• Sonuç bulunamadı

Düşünme: Tezekkür Tefekkür Tedebbür

Belgede Kur'ân-ı Kerîm'de tilâvet (sayfa 116-127)

3. Araştırmanın Kaynakları

2.2. Tilâvet Kavramıyla Dolaylı Olarak Bağlantılı Kavramlar

2.2.2. Düşünme: Tezekkür Tefekkür Tedebbür

Kur’ân-ı Kerîm’de tilâvet kavramıyla ilgili olarak ele alınması gereken kavramlar arasında düşünmeyi ifade eden kavramlar ayrı bir önem taşımaktadır. Bunlar içerisinde ilk göze çarpanlar ise tezekkür, tefekkür ve tedebbür kavramlarıdır. Kur’ân okumaktan esas maksadın tedebbür olduğu söylenmiş, zikredilen âyetlerin düşünülüp akledilmesi gerektiği vurgulanmıştır.663 Firûzâbâdî’ye göre Allah’ın muhabbetini kazandıran şeylerin başında ‘düşünerek Kur’ân okumak; onun manalarını anlamaya ve Allah’ın ondaki muradını kavramaya çalışmak’ gelir.664 Dikkat edilirse bu kavramların üçü de tefa‘ul babındadır. Kelimelerin bu kalıpta gelmesinin tedricen yani zamanla oluşumlarına işaret ettiği, ifade edilmiştir.665 Yani matlup olan düşünme tarzı belki birden elde edilemez ama bu yolda gösterilen gayretler, Allah da ihsan ederse, olumlu netice verir ve kişi zamanla tezekkür, tefekkür ve tedebbür eden bir kimse olur. Şimdi sırasıyla bu kavramları ele almaya çalışalım:

ZKR/“ركذ” kökünün tefa‘ul kalıbındaki şekli olan ‘tezekkür’ kelimesi, yukarıda da belirttiğimiz gibi Kur’ân’daki düşünme kavramlarındandır. Sözlüklerde tezekkür/“ رُّك ذ ت” kelimesinin zikirle aynı manaya geldiği söylenmiştir. Buna göre tezekkür, özellikle geçmişe yönelik ‘düşünme, hatırlama, anma ve bir şeyi ders edip tekrar ederek ezberleme’ anlamlarına gelir.666 Halîl b. Ahmed, tezekkür için “Elden

663 Bkz. Nevevî, el-Ezkâr, s. 7. 664 Fîrûzâbâdî, Besâir, II/421. 665 Fîrûzâbâdî, Besâir, II/320.

giden şeyi arzulamaktır” der.667 رَّك ذ ت” fiilinin, kişinin hem kendi kendine yâd edip hatırlaması ve ders alması; hem de başkalarına hatırlatması, öğüt ve ders vermesi anlamlarında geçişsiz ve geçişli olarak kullanıldığı görülür.668 Tefa‘ul bâbında zikir kelimesi, çeşitli fiil yapılarında olmak üzere Kur’ân’da otuz yedi defa geçmektedir. İftiâl bâbındaki kullanımları da genelde tezekkür manasında olan ZKR/“ركذ” kökü, bu bâbda ise Kur’ân’da yirmi bir yerde geçmiştir.

Yüce Allah gerek önceki kitapları,669 gerekse bu Kur’ân’ı, insanların düşünmeleri ve ibret almaları için göndermiştir. İbret alınması gereken her şey, Allah’ın gönderdiği kitaplarda anlatılmış ve insanlar bu anlatılanlar üzerinde düşünmeye teşvik edilmiştir. Sadece tezekkür kelimesinin geçtiği ‘Düşünmüyorlar mı/ düşünmüyor musunuz?’ şeklinde biten on âyet, ‘Umulur ki düşünürler/ düşünürsünüz’ ifadesiyle son bulan on bir âyet mevcuttur. Kur’ân’da genel manada tezekküre teşvik eden âyetler yanında özellikle Kur’ân âyetleri üzerinde tezekkür edip düşünmeye çağıran âyetler vardır. Bunlar ise, kuru kuruya düşünmeyi teşvik eden değil, aynı zamanda öğüt alarak alınan öğüdün gereğini yapmayı telkin eden âyetlerdir. Mesela Sâd Sûresi, 29. Âyet-i kerimede “ُ ٖهِتا يٰا اوُرَّبَّد يِل ك را بُم كْي لِا ُها نْل زْن ا با تِك ِبا بْل ْلَا اوُلوُا رَّك ذ ت يِل و” buyrularak Kur’ân âyetlerinin tedebbür ve tezekkür edilmesi istenir. Bu âyet-i kerimedeki “ رَّك ذ ت يِل” ifadesini Taberî şu şekilde tefsir eder: “Akıl sahipleri, kitaptaki âyetlerden ibret alsınlar, (kâfirlerin) içerisinde bulundukları dalâletten geri dursunlar ve kitabın işaret ettiği rüşt ile doğru yolu, nihai (yol) olarak benimsesinler.”670

