ruh haline odaklanmak da sözün iyi anlaşılması adına daha insaflı bir tutum olacaktır.

Hz. Ebû Bekir’in bu konuşmasının hangi etmenlerden dolayı vuku bulduğu anlaşılabilir olmakla beraber bu durum onun Urve’nin saldırılarını savuşturayım derken galiz sözler ettiği sonucunu ve gerçeğini değiştirmemektedir. Zira daha Mekke döneminde inmiş olan “Allah’tan başkasına kulluk edenlere (ve/veya onların

putlarına) sövmeyin; sonra onlarda bilgisizce ve düşmanca Allah’a sövebilirler…”279

ayeti kerimesinde, Allah’a küfredilmemesi için hem müşriklerin kendilerine hem de ilahlarına küfredilmesi kesin bir dille yasaklanmıştır. Hz. Ebû Bekir’in Mekke döneminde bu ayetten habersiz olması muhaldir. Rivâyette geçtiğine göre Urve b. Mes’ud Hz. Ebû Bekir’in ağır küfrüne sinirlenip de ayette ifade edildiği gibi Allah’a sövmemiştir. Bu ise işin sevindirici tarafıdır. Ayrıca yine rivâyete göre Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir’e karşı bir uyarıda bulunmadığı gibi onu tasdik eden bir tavır da göstermemiştir. Tabii ki Hz. Peygamber’in ikaz etmemesi küfredilmesini önemsemediği ya da buna razı olduğu anlamına gelmemektedir. Fakat Müslümanlar arasına fesat tohumu eken bir kimsenin sözlerinden dolayı aşırı bir şekilde tahrik olmuş birinin sinir anında ağzından çıkan bu küfrün akabinde Allah Resûlü derhal bir tepki de vermemiştir. Kime nasıl yaklaşacağını çok iyi bilen Hz. Peygamber yaşanan bu infiâl ortamında Hz. Ebû Bekir’in çok sinirlendiğini gördüğü için muhtemelen o an uyarı yapmayı uygun görmemiş olsa gerektir.280

      

279 el-Enâm, 6/108. Ayetin devamı ise şöyledir: “Böylece biz her ümmete kendi işlerini cazip gösterdik.

Sonunda dönüşleri rablerinedir. Artık o, ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.

280 Hz. Peygamber’in bu tutumunun “Allah zulme uğrayanların dışında hiç kimsenin açıkça kötü söz

söylemesini sevmez. Allah gerçekten her şeyi işiten ve görendir.”(en-Nisa, 4/148) ayeti ile ilişkilendirilmesi bizce ayetin zahir manasına hamlen mümkün gözükmektedir.

Kaynakların aktardığına göre Hz. Ebû Bekir’in Urve’ye ettiği küfrün orijinal hali Arapların küfretme adetlerinden olan “Git ananın fercini yala” şeklindedir 281. Ancak kendisi de Arap olan Hz. Ebû Bekir “Hadi oradan! Sen git te Lât putunun fercini yala” diyerek kalıplaşmış mevcut küfürde kısmen farklılığa gitmiştir. Ancak yine de ana hatlarıyla Araplarda yerleşmiş olan söz konusu küfür kalıbına önemli ölçüde sadık kalmıştır. Bu durum onun sözü sarf ederken toplumunun dil kullanımına riayet ettiğini dolayısıyla da bu davranışını mevcut alışkanlıklar üzerinden gerçekleştirdiğine işarettir. Ve bütün bunlar göstermektedir ki insan yaşadığı toplumun diline ve kültürüne içkin olup ondan ayrı ve/veya aşkın değildir. Anlaşıldığına göre bu ve benzeri örnekler Hz. Peygamber’in de içinde bulunduğu toplumda, coğrafyada ve zamanda yaşayan kimselerin konuşmalarını yansıtmaktadır. Buradan hareketle Peygamber’e izafe edilen benzeri bazı sözlerin ona ait olup olmama ihtimali bu noktadan hareketle gündeme gelebilir. Çünkü bölge insanının kullandığı dilde bu gibi ifadeler yer alabiliyor ise zihinlerde o medeniyetin insanı olan Hz. Peygamber’in de hitabında yaşadığı kültüre binaen benzeri galiz, müstehcen bir söze yer vermesi ihtimal dâhilinde olabilecek, bu durum ise böylesi bir sözün ona izafe edilip edilememesi hususunda bize yardımcı olabilecek bir takım ipuçlarına götürebilecektir.

Sonuç olarak sahâbîlerin hac ibadeti esnasında mecâzî bir üslup kullanarak söylediği müstehcen yapıdaki söz ile Hz. Ebû Bekir’in İslam’ın izzetini, Hz. Peygamberi ve iman etmiş arkadaşlarını koruma maksadıyla etmiş olduğu ağır küfür, bölgede yaşayan dönemin Araplarının dil-kültüründe bulunan cinsel içerikli söz kullanımı hakkında bilgi verebilir. Hatırlanacağı üzere de yukarıdaki bölümlerde Hz. Peygamber’in o zamanın ve zeminin bir insanı olduğundan bahsedilmişti. Bu yüzden hem Arap, aynı zamanda Peygamberin arkadaşları olan kimselerin ifadeleri, bölgenin bireyi olan Peygamber’in de örneklerde geçtiği gibi benzer yapıda galiz, müstehcen bir takım konuşmalarda bulunup bulunmadığı, şayet bulunmuşsa da bunların nasıl sıhhatli anlaşılacağı gibi meselelere ışık tutabilir. Ancak Hz. Peygamber her ne kadar Kureyş kabilesinden biri olduğu için yaşadığı toprakların kültürü, üzerinde etkili olsa da onun nübüvvet ve risâlet özellikleri de onun iletişiminde oldukça baskındır. Bu yüzden ona izafe edilen bazı rivâyetelere dikkat edilmesi gereklidir.

      

IV. HZ. PEYGAMBER’İN NEZÂHETİ VE CİNSEL İÇERİKLİ BAZI RİVÂYETLER

İslam dinine mensup bir kimsenin hiçbir nasstan haberi olmasa ya da naslara dayanmadan bir Peygamber portresi çizmeyi denemek istese Resûlullah’ın büyük bir ahlâka sahip olma düşüncesi muhtemelen zihninde bedîhî (apriori)282 olarak ilk belirecek şeylerden birisi olur. İslam dinine mensup bir insanın zihni Kur’ân ve sünnetten hareket etmeden dahi böyle bir bilginin varlığına doğru gidebiliyor ise Kur’an’ın ve sünnetin bütününün gösterdiği ışıkla Hz. Peygamber’in üstün ahlâkına olan inancın daha kuvvetli olması beklenir.

Belgede Hadislerin Tahlilinde Rekâket (sayfa 72-78)