• Sonuç bulunamadı

1.2. Ahmedî’nin Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri

1.2.2. Edebi Kişiliği ve Sanatı

Klasik Türk Şiiri’nin ilk kurucularından olan Ahmedî XIV. yüzyılın en fazla eser veren şairidir. Eserlerinin tamamının elli bin beyitten daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Onun edebi şahsiyetinin üzerinde Gülşehrî, Hoca Dehhânî, Hoca Mes’ut gibi değerli şahsiyetlerin yanı sıra İran şairlerinden özellikle Nizâmî ve Selmân-ı Savecî’nin etkileri de büyüktür. Bilhassa İran şairlerinin etkilerini eserlerinde hissetmek mümkündür. Döneminde Eski Anadolu Türkçesi ile eser verenlerin öncülerinden olan şair, çeşitli konularda kaleme aldığı manzum eserleriyle hem Anadolu sahası Türk dilinin gelişmesine hem de klasik Türk edebiyatının kurulmasına büyük katkıda bulunmuştur.

Anadolu’da siyasi iktidarın tam olarak sağlanamadığı ve taht kavgalarının yaşandığı bir dönemde eser vermeye çalışan Ahmedî, döneminin bu kargaşasını eserlerine yansıtmıştır. Döneminin siyasi hayatını ve sosyal hadiselerini eserlerine yansıtma fikri Hoca Dehhânî’den sonra Ahmedî’de de böylece görülmeye başlamıştır. Ahmedî’nin yapmış olduğu bu hareket Türk şiirinde kurulan millî bir söyleyiş tarzının da ilk adımları sayılmaktadır.

Büyük bir ilmi bilgiye ve şiir zevkine sahip olması, Yunan ve Türk mitolojisine hâkimiyeti serlerinde yer alan şiirlerinin ve hikâyelerinin anlatımını kolaylaştırmıştır. Ahmedî tasavvufi duyuş ve düşünceleri oldukça iyi bilmesine karşın eserlerinde bunu yansıtmaz. Mesnevilerinde ve şiirlerinde din dışı konulara ağırlık verir.

Ahmedî sadece bir şair değil, aynı zamanda döneminin birçok ilmine ve bilgisine hâkim bir sanatkârdır. Özellikle de İskender-nâme adlı mesnevîsinde hikâyelerin aralarına sıkıştırdığı astronomi, tıp, mühendislik, tarih gibi ilim sahalarına ait bilgileri okuyucuya sunmaktan kaçınmaz. Bu bölümlerin her biri küçük birer risale niteliğindedir. Böylece Ahmedî, okuyucularına hikâye anlatan bir sanatkârın yanı sıra bir öğretmen görevi de üstlenmiş olur.

Ahmedî eserlerinde sade bir Türkçe tercih etmiştir. Yüksek bir zümreye hitap eden Dîvân edebiyatı dâhilinde eserler vermesine karşın halk edebiyatından kopuk bir çizgi izlememiştir. Onun kimi söyleyişleri Âşık Paşâ’nın ve Yunus Emre’nin sade ama içten

ifadelerini çağrıştırır. Bu sade dil kullanma hareketi Anadolu beylerinin Türkçe söylemi tercih etmelerine bağlanabilir. Kendilerine birer hami arayan sanatkârların, lütuf gördükleri beylere eserler verirken onların anlayacakları ve hoşnut olacakları ifade tarzını benimsemeleri pek de yadırganacak bir durum değildir.

Ahmedî’nin sanat bakımından en sanatlı söylemleri Dîvân’ında yer alan şiirleridir. Dili ve anlatımı düzgün, tahayyül ettiği tasvirleri canlı ve renklidir. Onun kimi ifadelerindeki ahenk ve mükemmele yakın söyleyişleri kendinden sonra gelecek olan şairleri etkisi altına almıştır. Hatta Ahmedî’nin bazı şiirlerindeki ses ve söyleyiş güzelliği XVI. asrın büyük ahenk şairi Bâkî dahi kabul etmiştir. Çünkü Bâkî meşhur “bahâr” redifli gazelini Ahmedî’ye nazire olarak söylemiştir (Banarlı,1987; 388-390).