Zümer Sûresi’nin 27. Âyeti olan “ ْمُهَّل ع ل ل ث م ِّلُك ْنِم ِنٰاْرُقْلا ا ذٰه ىٖف ِساَّنلِل ا نْب ر ض ْد ق ل و نوُرَّك ذ ت ي”671 buyruğunda geçen tezekkür kelimesi de “Tezekkür etsinler/düşünsünler de Allah’ı inkâr gibi şeylerden vazgeçsinler” şeklinde tefsir edilmiştir.672 Duhân Sûresi’nde yer alan “ نوُرَّك ذ ت ي ْمُهَّل ع ل كِنا سِل ِب ُها نْرَّس ي ا مَّنِا ف”673 âyetindeki “ نوُرَّك ذ ت ي ْمُهَّل ع ل” ifadesini

667 Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-‘Ayn, I/626.

668 Bkz. Cevherî, Sıhâh, s. 374; Asım Efendi, Terceme-i Kâmûs, I/868. 669

Meselâ Kasas Sûresi 43. Âyeti kerimede “ُ ِسا َّنلِل رِئا ص ب ىٰلوُ ْلَا نوُرُقْلا ا نْك لْه ا ا م ِدْع ب ْنِم با تِكْلا ى سوُم ا نْي تٰا ْد ق ل و ْمُهَّل ع ل ة مْح ر و ى دُه و

نوُرَّك ذ ت ي ” buyrularak ‘umulur ki düşünürler’ diye bahsedilen kitap Hz. Musa’ya indirilen Tevrattır.

670 Taberî, el-Câmi‘u’l-beyân, XXIII/153.

671 Zümer 39/27 ( Biz bu Kur’an’da, insanlar için, düşünsünler diye her türlü misali verdik). 672 Bkz. Taberî, el-Câmi‘u’l-beyân, XXIII/212.

673 Duhân 44/58 (Biz Onu (Kur’an’ı) senin dilinde (indirmek suretiyle) kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt

ise Kurtubî “Umulur ki öğüt alıp boyun eğerler” şeklinde tefsir ettikten sonra şöyle demektedir: “Bu ifadeyle sûre, Kur’ân’a uymaya teşvikle bitirilmiştir.”674 Aynı kelimeyi Beydâvî “Umulur ki onu anlarlar ve ondan öğüt alırlar”675 diye izah ederken; İbn Kesîr, “Umulur ki anlarlar ve amel ederler”676 şeklinde yorumlamıştır. Tezekkürü teşvik eden âyetlerin yorumlarında ‘anlama ve amel etme’ kavramlarının öne çıkarıldığı görülür. Bu ise bizleri ‘Tilâvet, düşünme ve anlama ile olmalı ve netice itibariyle insanı salih amel işlemeye götürmelidir’ şeklinde bir anlayışa sevketmektedir.

Fîrûzâbâdî Besâir’inde tezekkürle tefekkürü karşılaştırarak şu beyanlarda bulunur: “Tezekkür ve tefekkür; çeşit çeşit marifetleri, iman ve ihsana dair hakikatleri meyve verir. Ârif kimse, tefekkürünü tezekkürü, tezekkürünü tefekkürü üzere devam ettirir ve nihâyet Fettâh ve Alîm olan Allah’ın izniyle kalbinin kilidi açılır. Ebû Abdullah el-Ensârî de bu konuyla ilgili olarak “Tezekkür, tefekkürün üzerindedir. Çünkü tefekkür, istektir; tezekkür ise (hazır) buluştur” demektedir. Tezekkürün tefekküre göre konumu, bir şeyin araştırıldıktan sonra elde edilmesi mesabesindedir. Bu sebeple Allah’ın tilâvet edilen (Kur’ânî) ve şahit olunan (kevnî) âyetlerine zikrâ denmiştir. Tezkira, kalbin âyetidir.”677

