• Sonuç bulunamadı

Hadis-i Şeriflerde Tilâvet Kavramı

Belgede Kur'ân-ı Kerîm'de tilâvet (sayfa 48-55)

3. Araştırmanın Kaynakları

1.2. Hadis-i Şeriflerde Tilâvet Kavramı

Hz. Peygamber’in dönemiyle veya o dönemde kelimelerin nasıl kullanıldığı ile ilgili en güvenilir bilgilere başta Kur’ân-ı Kerîm’den, sonra da sahih hadislerden ulaşırız. Dil açısından Kur’ân’a ve hadislere müracaat etmenin gerekliliği, onların gönderildikleri toplumun dilini, en iyi bir şekilde kullanmış olmalarından da kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Arap toplumu, edebî yönden ileri düzeyde bir toplumdu. Bu sebeple Yüce Allah, bu topluma gönderdiği Kur’ân’ı edebî açıdan bir şaheser yapmış; peygamberine de onları ikna edebilmesi için ileri seviyede bir dil kabiliyeti vermiştir. Hz. Peygamber,

162 Talû, Mehmet, “Bâhilî”, DİA, İstanbul 1991, IV/484.

163 Ezherî, Tehzîbü’l-luga, XIV/316; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, XIV/103. 164 Yüksel, Azmi, “Ahtal”, DİA, İstanbul 1989, II/183-184.

165 İbn Fâris, Mucmelü’l-luga, I/150; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, XIV/102. 166 Mesela annesini takip etmesinden dolayı yavruya tilv denilmesi gibi.

yaratılmışların en fasihiydi ve Arapça’yı gâyet güzel kullanırdı.167 Hz. Peygamber’in Kur’ân’ı tebyîn etme görevi, dil bakımından Arap toplumunun kullandığı kelimelerin İslâmi açıdan nasıl kullanıldığını beyan etmesini de kapsamıştır, diyebiliriz. Çünkü hadislerdeki kullanımlar, İslam toplumunda kelimelerin geçirdikleri evreleri de gözler önüne sermektedir. Bütün bu sebeplerden dolayı TLV/“ولت” kökünün kullanımıyla ilgili olarak hadis külliyatına müracaat etmemiz kaçınılmazdır.

Hadis-i şeriflerde bu kelime, çeşitli yapılarda ve lügat anlamlarına uygun olarak kullanılmıştır. Hadislerde TLV/“ولت” kökünün en yaygın olarak ise Kur’ân okumak için kullanıldığı görülür. Özellikle sahabe sözlerinde bu durum daha da belirgin hale gelmiştir. Şimdi hadislerde bu kelimenin kullanımını örnekleriyle görmeye çalışalım:

TLV/“ولت” maddesiyle ilgili izahlarda Garîbu’l-hadîs kitapları, çoğunlukla “ تْي ل ت لَ و تْي ر د لَ” ifadelerinin geçtiği kabir suâliyle ilgili hadisi ele almışlar ve bu hadisteki “ تْي ل ت لَ” kelimesini açıklamaya çalışmışlardır. Bu nedenle biz de öncelikle bu hadisi konu edinmek istiyoruz. Enes b. Mâlik’ten (v. 93/711-12) nakledildiğine göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“(Mü’min) kul, kabrine konulup onun ashâb ve yârânı geri dönüp gittiklerinde -ki ölü bunların ayakkabılarının sesini muhakkak işitir- ona (Münker ve Nekîr adlı) iki melek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve ona: ‘Şu Muhammed (sas) denilen kimse hakkında(ki kanâatin nedir?) Ne dersin?’ diye sorarlar. (Mü’min) de: ‘Samîmî bildiğim ve size de bildirmek istediğim şudur ki, Muhammed (sas) Allâh’ın kulu ve resulüdür’ diye cevab verir. Bunun üzerine melekler tarafından: ‘(Ey mü’min!) Cehennem’deki yerine bak, Allâhu Teâlâ bu azâb yerini senin için Cennet’ten (yüce) bir makâma tebdîl eyledi’ denilir.” Peygamber (sas): “O mü’min, Cehennem ve Cennet’teki iki makâmını birden görür” buyurmuştur. “Fakat kâfir veyâhud münâfık olan ölü (meleklerin bu suâline karşı): ‘(Onun hakkında bir şey) bilmiyorum. Halkın ona dediklerini (onlara uyup) söylerdim’ diye cevâb verir. (Bu iki melek tarafından bu kâfir veya münâfıka): ‘Hay sen anlamaz ve uymaz olaydın (veya anlamadın ve uymadın, ya da hem anlamadın hem de (Kur’ân’ı) tilâvet

