• Sonuç bulunamadı

1. KURAMSAL ÇERÇEVE

1.5. Halk Oyunlarında Taklidin Yeri ve Önemi

Mimicry kelimesi İngilizce kökenli olup, “taklit etme” anlamına gelmektedir (sesli sozluk, 02.01.2014). Basitçe bir şeyi ya da birini taklit etme yolu ile oynanan bu oyunlar, birer “–mış gibi yapma” oyunu olarak tanımlanabilir. Taklit Oyunu (Mimicry), Şans Oyunları (Alea) gibi sonradan edinilen bir oyun alışkanlığı değildir ve aynı zamanda çocuklar için en etkili öğrenme yoludur.

Agon ve Alea kişinin dış dünyadan soyutlanarak oyun aracılığı ile kendisine yeni bir dünya yaratması ise, Mimicry da kişinin kendisinden soyutlanarak oyun sayesinde yeni bir kendini yaratmasıdır (Caillois, 2005). Burada oyun içerisinde gelişen ayrı bir

farkındalık söz konusudur. Yine sınırlı bir zaman ve mekânda gerçekleşen bu oyunlarda ne evcilik oynayan çocuk ne de kollarını iki yana açıp bağırmaya başlayarak uçak taklidi yapan çocuk, kendini gerçekte bir anne ya da bir uçak olarak görmez. O sırada bunun kendisi tarafından yaratılan bir gerçeklik olduğunun tamamen farkındadır. Bu nedenle istediği zaman oynamayı bırakabileceğinin de bilincindedir. Sadece buna inanmayı tercih eder ve bu tercihin tek sebebi, başka biri ya da başka bir şey olmaktan alınan keyiftir. Bu noktada her tür dramatik gösteri, tiyatro, performans ve oyunculuk bu gruba girer.

İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinde dil ile aktarımın henüz olmadığı bir zamanda insanlar kendi yaşam ekolojilerinin içerisinde kendini ifade etme biçimleri beden diliydi.

Bir olayın duygunun veya düşüncenin hareketle anlatmaları içgüdüsel bir olguydu. Bu olgu evrensel bir olguydu. Çünkü dansın anlatım dili tüm dünyada ki dans ile ilgili olanların anlayabildikleri bir beden dilidir (Şenel, 1992: 283).

İlk insanlar tabiatta gördükleri bazı halleri veya varlıkları taklitle drama yaparlardı.

Tabiatta gördükleri hareketleri oyuna dönüştürmüşlerdir. Daha sonraları da müzik, duygu ve düşüncede eklenerek çeşitli danslar meydana gelmiştir (Sivrikaya, 2002: XXI).

İlkel çağda yaşayan insan toplulukları duygu ve düşüncelerini anlatabilmek için doğada gördükleri canlıların çeşitli hareketlerle taklit etmeye çalışmışlar. Zamanla da bu tarz hareketlerin seyirlik oyunlara dönmüştür. Toplumların inandıkları dinlerin toplumun hayat biçimini şekillendirdiği gibi icra ettikleri oyunları da şekillendirdiği görülmektedir (Çakır, 2003: 51).

İlkel insan toplulukları doğa ile iyi geçinmek adına yapmış oldukları bir takım dinsel ve büyüsel hareketlerle icra ettikleri vücutsal hareketlerin bir sunu halinde ortaya çıkmasıdır (Tekerek 2007: 70) Ya da yolunda gitmeyen bir takım olayların karşılığında yapılan vücut hareketleriydi. Örneğin; başlarına gelen bir takım felaketler, Tanrı’nın gazabına uğradıklarını düşünüp kuraklığı tersine döndürmek için yağmur duasına çıkmaları, mezar tahtası veya taşını suya atma, yılanı canlı olarak öldürme veya yakmak, atların kafalarına dua yazıları yazmak gibi uygulamaları örnek olarak gösterebiliriz (Şimşek 2003: 79).

25 1.5.1. Gündelik Yaşamı Taklit Eden Oyunlar

İlkel insan toplulukları doğaya karşı büyü ile korunmaya çalışmışlar. Bunun için de çeşitli taklit, eylem veya toplu katılımlı eylemler halini alarak pratiklere dönüşmüşler (Nutku, 1985: 171).