Kur’ân’daki düşünme kavramlarından bir diğerinin de ‘tefekkür’ kavramı olduğunu söylemiştik. Tefekkür, FKR/“ركف” kökünün tefa‘ul kalıbındaki şeklidir. Lügatlerde, kökün sülâsî hali olan “ ر ك ف” ile if’âl, tef’îl ve tefa‘ul bâblarındaki kullanımlarının aynı anlama geldiği ifade edilmektedir. Buna göre “ رَّك ف ت” kelimesi, ‘düşünmek, bir şey üzerinde zihin yorup görüşe varmaya çalışmak, ihtiyaç duymak, önem vermek/ itina göstermek’ gibi anlamlara gelir.678

İsfahânî, el-Fikratü/“ ُة رْكِفْل ا” kelimesinin “Öğrenmek maksadıyla maluma sarf edilen bir kuvve” anlamında olduğunu, ‘tefekkür’ün de ‘bu melekenin aklın görüş kapasitesi nispetinde dolaştırılıp hareket ettirilmesi’ manasına geldiğini beyan eder. Bu sözcüğün sadece, bir suretinin belirmesi mümkün olan şeylerle ilgili olarak kullanıldığını; “Allah’ın nimetlerini tefekkür ediniz ama Allah’ın (zâtı hakkında)

674 Kurtubî, el-Câmi‘, XIX/142. 675 Beydâvî, Envâru’t-tenzîl, V/ 104. 676 İbn Kesîr, Tefsîr, XII/355. 677 Fîrûzâbâdî, Besâir, II /319- 320.

678 Cevherî, Sıhâh, s. 819; İsfahânî, Müfredât, s.643; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, V/65; Fîrûzâbâdî,

tefekkür etmeyiniz”679 buyruğunun da bu hususa işaret ettiğini, belirtir. Bundan başka FKR/“ركف” kökünün “ ك ْر ف” kelimesinin maklûbu680 olduğunu söyleyenlere göre ise kelimenin, soyut alanlarda kullanılmak üzere, ‘meselelerin hakikatlerine ulaşmak maksadıyla (dış kabuklarını) ovup soymak ve onları araştırmak’ anlamına geldiğini ifade eder.681

İsmail Hakkı Bursevî ise tefekkürü şöyle tarif eder: “Tefekkür, matlûb olan vâridâtı idrak etmek için kalbin eşyanın manaları sahasında çalıştırılmasıdır. (İnsanlar) fikirlerini, o sahalarda dolaştırırlar; böylece hakikatleri ve ibret alınacak (noktaları) anlarlar ve öncekilerin azaba duçar olmalarına sebep olan şeylerden sakınırlar.”682 Görüldüğü gibi Bursevî’nin tarifinde tefekkür, ibret almayı ve bunun gereğini yapmayı netice veren bir düşünme hareketidir.

Kur’ân’ı Kerîm’de on sekiz defa geçen FKR/“ركف” kökünün on yedi yerde tefa‘ul bâbında ve düşünmeye teşvik eder şekilde geçtiği görülür. Bu âyetlerde ‘Kur’ân, şer‘î hükümlerin bildirildiği bazı âyetler, Hz. Peygamberle ilgili bilgi veren iki âyet, göklerin ve yerin yaratılışı ve tabiat olayları gibi kevnî âyetler, insanın yaratılışı ve ölümü gibi enfüsî âyetler, insanın ibret almasını sağlayacak gerçek veya temsîlî olay anlatımları, insana verilen çeşitli nimetler’ tefekkür konusu olarak sunulmaktadır.683 Bu âyetlerden dokuzunda, üzerinde tefekkür edilmesi istenilen şeylerin âyet/âyât olarak isimlendirilmiş olması dikkat çeker.684 Kelime anlamı işaret, alamet olan âyet, kısaca Allah’ın varlığını ve birliğini ispat eden delillerdir.685 Buna göre tefekkür, kişinin tasavvur edebileceği âyetler vasıtasıyla tasavvuru mümkün olmayan Zât’a yönelmesini, O’nun yüceliğini kabul ederek zikriyle dolmasını ve neticede kulluğuna baş koymasını sağlayan önemli bir ibadet olarak karşımıza çıkmaktadır.

679 Bkz. Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfü’l-hafâ ve müzîlü’l-ilbâs amme’ştehera mine’l-ehâdîsi alâ

elsineti’n-nâs, Beyrût 1408/1988, I/311.