167 Bkz. Süyûtî, Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr, el-Müzhir fî ‘ulûmi’l-lugati ve

envâ‘ıhâ, thk. Muhammed Ahmed Câdu’l-Mevlâbek v.dğr., el-Mektebetü’l-‘Arabiyye, Beyrût 1406/1986, I/1.

etmedin)’ ( تْي ل ت لَ و تْي ر د لَ) denilir, sonra (bu kâfir veya münâfıkın) iki kulağı arasına demirden bir topuzla vurulur. O topuzu yiyince (o kâfir veyâ münafık) öyle şiddetli bir sayha ile bağırır ki, bu feryâdı ins ve cinden başka bu ölüye yakın olan herşey işitir.”168

Hadisteki “ تْي ل ت لَ” kelimesinin yorumu hakkında üç tür izah bulunmaktadır. Bunlardan Yunus b. Habîb el-Basrî’den (v. 182/798) nakledilen birinci yoruma göre (asıl olarak) ifade “ تْي لْت أ لَ و”169 şeklindedir. Araplarda “Onu takip eden çocukları olmasın!” anlamında beddua olarak “ ُهُلِبِإ ى لْتُت لَ” denir ki buna göre “ تْي ل ت لَ” kelimesinin manası, “Tabi olmadın” demektir.170 İkinci yoruma göre bu kelimenin aslı, “ تْي ل تْئا لَ و” şeklindedir ve bu da “Gücün yetmedi!” anlamına gelir.171 Ezherî’nin naklettiği üçüncü bir görüşe göre ise bu kelimenin aslı “ ت ْو ل ت لَ” olup ‘okumadın’ anlamına gelir ve yanındaki “ تْي ر د لَ” kelimesine uygun olsun diye “ تْي ل ت لَ” şeklinde kullanılmıştır.172 Aynı durumda kelimenin “Hakka tabi olmadın” manasında olacağı da söylenmiştir.173 Zemahşerî ise kelimenin “İnsanların dediği şeyi demek suretiyle onlara uymuş olmadın” anlamında olduğunu veya Arapların (bir kimse) cahilce iş yaptığı zaman “ لِقا ع ِرْي غ وْلِت نلَُف لَ ت” demeleri gibi “Ne bildin ne de cahil oldun” yani

168 Buhârî “Cenâiz”, 68, 87; Ebû Dâvud, Süleyman b. Eş‘âs es-Sicistânî, Sünenü Ebî Dâvud, Çağrı

Yayınları, İstanbul 1413/1992.

“Sünnet”, 23; Nesâî, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb, Sünenü’n-Nesâî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992, “Cenâiz”, 110; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992, III/4, 126; Zebîdî, Zeynüddîn Ahmed b. Ahmed, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, trc. Ahmed Naîm-Kâmil Miras, Diyânet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1987, IV/497.

169 Bütün hadis kitaplarında “ تْي ل ت لَ” şeklinde olan ibarenin Buhârî’nin bir nüshasında “ تْي لْت أ لَ و”

şeklinde olduğu ifade edilmiştir. Bkz. Hattâbî, Ebû Süleyman, Garîbu’l-hadîs, thk. Abdülkerîm İbrahim el-Azbâvî, thc. Abdülkayyûm Abdürabbinnebiyy, Merkezü’l-Beyti’l-‘ılmiyye, Dımeşk 1402/1982, II/479 (Tahrîc edenin dipnotu).

