• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3.4. Sosyal Yapılanmada Meslekler

3.4.10. Hekim / Filozof

“Âlim”, “bilgin”, “tabiatı inceleyen”, “felsefeci” anlamlarına gelen hekim ifadesi, verilen bu anlarının yanı sıra “tabîb” ifadesine de karşılık olarak kullanılmaktadır. İskender-nâme’de bu tabir, daha ziyade filozof anlamında ele alınmıştır. İskender’le savaşmak istemeyen Hint hükümdarı Keyd, bu savaştan kaçınmak için İskender’e kızını, kadehini, tabibini ve her bilgiye sahip filozofunu iyi niyet göstergesi olarak hediye eder. Hintli filozofun hünerlerini sınamak isteyen İskender, bir kadeh yağı filozofa yollayarak, neler yapabileceğini görmek ister.

Var-ıdı katınd’anuñ bir feylesûf

Feylesûfıla tabîb ü dahı câm

Şâhuñ u bir dahı şâha hem gulâm (2066) Bir kadeh yag toldurup şâh-ı cihân Feylesûf-ı Hinde virbidi nihân Kim bu yagı cümle dürtinsün hekîm K’ola yol rencinden endâmı selîm Sancar ol yaga biñ igne feylesûf

Şâha virbir çün bulur sırra vukûf (2154-2156)

3.4.11. Karavaş

Savaşta tutsak edilen veya satın alınan ve sahibinin üzerinde tam bir kullanma hakkı bulunan kadın esirler için kullanılan bir tabirdir. İskender-nâme’de çeşitli sebeplerle karavaşlar tabiri geçmektedir. İskender tahta çıkınca, İran şâhı Dârâ İskender’den haraç ister. Dârâ’nın bu isteğini İskender yerine getirmeyince, Dârâ İskender’e bir elçi gönderir. İskender’in bir savaş esirinden, karavaştan doğduğunu, dolayısıyla İskender’in de kul olduğunu ileri sürer.

Oglan anaya olur tâbi’ hemîn Karavaş oglı olan kuldur yakîn Çünki kul olur karavaşdan togan

Pes ululık anda ne gerek âyân (1051-1052)

Hint hükümdarı Keyd de İskender ile savaşmaktan kaçınmak için, İskender’e iki yüz karavaş yollar.

İkiyüz kul dahı cümle mâh-rûy İkiyüz dahı karavaş müşg-mûy (2096)

İskender Gürcistan’a yaptığı seferde de birçok kul ve karavaşı esir olarak alır.

Kul u karavaş yüz elli biñ esîr

Aldılar çün oldı nusret dest-gîr (6604)

3.4.12. Kârger

“İşçi” anlamına gelen bir tabirdir. Eserde İskender, Yecüc ve Mecüc kavmini dağ arasına hapsetmek için bir set yapmak ister. Bu setin yapımında da çok sayıda işçiye ihtiyaç duyar.

Pes Sikender orada kıldı karâr

Kâr-gerler cem’ idüp bî-şümâr (3953)

3.4.13. Kenîzek

“Küçük cariye” anlamına gelen bir kelimedir. Sarayda görevli cariyeler için kullanılır. Bu ifade İskender-nâme’de, Kaydefe’nin hizmetindeki cariyeleri anlatırken zikredilmektedir.

Biñ kenîzek hidmet-içün hûb-çihr

K’anlara hayrân olurdı mâh u mihr (4688)

3.4.14. Mu’abbir

Rüya tabir eden, görülen rüyalardan anlamlar çıkaran kimselere verilen isimdir. Her rüyanın bir anlam ifade ettiği inancı, bu meslek grubunun ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Rüyada olup bitenle ilgili yorum yapmak, günlük hayatla ilgili çeşitli sonuçlar ortaya koymak, geleceğe dair öngörülerde bulunmak önemli bir ihtisas alanı olarak görülmüştür (Özkan, 2007: 233). Mu’abbirlerin saray görevlileri arasında da önemli bir yeri vardır. Söz konusu mesnevîde mu’abbir tabiri, Hint hükümdarı Keyd ile ilgili kısımda zikredilmektedir. Keyd, rüyasında Rûm’dan doğan bir ayın her tarafı kapladığını ve

yıldızların bu aya secde ettiklerini görür. Keyd, rüyasını tabir etmesi için mu’abbiri Mehrân’a anlatır.

Bir gice düşde görür k’ol nîg-rây Rûmdan rûşen olup togrı bir ay Şark u garb anuñ-ıla pür-nûr olur Cümle yılduzlar aña secde kılur Bir mu’abbir var-ıdı Mehrân adı

Keyd şâh ol düşi Mehrân’a didi (1977-1979) 3.4.15. Müftü

Arapça “fetva” kökünden türeyen müftü kelimesi “fetva veren”, “vilayet ve kazalarda dinişlerine bakan” kimseler için kullanılmaktadır. Dini işleri yerine getirmekle görevli bu kişiler İskender-nâme’de de fetva verme ve mezhepler dolayısıyla yer almaktadır.