680 Kelimenin harflerinin yerleri değişmiştir fakat aynı anlama gelmektedir. 681 İsfahânî, Müfredât, s. 643.

682 Bursevî, Rûhu’l-beyân, V/38.

683 Belirtilen konularla ilgili örnek âyetler: (Kur’ân:) Nahl 16/44; (şer‘î hükümle ilgili âyet:) Bakara

2/219; (Hz. Peygamberle ilgili:) Enâm 6/50, A‘râf 7/184; (kevnî âyetler:) Ali İmrân 3/191, Ra‘d 13/3; (enfüsî âyetler:) Rûm 30/21, Zumer 39/42; (gerçek veya temsîlî olay:) A‘râf 7/176, Yûnûs 10/24; (insana verilen çeşitli nimetler: Kur’ân, eş, çeşitli yiyecekler, bal, yerlerde ve göklerde olanlar) Haşr 59/21; Rûm 30/21; Nahl 16/11; Nahl 16/69; Câsiye 45/13.

684 Bakara 2/219, 266; Yûnus 10/24; Ra‘d 13/3; Nahl 16/11, 69; Rûm 30/21; Zümer 39/42; Câsiye

45/13.

Burada sözü fazla uzatmadan Kur’ân’ın tefekkür edilmesini isteyen âyetleri ele almak istiyoruz. Netice itibariyle tefekkür müfredatının ayrı ayrı sayıldığı ve tefekkürün teşvik edildiği âyetlerin tümü birer Kur’ân âyetidir. Dolayısıyla onların da Kur’ân’ı tefekkür etmeye teşvik sadedinde olduğu söylenebilir. Fakat doğrudan Kur’ân’ın tefekkür edilmesinden bahseden âyetler, bu konuda anlatılmak isteneni daha çarpıcı şekilde beyan etmeleri yönüyle önemlidir.

Kur’ân’ın en açık şekilde tefekkür edilmesinin istendiği âyet, Nahl Sûresi’nin 44. âyetidir. Âyetin tam metni şöyledir: “ُ لِّزُن ا م ِساَّنلِل نِّي بُتِل رْكِّذلا كْي لِا ا نْل زْن ا و ِرُبُّزلا و ِتا نِّي بْلاِب نوُرَّك ف ت ي ْمُهَّل ع ل و ْمِهْي لِا”686 Bundan bir önceki âyet, erlerden seçilen peygamberlere vahiy verildiğinden bahseder ve cümle “ نوُم لْع ت لَ ْمُتْنُك ْنِا ِرْكِّذلا لْه ا اوُل ئْس ف”687 ifadesiyle bitirilir. Bu âyette ise bu vahiylerin âyetler ve kitaplar şeklinde olduğu688 ifade edildikten sonra bu geleneğe uygun olarak Hz. Muhammed (sas)’e de Zikr’in verildiği vurgulanır. Âyette geçen ‘Zikir’den maksadın Kur’ân olduğu konusunda şüphe yoktur.689 Sanki önceki âyet-i kerîme, ehl-i zikir690 ifadesiyle bütün kitapların birer zikir olduğunu söylerken; bu âyet-i celîle bugün için ‘Zikir’ denince akla gelmesi gerekenin Kur’ân olduğunu vurgulamaktadır. Bundan sonra Hz. Peygamber’in tebyîn görevi hatırlatılmakta; daha sonra da bütün insanların tefekkür etmelerinin beklendiği “Umulur ki tefekkür ederler” mealindeki sözlerle ilan edilmektedir.

Âyet-i Kerîme’deki “ نوُرَّك ف ت ي” ifadesini Mücâhid’in “İtaat ederler” şeklinde tefsir ettiğini nakleden Taberî, kendisi de “(Kur’ân’ın) içerisinde olanları tezekkür edip hatırlasınlar ve onlardan ibret alsınlar” izahını yapar.691 Yine “ نوُرَّك ف ت ي” kelimesiyle ilgili İbn Cevzî “Bu konuda düşünürler ve ibret alırlar” açıklamasını yaparken692 Kurtubî de aynı doğrultuda “Öğüt alırlar” izahında bulunur.693

686 Nahl 16/44 ((O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine

indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik).