İlk insan duygu ve düşünlerini doğada bulunan bir takım canlı varlıkları çeşitli bedensel mimiklerle anlatmaya çalışmışlar. Zamanla da bu hareketler bazı seyirlik oyunlar haline dönüşmüşler. İlkel dönemde yapılan av merasimleri, büyü, maske, doğum kutlamaları, erginleme bunlara örnek olarak verilebilir.

İlk insan duygularını, düşüncelerini anlatabilmek için doğada bulunan canlıları çeşitli mimik ve hareketlerle taklit ederek anlatmaya çalışmıştır. Bu mimik ve hareketler zaman içinde seyirlik oyun niteliği kazanmıştır. Halk oyunlarının eskiliği tarih öncesine kadar dayanmaktadır. İnsan doğadan çeşitli şekillerde etkilenmiştir ve bu etkilenmelerini oyun ve inanç öğelerine katmıştır. İlkel av törenlerinde görülen büyü, maske ve dansta gelişen oyun veya doğumda, erginleme törenleri, evlenme, ölüm gibi törenler aslında bakıldığında ilkel döneme ait bazı dinsel ve büyüsel dans harekelerinin halk oyunlarının bu dönemden başladığını desteklemektedir (Çakır, 1987: 76).

İlk dönemde ki çeşitli dinsel veya büyüsel bir takım inançların günümüze kadar bazı evrelerden geçerek önceki anlamlarını yitirdikleri ve bugün icra edilen dansların ne anlam ifade ettiklerini anlamamamıza neden olmuştur (Artun, 1992: 4).

Hayvancılıkla uğraşan toplulukların yerleşik hayata geçmeleriyle artık tarım ile uğraştıkları ve bunun da bir takım zorluklarıyla uğraştıkları görülmüştür. Kuraklık kış şartlarının çok zor geçmesi gibi. Bu durumda insanlarda kaygıya neden olmuştur.

Dolayısıyla insanları hayvancılıktan tarıma geçmesiyle ekonomik durum, doğa ile mücadele için bir takım güçlerden destek almaya ihtiyaç duymuşlar. Örneğin; yağmurun yağmaması için yağmur yağdırmaya çalışmak, Güneş çıkartmak, mahsulü arttırmak gibi olgular için törenler düzenlenmiş ve gerek büyü gerekse de dinsel inançlarının gereği olan uygulamalardan medet umdukları görülmektedir (And, 1985: 91).

1.5.2. Hayvanları Taklit Eden Oyunlar

Genel olarak doğadaki hayvanları taklit yoluyla oynan oyunlardır. Diyarbakır yöresinin kurt-kuzu oyunu kurdun kuzuyu kapması taklit edilerek oynan bir oyundur. Buna benzer farklı yörelerin keklik, ördek, horoz oyunu, kartal oyunu vb. oyunlar doğadaki hayvanlardan esinlenerek oynanmıştır.

Şamanizm ve totemizm yansımaları olduğu görülen oyunların başta taklit olmak üzere bir takım ortak özelliklerinin olduğu görülmektedir. Örneğin; insanların türlü boyalarla yüzlerini boyamaları, maske takma ve çeşitli dini merasimlerin uygulamaları bugünümüze kadar geldikleri görülmektedir (Elçin 1991: 77).

Tavşan oyunu, Ayı oyunu, eşek (Hıdırellez), Cemal oyunu, kaz gütme gibi birtakım oyunlar hayvanları taklit ettikleri görülen oyunlardır. Örneğin; tavşan oyununda “haycı”

rolünde bir oyuncu, hay! Hay! Hay! diye bağırır. Tavşan saklandığı yerden çıkı verir.

Tazılar da tavşanı görünce onu yakalamak için koşmaya başlarlar. Tavşan kaçar tazı yakalamaya çalışır. En sonunda tavşan kendini bir ocaklığın külünde saklar. Tavşan kılığında olan kişiye bacadan su dökülür ve tavşan saklandığı yerden kap kara bir şekilde çıkıverir (Oğuz Gürçayır, 2006: 54-55). Bu olayda ki anlatıma baktığımızda güldürüye dayalı mizahi bir oyun olduğu anlaşılmaktadır.