170 İbn Kuteybe, Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî, Garîbü’l-hadîs, thk. Abdullah el-Cebûrî, İhyâu’t-

türâsi’l-İslâmî, Bağdat 1397/1977, I/325-326; Ezherî, Tehzîbü’l-luga, XIV/320; Zemahşerî, Ebü’l- Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî, el-Fâik fî garîbi’l-hadîs, thk. Ali Muhammed el-Bicâvî, Muhammed Ebü’l-Fadl İbrâhim, yy. ts., I/152-153; İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali, Garîbu’l-hadîs, thk. Abdulmu‘tî Emîn Kal‘acî, Dâru’l-Kütübi’l-‘ılmiyye, Beyrût 1425/2004, I/111; İbnü’l-Esîr, Mecdüddîn Ebü’s-Seâdât Mecdüddîn el-Mübârek b. Esîrüddîn el- Cezerî, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs ve’l-eser, thk. Halîl Me’mûn Şeyhâ, Dârü’l-Ma‘rife, Beyrût 1430/2009, I/195.

171 İbn Kuteybe, Garîbü’l-hadîs, I/325-326; Ezherî, Tehzîbü’l-luga, XIV/320; Zemahşerî, el-Fâik,

I/153.

172 Ezherî, Tehzîbü’l-luga, XIV/319; Zemahşerî, el-Fâik, I/153; İbnü’l-Cevzî, Garîbü’l-hadîs, I/111;

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, I/195.

173 İbn Hacer el-Askalânî, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed, Tefsîru garîbi’l-hadîs,

“Helak oldun ve iki tarafın da dışında kaldın” manasında olabileceğini, ifade etmektedir.174

Yukarıdaki açıklamalarda da görüldüğü üzere bu hadiste TLV/“ولت” kökü, bu kökün asıl anlamı olan ‘tabi olmak’ manasında anlaşıldığı gibi ‘gücü yetmek, okumak’ anlamlarında ve hatta ‘cahil olmak’ şeklinde mecazi bir manada anlaşılmıştır. Kelimenin kendisine yüklenen bu manaların hepsini ifade etmesi mümkün olmakla birlikte burada ‘tabi olmak, uymak’ manasında kullanıldığını söylemek, hadisin bütününe daha uygun görülmektedir.

TLV/“ولت” kökü başka bir rivâyette, Muaz b. Cebel’in (v. 18/640) Hz. Peygamber’in peşinden gitmesini ifade için “ ُه ر ث أوُلْت ي مَّل س و ِهْي ل ع َُّاللّىَّل ص َِّاللّ لوُس ر ذا عُم مِز ل و” şeklinde kullanılmıştır.175

Hz. Peygamber (sas)’in vahiy alırkenki durumunu tasvir eden bir hadiste ise TLV/“ولت” kökü ‘terketti, bıraktı’ manasında kullanılmıştır ki kelimenin “ ْن ع” harfi cerri ile bu manada kullanıldığını lügat anlamlarını verirken de ifade etmiştik. Ubâde b. Sâmit’in (v. 34/654) beyanına göre “Peygamber (sas) kendisine vahiy geldiği zaman başını eğerdi, ashabı da başlarını eğerlerdi; (Hz. Peygamber) bırakıldığı zaman ( ُهْن ع ىِلْتُأ :vahiy gelme durumu ondan kalkınca) başını kaldırırdı.”176

Hadislerde tilâvet kavramının daha çok ‘Kur’ân okumak’ anlamında kullanıldığını belirtmiştik. Kelimenin bu manada hangi şekillerde kullanıldığını örnekleriyle görelim:

Ebû Hüreyre Abdurrahmân b. Sahr ed-Devsî’den (v. 58/678) Resûlullah (sas)’in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Hased (hiçbir şeyde) câiz değildir, ancak iki (huy) hakkında câizdir: 1) O kimseye hased (gıbta) olunur ki, Allah ona Kur’ân öğretmiş, o da gecenin (kutlu) saatleriyle, gündüzün (muayyen) zamanlarında onu okur ( ُهوُلْت ي) ve komşusu işitir de “Keşke (komşum) filana verilen (Kur’ân nimeti) gibi bana da ihsân olunsaydı da onun mûcibiyle amel ettiği gibi ben de amel etseydim” der. 2) Öbür kimseye de gıbta olunur ki, ona da Allah mal vermiştir, o da malını hak yolunda sarfetmektedir. (Birisi de) “Keşke şu (hayır seven) kişiye verilen (mal) gibi bana da verilse idi de onun hayır işlediği gibi ben de işlemiş olsaydım!”

174 Zemahşerî, el-Fâik, I/152-153.

175 Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/245.