687 Nahl 16/43 (Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun). 688 Taberî, el-Câmi‘u’l-beyân, XIV/111.

689 Bkz. Mukâtil, Tefsîr, II/470; Taberî, el-Câmi‘u’l-beyân, XIV/111; Mâtürîdî, Te’vîlât, VI/509;

Mâverdî, en-Nüket, III/190; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, IV/450; Kurtubî, el-Câmi‘, XII/329; Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl, III/228; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl, s. 596; İbn Kesîr, Tefsîr, VIII/315.

690 Tefsirlerde ehli zikirden muradın ‘ehli Kur’ân’ olduğu yönünde izahlar da bulunmakla birlikte

genelde ‘ehli kitap’ diye anlaşılmıştır. Mesela Bkz. Taberî, el-Câmi‘u’l-beyân, XIV/108-109; Mâtürîdî, Te’vîlât, VI/509; Kurtubî, el-Câmi‘, XII/328; Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl, III/227; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl, s. 596; İbn Kesîr, Tefsîr, VIII/314.

691 Taberî, el-Câmi‘u’l-beyân, XIV/111. 692 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, IV/450. 693 Kurtubî, el-Câmi‘, XII/330.

Beydâvî’ye göre “ نوُرَّك ف ت ي ْمُهَّل ع ل و” ifadesi, “(Kur’ân) üzerinde (insanların) düşünmelerini ve hakikatleri anlamalarını istemektedir.”694 Nesefî’ye göre ise ‘(Kur’ân’ın) tenbihleri hakkında düşünmeyi ve uyanmayı’ telkin etmektedir.695 İbn Kesîr de bu konuyla ilgili şu cümleleri kurar: “(Umulur ki) kendi (çıkarlarına) bakarlar da hidâyet yolunu tutarlar; böylece dünyada da âhirette de kurtuluşa ererek başarı kazanırlar.”696

Yukarıda da değindiğimiz gibi Bursevî’nin de tefekkürle ilgili güzel izahları olmuştur. O, ilgili âyetin tefsirinde bu açıklamalarını serdeder ve ‘düşünme mekanizmasının çalıştırılması neticesinde hakikatleri anlamanın gerçekleşeceğini ve azabı netice veren şeylerden sakınmanın doğacağını’ vurgular. Bursevî’nin bu arada Kur’ân’ı tedebbür ile okumanın önemi hakkındaki izahları dikkate şayandır. Kalbin cilâsının ne olduğuyla ilgili soruya, Efendimiz (sas)’in “Allah’ı zikretmek, Kur’ân okumak ve bana salâtü selâm getirmektir” diye cevap verdiğini; İbrâhim Havvâs’ın kalbin ilacı olarak zikrettiği beş şeyden birincisinin ‘düşünerek Kur’ân okumak’ olduğunu ve “Zikirlerin en faziletlisi, Kur’ân okumaktır” görüşünde olan kimselerin bulunduğunu ifade eder.697 Bu açıklamalara bakarak en yalın ifadesiyle onun ‘Kur’ân okumak zikirdir ve bunun tefekkürle yapılması gerekir’ görüşünde olduğunu söyleyebiliriz.

Haşr Sûresi’nin 21. Âyeti ise Kur’ân’ın tefekkürle okunup dinlenmesini, muhteşem bir anlatımla teşvik etmesi bakımından önemlidir. Bu âyetin tam metni şöyledir: “ُ ِساَّنلِل ا ه ُبِرْض ن ُلا ثْم ْلَا كْلِت و ِ ٰ اللّ ِة يْش خ ْنِم ا عِّد ص تُم ا عِشا خ ُه تْي ا ر ل ل ب ج ىٰل ع نٰاْرُقْلا ا ذٰه ا نْل زْن ا ْو ل نوُرَّك ف ت ي ْمُهَّل ع ل”698 Müfessirlerin birçoğuna göre âyet-i kerîme, Kur’ân’ın kadrinin yüceliğini ve etki gücünü gösteren temsîlî bir anlatıma sahiptir.699 Yine onlara göre

694 Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl, III/227. 695 Nesefî, Medârikü’t-tenzîl, s. 596. 696 İbn Kesîr, Tefsîr, VIII/315. 697 Bkz. Bursevî, Rûhu’l-beyân, V/38.

698 Haşr 59/21 (Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş

eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz).