Ahmedî’nin Divanı’ndaki üslubun beğenilmesine karşın İskender-name’deki ifade tarzı yavan bulunmuştur. Kınalızâde, tezkiresinde Ahmedî’nin İskender-name’yi sunduğunda eserin beğenilmediğini, sanattan yoksun, vasat bir eser olduğu için kabul görmediğini, böyle bir eser yerine sanatlı bir kasidenin daha kıymetli görüldüğünü dile getirir ( Sungurhan, 1999: 121).

“Egerçi mezbûrun İskender-nâmesi meşhûrdur. Lâkin ne makûle nazm idügi ma’lûm-ı cumhûrdur. Hattâ rivâyet olınur ki Ahmedî kitâb-ı mezbûrı a’yân-ı ‘asrına ‘arz eyledükde anlar dahı bu makûle kitâbdan bir iyice kasîde yegdür dirler.”

Şairin bu hadise üzerine İskender-nâme’yi tekrar gözden geçirerek, daha mükemmel bir hale getirdiği ve bu düzeltilmiş halinin yeniden sunulduğunda beğenilerek kabul gördüğü rivayet edilir ( Sungurhan, 1999: 121).

Ahmedî’yi değerli kılan bir diğer husus ise kullandığı dilin özelliklerini eserlerinde en iyi şekilde yansıtmasıdır. Akranları veya kendisinden önce gelmiş şairler bu dönemin dil özelliklerini eserlerinde Ahmedî kadar başarılı sunamamışlardır. Eski Anadolu Türkçesi ile eserlerini kaleme alan Ahmedî, bu dönem dil hususiyetleri üzerine çalışmak isteyenler için önemli bir kaynak teşkil etmektedir.

Şık tasvirler ve düzgün anlatıma sahip olan Ahmedî, aruzu kullanmakta da başarılır. Buna karşın eserlerinde zaman zaman vezin hatalarına rastlamak da mümkündür. Bu vezin hataları bazı araştırmacılar için kusur olarak görülmezken, bu hataları kusur addeden araştırmacılar Ahmedî’yi eleştirmekten geri durmamışlardır. Bu eleştirilere rağmen İran edebiyatını kendine örnek alan Ahmedî’nin, aruzda başarılı, şiirlerinde ahenk ve uyumu yakaladığı kuşku götürmez.

Âşık olana ışk odından nişân gerek Bagrı kebâb gözlerinün yaşı kan gerek Yâri diyen gerek kim ola gayrden berî Cânânı isdeyen kişiye terk-i cân gerek Cevre kıla tahammül iden yârı ârzû Sabr ide hâra her kim ana gülsitân gerek Şem’ u safâdur ol sanem ana irişmeğe Pervâne bigi yanmağa tâb u tüvân gerek Sinün yüzün görene ne hâcet likâ-yı hûr Kapunda yir bulana ne bâğ-ı cinân gerek

Gonce lebünden isder idüm söz açam velî Ol râz-ı nâzüki bilürem kim nihân gerek Anunçün Ahmedî heves ider lebüne kim

Dil-hastedür ana şeker-i nârdân gerek (142a- 142b)3

Ahmedî’nin “gerek” redifli gazelini örnek verdiğimiz yukarıdaki şiirde, şairin sanatına ilişkin daha önce bahsettiğimiz hususiyetler rahatlıkla gözlenmektedir. Şairin rahat söyleyişi, şiirin ahengi, canlı tasvirler ve şık benzetmeler gazelde kendini göstermektedir. Şairin gazellerinin çoğu yek ahenk gazeller olmasının karşın özellikle

Dîvân’ında zaman zaman tekrarlara düşmesi gözden kaçmamıştır. Onun bu kusurunu araştırmacılar hacimli bir dîvâna sahip olmasına bağlarlar. Şiirlerinde ise Dîvân edebiyatının klasik konuları olan aşk, âşık, maşuk, gözyaşı, sevgilinin güzellik unsurları, hicran yaraları, sevgilinin tutumları ana temaları oluşturur. Bunların yanı sıra Ahmedî, mitolojik unsurları, tarihi kahramanları da şiirlerine serpiştirmekten geri kalmamıştır. Mesnevîlerinde ise İran, Arap ve Türk kültüründen gelen hikâyeleri harmanlayarak özgün eserler vermeyi başarmıştır.