176 Müslim, Ebü’l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc, el-Câmiu‘s-sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul

diye imrenir.177 Dikkat edilirse rivâyette temenni eden kimsenin ‘Falana verilen gibisi bana da verilseydi de ben de onun gibi amel etseydim’ dediği naklolunmaktadır. Bu da hadiste geçen ( ُهوُلْت ي) ifadesinin okuma yanında gereğiyle amel etmeyi de kapsadığına işaret etmektedir.

Yukarıdaki rivâyete çok benzeyen bir hadis, Sahîh-i Müslim’de şu şekildedir: “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine Kur’an verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan (onunla amel eden) kimse ( ِهِب ُموقي وهف), diğeri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.”178

Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin birbirlerini tefsir etmesi gibi, hadisler de birbirlerini izah ederler. Bu gerçeğe göre konumuz açısından yukarıdaki iki rivâyete baktığımız zaman birinci rivâyetteki ( ُهوُلْت ي) kelimesinin yerine ikinci rivâyette ( ِهِب ُموقي) ifadesinin kullanıldığını görüyoruz. Bu da bize hadiste tilâvetin yalın bir okuma anlamında değil de Kur’ân’ı okumakla beraber onun hâkim olduğu bir duruş sergileme anlamında kullanıldığını gösterir. Bu nedenle ikinci hadisteki ( ِهِب ُموقي) ifadesi şu şekilde izah edilmiştir: “Bir kimsenin gece gündüz Kur’an’la meşgul olması demek, bazılarının sığ bir tarzda anladıkları biçimde sürekli onu okuması demek değildir. Fakat günün belli zamanlarında okuması, hıfzetmeye çalışması, bunun yanında ve daha da önemli olarak Kur’an’ın hükümlerini ve anlamlarını düşünmesi, emirleri ve nehiyleri çerçevesinde bir hayat geçirmesi, onunla namaz kılması, dua etmesi, ahlâkıyla ahlâklanıp, edebiyle edeplenmesi gibi bütün alanları kapsayan ama her halde Kur’an doğrultusunda bir ömür sürmesi demektir.”179

Tilâvetin okuma anlamında kullanıldığı başka bir hadis de şöyledir: Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurdu:

“Bir cemaat Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını okur ve aralarında müzakere ederlerse (مُه نْيب ه نوُسرا د تيو ، ِ َّاللّ باتك نوُلْت ي), üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında anar.”180

177 Buhârî, “Fedâilu’l-Kur’ân”, 20, “Temennî”, 5, “Tevhîd”, 45; Bkz. Ahmed Naîm, Tecrîd-i Sarîh

Tercemesi, XI/239.

178 Müslim, “Müsâfirîn”, 47.

179 Nevevî, Muhyiddîn Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref, Riyâsü’s-Sâlihîn/Peygamberimizden Hayat

Ölçüleri, trc. ve şerh M. Yaşar Kandemir v.dğr., Erkam Yayınları, İstanbul 1418/1998, V/156.

180 Müslim, “Zikr”, 38. Ayrıca bkz. Ebû Dâvud, “Vitr”, 14; Tirmizî, “Kırâat”, 12; İbni Mâce,

Yine Hz. Peygamber’in geceleyin defnettikleri bir cenaze için “Çok içli (هاَّو أ) ve Kur’ân’ı çok okuyup ona uyan ( ء َّلَ ت) bir kimse idiysen Allah sana rahmet etsin” diye dua ettiği rivâyet olunmuştur.181 Görüldüğü üzere son iki rivâyette TLV/“ولت” kökü, okumak anlamında kullanılmakla beraber “Allah’ın rahmetini intaç eden, mübarek bir okuma” anlamını taşımaktadır ki bunun da ‘gereğiyle âmil olmayı’ kapsayan bir okuma olduğu muhakkaktır. Zira başka rivâyetlerde de bu duruma açıkça işaret eden anlatımlar vardır.182 İyi netice vermeyen okumalar için tilâvet kelimesinin kullanılması ise âyetlerde olduğu gibi183 hadislerde de tekdîr ifade etmektedir. Mesela Hz. Peygamber, kendisinin ganimet taksimine razı olmayıp da dönüp giden bir kimsenin soyundan Allah’ın kitabını tilâvet ettikleri halde ( با تِك نوُلْت ي

ِاللّ

ا بْط ر ) bu tilâvetleri, kendilerinin hançerelerini ileri geçmeyecek olan ve okun avı (süratle delip) çıktığı gibi dinden çıkacak bulunan bir kavmin geleceğini, haber vermiştir.184 Burada ‘güya tilâvet edecekler’ gibi bir anlatım vardır, denilebilir.