699 Müfessirlerin bu âyetin te’vîli konusunda ihtilaf ettiklerini ifade eden Mâtürîdî, âyetin üç şekilde

anlaşıldığını beyan eder: 1)Temsîldir. 2)Hakikat olup “… ِلا بِجْلا و ِضْر ْلَا و ِتا و ٰمَّسلا ى ل ع ة نا م ْلَا ا نْض ر ع اَّن ” ُِا

(Ahzâb 33/72) âyetindeki gibi bir anlatımdır. 3)Hz. Peygambere ve bütün peygamberlere yönelik “Allah’ın fazlı olmasa kimse kitapları taşımaya ve içerisinde olanlarla amel etmeye güç yetiremez.” tarzında bir hitaptır. Bkz. Mâtürîdî, Te’vîlât, IX/601-602; Bununla birlikte müfessirlerde, özellikle Zemahşerî’den sonra, âyetin temsîlî bir anlatıma sahip olduğu görüşünün hâkim olduğu görülmektedir. Bkz. Zemahşerî, Keşşâf, IV/496; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, VIII/224; Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl, V/202; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl, s. 1228; İbn Kesîr, Tefsîr, XIII/501; Seâlibî,

âyette, özellikle Kur’ân tilâveti esnasında huşu duymayan ve tefekkür etmeyen katı kalpli insanlar kınanmaktadır. Âyette sanki şöyle denilmektedir: “İnsanlarda yarattığımız gibi dağda da akıl ve temyiz gücü yaratsaydık, sonra da vaad ve vaîdi ile bu Kur’ân’ı onun üzerine indirseydik; azametine ve katılığına rağmen (o dağ), Allah korkusundan huşu duyar, boyun eğer ve parça parça olurdu.”700 Taberî, bu âyetin tefsirinde “Allah bu misalleri, insanlar tefekkür etsinler, uyansınlar ve Hakk’a boyun eğsinler diye vermektedir” açıklamasını yapar.701 Kurtubî’ye göre ise “(Bu âyet), Kur’ân’ın öğütlerini düşünmeye teşvik etmektedir ve (Kur’ân’ı) tedebbürü terk etmenin özrü yoktur.”702

‘Tedebbür’ kavramının da Kur’ân’daki düşünme kavramlarından olduğunu beyan etmiştik. Tedebbür, DBR/“ربد” kökünün tefa‘ul kalıbındaki mastardır. DBR/ “ربد” kökü lügatlerde isim olarak, ‘arka, sırt, ense, son, (ev) köşesi, arı sürüsü, ekilebilir tarla, çekirge yavrusu, dağ, ada, çok mal, (devlet ve ikbâlin zıddı) felâket/bahtsızlık, (askerin) hezimeti, kıblenin tersi, Saba rüzgârının mukabili olan Lodos (Debûr) Rüzgârı, masiyet, ip eğrilirken arkaya gidilerek çekilen tel, son olarak hatıra gelen tedbir, son vaktinde eda edilen namaz, hedefinden sekip arkaya düşen ok, kumsalda yapılan bina, binanın yere yakın kısımları, insanın ökçesi üzerinde olan sinir, tabi, asıl/ kök’ gibi anlamlara gelir. Fiil olarak ise sülâsî yapıda ‘ölmek, sürekli uyumak, yazı yazmak, (ok) hedefi sekip arkaya düşmek, (bir şeye) arka çevirmek, (bir şeyi) iletmek/götürmek, yaşlanmak, (bir kimsenin vefatından sonra ondan) söz ve haber nakletmek, rüzgâr debûra dönüşmek, debûr rüzgârına yakalanmak (meçhul haliyle), hayvanın sırtı yara olmak’ anlamlarına gelmektedir.703

DBR/ “ربد” kökü, if’âl bâbında, ‘arka dönmek, Çarşamba günü yola düşmek, ölmek, bir kimse ahbabının ihtiyacından gaflet edip anlamazdan gelmek, çok malı

Abdurrahman b. Muhammed b. Mahlûf, el-Cevâhirü’l-hısân fî tefsîri’l-Kur’ân, thk. Ali Muhammed Muavvıd, Âdil Ahmed Abdülmevcûd, Abdülfettâh Ebû Sünne, Dâru İhyâi’t-türâsi’l-‘Arabî, Beyrût 1418/1997, V/414; Ebüssuûd, İrşâdü’l-‘akli’s-selîm, V/310; Bursevî, Rûhu’l-beyân, IX/452; Şevkânî, Fethu’l-kadîr, V/294; Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, XXVIII/62.