Ahmedî birçok türde eserler vermeyi başarmış bir şairdir. Gazel, kaside, terci-i bend, terkib-i bend, mersiye ve mesnevî gibi çeşitli nazım biçimlerini kullanmıştır. Bununla birlikte eserlerinde teşbih sanatını kullanarak oluşturduğu sağlam yapı ve şiirlerinde oluşturduğu bütünlük ile çağına damgasını vurmuştur.

Ahmedî hem şahsiyeti hem de sanatçı kişiliği olarak devrinin önemli isimleri arasında yer almış, Klasik Şiir’in yerleşmesi ve gelişmesi için değerli bir isim olmuş ve kendini geliştirmek, şiirlerini daha mükemmel hale getirmek için çabalamış bir sanatkârdır. Hayatı boyunca hak ettiği değeri yeterince görememesine rağmen, eserlerinde yaşadığı dönemin dil özelliklerini ve sosyal hayatını bizlere yansıtması açısından önemli bir kaynak olmayı başarmıştır.

1.2.3. Eserleri

Ahmedî, kendi çağının en fazla eser veren, velûd ve bilge şairlerindendir. Döneminin hem dil özelliklerini, hem de içtimai hayatını kuvvetli kalemiyle günümüze kadar ulaştıran şairin, kaynaklarda bildirilen ve günümüze kadar ulaşan eserleri şunlardır:

1.2.3.1. Dîvân

Ahmedî’nin edebi şahsiyeti ve sanatı bakımından en kıymetli eseri Türkçe Dîvân’ıdır. Dokuz bin beyit civarındaki bu hacimli ve değerli eserinde sekiz tevhîd, dört nâ’t, bir Îsâ Peygamber Medhiyesi, yirmi üç Emîr Süleyman medhiyesi, yedi Sultan Mehmed medhiyesi, bir hazâniyye, on bahâriyye, on altı nasihat, bir rümûz, bir mukâleme, bir bülbüliyye, bir isretiyye olmak üzere yetmiş dört kasîde bulunmaktadır. Bu kasidelerin

yanı sıra iki Emîr Süleyman tercî-i bend medhiyesi, beş Emîr Süleyman terkîb-i bend medhiyesi, bir Melik Süleyman Terkîb-i bend medhiyesi, bir musammat, bir mersiye ve yedi yüz altmış dört gazel Dîvân’ında yer almaktadır.

Ahmedî’nin Dîvân’ının altı nüshası bulunmaktadır. Bunlar Süleymaniye Kütüphanesi Hamidiye 1802, İslam Eserleri 2010, British Museum Or. 4127, Vaticana Turco 196, Süleymaniye Düğümlü Baba 401, Topkapı Sarayı 2261 numaralarda kayıtlıdır. Görüldüğü üzere altı nüshanın ikisi Türkiye dışındadır. Bu nüshalar içinden Süleymaniye Kütüphanesi Hamidiye ve Vaticana Turco nüshaları en fazla önem arz eden yazmalardır.

Ahmedî Dîvân’ı üzerinde üç doktora çalışması yapılmıştır. Bunların ilki Tunca Kortantamer tarafından hazırlanmıştır. Bu çalışmada Ahmedî’nin hayatı ve eserleri tanıtılmış, Dîvân’ı edebi yönden değerlendirilmiştir. İkinci olarak Yaşar Akdoğan, Dîvân’ın tenkitli metnini hazırlamış ve eserin dil özelliklerini incelemiştir. Ayrıca Yaşar Akdoğan Dîvân’da yer alan şiirlerden seçmeler yayınlamıştır. Üçüncü olarak Melike Erdem Günyüz ise, Dîvân üzerine tahlili bir çalışma yapmıştır (Şentürk ve Kartal, 2009; 159-160). Ahmedî Dîvânı üzerine bir de yüksek lisans tezi bulunmaktadır. Hakan Alparslan tarafından hazırlanan bu tezde Ahmedî’nin Dîvân’ında yer alan ilk elli gazelin şerhi yapılmış, gazeller edebî sanatlar ve içeriği yönüyle incelenmiştir.

