• Sonuç bulunamadı

HZ PEYGAMBER ve İLETİŞİMİ

Belgede Hadislerin Tahlilinde Rekâket (sayfa 59-62)

Peygamberlik vazifesi îfâ edilirken insanlara ulaşmak, onlarla diyaloga geçmek olmazsa olmaz şartlardandır. Bunun en iyi şekilde gerçekleşmesi için de iletişimin en sık ve belki de en etkili şekli olan konuşma, göz ardı edilemeyecek bir yere sahiptir.221 Hz. Musa’nın “ Ey rabbim! Gönlüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır.

Dilimdeki düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar”222 diyerek güzel ve anlaşılır bir hitabı

Allah’tan niyazda bulunması da dil kullanımının bir peygamber için ne kadar değerli olduğunu göstermektedir. Nitekim risâlet gibi mukaddes bir görevin düzgün olmayan ve anlaşılmayan bir dil ile amacına ulaşması neredeyse imkânsız bir durumdur. Dolayısıyla rahat iletişim kurma, anlaşılır bir dil kullanma, Allah Teâlâ’nın elçilerinde mutlaka bulunması gereken özelliklerden kabul edilir.223

İnsanlara Allah’ın emirlerini ve yasaklarını bildirmek için gönderilmiş olan Hz. Peygamber de bir elçi olarak muhatap kitlesiyle iletişim kurmuş, onlara İslam’ın esaslarını tebliğ etmiştir. Yirmi üç sene içerisinde kadınlara insan muamelesi yapmayan, küçük kız çocuklarının diri diri gömen bir toplumun müspet değişimleri, Hz. Peygamber’in, insanlara dini anlatırken ne kadar başarılı bir iletişim kurduğunu, konuşması ve yaşantısı ile nasıl örnek olduğunu gösterir niteliktedir. Hz. Muhammed’in ulaştığı bu başarı tarihi bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Peygamberlerin konuşma üslupları tebliğin sıhhatli ve etkili olması açısından büyük bir öneme sahiptir. Ancak nebiler de beşer oldukları için onlarda da içinde yaşadıkları toplumun -başta dil-kültürü olmak üzere- özellikleri bulunmaktadır.

Nasılki her insan bir toplumun içinde doğup onların bir ferdi kabul ediliyorsa Hz. Peygamber de Kureyş kabilesinin bir parçası olarak gönderildiği Arap toplumunun bir bireyidir. Bundan dolayı kendisinde de Arapların düşünme ve konuşma şekillerinin bulunması doğal sayılmalıdır. Ana dili Arapça olan Hicaz topraklarında doğan ve büyüyen, gençliğini o bölgede geçiren Hz. Peygamber de kendisinden önceki diğer Peygamberler gibi hem kendisini hem de içinde bulunduğu toplumu her şeyiyle tanıyan, en doğalından en ilgincine kadar onlarla beşer ve nebi sıfatıyla iletişim kurmuş biridir. Nitekim Allah Teâlâ “ Kendilerine (Allah’ın emirlerini) iyice açıklayabilsin diye her Peygamberi yalnız kavminin diliyle       

221 Şeker, “a.g.m”, s.112. 222 et-Tâhâ, 20/25-27. 223 Şeker, “a.g.m”, s. 113.

gönderdik. Allah dilediğini saptırır ve dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güçlü,

hüküm ve hikmet sahibidir”224 buyurarak bu durumu net bir şekilde vurgulamıştır.

Ancak ilgili ayeti kerimedeki “kavminin/toplumunun diliyle” diye anlamına gelen “bilisâni kavmihî” (ﮫﻣﻮﻗ نﺎﺴﻠﺑ) kısmı, “Peygamber-Muhatap kitle” denkleminde işin nirengi noktasını teşkil edip Peygamberlerin kavimleriyle kurdukları ilişkileri yansıtan önemli bir boyuta sahiptir.

Ayeti kerimede geçen “lisan” kelimesinden sadece “Peygamberler, gönderildikleri kavimlerle aynı dili konuşmaktadırlar” şeklindeki bir sonuç çıkarılmamalıdır. Burada ilk olarak kastedilen, “muhatapların anlayacağı dil” anlamını taşısa da kanaatimzce Peygamber-kavim ilişkilerine bakıldığında ilgili ifade bu manadan çok daha fazlasını barındırmaktadır. Kur’ân’da Peygamberlerin kavimleriyle kurdukları diyalogtan bahseden ayetler göz önünde tutulduğunda, bu ilişkilerin sıradan bir konuşmaktan çok daha ileride olduğu görülür. Öyle ki Kur’ân’daki Peygamber kıssaları Peygamberlerin, kavimlerinin hallerine ve tavırlarına ayrıntılı bir şekilde muttali olduklarını göstermektedir. Buradan hareketle “bilisâni kavmihî” ifadesinin, “Peygamberler, gönderildikleri toplumun alışkanlıklarını, kültürlerini, örf-adetlerini iyi bilirler. Ayrıca onlar halkının dil sanatlarını, tutumlarını, isteklerini, beklentilerini ve düşünme tarzlarını da yakından tanırlar. Dolayısıyla birçok hususta onlarla anlaşabilen bir yapıya sahiptirler.” şeklinde anlaşılması, bizce daha sıhhatli bir anlayış olarak gözükmektedir. Nitekim günlük hayatımızda da iş, ortaklık, evlenme, arkadaşlık etme, yolculuk yapma gibi durumlarda bize eşlik edecek kimseler için kullandığımız “Onunla aynı dili konuşuyoruz” ya da “konuşmuyoruz” deyimi de bununla örtüşerek adeta bu anlamı teyit etmektedir. Dolayısıyla Allah Resûlü, gönderildiği kavimden, coğrafyadan, iklimden, kültürden, medeniyetten kısacası sosyal hayatını yaşadığı çevreden bağımsız düşünülmemelidir. Aksi bir düşünce onu yaşanan, akıp giden hayatın içinden soyutlamak olur ki bu durum Peygamberlerin irşâd etmekle görevli oldukları insan toplulukları ile bir arada bulunarak onlarla birebir etkileşime geçme gereğine ve doğasına aykırıdır.225

      

224 İbrahim, 12/4.