700 Bkz. Zemahşerî, Keşşâf, IV/496; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, VIII/224; Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl,

V/202; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl, s. 1228; İbn Kesîr, Tefsîr, XIII/501; Seâlibî, el-Cevâhirü’l-hısân, V/414; Ebüssuûd, İrşâdü’l-‘akli’s-selîm, V/310; Bursevî, Rûhu’l-beyân, IX/452; Şevkânî, Fethu’l- kadîr, V/294; Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, XXVIII/62.

701 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXVIII/54. 702 Kurtubî, el-Câmi‘, XX/388.

703 Cevherî, Sıhâh, s. 330-331; İsfahânî, Müfredât, s. 306-307; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, IV/268;

Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü’l-muhît, s. 498-499; Zebîdî, Tâcü’l-‘arûs, III/197-200; Asım Efendi, Terceme-i Kâmûs, I/850-852.

olmak, (namazı) bitmek, (yıldız) kaybolmak/batmak’ anlamlarına gelir. Tef’îl bâbında kelime, ‘(bir işin) sonunun nereye gittiğine bakmak/ akıbetine bakıp tefekkür etmek, (bir kimse kendi) ölümüyle kölesinin azade olmasını vasiyet etmek, (bir kimseden) söz ve haber nakletmek’ anlamlarına gelmektedir. Tefa‘ul bâbında ise ‘(bir şeye) bakmak ve sonunu düşünmek/ akıbeti hakkında tefekkür etmek, bir işin başından sonucunu hesap etmek’ anlamındadır.704 Demek ki düşünme, geleceğe yönelik ise tedebbür adını almaktadır.

DBR/“ربد” kökü, Kur’ân-ı Kerîm’de 44 yerde705 geçmekle birlikte bunlardan sadece dört tanesi tefa‘ul bâbında olup ‘düşünme’ anlamını ifade etmektedir. Bu yerlerde tedebbürün Kur’ân ile ilgili kullanılması ve bize ‘Kur’ân’ı düşünmenin gereği’ni vurgulaması, Kur’ân tilâvetinde tedebbürün lüzumunu ifade etmesi açısından önemlidir. Mukâtil b. Süleyman hariç, ulaşabildiğimiz bütün müfessirler, âyetlerde geçen tedebbür kelimesini, düşünmek olarak açıklamışlardır. Bunu Dahhâk, ‘nazar/bakmak’ kelimesiyle ifade ederken706 diğer bir kısım müfessirler ‘Tedebbür, bir şeyin sonuna bakmaktır’ şeklinde beyan etmişler,707 bazıları da ‘Tedebbür, bir şeyin sonuna bakmak ve akıbette ulaşacağı (vaziyeti) düşünmek anlamlarına gelirken daha sonra bütün düşünme faaliyetleri için kullanılır olmuştur’ ifadesiyle açıklamışlardır.708 Mukâtil’in ise âyetlerdeki tedebbür kelimelerini, ‘dinlemek’ manasına gelen “ عِم س”/“ ع م تْسِا” fiiliyle tefsir ettiği görülür.709 Bu izahıyla sanki o, ‘Kur’ân’ı düşünmeye giden yol, onu dinlemekten geçer’ demektedir.710 Kur’ân’ı dinlememenin, Kur’ân’ı düşünüp içindekilere vakıf olmayı engelleyeceği açıktır. Neticede bu tefsir de düşünmeye giden yolun açılmasını ifade ediyor demektir. Şimdi tedebbürün geçtiği âyetleri görelim:

704 Cevherî, Sıhâh, s. 330-331; İsfahânî, Müfredât, s. 306-307; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, IV/268;

Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü’l-muhît, s.498-499; Zebîdî, Tâcü’l-‘arûs, III/197-200; Asım Efendi, Terceme-i Kâmûs, I/851-852.

705 Dâmegânî, DBR kökünün Kur’ân’da altı manada kullanılmış olduğunu beyan eder. Bunlar ise

arka/sırt (Enfâl 8/15, 16; Yûsûf 12/25), batıl dinler (Muhammed 47/25; İsrâ 17/46), birşeyin sonu (Kâf 50/40; Tûr 52/49; gitmek (Müddessir 74/33), kök/kalıntı (En’âm 6/45; Hicr 15/66) ve tefekkürdür. Bkz. Dâmegânî, İslâhu’l-vücûh ve’n-nezâir, s. 171, 172.

706 Dahhâk, Ebû Muhammed Dahhâk b. Müzâhim el-Hilâlî el-Horasânî el-Belhî, Tefsîru’d-Dahhâk,

cem ve thk. Muhammed Şükrî Ahmed ez-Zâveytî, I. Baskı, Dârü’s-Selâm, Kâhire 1419/1999, s. 297.