1.2.3.2. İskender-nâme

Ahmedî’nin tanınmasında en büyük paya sahip olan İskender-nâme XIV. yüzyılda yazılan mesnevîlerin en önemlilerinden olup, edebiyatımızda bu konudaki mesnevîlerin ilki ve en başarılı örneğidir. Nizâmî-i Gencevî’nin İskender-nâme’sine nazire olarak yazılan bu esere daha sonraki bölümlerde değineceğimiz için, burada sadece kısa bir bilgi vermeyi uygun gördük.

1.2.3.3. Cemşîd u Hurşîd

XVI. yüzyıldan beri nüshasına rastlanılmayan Cemşîd u Hurşîd mesnevîsi Emîr Süleyman’ın isteği üzerine kaleme alınmıştır. Ancak Cemşîd u Hurşîd mesnevîsi 1403 yılında, Emîr Süleyman’ın vefatından sonra tamamlanmıştır. Bu suretle eser Emîr

Süleyman yerine I. Mehmed’e sunulmuştur. Aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılmıştır. 4745 beyitten oluşan eser, konusunu İranlı şair Selmân-i Sâvecî’nin aynı adlı eserinden almaktadır. Bir tercüme eser olarak başlanan Cemşîd u Hurşîd mesnevîsi, Ahmedî’nin kattığı eklemeler, Türk kültüründen ve tarihinden yararlanarak oluşturduğu yeni yapı ile telif eser hüviyeti kazanmıştır.

Cemşîd u Hurşîd mesnevîsi, Çin Fağfurunun oğlu Cemşîd’in rüyasında Rum sultanı Kayser’in kızı Hurşîd’i görmesi, ona âşık olması ve Hurşîd ile evlenebilmek için yaşadığı hadiseleri anlatmaktadır.

Eser ilk defa Nihat Sami Banarlı tarafından ilim âlemine tanıtılmıştır. Mehmet Akalın ise, 1969 yılında eser üzerine bir doktora tezi hazırlamıştır. Bu çalışmada eserin gramer hususiyetleri tespit edilmiş ve tezin metin kısmını neşretmiştir.

1.2.3.4. Tervîhü’l-Ervâh

Ahmedî’nin tıpla ilgili olan mesnevîsi Tervîhü’l-ervâh, 1403- 1410 yılları arasında kaleme alınmıştır. Emîr Süleyman adına “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan eser, daha sonra şairin bazı eklemeleriyle I. Mehmed’e sunulmuştur. Eser tıbbın anatomi, teşhis, teşrih, patoloji gibi muhtelif bahislerinden söz etmektedir. Eseri önemli kılan bir diğer unsur ise Ahmedî’nin tıp alanındaki yetkinlinin bir göstergesi olmasıdır.

Eserin iki nüshası bulunmaktadır. Bu iki nüsha da Topkapı Sarayı Revan 1681 ve Ayasofya 3595’te kayıtlıdır. Tervîhü’l-ervâh mesnevisi üzerinde Osman Özer doktora çalışması yapmıştır. Ayrıca Bedii N. Şehsüvaroğlu ise eser hakkında ayrıntılı bir çalışma yaparak yayınlamıştır.