Müftiler kıl-ıla fetvâ vireler Kim yimeyeceklerini direler

Mezhebüñ zâhir olanın koyalar

Hâşiyede böyle gördüm diyeler (7232-7233)

3.4.16. Mühendis

Arapça “hendese” kökünden gelen bu kelime “hendese (geometri) bilen anlamına gelmektedir. Mühendisler; yol, köprü, yapı, makine, gemi ve uçak yapımı vb. ile maden, su ve elektrik işleri gibi bayındırlık ve zanaatlardan birini meslek edinmiş kişilerdir (TDK,2005:1431). Söz konusu mesnevîde İskender de hendese ilmine vakıf bir mühendistir.

Bir mühendisdi Sikender kim cihân Cev cev olmışdı kıyâsından ayân (4768)

3.4.17. Müneccim

Arapça “necm” kökünden türeyen “müneccim” ifadesi, yıldızların hareket ve vaziyetlerinden anlamlar çıkaran kişiler için kullanılan bir tabirdir. İlm-i nücûm ile uğraşan bu kişilerin sarayda önemli bir yeri vardır. Osmanlıda ilmiye sınıfına mensup olan bu meslek sahiplerinin başında “nüceccimbaşı” adı verilen kişiler bulunurdu. Bu kişiler şehzâdelerin doğum günlerinden padişahların tahta çıkışlarına, savaş ilanından devlet görevlilerine mansıp verilmesine kadar çeşitli hadiseler için astrolojik hesaplar yaparak uğurlu vakitleri belirlemeye çalışırlar. Müneccimler tali’i belirlemek için ustûrlâb veya zâyîçe gibi aletleri kullanırlar. İskender-nâme’de, İskender doğduğu an müneccim çağrılarak, şehzâdenin tali’ine bakılır.

Pes müneccim getürüp her bâb-ıla Tâli’in gördürdi usturlâb-ıla Tâli’ü hîlâcını çün bildiler

Kamu yılduzı şerefde buldılar (497-4989)

3.4.18. Nakkâş

Resim yapan, yağlı boya ile duvar süsleyen kişiler için kullanılan bir tabirdir (Pala, 2005a: 348). Nakkâş ifadesi, ressam kelimesi ile de aynı anlamda kullanılmıştır. Ancak, ressamlar müstakil tablolar yapan kişilerdir. Nakkâşlar ise muhtelif yapıların duvar ve tavanlarına süslemeler yapan ustalardır. Nakkâşlar bir nevi nakış ustaları oldukları için, yazma eserleri, minyatürler resmederek süsleyen sanatkârlar için de nakkâş ifadesini kullanmak mümkündür (Özkan, 2007;139). Söz konusu mesnevîde nakkâş tabiri farklı yerlerde karşımıza çıkmaktadır. İskender’e âşık olan Gülşâh’ın acısını gören dâyesi, Gülşâh’ın resmini bir nakkâşa nakşettirerek İskender’e yollar.

Dâye ol kız hâline idüp nazar

Akl u rây-ıla_oldı işe çâre-ger (1424)

Pes bulur bir nakş-bend-i hurde-kâr Kim kılurdı sûretin cânuñ nigâr Nice sûret diseñ ol nakkâş-ı Çîn

Nakş iderdi cân viremezdi hemîn (1426-1427) Sûretin yazdurdılar kızuñ aña

Şöyle kim gören kalur-ıdı taña (1430)

Magrib ülkesinin sultanı Kaydafe, İskender’in bir suretini çizmesi için Çinli nakkâşlarla yarışacak derecede usta bir nakkâşı görevlendirir.

Şâh işinde fikr idüp kaldı aceb Kıldı bir nakkâş sûretger taleb Buldı bir nakkâş kim Magrib-zemîn San’atından tolmışıdı nakş Çîn İtmişidi ömrini ol işde sarf Dutarıdı Mâniyi Nakkâşa harf

Aña Kaydâfe buyurdı kim vara Nicedür İskenderüñ yüzin göre Nakş idüp vasfın u şekl ü hey’etin

Heykel ü resmin ü reng ü sûretin (4527-4531)

İskender elçi kılığında Kaydafe’nin sarayına gelir. Kaydafe, daha önce nakkâşa çizdirdiği İskender’in sûretine bakarak, onu tanır.

Didi kim ilçi bu resme olmaya Kimseden bu nev’a ilçi gelmeye Pes didi bir kula k’ol Çînî harîr

K’anı nakş itmişdi ol nakkâş pîr (4655-4656)

3.4.19. Pâsübân

Pâsbân olarak da bilinir. Bekçi anlamına gelmektedir. Günümüzdeki güvenlik görevlilerini benzeri olarak kapılarda bekleyen ve içeri girecek kişileri kontrol eden görevlilerdir. İskender Gülşâh’ın kapısını bekleyen bekçilerin ancak yıldızlar olabileceğini mübalağalı olarak anlatır.

Olsun eyvânuñda keyvân pâsübân Mâh-ı nev olsun kapuñda âşiyân (1671)

3.4.20. Peyk

Haber veya mektup getirip, götüren kişiler için kullanılan bir tabirdir. Peykleri diğer ulaklardan ayıran özellikleri ise yaya olmaları ve daima padişâhların etrafında bulunmalarıdır. İskender, Gülşâh’a yazmış olduğu mektubu peyk ile Gülşâh’a ulaştırmaya çalışır.

Nâmeyi çünkim iletdi peyk-i şâh

Hâdime virmeklige_anı buldı râh (1628)