707 Zeccâc, Me‘âni’l-Kur’ân, II/82; Mâverdî, en-Nüket, I/508; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, II/144. 708 Zemahşerî, Keşşâf, I/529; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl, s. 241; Ebüssuûd, İrşâdü’l-‘akli’s-selîm,

I/744; Şevkânî, Fethu’l-kadîr, I/734; Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, V/92.

709 Bkz. Mukâtil, Tefsîr, III/643; III/161; I/392; IV/49.

710 Bu yorumu destekler mahiyette olan bazı âyetlerde, kâfirlerin birbirlerine (etkilenmemek için)

Nüzul sırasına göre Kur’ân’ın tedebbür edilmesinden bahseden ilk âyet Sâd Sûresi’nin 29. Âyetidir. Önceki âyetlerde göğün yerin ve ikisi arasındakilerin boş yere yaratılmadığı, inanıp salih amel işleyenlerle yeryüzünde fesat çıkaranlara aynı şekilde davranılmayacağı vurgulanmıştı. Bu âyette ise “ ِتا يٰا اوُرَّبَّد يِل ك را بُم كْي لِا ُها نْل زْن ا با تِكُ ٖه ِبا بْل ْلَا اوُلوُا رَّك ذ ت يِل و”711 buyrularak, insanların bunların farkına varmaları için peygamber ve kitapla desteklendiklerine dikkat çekilmiş; onların Kur’ân üzerinde derinlemesine düşünmeleri istenmiştir.712

Bu âyette kimlerin düşünmesinin istendiği açıkça belirtilmemiştir. Taberî’ye göre burada düşünmesi istenenler, Hz. Muhammed’in gönderildiği bütün kimselerdir.713 Bununla birlikte âyetin devamında öğüt almayı da ifade eden tezekkür tarzındaki düşünmenin akıl sahipleri tarafından yapılacağı açıkça belirtilmiştir. Âyeti kerimede geçen “اوُرَّبَّد يِل” ifadesinin “اوُرَّبَّد تِل” şeklinde de okunduğu,714 buna göre ise kelimenin “Ey Muhammed! Sen ve tabi olanların (düşünesiniz diye)”715 veya “Ey Muhammed! Sen ve ümmetinin âlimleri (düşünün diye)”716 manalarına gelebileceği söylenmiştir. Yani bu kıraata göre ise düşünmesi istenenler, Muhammed (sas) ve ona uyan müminlerdir.

Taberî, diğer düşünme ile ilgili Kur’ân kelimelerini izah ederken yaptığı gibi burada da ‘düşünmek, öğüt almak ve gereğiyle amel etmek’ üçlüsünü zikreder. Ona göre âyetteki “اوُرَّبَّد يِل” ifadesi, “Ondaki Allah’ın hüccetlerini ve koyduğu kanunları düşünsünler, öğüt alsınlar da gereğiyle amel etsinler diye (bu kitabı sana indirdik)” anlamına gelmektedir.717 Mâtürîdî’ye göre de Kur’ân’ın içerisine yerleştirilmiş manalar ancak tedebbür ve tefekkürle elde edilebilir; bu yüzden Yüce Allah kullarını bu âyeti kerîmeyle Kur’ân’ı düşünmeye, onun içeriğini anlamaya ve gereğiyle amel etmeye çağırmaktadır.718

711 Sâd 38/29 ((Kur’ân öyle) mübârek bir kitaptır ki (insanlar) âyetlerini inceden inceye düşünsünler

ve akıl sahipleri ibret alsınlar diye onu sana indirdik.)

712 Bkz. Şimşek, Hayat Kaynağı, IV/322. 713 Bkz. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXIII/153.

714 Ebû Ca‘fer, Âsım, Şeybe ve Kisâî’nin bu şekilde okudukları ve bunun Hz. Ali’nin kıraatı olduğu

ifade edilmiştir. Bkz. Şevkânî, Fethu’l-kadîr, IV/604.

715 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXIII/153. 716 Beydâvî, Envâru’t-tenzîl, V/28. 717 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXIII/153. 718 Mâtürîdî, Te’vîlât, III/272-273.

Zemahşerî ise bu âyeti kerîmede geçen tedebbürü şu şekilde izah etmiştir:

Belgede Kur'ân-ı Kerîm'de tilâvet (sayfa 116-127)