1.2.3.5. Mirkatü’l-Edeb

Arapça-Farsça manzum bir lügat olan eser Aydınoğulları’ndan İsa Bey’in oğlu Hamza Bey’in öğrenimi için yazılmıştır. Eser Arapça ve Farsça öğrenmek isteyenlere kaynak olması amacıyla yazılmış olmasının yanında tıp, hey’et, astronomi, astroloji ve fıkıh gibi konularda da belli başlı sözler ile bu konulara da değinmektedir. Arapça-Farsça

lügat bölümünün ardından yukarıda bahsi geçen konulara ilişkin 21 kıt’a vardır ve bu kısım hatime ile birlikte 115 beyittir. Toplam 907 beyitten meydana gelen eser kıt’alar halinde olup, her kıt’a birbirinden farklı vezinlerle oluşturulmuştur (Temizel, 2002: 203-254).

Eser, mukaddime ve iki esas bölüme ayrılmakta olup, baştan sona manzumdur. Sadece Konya Mevlânâ Ktp. İhtisas, nr.2524/2 numaraya kayıtlı nüshasının mukaddime kısmı mensurdur. Mukaddime kısmı 33 beyittir. Eserin birinci kısmı Arapça-Farsça lügat kısmı olup irili ufaklı kıt’alardan meydana gelmiştir. Ahmedî bu kıt’aların sonunda kendini ve eserini öven ifadelere yer vermiştir. Eserin ikinci kısmı da, biri hatime olan kıt’alardan meydana gelmiştir. Yazar bu kısımda ebced hesabından, ebced çarpımından, caiz ve caiz olmama mefhumlarından, Ramazan ayında yemek yemenin mubah olmasından, ayların ilk günlerinden, burçlardan, yedi gezegenin şeref yerlerinden ve peygamber isimleri gibi muhtelif konulardan bahsetmiştir (Şentürk ve Kartal, 2009:162)

Altı nüshası bulunan eser ilk olarak Nihat Çetin tarafından ilim âlemine tanıtılmıştır. Daha sonra Ali Alparslan tarafından eserin başka bir nüshası tespit edilmiştir. Ali Alparslan bu nüshaya dayanarak eserin adının “Mirkat-i Edeb” olması gerektiğini savunmuştur. Son olarak Ali Temizel Ahmedî’nin diğer Farsça eserleriyle birlikte bu eser üzerine bir doktora tezi hazırlamıştır (Şentürk ve Kartal, 2009:162)

1.2.3.6. Mîzânü’l-Edeb

Toplam 195 beyitten meydana gelen eser, “fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” vezninde Arapça sarf bilgisi kurallarını anlatan Farsça bir kasidedir (Temizel, 2002: 255-287). Allah’a hamd u sena ve Hz. Peygamber’e salât ve selâmdan sonra eser, sarf’ın tarifi, vezin ve mizan ile mevzun’un açıklaması konularıyla başlamaktadır. Eserde sarf bilgisi ile ilgili 23 konu yer almakta olup, her konu birbirinden farklı olmak üzere en az iki, en fazla on dokuz beyitle açıklanmıştır. Ali Temizel Ahmedî’nin diğer Farsça eserleriyle birlikte bu eser üzerine bir doktora tezi hazırlamıştır (Şentürk ve Kartal, 2009:162)

1.2.3.7. Mi’yârü’l-Edeb

Toplam170 beyitten meydana gelen eser, “fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” vezninde Arapça nahiv bilgisi kurallarını anlatan Farsça bir kasidedir (Temizel, 2002; 288-326). Beş beyit tutan Allah’a hamd u sena ve Hz. Peygamber’e salât ve selâmdan sonra “nahiv bilimi; kelime ve cümle bilgisi ve kısımları hakkındaki konuyla başlayan manzumede nahiv bilgisi ile ilgili 29 konu yer almaktadır. Her konu birbirinden farklı en az iki, en fazla on üç beyit ile açıklanmıştır. Ali Temizel Ahmedî’nin diğer Farsça eserleriyle birlikte bu eser üzerine bir doktora tezi hazırlamıştır (Şentürk ve Kartal, 2009;162-163).