225 Nitekim Kur’an’da Peygamberlerin, yaşadıkları kavmin içindeki insanlardan oldukları anlamına

gelecek şekilde “ahûhum” (kardeşleri) ifadesi birden fazla elçi için kullanılmıştır. Bu ifadenin kullanımı ve Peygamberlerle kavimleri arasında geçen birçok diyalog örneklerini göstermesi açısından bkz. Şuarâ suresi, 70-77, 105-110, 123-138, 141-156, 160-168, 176-188.

Hz. Peygamber’in yaşadığı çevredeki insanlarla onların anlayacağı dilde konuştuğunu, onların seviyesine indiğini, onların tutumlarını ve nelerle ikna edileceklerini bildiğini göstermesi açısından onun hayatında oldukça dikkat çekici örnekler, yaşanmışlıklar bulunmaktadır. Hadis eserleri, işin bu yönüyle mütalaa edildiğinde bu durumun izlerini sürmek mümkündür. Mesela Buhârî’nin Sahîh’inde naklettiği bir hadise göre Allah Resûlü’ne gelen bir bedevî eşi siyahî çocuk doğurduğu için çocuğun kendisine ait olduğunu kabul etmez. Akabinde ise Hz. Peygamber ile Bedevî arasında şöyle bir konuşma cereyan eder.226

Bedevî: “Eşim siyâhî bir çocuk dünyaya getirdi. Ancak ben, bu çocuğun benden olmadığını düşünüyorum.”

Hz. Peygamber: “Seni develerin var mıdır? Bedevî: “Evet”

Hz. Peygamber: “Peki o develer ne renktedir? Bedevî: “Kırmızıdır”(Kızıldır)

Hz. Peygamber: “Bunların içinde siyahı beyaza çalan boz renkli (sarımtırak) develer de var mıdır peki?”

Bedevî: “Tabiî ki. Onların içinde boz (sarımtırak) renkli develer de vardır.” Hz. Peygamber: “Peki bu boz renkli develerin nereden geldiğini düşünüyorsun?”

Bedevî: “Ey Allah’ın Resûlü bu onların soyundan olsa gerek, muhtemelen ona çekmiştir.”

Hz. Peygamber: “Peki ya oğlun da soyunuzdan (siyah renkli) birine çektiyse!” Dikkat edilirse Hz. Peygamber, konuya develer ile başlayarak bedevînin sosyal hayatından kabul edeceği önermelerle girmiştir. Yani ayeti kerimedeki “bi lisâni kavmihî” ifadesini pratiğe geçirmiştir. İzlediği bu yol onun, etrafındaki insanları

      

226 Buhârî, İ’tisâm, 12. Bedevînin bu tavrı, kendisinin ve hanımının siyâhî bir ten rengine sahip

olmamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla da o, bu ifadeleri ile zımnen hanımının zina ettiğini ve çocuğun nesebini üzerine almak istemediğini beyan etmektedir. Ancak her nasılsa içi rahat etmemiş olsa gerek ki Hz. Peygamber’e danışma ihtiyacı hissetmiş, Peygamber de onun anlayacağı dilden konuşarak aileyi ve dolayısıyla toplumu da ilgilendiren bir meseleyi çözüme kavuşturmuştur.

iyi tanıdığını, yaşadığı hayattan iyi örnekler sunduğunu, karşısındakinin anlayacağı dilden konuşabildiğini yeterince ortaya koymaktadır. Allah Resûlü bu ulvî tutumuyla da belli başlı mağduriyetleri engellemiştir. O böylece bedevînin, çocuğunu sahiplenmemesine, olaydan tamamen habersiz bir çocuğun nesepsiz kalmasına ve zavallı hanımının ise töhmet altına girmesine mani olarak âdeta toplumun yapı taşı olan aile müessesini tüm gücüyle korumayı amaçlamış ve bunu başarmıştır. Bunu yaparken de Peygamber olma özelliğinden ziyade yaşadığı çevreyi ve insanları iyi tanıması, onlarla iletişiminin kuvvetli olması sayesinde gerçekleştirmiştir.

II. DİL-KÜLTÜR AÇISINDAN BÖLGENİN VE TARİHİN İNSANI OLARAK HZ. PEYGAMBER

Miladi 571 yılında Arabistan topraklarında dünyaya gelen Hz. Peygamber yaşamını sosyal hayatın içinden biri olarak geçirmiştir. Kırk senesi peygamberlik öncesi, yirmi üç senesi de peygamberlik sonrası olmak üzere altmış üç sene süren hayatının tamamını bu bölgede sürdürmüştür. Hem nübüvvet öncesinde hem de sonrasında kendisini toplumundan uzak tutmayan Hz. Peygamber, yaşadığı toprakların kültüründen ve dilinden bağımsız bir şekilde değerlendirilmemelidir. Zira onun konuşmalarında, davranışlarında, tavırları ile tutumlarında yaşadığı toprakların kültürü ve ana dili olan Arapça’nın azımsanamayacak derecede etkisi vardır.

Belgede Hadislerin Tahlilinde Rekâket (sayfa 59-62)