Hz. Peygamber (sas), ‘namaz içindeki Kur’ân okumayı’ çoğunluk itibariyle “ أ ر ق” fiiliyle ifade etmekle185 beraber, bazen tilâvet kelimesini kullanarak da anlatmışlardır. Mesela namazda konuşan bir sahabiye bunu yapmaması gerektiğini öğretirken “Şu namaz var ya! Onun içinde insan sözünden hiçbir şey konuşmak caiz değildir. O ancak tesbîh, tekbîr ve Kur’ân okumaktan ( ِنآْرُقْلا ُة و لَِت) ibarettir.”186 buyurmuşlardır.

181 Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sünenü’t-Tirmizî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992,

“Cenâiz”, 62.

182 Mesela bkz. “Kim Kur’ân’ı okur ( أ ر ق) ve içindekilerle amel eder ve cemaata bağlı olduğu halde

ölürse kıyamet günü meleklerle, salih ve iyi kimselerle birlikte hoşrolunur. Kim Kur’ân’ı okur, o ondan kaçıverecek gibi olurken onu bırakmazsa onun ecri iki kat verilir. Kim Kur’ân’a düşkün olduğu halde gücü yetmemesine rağmen onu asla bırakmazsa, Allah Teâla o kimseyi, ehlinden olan en şerefli kimselerle birlikte diriltir ve onlar, kartalların diğer kuşlara üstün kılınması gibi yaratılmışlara üstün tutulurlar. Bundan sonra bir münadi seslenerek ‘Hayvan gütmek kendisini kitabımı okumaktan ( ِة و لَِت) menetmeyen kimseler nerede?’ der ve (halkın arasından Kur’ân ehli kimseler) kalkar, onlardan (her)birine kerâmet tacı giydirilir ve sağından beraatı, solundan ebedîlik (fermanı) verilir. Sonra eğer onun ana babası müslümansa onlara da dünya ve içindekilerden daha hayırlı ve güzel elbiseler giydirilir, onlar da ‘Bize bunlar nereden geldi (bizim amelerimiz bu kadar yoktu)?’ derler. Onlara ‘Sizin çocuğunuz Kur’ân okuyordu ( Dârimî’de:وُلْت ي / el-Mu‘cemu’l-kebîr’de: ُأ رْق ي )’ denir. Bkz.ُ Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman, Sünenü’d-Dârimî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 11; Taberânî, Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb, el-Mu‘cemu’l-kebîr, thk. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire ts., XX/72.

183 Mesela bkz. Bakara 2/44; Tefsiri için bkz. Zemahşerî, Keşşâf, I/136. 184 Bkz. Buhârî, “Megâzî”, 61.

185 Wensinck, A. J., Concordance et İndices de la Tradition Musulmans/el-Mu‘cemü’l-Müfehres li-

Elfâzi’l-Hadîsi’n-Nebevî, Leiden 1965, V/336, “kre” md.

Rivâyetlerde sahabe-i kirâmın Hz. Peygamber’in kendisine gelen âyetleri tebliğ sadedinde okuması için “ أ ر ق” fiilini kullandıkları gibi “ لَ ت” fiilini de kullandıkları görülür. Bu iki fiilin bu manada aynı şekilde kullanılmasına örnek olarak Hz. Aişe’den iki farklı senedle nakledilen şu rivâyetleri gösterebiliriz: Bunlardan birinci rivâyette Hz. Aişe, şöyle buyurmaktadır: “Bakara Sûresi’nin sonundaki ribâ âyetleri nâzil olunca Resulullah (sas), onları insanlara okudu (ا ه أ ر ق) ve sonra da içki ticaretini yasakladı.”187 İkinci rivâyete göre ise Hz. Aişe şöyle buyurmaktadır: “Bakara Sûresi’nin son âyetleri inzâl buyrulunca Resulullah (sas) çıktı, mescidde onları okudu ( َّنُه لَ ت ف) ve içki ticaretini yasakladı.”188