1.2.3.8. Bedâyi’u’s-Sihr fî-Sanâyi’i’ş-Şi’r

Edebi sanatlara dair 72 varaktan meydana gelen eser manzum mensur karışık olarak kaleme alınmıştır. Müellif, eserin adının "Bedâyi’u’s-Sihr fî-Sanâyi’i’ş-Şi’r” olduğunu ve Reşîduddîn-i Vatvât (481/1082 - 578/1176)'ın "Hadâyi’ku's-Sihr fî Dekâyiki’ş-Şi’r” adlı eserini özetleyerek ve tadil ederek yazdığını eserinde bildirir (Temizel, 2003: 99). Eserin başında Allah’a hamd u sena ve Hz. Peygamber’e salât ve selâm içeren üç varak Arapça mukaddimeden sonra, eserin konusu olan belâgat, fesahat, meanî ve beyan konularının farsça anlatıldığı üç varaklık bir giriş kısmı bulunmaktadır. Eserde önce konu başlığı verilmiş ve Farsça olarak tarifi ve açıklaması yapılmıştır. Daha sonra varsa konunun diğer bölümleri anlatılmıştır. Her konunun örnekleri sırayla ayetten, hadisten, Arapça beliğ ve fasih sözlerden, Arapça beyitlerden ve muakıben Farsça nesir ve beyitlerden oluşmaktadır. Risalenin tek nüshası, Konya Mevlânâ Müzesi’nde bulunan bir mecmuada yer almaktadır. Ali Temizel, Ahmedî’nin diğer Farsça eserleriyle birlikte bu eser üzerine bir doktora tezi hazırlamıştır (Şentürk ve Kartal, 2009: 163).

1.2.3.9. Ahmedî’ye Atfedilen Diğer Eserler

Ahmedî’nin yukarıda sıraladığımız eserlerinin yanı sıra, İskender-nâme’nin içinde yer alan “Mevlid”, “Mirâcnâme” ve yine İskender-nâme’nin sonunda yer alan “Dâstân-ı Tevârih-i Mülûk-i Âl-i Osmân” manzumeleri de birer ayrı eser olarak nitelendirmek mümkündür. “Mevlid” manzumesi türünün ilk örneği sayılmakla beraber Bursa’da yazılarak İskender-nâme’ye eklenmiştir. Yine “Mirâc-nâme” manzumesi Mevlid'le aynı

tarihte telif edilmştir. Eser, yazılış tarihi bilinen en eski Mirâc-nâme olup 479 beyittir. Türkçe ilk manzum gazavât-nâme örneği olan “Dâstân-ı Tevârih-i Mülûk-i Âl-i Osmân” 334 beyitten meydana gelmektedir. Sultan Alâaddin’de başlayan eser Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Orhan Gazi, Sultan Murad Han, Sultan Bâyezid ve Emir Süleyman'ın kısaca dönemlerini ve neler yaptıklarını izahat etmektedir. Eserin hem Ahmedî’nin yaşadığı dönemi yansıtması, hem de Osmanlı devletinin tarihini anlatması yönüyle oldukça değerli görülmüştür.

Çeşitli kaynaklarda Ahmedî’ye ait olduğu zikredilen “Kasîde-i Sarsarî Şerhi” ve “Hayretü’l-ukalâ” eserlerinin bahsi geçmektedir. Ancak bu eserler elimize ulaşmamıştır. Bunların yanı sıra Ahmedî’ye ait olduğu zannedilen bir “Esrâr-nâme” tercümesinden bahsedilse de, daha sonraki yapılan çalışmalarda bu eserin başka bir şahsa ait olduğu tespit edilmiştir (DİA; 167). Ahmedî tarafından kaleme düşünülen bir diğer eser de “Yusûf u Züleyhâ” mesnevîsidir. Bu eser de, yapılan çalışmalar sonucu Akkoyunlu şairi olan Ahmedî’ye ait olduğu tespit edilmiştir. Son olarak kaynaklarda Ahmedî’nin “Vîs u Râmîn” adlı bir mesnevîyi yazmaya başladığını, ancak vefatı nedeniyle bu eserin de yarım kaldığını bildirilmektedir (DİA,2007:167).

İKİNCİ BÖLÜM