Hakas Türklerinde bir takım kahramanlıkları “hay” usulü ile anlattıkları görülmektedir. Hay usulü ile anlatan veya icra edenleri ise “haycı” denirdi (Ergun 1993:

23). Av sırasında destan söyleyerek dağ iyelerini ihya eden haycılar bu sayede avını avcının olduğu yere sürerek onun bol bereketli bir av zamanı geçirmesine vesile olur. Avcı olan kişi yanında götürdükleri haycılara (Destancı) pay verirlerdi (Çobanoğlu 2007: 86).

Bunlar seyirlik oyun olarak oynanırdı. Rüyasında gördüğü Tanrı’nın ya da bir haycının vermiş olduğu icazetle haycılık unvanın ile kam olurlardı (Çobanoğlu, 2007: 64).

27 1.5.3. Dövüşü Taklit Eden Oyunlar

İçeriğinde erlik, yiğitlik, cesaret gibi soyut kavramlar taşıyan oyunlarda savaş, vuruşma, dövüşme, savunma bu oyunların hareket tarzlarına bakıldığında açık bir şekilde görülebiliniyor. Örnek olarak kılıç kalkan oyunu ya da bir sopa ile icra edilen bir oyun türü bazen de karşılıklı el vuruşları ile sergilenen oyunları da örnek olarak verebiliriz.

Davul ve zurna çalınan bir ortamda silahlı biri ortaya çıkar. Bu adamın elinde bir ayna vardır. Tamamen hayali konuşmaya tutulur. Oyun oynarken aynaya bakarak bir sürü kelime söylüyormuş gibi yapar. En sonunda ayna görüntüsü ile kendi arasında bir kavga meydana gelir. Oyun oynayan adam hemen palaskasını çıkarır aynaya saldırır ve aynayı kırar. Böylelikle müzik durur oyun da sonlanmış olur (Yalgın 2000:384-385, C.II). Oyun icrasında çalınan davul kötü ruhları içinde barındırdığına inanırlar. Elinde silahı ile davul meydanına gelen adam şamanın görevini üstlenen yani onun yerini alan kişidir. Ayin merasimlerinde kötü ruhları kovma sahnesini canlandırır. Aynayla konuşma sahnesi ise aynadan güç veya destek almaya çalışır. Ayna, şemanın dünyayı daha iyi görmesine ruhların yerlerini tespiti için kullanıldığına inanılır (Eliade 2006: 184). Şeman ayna aracılığıyla ölmüş ruhlarla iletişime geçer. Bu inanışın seyirlik oyunlarda kullanıldığı görülmektedir.

Günlük hayattan alınmış bir başka oyun ise “Tarla Sınırı Oyunu”dur. Şaman inancından türediği görülen bu oyun, bir düğün evinden gerçekleşir. İki adamın elleri dizlerinin altına alınarak bağlanıp tekerlek gibi yuvarlak haline getirilip sınır taşı niyetine misafirlerin bulundukları odaya getiriler. Kardeşlerden büyük olanı odaya girer ve sınırı belirleyen taşa doğru yürür sınırı beğenmeyip kendi biraderine doğru sürer. Küçük olan birader sınırı beğenmez o da kendine doğru çeker ve ikisi arasında kavga oluşur. Bu kavgaya muhtar müdahil olurlar. Buna rağmen yine kavga önlenemez. Kardeş abesini yaralar. Jandarma küçük kardeşi tutuklar ve abesinin ricası üzerine de af edilir ve serbest bırakılır. Böylece oyun son bulurdu (Elçin, 1991: 48).Bu oyunda ağabey ve kardeş arasında sınır olarak belirlenen taşın sembolik bir anlam taşıdığı görülmektedir. Bu taşın kutsal bir anlam olduğu görülüyor. Bazı taşların Tanrı tarafından kullandığına inanıldığı

için kutsallığı da bu inanıştan dolayıdır. Kadınların kısırlığına ve birtakım hastalıklara şifa verdiğine de inanılırdı. Bu taşların sihri Tanrıların bir zamanlar bu taşları kullandıkların geldiğine inanırlardı (Seyidoğlu 2005: 49).