Yine Hz. Peygamber’in yaptığı bir uygulamayı âyet okuyarak delillendirmesi de gerek “ لَ ت” fiiliyle, gerekse “ أ ر ق” fiiliyle ifade edilmiştir. Bunun da örneğini, yine Hz. Aişe’den nakledilen şu iki rivâyette görüyoruz: Bunlardan birinci rivâyete göre Hz. Peygamber (sas)’in hanımı Aişe şöyle demiştir: “Resulullah (sas) zevcelerini dünya hayatıyla Allah’ın Resulü ve ahireti tercih konusunda serbest bırakmakla emredilince önce benden başladı ve ‘Sana bir şey söyleyeceğim yalnız acele etme anne ve babana danış’ dedi. Resulullah (sas) anne ve babamın kendisinden ayrılmamı emretmeyeceğini, biliyordu. Sonra Resulullah (sas) şu âyeti okudu ( لَ ت): “Ey Peygamber! Eşlerine söyle eğer siz dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız gelin size boşanma bedelini vereyim ve sizi güzellikle salıvereyim.”189 Bunun üzerine ben ‘Bu konuda babama ve anneme mi danışacağım? Ben Allah ve Resulünü ve Ahiret yurdunu isterim.’ dedim. Aişe sözüne devamla şöyle dedi: “Daha sonra Resulullah (sas)’in diğer hanımları da benim yaptığım gibi yaptılar. Resulullah (sas)’in onları muhayyer bırakması, onların da Resulullah (sas)’i seçmeleri talak olarak kabul edilmedi.” Aynı olayı Nesâî, Hz. Aişe’den bir başka senedle nakleder ki bu rivâyette ise Aişe (ra), Hz. Peygamber’in Ahzâb Sûresi’nin 28. âyetini okumasını ifade için “ أ ر ق” fiilini kullanır.190

Yukarıda verdiğimiz örnekler dışında da Hz. Peygamber (sas)’in yaptığı konuşmalar sırasında, söylediği sözlerin mesnedini beyan edercesine, zaman zaman âyet okuduğu olurdu ki bu da rivâyetlerde hem “ لَ ت” fiiliyle hem de “ أ ر ق” fiiliyle

187 Buhârî, “Tefsîru Sureti Bakara”, 49. 188 Buhârî, “Tefsîru Sureti Bakara”, 50. 189 Ahzâb 33/28.

nakledilmiştir.191 Mesela meşhur bir rivâyet olması açısından burada Cibrîl Hadisi’nin ilgili kımını örnek verebiliriz: “(Cebrâil (as)) ‘Kıyâmet ne zaman?’ diye sordu. Hz. Peygamber, ‘Bu meselede sorulan, sorandan daha âlim değildir. (Şu kadar var ki Kıyâmet’den evvel zuhûr edecek) alametlerini sana haber vereyim: Ne zaman (satılmış) câriye, sahibini (yani efendisini) doğurur, kim idikleri belirsiz deve çobanları (yüksek) bina kurmakta birbiriyle yarışa çıkarlarsa (Kıyâmet’den evvelki alametler görünmüş olur. Kıyâmet’in vakti) Allah’tan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir” buyurduktan sonra “ ِة عاَّسلا ُمْلِع ُه دْنِع ٰ اللّ َّنِا”192 âyet-i kerîmesini tilâvet buyurdu ( لَ ت) …”193 Yine rivâyetlerde ashabın verdikleri fetvalara delil olsun diye âyet okumaları da her iki fiille ifade edilmiştir.194

Verdiğimiz örneklerde de görüldüğü üzere hadis-i şeriflerde TLV/“ولت” kökü, çeşitli şekillerde ve lügat anlamlarına uygun olarak kullanılmıştır. Hadislerde en yaygın olarak ‘Kur’ân okumak’ için kullanıldığı görülen bu kelimeyi Hz. Peygamber, ‘Kur’ân’ ile birlikte, ‘okumak ve tabi olmak’ anlamında kullanmışlardır. Sahabe sözlerinde ise “ لَ ت” fiiliyle “ أ ر ق” fiilinin neredeyse birbirleri yerine kullanılan kelimeler haline geldiği müşâhede edilmektedir.

Belgede Kur'ân-ı Kerîm'de tilâvet (sayfa 48-55)